bedri rahmi eyüboğlu
-
evvela dişlerimiz döküldü
sonra saçlarımız
arkasından birer birer arkadaşlarımız
şu canım dünyanın orta yerinde
yalnız başına yapayalnız
kırılmış kolumuz, kanadımız
tatlı canımızdan usanmışız
bir şüphedir sarmış yüreğimizi
ya kendini aldatıyor demişiz ya bizi
bir şüphedir demir atmış ciğerimize
pamuk ipliği ile bağlamışlar bizi
düğüm üstüne düğüm şöyle dursun
bir çalım bir kurum hepimizde
nereden inceyse oradan kopsun
bu canım dünyanın orta yerinde
hayvanlar kadar bağlanamamışız birbirimize
yalan mı? gözünü sevdiğim karıncalar
işte: hamsiler sürü sürü
arılar bölük bölük geçer
leylekler tabur tabur
ya bizler? eşref-i mahlukat! ..
boğazımıza kadar kendi murdar karanlığımıza gömülmüşüz
bizler bölük bölük, bizler tabur tabur
bizler sürü sepet
yalnız birbirimizi öldürmüşüz
arkadaş dökümü..
b.r.eyüboğlu -
en azından üç dil bileceksin
en azından üç dilde
ana avrat dümdüz gideceksin
en azından üç dil bileceksin
en azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin
en azından üç dil
birisi ana dilin
elin ayağın kadar senin
ana sütü gibi tatlı
ana sütü gibi bedava
nenniler küfürler masallar da caba,
ötekiler yedi kat yabancı
her kelime aslan ağzında
her kelimeyi bir dişinle tırnağınla
kök sökercesine söküp çıkartacaksın
her kelimede bir tuğla boyu yükselecek
her kelimede bir kat daha artacaksın
en azından üç dil bileceksin
en azından üç dilde
canımın içi demesini
canım ağzıma geldi demesini
kırmızı gülün alı var demesini
nerden ince ise ordan kopsun demesini
atın ölümü arpadan olsun demesini
keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini
insanın insanı sömürmesi
rezilliğin dik alası demesini
ne demesi be
gümbür gümbür gümbürdemesini bileceksin
en azından üç dil bileceksin
en azından üç dilde ana avrat dümdüz gideceksin
en azından üç dil
çünkü sen ne tarih ne coğrafya
ne şu ne busun
oğlum memiş
sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun
dizeleriyle kalbimi fethetmis sair, yazar. yazdiklariyle resimlerini, cizdikleriyle de siirlerini suslemistir. resimlerine baktiginizda siirlerini gorursunuz ve siirlerinde de resimlerini. -
günlerden öyle pis öyle yaşamsız bir gün... her şey ters gidiyor, düzeleceğine dair bir ışık da yok gibi.
aynı böyle bir sonbahardı. hemen eve gitmeyeyim yürüyeyim biraz dedim. ev her şeyiyle temiz kalsın istiyor insan. sadece yerler, sehpa üstleri, elbiseler değil seninle birlikte içeri giren ya da senin için gelen duygular da temiz olsun, kirlenmesin.
yürüdüm işte biraz, ne kadar bilmiyorum.
sonra bir sokakta aniden korkunç bir müzik başladı. sesi de sonuna kadar açmış hadsiz. bir insana zorla sevmediği müziği dinletmek insanlık suçudur, işkencedir. e öleyim bari diye geçirdim içimden. göğe doğru beni değiştir işareti yapmak istedim ama her şeyin yeryüzünde olduğunu biliyordum, vazgeçtim.
işte tam o anda mavi ahşap bir kapı gördüm. aslında mavi de değil cam göbeği. ne olduğunu düşünmeden girdim içeri. raflarda seramikten yapılmış minicik kuşlar vardı, böyle serçe parmağım kadar. bir de horozlar. dönüp nerede olduğuma baktığımda anladım bir atölyede olduğumu. sahibiyle ne konuştuk hatırlamıyorum, bir süre sonra tüm yeteneksizliğimle tezgahtaydım.
hamura veya çamura dokunmak ve o hiçliğe bir beden vermek, eline boya alıp boş bir tuvale bir yaşam aktarmak, her gün binlercesini duyduğumuz sıradan kelimelerin bir araya gelip oluşturduğu cümlelerde dününü, yarınını, keşkeni, belkini okumak bu yaşamın oksijeni.
bir kere öyle gerekmişti de oksijen vermişlerdi bana, çok iyi gelmişti. o atölyede geçirdiğim süreden sonra aynı öyle hissettim.
gitme vakti geldiğinde yine o cam göbeği renkli kapıya yöneldim, o zaman fark ettim kapının yanına asılan kocaman bir bezin üzerine yazılı şiirini.
