• e yayinlari tarafindan yayinlanan onuncu baski'da (1994) yer alan yazarin hayati:

    jerzy kosınskı, 14 haziran 1933 yılında polonya'nın lodz kentinde doğdu. altı yaşında, ikinci dünya savaşı nedeniyle evinden ayrılmak zorunda kaldı. bu acılarla dolu bir yaşamın da başlangıcı oldu. nazi işgalindeki doğu avrupa'da çeşitli köylerde ırgatlık, hayvan bakıcılığı, çiftçilik yaptı. dokuz yaşındayken köylülerle yapılan bir çatışmada konuşma yeteneğini yitiren kosinski, beş yılı aşkın bir süre hiç konuşamadı.

    savaş sonunda anne ve babasıyla yine bir araya gelen kosinski, sakat çocukların gittiği bir okula yerleştirildi. tatile gittiğinde, bu kez bir kayak kazası sonucunda konuşma yeteneğine kavuştu. ülkesi polonya'da devlet kontrolündeki stalinist üniversitede çalışmalarını sürdürürken marksizmi reddetmesi nedeniyle iki kez okuldan uzaklaştırılan kosinski, daha sonraları sosyal psikoloji doktorası yapma hazırlıkları içindeyken birden yükseldi, doçent oldu. bilim akademisi'nden burs aldı.

    devlet kolektivizminden sıyrılmaya sürekli çaba harcayan kosinski kayak öğretmenliğinden sosyal danışmanlığa kadar pek çok işte çalıştı, hep gezdi.

    kendisini, uydurma bir amerikan vakfının çağrılısı göstererek pasaport alan kosinski 1957 yılında new york'a gitti. kamyon şoförü olarak amerika'nın her tarafım dolaşan kosinski, otopark bekçiliği, sinema projeksiyonculuğu, portre fotoğrafçılığı, limuzin ve yarış arabası sürücülüğü yaptı.

    bu arada ingilizcesini o kadar ilerletti ki ford vakfı bursu almakta fazla zorlanmadı. iki yıl sonra ilk belgesellerini yazıyordu. yayımlandığında best seller listelerine giren iki kitabı boyalı kuş ve adımlar, onun sağlam bir yazarlık kariyerinin başladığını haber veriyordu. sefalet bitmek üzereydi, ihtişamın da eşiğindeydi. kosinski eşiğe adımını attı.

    orada kendisini pittsburghlu bir çelik zengininin dul eşi bekliyordu: mary weir. iki yıl onunla arkadaşlık yaptı, sonra da evlendi. mary weir'le geçirdiği on yıl içinde ağır sanayi dünyasında büyük iş adamları ve yüksek sosyete arasında yaşadı. özel uçakları, 17 mürettebatlı yatları, pittsburgh, new york, hobe sound, southampton, paris, londra ve floransa'da evleri vardı. yaşadığı hayat ancak romanlarda yaratılabilen bir dünyaydı.

    kosinski şöyle diyordu: "evliliğim sırasında aklımda hep stendhal ile f. scott fitzgerald'm, yani kafalarını zenginliğe takmış olup da kendilerinde para olmayan yazarların, bu hayatı denemeye hakları olduğu vardı. önceleri bununla ilgili bir roman yazmaya karar verdim; servetin boyutlarını, gücün ne demek olduğunu, beni kuşatan yüksek sosyeteyi anlatan bir şey. çok yakın geçmişime kadar beni kuşatan dehşetten, yoksulluktan ve yoksunluktan uzak bir şey. ama evliyken o dünyanın o kadar parçası olmuştum ki duygularımın özünü, içinden çekip alamazdım.

    bu nedenle ilk romanımı savaş sırasında evsiz barksız kalmış bir çocuk hakkında yazmaya karar verdim: bir zamanlar benim yaşadığım ve milyonlarca başka insanla paylaştığım serüvenlerdi bunlar. "boyalı kuş" böyle doğdu.

    daha sonraları adımlar, bir yerde, şeytan ağacı vd. geldi. salaş sokakların don kişot'u, milyarder dünyasının kaptan ahab'ı kosinski, bir edebiyat virtüözüydü artık. gezme alışkanlığını hiç bırakmadı. hep hareket halinde oldu, yazdı.

    paris'ten beverly hills'e, roman polanski ile karısı sharon tate'in evine gelirken los angeles aktarmasını kaçıran kosinski, o akşam charles manson çetesinin, o evde 8 kişiyi öldürdüğünü sonradan öğrendi. aralarında yakin dostları da vardı.

