• kürşat başar'ın ilk defa giriş gelişme sonuç yaparak bir hikaye anlattığı ama aralara diğer kitaplarında olduğu gibi eşsiz saptamalarını eklemedende yapamadığı kitabıdır.

    bazen kendimizi bir hayalin içinde sanırız ama aslında yaşadıklarımız gerçektir. bazen de herşeyi gerçek sanırken aslında yalnızca hayal gördüğümüzün farkına varmayız. bu kitapta yazılanların hepsi gerçektir. ama aynı zamanda hepsi yalandır. çünkü onu ben yazdım. s.5

    hatırlamak güzeldir derler. hayır, değildir. anılar bir an için bizi gülümsetse bile hemen sonra elimizi uzatıp tutmaya çalıştığımızda silinip giderler ve ne yaparsak yapalım ancak acı verirler. s.19

    peki ama en azından bir yerde oturup, oynadığınız rolü değiştirebilir misiniz? bu yalnızca cesaretle mi ilgili? yoksa rastlantıları yönlendirdiğinizi sanırken aslında onlar mı belirliyor rolünüzü? s.17

    belki de insanları bir türlü anlamayışımızın, günün birinde en beklenmedik biçimde bizi şaşırtmalarının nedeni, hep bir bütün olarak bize verdikleri görüntüyle yetinip farklı parçalardan oluştuklarını unutmamızdır. s.97

    evet sözcükler güçlüdür. ve eğer kadınların kalbine giden bir yol varsa, inanın bana sözcüklerden geçer. s.121

    çünkü biliyor musunuz, insanın neler yaşadığı çok önemli değildir. önemli olan ne hissettiğidir. s.139

    ne olursa olsun hayatını durdurma! durup hayata bakmaya başladığın zaman yaşamak zordur. s.164

    hayatta insanın başına gelebilecek en kötü şey, doğruları bilip yanlışları seçmek istemesi midir? s.228

    ama ne yazık ki insan ve mutluluğu dünyaya aynı yerde ve aynı anda gelmiyor. s.242

    "insan bir düşü sevebilir mi?" diye sordu. "evet", dedim hiç düşünmeden, "bence zaten en çok onu sevebilir, bir düşü..." s.336

    yazık ki insan, hayatın, hızla ileriye sarılan bir görüntüler kuşağı, bir an sonra geriye bir kez daha bakmasına bile izin vermeden bitebilecek bir oyun olduğunu, ona verilmiş bu bilinmez zaman parçasında karşısına çıkan rastlantıların içinde onu en çok mutlu edenleri bulduğu an geriye kalan herşeyi boşvermek gerektiğini bilse de, yapamıyor. s.355

    dedim ya hayat işaretler verir diye... ama okuyabilirseniz... s.400

    hem zaten anılar neye yarar ki? yaşanmış şeylerin artık bittiğini, bir daha yaşanmayacağını, zamanın bir yerinde, ulaşılmaz bir parçasında kaldığını anlamaya mı? s.449

    ah, hayır, biliyorum, o makineyi yapamadılar... s.455
  • ne zamandır okuma listemdeydi, bi dostun sayesinde artık oradan çıktı. hemen düşündüklerimi paylaşayım ben de;

    öncelikle kitabı beş günde falan bitirdim, hem de boş beleş değil, hayatın normal akışı içindeki beş gün. yani kendini okutan bi kitap. yalnız şöyle bi şey var; benim okuduğum küçük boy bi versiyonuydu, 500 sayfalık bi şey. bütün kitap boyunca bilmediğim bi tek kelime bile yoktu. ha, şimdi bu iyi mi yoksa kötü mü tam karar veremedim. "adam günlük konuşma diliyle kitap yazmış işte." diyeceksiniz ama ben sanki okuru zorlayan, sözlüğe bakma ihtiyacı hissettiren... kitapları daha çok benimsiyorum. başucumda müzik ise bana anlamam gereken her şeyi benim hemen anlayabileceğim biçimde sundu ve bu beni biraz rahatsız etti. üşenmesem bu kitapta toplam kaç farklı kelime kullanılmış diye bi çalışma yapacaktım ama işim gücüm var benim de. zira bazıları o kadar çok tekrar edilmiş ki bana gına getirdi. örneğin "belki de" kalıbı... her sayfada en az bir defa vardı neredeyse, hatta başkızımızın çelişkilere düştüğü bölümlerde birden de fazla... zaten bu belirsizlik, ikilem, çelişki farklı yerlerde ama aynı biçimde tekrarlanıp durmuş. hani bazı sayfaları yırtıp atsam kitap bi şey kaybetmeyecek kitaplığından.

    bi de başucumda müzik de dahil olmak üzere genel olarak yazınımızda üç noktanın hoyratça kullanımıyla başım dertte. sanıyoruz ki bi cümle yazıp sonuna da üç noktayı dayadık mı cümle bizim anlatmak istediğimizden daha fazlasını anlatacak, hatta daha romantik olacak. yok böyle bi şey; üç noktanın nerelerde kullanılacağı belirlidir arayan herkes bulabilir.

    kürşat başar, cümleleri virgül virgül üstüne uzatıp durmasa ve gereksiz yere süslemeye çalışmasa daha güzel şeyler yazabilirdim buraya.

    eğer sizin için de yazım yanlışları bir kitabı okumak için majör kontraendikasyon ise başuzumda müzik'e başlamayın bile. sanırsın ki redaktör kontrol etmeden basılmış bu kitap. çünkü böyle yazım yanlışları yapılamaz, yapılmamalı. birkaç örnek; "kimbilir", "birarada", "yokeden", "öğledensonra", "sözetmek" (hepsi ayrı yazılacak), "birşey", "herşey", "hiçbirşey" (bütün şey'ler ayrı yazılır)...

    bi de "ne... ne..." bağlacının kullanımı var ki içler acısı. bazen doğru bazen yanlış kullanılmış. örneğin; "ne kimse bana birşey sordu ne de ben kimseye anlattım." derken doğru, "sanki ne sizin ne de bir başkasının asla bilmediği incecik bir aralıktan geçip o gizli bahçeye girersiniz." derken yanlış. kural şudur ki "ne... ne..." bağlacının yüklemi olumlu olmalıdır çünkü bağlacın kendisi zaten olumsuz anlam vermektedir.

    yani sonuç olarak gerçek bir yaşanmışlıktan besleniyor olması merak uyandırdı bende. çabasız, neredeyse bir oturuşta okunabilmesi ile okumaya ilk başlayan birine önerebileceğim bir kitapken bana pek bi şey kazandırmadı, ne bir yeni kelime ne bir düşünce kaldı.

    endipnot: kendime en yakın hissettiğim karakter ise turgut'tur. kitapta yazılanların hepsini okudum ve diğer tüm insanlara laflar hazırladım.
  • vesamet kutlu ve fatin rüştü zorlu arasında geçen aşk hikayesini anlatan bana göre başarısız sayılabilecek bir kürşat başar romanı. gereksiz betimlemelerle dolu, yer yer 20 satırı bulan paragraflarını bulunduğu edebi açıdan pek bi değer ifade etmeyen bir eser olarak nitelendirilebilir. fatin rüştü zorlu kitapta fuat karakteri olarak karşımıza çıkmaktadır, vesamet kutlu ise kitapta sürekli küçük hanım vs. gibi ifadelerle anlatılmış, ancak karakter olarak bir isim sahibi olamamıştır; ki zaten kitap o'nun ağzından anlatıldığından çok fazla da gerek kalmamış ve okuyucuyu çok yormamıştır. ancak zaman ve mekan konusunda ciddi sorunlar içerdiği kanısındayım. şöyle ki, birincisi orijinal olaya tam olarak sadık kalınmamış ve karakterler arasındaki yaş farkı olduğundan fazla gösterilmiştir. kitapta tam olarak karakterler arasındaki yaş farkı vurgulanmamış olsa da, daha kitabın girişinde vesamet kutlu genç kızlığa adım atarken fuat karakteri saçlarına ak düşmeye başlamış birisi olarak anlatılmaktadır. ancak, gerçek hayatta iki karakter arasında sadece 10 yaş fark bulunmaktadır ve kitapta sürekli vurgulanan yaşlı-genç durumunun o kadar da ciddi bir sorun olmadığı düşüncesine sürükler insanı. kitap içerisinde net bir tarih verilmemesi, yılların sular seller gibi akarken günlerin sayfalarca anlatıldığı bir eser olarak yer yer zamanda kopmaya sebep olup takip edilmesi çok kolay bir zaman akışını adeta kafa karıştıran bir hale sokmuştur. benim naçizhane düşünceme göre okuyucuya bir şey katmaktan fazlasıyla uzak bir eserdir. aşk hikayesi yaratıcı sayılabilecek bir durumdayken gerçek oluşu sebebiyle burada yazarın bir katkısının olmadığı ortaya çıkmaktadır. yazar bu yaşanmış hikayeyi süsleyip püsleyip karşımıza sunarken bir dönemin siyasi tarihine, hatta türk siyaset tarihine mal olmuş bir ismin hayatını çok da suya sabuna dokunmadan anlatmaya kalkışarak bir nevi kolaya kaçmıştır. bu derecesine önemli bir tarihi karakterin aşk hayatını bulunduğu konumdan bağımsız olarak düşünmek imkansızdır, ve sevgili yazar siyasete bulaşmamış, belki bulaşmaktan korkmuş belki de sadece ticari kaygılar gütmüştür; olayı sadece aşk olarak ele almış olmak istemesi bu sakınmayı hiç bir şekilde meşru kılmaz. ayrıca daha önce de belirttiğim gibi mekan konusunda da akılları karıştıracak bir çok kısım mevcuttur. baş karakterimizin çocukluğu ankara'da geçmiş gibi anlatılmış ancak daha sonra sanki istanbul'daymış gibi anlatılmıştır. ilerleyen sayfalarda bu muamma karakterin çocukken istanbul'a tatillerde gelmesi gibi bir açıklamayla giderilmeye çalışsa da yüz sayfadan daha uzun bi süre ulan hani bu çocuk ankara'da yaşamıştı nereden çıktı istanbul diye adamı isyan ettirmiştir. elimde bulunan kitap everest yayınlarından çıkmış cep boyu 2.basımdır ve sanırım toplamda da 59.basıma denk gelmektedir. bu gereksiz bilgiyi siz değerli sözlük yazarlarıyla paylaşma sebebimse birazdan vereceğim sayfa numaralarının akıllarda soru işareti bırakmaması arzusundandır. 507 sayfa olan bu kitap daha önce de belirttiğim gibi gereksiz betimlemelerle doldurularak bu kadar uzatılmıştır, daha düzgün bir dille yazılsa 400 sayfayı bile geçmeyecek bir eser oluşturmak işten bile değildir. yine de tüm bu eksiklerine rağmen güzel tespitler, insan hayatında iz bırakacak güzel cümleler barındıran bir eserdir. daha önce bu veya diğer başlıklar altında yazılmış olmasına rağmen ben bir kez daha kitaptan sevdiğim kısımları burada toplayarak sizlere sunuyorum.

    sf.1 "...görüntülerle zamanlar birbirine karışır. hangi kokunun hangi anıya ait olduğunu bilemez insan..." kokulara bu kadar çok değer veren ve ciddi deja vu problemleri olan bir insan olarak daha ilk sayfadan böyle bir cümleyle karşılaşmak kitaptan beklentilerime tavan yaptırmıştır, ama takdir edersiniz ki son beklediğim gibi olmamıştır.

    sf.13 "bu kentin simgesinin rasat tepe'deki o soğuk anıt mezar olması bana hep derin bir hüzün veriyor artık.
    keşke, yaşamdan sonra sonsuz bir hayat bekleyen eski firavunların geleneğini izlemek yerine, onun burada, yepyeni bir ülkenin umutlarını taşıdığı günlerdeki alçakgönüllü, sıcak evini korusaydık, ölümünü değil de hayatı bu kentin simgesi yapabilseydik. ve keşke, bütün bu evlerden onun gibi pek çok insan çıkabileceğine inansaydık." en içten dileklerimle kocaman bir keşke de benden gelsin bu güzide tespite.

    sf.55 "söyleyin bana, o pencerelere resmi asılmış ve aslında yalnızca hayata yeni başlamak üzere olan o çoçuklarla yaşanmış hangi mutluluk şimdi bu sonsuz acıya değerdi?" savaşta ölen askerlerin fotoğraflarının asıldığı evlerin arasından geçerken hissetmiş yazar bunları, haksız mı, ben kendi adıma tam karar veremedim ama pek haksız da sayılmaz gibime geldi.

    sf.224 "birini sevmen için elle tutulur bir neden bulamıyorsan onu sahiden seviyorsun demektir..." biraz klişe ama idare eder bi tespit işte.

    ve son bir not daha önce de yazıldığı üzere, kitabın adı tdk'ya göre yanlıştır, baş ucumda müzik olsaymış daha bi doğru olurmuş sanki, ulan o kadar kitap yazıyorsunuz o kadar editöre para saçıyorsunuz bir allahın kulu farketmedi mi bu durumu yoksa biz mi yanlış biliyoruz ya da ne bileyim tdk'ya mı güvenmeyelim böyle ne edebiyat yapılır ne sanat yapılır ne de kitabın anlattığı tarihten bir adım ileriye gidilir, biraz dikkat biraz özen rica ediyorum sıradan bir okur olarak, o kadar.
  • "hayat hiç beklenmedik bir anda biten bir sey. ıcinizden gelen neyse onu yapin,fazla düsünmeye zaman yok."
  • kitabın en vurucu kısımlarından biri şu paragraftır, her insan okuduğu kitapta, dinlediği bir şarkıda, izlediği bir filmde kendini anlatan bir şeyler arar, belki bu yüzden en cok bu kısmı etkilemiştir okurken:

    "hep şaştılar, herkes.. bütün hayatım boyunca arkamdan gelen o dedikoduları duydum. nereye girsem sanki birdenbire konuşmaların kesildiğini anladım. ama anlamadıkları şuydu; bazı insanlar hayatlarını kendi istedikleri gibi kurarlar. geri kalanlarsa onların yaptıklarını birbirlerine anlatıp dururlar. ben başkalarının hayatlarını anlatarak ömrümü geçirmek istemedim. varsın başkalarını benim hayatımı anlatsın..

    bana kocama bağlı olduğum içn mi saygı duyacaklardı? kurallara karşı gelmedim diye mi? onlar arkamdan konuşmasınlar diye bütün hayatımı onların istediği gibi mi geçirecektim?
    tabii ki yapmdım. umurumda da değildi zaten. hiç değer vermediğim insanların benim için ne düşündüğünden bana ne! vız gelir bana! küçük bir çocukken bile acırdım onlara.. ..onlar hep içlerinden geçeni söylemeyip başkalarının duymak istediği cümleleri kurmaya çalışan insanlardı.
    kendi kendime derdim ki; beni ateşlerde yaksalar bile bunlara benzemeyeceğim. benzemedim."
  • yıllardır hep görürdüm bu kitabı. gözüm takılırdı. ama nasıl bir önyargıysa artık, okumaktan kaçınırdım. sığ bir aşk hikayesinin içine çekilmekten korkmaktan ziyade, takıntılı olduğum farklı bir yazarın kitabını okuma tutkumu sekteye uğratmamak içindi belki de. sonunda temmuz 2010'da yapılan 5. cep basımına karşı koyamadım. ve kitabı her elime aldığımda sürüklenerek sayfalarca okudum. kısa sürede de bitirdim. okumadan önce de özellikle buralara bakmadım ki önyargı kurbanı olmayayım.

    öncelikle, bilinçli bir tercih ile mi yapıldı bilemiyorum ama, günümüz sosyal mecra insanlarının iletilerine layık, süper aforizmalar içeriyor kitap. insanın hayatına bir yön katabilecek pek çok söz var. adeta üzerine düşünmemiz, ruhumuzu hırpalamamız için aralara serpilmiş. bazıları burada da paylaşılmış. bu şekilde de görülebilir ki; bu serpiştirme de akıllıca bir stratejinin ürünü.

    kitabın anlatıcısı ve kadın karakteri leyla'nın, yaşadığı yasak aşkın kendisinde yarattığı ruhsal gel-gitlere yeterince şahit oluyorsunuz. zamanımızdan farklı olarak dönemin getirdiği o naiflik, zarafet, utangaçlık, toplum baskıları, yaşam biçimlerindeki farklılıklar gibi birçok ayrıntı bu karakter üzerinden verilmiş. her insanın içine sıkışıp kaldığı kalıplar leyla'yı simgeliyor. leyla, her ne kadar bu kalıplardan kurtulup, anı yaşamaya, zamanı yenmeye çalışsa da o makine gerçekten de henüz icat edilmedi. cesareti ve sabrı ise takdire şayan doğrusu.

    şu anda bile toplum tarafından hoş karşılanmayan bir yaşam biçimini kabullenerek, en az soru soracağı şekilde, sabırla, karşısındakini her yönüyle sevebilecek kapasitede bir kadın var karşımızda. bu özellikleri nedeniyle cesur zaten. kitap boyunca leyla sabrettikçe ben delirdim. ama sadece ona bahşedilmiş zamanların tadını çıkararak yaşayan bir kadın gördüğüm için de mutlu oldum. yine bir kaçamakları sırasında, fuat ile yemek yerken şu yazar masanın üzerinde;

    s.391 "sana bir sır vereceğim. zaman sensin..."

    bir aşkı yaşamanın en zor yolu susmaktır benim gözümde. leyla susuyor. yeri geliyor en yakın arkadaşı ayla'ya bile tam olarak anlatamıyor içindekileri. çünkü biliyor ki bazı şeyleri anlatmanın milyonlarca yolu varken, bazı şeyleri anlatmak için kelime bile bulunamıyor. bazı şeyler ise kelimeyle somutlaştığında üzüyor, yoruyor.

    bir aşk sizi ele geçirdiğinde siz bile şaşırırsınız yaptıklarınıza. kabulleniş ve teslimiyet kavrar içinizi. tek istediğiniz onunla geçen zamanın azlığını kabullenmek ve o zamana teslim olmaktır. o zaman ne kadar artarsa artsın, size hep az gelecektir.

    bence kürşat başar da bu gerçeğe odaklanmış. dönemin siyasi yapısına fazla değinmemesi, hatta bazı imla kurallarını atlaması bile bundan olabilir. bu kitabı her haliyle sevmemizi istemiştir. bu düşüncem tamamen saçmalık da olabilir. benim yazılandan almak istediklerim vardı, aldım.

    ben çok aşık oldum. kabullendim, teslim oldum. o aşktan vazgeçmek zorunda kaldığımda ise hayat bıraktığım gibi değildi. yeni görüşlerim oluştu. hiçbir şeye şaşırmayan, hiçbir şeyden emin olmayan, düşünürken bile eskisi gibi düşünemeyen biri oldum. sıfırdan öğreniyordum her şeyi. aşkı, sevgiyi, dostluğu da... çok yorucu bir şey bu. üstelik bu sefer size yardımcı olan ebeveynler de yok. leyla da böyle. o yaşadı ve anladı. çünkü şöyle diyor bize...

    "belki de insanları bir türlü anlayamayışımızın, günün birinde en beklenmedik biçimde bizi şaşırtmalarının nedeni, hep bir bütün olarak bize verdikleri görüntüyle yetinip farklı parçalardan oluştuklarını unutmamızdır.

    .... sonu gelmez bir iç savaş gibi...

    kendi parçalarımızı yok edip öldürerek, tutsak alarak, zorlayarak, değiştirerek, onlardan sonunda kendimizce bir bütün oluşturmaya çalışarak geçer hayatımız.

    ve tabii sonunda, gerçekte kimin kazandığı asla bilinmez." s.98
  • sabir tasi olmaya mecbur birakilmis bir kadinin 60 li yillardaki turkiyenin sancili donemiyle ortusturulmus ask hikayesini anlatan keyifli bir roman.
  • bir konuda fazla du$unurseniz hicbir$ey yapamazsiniz. s.35

    butun bir hayat, onun kucagina yatmi$, saclarimi ok$arken benimle konu$masinin yaninda hicbir anlam ta$imaz. s.207

    "birini sevmen icin elle tutulur bir neden bulamiyorsan onu sahiden seviyorsun demektir..." s.208
  • insanın okuduğu zaman aa evet ben de bu kadar seviyordum da niye kaybettim diyerek oturup salya sümük ağladığı sonra da lanet etttiği kitap
  • kürşat başar'ın diğer kitaplarına göre daha kolay bir dille yazılmış, okudukca anlatılan duygu durumu içine sizi sürükleyebilecek, ben okurken hiç bırakmak istemediğim, uyku vakti geldiğinde bir kaç sayfa daha okumak için kendimi zorladığım bir roman. olay çok alışıldık olabilir ancak satır aralarındaki duyguları hissedince bitmesi istenmeyecek bir kitap.
hesabın var mı? giriş yap