“kimi eskidiği için yaşar,
kimi yaşadıkça eskir,
ne tohumda keramet,
ne toprakta,
ne başakta,
marifet yaşamakta.” -
1949'da bir gün istanbul büyük kulüp'teki bir toplantıda, davetliler bedri rahmi eyüboğlu'ndan bir şiir okumasını isterler. bedri rahmi, şiiri okurken aniden gözlerinden yaşlar süzülür. "kadınım, kısrağım, karımsın." salondaki herkes niye ağladığını anlamıştır; tabii herkesten çok, hemen yanı başındaki -dizede geçen 'karımsın' sözünün kendisi olmadığını bilen- karısı eren eyüboğlu anlamıştır. peki neydi o şiir ve şiirin hikâyesi?
1940’ların başları. evli ve yeni çocuk sahibi olmuş olan bedri rahmi eyüboğlu, güzel sanatlar akademisi’nde asistanlık yapmaktadır. o sırada heykel bölümüne misafir bir öğrenci gelir: türkiye'nin ilk kadın heykeltıraşlarından biri kabul edilen, esmer bir ermeni kızı mari gerekmezyan..
ikili arasında filizlenen yasak aşk sanat ile beslenir ve ortaya büst, tablo ve şiir gibi sanat eserleri çıkar. mari, bedri rahmi’nin büstünü yapar. aralarındaki fırtınalı, yasak aşk sanat çevrelerinde tepkiyle karşılanır. mari ardı ardına önemli eserler üretmiş olmasına rağmen yaşadığı yasak aşk ve ermeni oluşu nedeniyle sanat çevresi ve toplum tarafından dışlanıp yok sayılır. bununla da kalmaz, mari evli bir adamla aşk yaşadığı için ermeni cemaatleri tarafından da dışlanır.
"sigara paketlerine resmini çiziyor, körpe fidanlara adını yazıyordu” düşsel bir tabloda sevdalısıyla kendisini, gökyüzünde kanat açan iki atlı olarak resmetmişti.
bu yasak aşk mektuplarla ve gizli gizli görüşmelerle sürerken o sıralarda mari halsizleşir. menenjit olmuştur. arındandan geceleri öksürük nöbetleri geçirmeye başlar. bedri rahmi, sürekli ateşi yükselen mari'nin başından ayrılmaz. ve gerçek anlaşılır: mari veremdir. dönemin öldürücü hastalığı, mari'yi pençesine alır. mari zayıflar, bitkinleşir. iyileşebilmesi için antibiyotiklere ihtiyaç vardır. savaş yeni bitmiştir, ilaç neredeyse yoktur ve çok pahalıdır. tedavi görecek parası da yoktur. bir sürü eseri olmasın rağmen, dışlandığı için eserlerine kimse rağbet göstermez.
bedri rahmi ise elinden ne gelirse yapmaya çalışır. paha biçilmez tablolarını haraç mezat satıp mari’nin ilaçlarını alır. ancak bu çabaların hiçbiri mari’yi kurtarmaya yetmez. aynı yıl içinde, mari gerekmezyan istanbul alman hastanesinde hayata gözlerini yumar.
bedri rahmi mi? kahrolur... kendini içkiye verir. sanata küser. evine dönmez. eren hanım ise bu duruma çok üzülür. eşini hayata ve evine döndürmek için çok çabalar. ve sonunda da döndürür evine. ya da öyle sanar. aslında o gece, onu evine döndüremediğini anlamıştır. o geceden sonra eren hanım, bir süre paris’te yaşamaya karar verir. ve paris’teyken eşine yazdığı bir mektupta, ona o geceyi şu sözleriyle hatırlatır:
“canuşkam,
kulüpte bir gece, şiir okumuştun, hani! hatırladın mı? gözlerinden, birden yaşlar döküldüğünü görünce içimin karardığını hissetmiştim. sesin, nasıl titremişti. hey! bütün bunları hatırlıyor musun? sanki böğrüme, kızgın bir ütü yapışmış gibi olmuştum. o gece… senin seneler sonra bile olsa yanıp tutuştuğunu anlamıştım! bedri’nin ruhuna, insan üstü bir gücün acıyıp, ona güç vermesi için dua etmiştim. ruhunun çektiği acıları allah dindirsin. allah sana resim yapma sevinci versin ve bizim yanımızda yaşamaktan, mutluluk duyabilmeni sağlasın.
eren.” (4 ocak 1950 - paris)
1950'den sonra bir süre ayrı yaşarlar. bedri rahmi sanatla neredeyse hiç ilgilenmez. birkaç otel panosu yaptı, onu da geçimini sağlamak için. 1959'da nato merkezinde 50 metrekarelik bir pano hazırlamak için paris'e gider. eşi eren hanım'la buluşur. tekrar beraber olurlar.
ve... bedri yıllar sonra kansere yakalanır... 21 eylül 1975 tarihinde istanbul'da pankreas kanserinden yaşama veda eder ve küçükyalı mezarlığı'nda defnedilir.