    onu izleyen birkaç yıl boyunca princeton üniversitesi'nde yale'de edebiyat dersleri veren kosinski, amerikan yazarları derneği başkanı olunca üniversite hayatından ayrıldı.

    romancı ve senaryocu olarak "bir yerde" adlı yapıtını beyazperdeye uyarlayan kosinski, bu çalışmasıyla yılın en iyi senaryosu ödülü'nü almış, filmde peter sellers, shirley mclaine oynamıştı. televizyonda ve basında sık sık adı geçen, söyleşiler yapan yazı yazan kosinski kimi zaman kılık değiştirip dolaşırdı.

    bir romanı yaklaşık üç yılda yazan kosinki için bir eleştirmen şöyle demişti: "romanlarını o kadar seyrek yazıyor ki sanki bir kelimesi ona bin dolara patlıyor, bir sözü yanlış kullanırsa da hayatına patlıyor."

    eşinin dediğine göre son zamanlarda "çalışamıyorum, yazamıyorum" diyormuş. hayatına bu mu patladı acaba? zira 3 mayıs 1991 günü eşi katerina onu banyoda başına geçirilmiş plastik torbayla ölü buldu.

    romanlarındaki şiddet ve korku ölümüne de egemen olmuş, kahramanları gibi değişik bir ölüm yöntemini seçmişti. kosinski, yaşadıklarını yazan, yazdıklarını yaşayan bir yazardı. insanın acımasız, saldırgan, kötü yanlarını serinkanlılıkla gözledi ve şiddetin şiirini yazdı. artık yazamayacağını anladığında ise, hep kolkola yaşadığı ölümle bütünleşti.
  • ben değilim. yani umuyorum. *

    civcivleri boyuyorsunuz. civcivleri neden boyuyorsunuz. civcivler ölüyorlar.
    böyle peşpeşe civcivler deyince ölmüyorlarmış gibi oluyor ama ölüyorlar.

    insanları boyamışlar diye doğmadan, ona göre davranıyorsunuz mesela. neden? sarışınlar şöyle, siyahiler böyle. bak zenci diyemedim. zenci demeye korkar hale geldik çünkü, neden.

    biliyor musunuz uzak asya'da çekik gözlü olmak istemiyormuş insanlar. ama bizce hepsi japon, hepsi çinli.

    bir sürünün içinde kalmışız, her yanımızdan geçiyorlar. kimse kimseyi sevmiyor.
    benim için sen, senin için o boyalı kuş. farklılıklarımızı kabullenmek yerine ötekileştirmeyi tercih ediyoruz, neden?

    farklı renklerin dostça yaşaması için tinerin gerekmediği bir dünya istiyorum.
    dönsün.
  • bilhassa her fırsatta savaş çığırtkanlığı yapan dallamalara cebren okutulması gereken kitap. charles manson 1969'da roman polanski'nin evini basıp herkesi öldürme emrini verdiğinde ve 8 kişi katledildiğinde, polonya asıllı, abd'li yazar jerzy kosinski new york havalanında yanlış etiketlenmiş bavuluyla meşgul olmaktadır. oysa öldürülen herkes yazarın dostudur ve yazar da o gece dostlarıyla buluşmak üzere şehre gelmiştir.

    kosinski olaydan sonra 20 yıl daha yaşamış ve sonuçta ellili yaşlarına geldiğinde, kalp ritmindeki bozukluk nedeni ile fiziksel ve ruhsal anlamda çok sayıda sorun yaşamaya başlamış, 3 mayıs 1991 tarihinde banyoda kafasına naylon bir poşet geçirerek kendisini küvette boğarak intihar etmiştir. romanlarının vazgeçilmez teması olan saldırganlık, şiddet, gerilim, korku ve gizem, yazarın ölümünü de biçimlendirmiş gibidir.

    yazar eserlerinin genelinde insan yapısının en zalim hallerini bile şaşılası bir soğukkanlılıkla analiz etmiştir. ‘boyalı kuş’ adlı eserinde olduğu gibi; toplumun, kendinden farklı olanlara uyguladığı linç kültürünü çok iyi gözlemlemiş ve adeta tüm dehşetiyle resmetmiştir:

    "günün birininde kocaman bir karga yakaladı, kanatlarını kırmızıya, boynunu maviye, kuyruğunu da yeşile boyadı. bir karga sürüsünün kulübemizin üstünden geçtiğini görünce koyverdi kurbanını. aralarına karışır karışmaz amansız bir savaş başladı. dört yandan sahtekarın üzerine saldırdılar. siyah, kırmızı, mavi ve yeşil tüyler uçuştu havada. kargalar yükselmeye başlamıştı, birden kurbanımızın döne döne tarlalara düştüğünü gördük. kuş yaşıyordu hala. gagasını açıp kapıyor, kanatlarını oynatmaya çalışıyordu boşu boşuna. kardeşleri gözlerini oymuşlardı.*"

    bir acıya tanık olmadığımızda, o acıya dair bir fikrimiz olmuyor ve dahi o acıyı yok etmiş de olmuyoruz, ne yazık ki!

    yayınlandığı dönmede defalarca yasaklanan, yazarın ve ailesinin baskı, tehdit ve şiddet görmesine sebep olan, en nihayet otuzdan fazla dile çevrilen boyalı kuş kitabıyla ilgili kosinski şunu söylemiş, esasında kitabını özetlemiştir: "yapmak istediğim savunmasız birey ve hızla güçlenen toplum arasındaki mücadeleyi açığa vurmaktı. çocuk ve savaş arasındaki ilişki, insanlık dışı durumun temellerinden en önemlisidir."

    --- alıntılar ---

    -çok seviyordum kitapları. çevremizdeki dünya kadar gerçek; neredeyse ondan daha zengin bir evren fışkırıyordu sayfaların arasından.

    -neden değişik bir saç rengi, bir göz rengi bazı insanlara büyük üstünlük sağlıyordu?

    -insan olmak büyük bir başarı, nemli bir aşamadır. herkes, kavgasını içinde taşır. bunu benimsemek kendi yasalarına göre tek başına kazanmak ya da kaybetmek zorundadır.

    -insanlar anlaşamadıklarına göre dilsizliğin de bir önemi yoktu. birbirleriyle takışır, birbirlerinden hoşlanır, öpüşür ya da tepişirlerdi. ama herkes yine kendisini düşünürdü. coşkularımız, anılarımız, duygularımız sazdan perdelerin ırmağı kıyıdan ayırdığı gibi bizi birbirimizden uzak tutuyordu. dikkati çekecek kadar yüksek ama göğe erişmeyecek kadar alçak karlı dağ tepeleri gibi, aşılmaz vadilerin ötesinden birbirimize bakıyorduk.

    --- alıntılar ---
  • "dünyada yapayalnız olduğunu, artık kimseden yardım beklememesi gerektiğini bilmiyordu. oysa hepimiz yalnız olduğumuzu, gavrila’ların mitka’ların ve öteki dostların, yaşantımızdan gelip geçtiğini bilmeli, anlamalıydık. insanlar anlaşamadıklarına göre, dilsizliğin de önemi yoktu. birbirleriyle takışır, birbirlerinden hoşlanır, öpüşür ya da tepişirlerdi. ama herkes yine kendisini düşünürdü. coşkularımız, anılarımız, duygularımız sazdan perdelerin ırmağı kıyıdan ayırdığı gibi bizi birbirimizden uzak tutuyordu. dikkati çekecek kadar yüksek ama göğe erişmeyecek kadar alçak karlı dağ tepeleri gibi, aşılmaz vadilerin ötesinden birbirimize bakıyorduk."
  • "çok seviyordum kitapları. çevremizdeki dünya kadar gerçek; neredeyse ondan daha zengin bir evren fışkırıyordu sayfaların arasından. hayat boyu, tanımadan yanından geçtiğimiz kişilerin düşünceleriyle isteklerini öğrenebiliyorduk kitaplardan." diye çevirmiş aydın emeç
  • en sevdigim bulutsuzluk ozlemi sarkilarindan biri,
    lirikleri de soyle,

    boyali kus

    hep engellendim,
    debelendim.
    mahallede tektim,
    ailede tektim.
    umut ettim çok
    çok hayal kurdum,
    yükseklerde uçtum.

    biçok ise girdim,
    biçok isten çıktım.
    saçımı kesmedim hiç,
    gravatım olmadı.
    hem okudum çok,
    hem de yazdım,
    yapayalnızdım.

    bi boyalı kustum
    bi boyalı kustum ben.
    bi boyalı kustum
    bi boyalı kustum ben.
    umut ettim çok,
    çok hayal kurdum,
    yükseklerde uçtum.

    seni buldum,
    (ya da) sen beni buldun.
    sevistik,
    debelendik.
    gece oldu çok,
    çok gündüz oldu,
    dönüp baktım iste hayat.

    bi boyalı kustum
    bi boyalı kustum ben.
    bi boyalı kustum
    bi boyalı kustum ben.
    umut ettim çok,
    çok hayal kurdum,
    yükseklerde uçtum.
  • (bkz: the painted bird)
    (bkz: jerzy kosinski)

    sürüdeki diğer kuşlar tarafından parçalanandır...
    (bir de başa kalan başlıktır...)
  • 2. büyük sömürü savaşı'nın yarattığı tahribat, birçok soruna yol açtığı gibi batı felsefesi ve sanatını da kökünden değiştirmiştir. adorno, "auschwitz'den sonra şiir yazmak barbarcadır," diyerek bu trajediye gönderme yapmıştır ki artık bundan böyle hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. olmamıştır da.

    boyalı kuş, otobiyografik özelliğe haiz birçok kurmaca gibi büyük tartışmalara yol açmıştır. anlatılanlar duygu sömürüsü mü, yoksa propagandası mıdır? yoksa hakiki bir savaş trajedisi ve vahşiliğini dile getiren bir başyapıt mıdır?eleştirmenler ikiye bölünmüştür.

    ama şu bir gerçek ki okuru derinden sarsan bir romandır. masumların katli ve yaşadıkları eziyet, nazilerin kasaplığıyla yerel halkın vahşeti bütün bütüne paraleldir ve "insan doğuştan kötüdür" mottosuyla hareket edildiği kesindir.

    savaş dönemi ve sonrasında çekilen kasvetli ve pesimist kara filmler gibi dehşetengiz bir tablo sunan boyalı kuş, tüm spekülasyonlara açık olsa da etkileyici bir yapıt olduğu ortadadır. nitekim film uyarlaması da polemikler yaratmış ve seyirci ile eleştirmeneleri ikiye bölmüştür. kesinlikle unutulmayacak bir roman: boyalı kuş.
  • köylüler kimi zaman sırf eğlenmek için ormanın derinliklerine dalar ve ellerine sürüden kopardıkları bir kuşu geçiriverirler. kuşa hiçbir şekilde zarar vermeden kanatlarını rengârenk boyarlar. öyle ki, bir süre sonra köylüler bile kuşu tanıyamayacak hale gelir. kuşun tüm gövdesi gökkuşağının alacalı renkleriyle parıl parıl parlamaktadır artık. sonra kuşu yakaladıkları gibi geri bırakırlar. kuş yeniden özgürlüğüne kavuşmanın heyecanıyla arkadaşlarının yanına geri döner. fakat rengârenk kanatlarıyla sürünün içerisinde bakan her göz tarafından ayan beyan seçilmekte, fark edilmektedir. diğer kuşlar önce uzun uzun bakarlar ona. az önce sürüden koparılan, özgürlüğü elinden alınan, arkasından hüzünle bakıştıkları, acı acı ötüştükleri arkadaşları geri gelmiştir fakat göz kamaştıran gövdesi, açtığında gökkuşağına benzeyen kanatları vardır artık. sürüye geri dönen kuş aynı kuş mudur?

    bir süre sonra diğer kuşların bu şaşkın bakışları hırçınlığa, kızgınlığa ve şiddete dönüşür. sürünün boyasız tüm kuşları, boyalı kuşa gagalarıyla saldırmaya başlar. var güçleriyle boyalı kuşun tüylerini yolar, yolunan boyalı tüyleri ağaç dallarından aşağıya serbest ve hüzünlü bir düşmeye bırakırlar. tüm bunlar olurken köylüler gökyüzünde cereyan eden bu kavgayı kahkahalarla izler. kuşların farklılığa olan tahammülsüzlüğünün, insanlığa anlatabilecekleri kimsenin aklına gelmez. kesif bir kahkahadır sadece zihinlerinden dökülüp eyleme geçebilen. boyalı kuş, tüm tüyleri yolunmuş kanlı bir top halinde ağacın dibine düşer. kuşun yitip giden canıyla birlikte köylülerin eğlencesi de son bulur.

    kosinski, boyalı kuş’la bizleri, ıı. dünya savaşı yıllarında annesi ve babası tarafından daha güvenli olduğuna inandıkları uzak bir köye gönderilen bir çocuğun ıstırap yüklü hikâyesine götürüyor. çocuk, doğu avrupa köylerinde kara saçları, kara gözleri ve kavruk teniyle renksiz bir boyalı kuştur. itilir, kakılır, dövülür, hırpalanır, tüyleri olmadığı için yolunmaz ama insan olduğu unutulur. anlatım sizi öyle etkiler ki; hikâyenin içine dalıp çocuğu çekip alasınız gelir.

    kaynak: https://www.instagram.com/p/ciyeidkj5ip/
hesabın var mı? giriş yap