hesabın var mı? giriş yap

  • hodri meydan, hepsini kayıt altına al bakalım. 20 30 milyonluk camialara gider yapmaya senin bile maçan yemez reis.

  • "oğlum 7 aylıktı, nisan ayı...

    benim evi sanırım, ev gibi hissettiğim zamanlar. nereden hatırlıyorum; salonun bir köşesinde saksı çiçekleri var. rahmetli kayınpederim benimle yaşıyor, yarı felçli. çok şık bir adam. zar zor yürüyor, titreye titreye iniyor merdivenlerden, pastaneye gidip çay içiyor, dönüşte mutlaka bir çiçek alıp geliyor. çok zarif bir adam, yattığı yerler nur dolsun. belki karısına, çocuklarına çok çektirmiş ama beni seviyor. ben de onu.

    salonun bir köşesinde oğlumu emziriyorum ve telefon çalıyor. oğlumu koltuğa bırakıp telefona bakıyorum. telefonda ablam;

    -babam iyi değil, yoğun bakımda. doktor, çocuklarını çağırın dedi. gel...

    diyor. gel dediği yer, istanbul dışında. ama o an aklımda sadece "babam iyi değil" cümlesi yankılanıyor, bu istanbul dışılık endişesi dışında. eşim evde, ne olduğunu soruyor, anlatıyorum ağlamadan. "babam iyi değilmiş, ablam çağırıyor, babam yoğun bakımdaymış" dedikten sonra salıyorum çeşmeleri. hiç hareket yok. "bakarız" diyor.

    "bakarız..." işe gidiyor, deli tavuk gibi dolaşıyorum evde, ne yapacağımı da bilmiyorum. hapisanede gibi yaşıyorum zaten, tek başıma bakkala markete gidemezken, şehir dışına çıkma endişesi sarıyor her yanımı. "babam gidicem, doktor çocukları gelsin demiş, niye bekliyorum ki?" diye kara kara düşünüyorum. hava bir açıyor, bir kapıyor. ablam bir daha arıyor;

    -gelmeyi düşünmüyor musun? durum ciddi, beyin kanaması geçirdi ve durumu çok kötü!

    annemlerde kimse yok, sanki kocaman şehirde tek başıma kalmışım gibi, ne yapacağımı bilmez bir vaziyette, rutin yaşamaya çalışıyorum. oğlumu emziriyor, altını değiştiriyor, gülen yüzüne bakıp, gülmeye çalışıyorum. ama, kafam allak bullak. bir şey eksik ? saat, akşam sekize doğru eşim geliyor. sormuyor hiç, şaşırmıyorum ama daha fazla dayanacak halim yok.

    -ben gidicem!

    diyorum. o mutfağa girip, bir bardak rakı doldurup içiyor ve;

    -bekle!

    diyor.

    bekliyorum... saat 12'ye doğru, çıkıyoruz evden, o? o zil zurna sarhoş, ben korkak... benimle gelmesini istemiyorum, çünkü, ne yapacağını, nasıl davranacağını bilmiyorum. hem zaten gezmeye de gitmiyorum ki. babam, babam iyi değilmiş, doktor çocukları gelsin demiş. belki bir daha görmem... korkuyorum... oğlum kucağımda, o, söylene söylene çıkıyoruz. yarım saat geçiyor belki babam yok artık, bilmiyorum... bir şey eksik...

    bilet bulamıyoruz. eve dönüyoruz. o, o söyleniyor... bir şey eksik. belki babam? bilmiyorum kocaman bir eksik var ve gittikçe büyüyor. ağlaya ağlaya eve giriyorum. oğlum kucağımda uyuyor. onu yatağına yerleştirip yatak odasına geçiyorum. o, o hala sarhoş ve daha da öfkeli. yatağın ucuna oturup, yüzümü ellerimin arasına saklayıp sessizce ağlıyorum. kapının sesini duyuyorum, içeri attığı adımlar karışıyor sessiz ağlayışıma. tam önümde duruyor ve hala bir şey eksik. bir eliyle kolumdan tutup ayağa kaldırıyor beni... karşı karşıya duruyoruz. gözlerim kızardı biliyorum, yanıyor çünkü. hala eksik, hala eksik...

    bir adım atıyor geriye, elini saçlarıma uzatıyor. oda loş, gözlerini seçemiyorum, gözlerim yanıyor. eksik, eksik... saçlarımı kavrıyor elleri, işte o an göz göze geliyoruz. gözlerinde, hayasız bir parıltı var, içinde ateş var ve öfke. kavradığı saçlarımın kökleri acımaya başlıyor, yanmaya... suratımın orta yerine bir tokat iniyor...

    -gecemi mahvettin!!

    hayatımda ilk defa duydum bu sesi aslında. kafama yumruk attığında. hani şu çizgi romanlardaki "çtönk!!" sesi varya, işte onu duydum kafamda.

    "hayatımı mahvettin" dedi içimde bir ses. işi bittikten sonra, odadan hırsla çıkarken o. eksik bir şey var bu hikayede ki, hala eksik..."

    bu hikayenin ekisiğidir sefkat. daha belki kaç hikayenin. o yüzden gördüğüm zaman aptala döner, çocuklaşırım...

  • çomar her yerde çomar. bunun farklı bir kelime ile izahı da yok.
    ha bizde amerika'yı protesto edicez diye iphone kırıp dolar yakanlar, ha bunlar.
    yok, kafa kısıtlı çalışıyor ya.

  • kadın-erkek ilişkilerine dair kafamda son zamanlarda bir soru işareti var. kadınlar neden ilişkide bekleyen taraf oluyor? sürpriz bekler, hediye bekler, ilgi bekler vs. erkek ne kadar verirse versin hep "az yapıyor" oluyorken kadın 1-2 kez yapsa "çok sürprizli" olabiliyor. bunun mantığını bilen, anlayan beri gelsin.

  • tanım :bilgisayar sayesinde mümkün hadise.

    ascii kodla sordum computer e, şu cevabı verdi:

    11111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111
    11100001111111110001111111011111111101111000011111111100011111110111110111
    11101110111111101110111111001111111001111011101111111011101111110111101111
    11101111011111011111011111010111110101111011110111110111110111110111011111
    11101111011111011111011111010111110101111011110111110111110111110110111111
    11101110111110111111101111011101011101111011101111101111111011110101111111
    11100001111110111111101111011110111101111000011111101111111011110011111111
    11101110111110111111101111011111111101111011101111101111111011110101111111
    11101111011110111111101111011111111101111011110111101111111011110110111111
    11101111011111011111011111011111111101111011110111110111110111110111011111
    11101110111111101110111111011111111101111011101111111011101111110111101111
    11100001111111110001111111011111111101111000011111111100011111110111110111
    11111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111111

    (bkz: alın teri)

  • metroda kulak misafiri olduğum iki yaşlı amcanın arasındaki şu konuşma;
    -benim bir arkadaşım var gazeteyi gözlüksüz okuyor.
    -gözlüksüz müü?
    -eveet.
    -vay bee...

    gülümseyerek dinledim çünkü gerçeklik budur, çok içten geldi bu muhabbet. bizim de böyle diyeceğimiz günler gelecek...

  • yeryüzünün en ürkek hayvanlarından biridir. öylesine iyi saklanır ki varlığı bilim adamları tarafından ancak 20. yüzyılın başında anlaşılabilmiştir.

    bir ingiliz kaşif olan sir harry johnston, afrika'nın kongo vadisinde garip bir hayvan yaşadığını öğrenince bilim dünyasının tanımadığı bir canlı bulabilme umuduyla 1890'ların sonlarına doğru yola çıktı. yerliler ona hayvanın derisinden parçalar verip çamurda bıraktığı izleri gösterdiler. johnston tüm çabasına karşın aradığı hayvanı bulamadı; ama 1900'de yeniden gittiği afrika'da canlı bir okapi yakalamayı başardı. daha sonra bu yeni türe, yerel adı ile bulucusunun adından yararlanılarak "okapia johnstoni" bilimsel adı verildi.

    okapiler zürafayla aynı familya içinde sınıflandırılır. omuz yüksekliği yaklaşık 1,5 metre, boyun ve bacakları zürafanınkinden kısadır. başlıca besinleri olan yaprakları ve otları, uzun dilleriyle kavrayıp yerler. yalnız erkeklerin boynuzları vardır. kısa olan bu boynuzlar parlak uçları dışında deriyle kaplıdır.