o gece okunan şiiri başta eren hanım olmak üzere kimse unutmaz. işte dillere pelesenk olan karadut'un hikâyesi budur işte. bu ilişkiden geriye pek çok tablo vardır ve pek çok da şiir. o gece, o kulüpte ağlayarak okuduğu bu şiir:
karadut
karadutum, çatal karam, çingenem
nar tanem, nur tanem, bir tanem
agaç isem dalımsın salkım saçak
petek isem balımsın a gülüm
günahımsın, vebalimsin.
dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
yoluna bir can koyduğum
gökte ararken yerde bulduğum
karadutum, çatal karam, çingenem
daha nem olacaktın bir tanem
gülen ayvam, ağlayan narımsın
kadınım, kısrağım, karımsın.
ii
sigara paketlerine resmini çizdiğim
körpe fidanlara adını yazdığım
karam, karam
kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
sıla kokar, arzu tüter
ilgıt ılgıt buram buram.
ben beyzade, kişizade,
her türlü dertten topyekün azade
hani şu ekmeği elden suyu gölden.
durup dururken yorulan
kibrit çöpü gibi kırılan
yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan
artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yaşayan
sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum
n'etmiş, n'eylemiş, n'olmuşum
cömert ırmaklar gibi gürül gürül
bahtın karışmış bahtıma çok şükür.
yunmuş, yıkanmış adam olmuşum.
karam, karam
kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
sensiz bana canım dünya haram olsun.
* *
* * *
not: şairin bu yasak aşkının hiç yayımlanmamış mektupları için: hughette bouffard eyüboğlu, biz mektup yazardık `:*`
torunu rahmi eyüboğlu'nun odatv youtube kanalı söyleşisi
ayrıca: bakınız
not: evet, sözlüğe böyle bir içerikle döndüm. yazmadığım dönemde yeşillendiren tüm yazar arkadaşlara teşekkür ederim. neden yazmadığımı, niçin bir sürü girdi sildiğimi bilen biliyor. -
kendisine ait dol karabakir dol isimli kitabini uzun arayislarim sonunda bulmus bulunmaktayim.
bir dortluk yazmadan da olmaz hatta;
yaşımı yaşına kattım doksan çıktı
canımı canına kattım noksan çıktı
beraber bir resim çektirdik
bombok çıktı -
bir sevgilim olduğunda bana şiirini okusun istediğim şair, ressam. o eşsiz şiir;
"susadım
üç tane elma soydular,üç tane portakal
nafile
bir bardak suyun yerini tutmadı
acıktım
kuş sütü,kuru üzüm getirdiler
nafile
bir çimdik somunun yerini tutmadı
seni düşündüm sevgilim şükrederek
su gibi aziz olasın her daim
ekmek gibi mübarek." -
ne zaman yalnız kalsam, hüzünlü olsam aklıma bir dostun bi kağıt parçasında bana verdiği ustanın yalnızlıkla ilgili şiiri gelir..
yalnızlığın kadarsın
yalnızlığın mis kokmalı
yalnızlık dediğin büyük bir zindan
dünyanın en kalabalık zindanı
dinden imandan cıkarır
ama öyle bir adam eder ki insanı.. -
üç dil adında insanı koparan, fincanı zindanı vesairi taştan oyan bir şiiri vardır ki bedri beyin, değmeyin keyfe.. öte yandan "ressamların ismi bedri olmalı" şeklinde ülkemize yerleşen bir kanaatin ön saflarındandır aynı zamanda bedri bey. diğer örnek de biliyorsunuz ki bedri baykam
bir de yemini var, atölyesinin duvarına astığı. o da şöyledir:
bugüne kadar resim sanatı alanında
yapılagelmiş olanları inceleyeceğime
kendini bütün dünyaya kabul ettirmişler
arasında beni en çok saranlarını ayırarak
onlara kendi aramalarımı, denemelerimi
katacağıma
alışılagelmiş, basmakalıp, hazırlop
klişeleşmiş çiğnene çiğnene tadı tuzu
kalmamış hiçbir şeyi tekrarlamayacağıma
elimden çıkan her çizgiye
her lekeye
her renge
her beneğe
kendi aklımı
kendi tecrübemi
kendi tasamı
kendi ömrümü, yüreğimi basacağıma
aldığım nefes, içtiğim su, bastığım toprak
gözüm, kulağım, burnum,
elim, belim, dilim, derim üstüne
yemin ederim
yemini bozduğum gün
burdan giderim -
eskici isimli şiirin sahibi şair:
eskiden yeterdim kendime
artardim bile
simdi ne yapsam nafile
ve
kim demis 'can eskimez' diye
bu can tedirgin tende
can da eskimis
ben de.. -
karadut şiirini yazdigi mari gerekmezyan 1946'da menenjit tuberkuloz'dan öldükten sonra bedri rahmi'nin dizeleri şöyledir:
"türküler bitti
halaylar durdu
horonlar durdu
hüzün geldi baş köşeye kuruldu
yoruldu yüreğim, yoruldu."
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap