• mike nicholsun 1971 yapimi filmi. iki arkadasin (jack nicholson, art garfunkel) universitenin ilk sinifindan itibaren cesitli kadinlarla (candice bergen, ann margret, vd.) olan iliskilerini anlatir.
    (bkz: kendi uktesini doldurmak)
  • geçtiğimiz günlerde vefat eden mike nichols çeşitli türlerde filmler çekmiş, yeteneğini daha ilk işinde kanıtlamış bir yönetmen. büyük yönetmenlerden... o olmasaydı çok güzel ve kaliteli filmlerden mahrum kalacaktık. çeşitli türleri denemişse de ben, nichols'ı en çok "ilişkiler"i anlatış şekliyle, ilişkiler üzerine çektiği filmleriyle hatırlayacağım. mesela ilk filmi who's affraid of virginia woolf... bu filmin ilk film olduğunu bilmesem kameranın arkasında en az 4-5 film çekmiş birisi var derdim. kamera hakimiyeti, açılar, kurgu şahane. neredeyse tek mekânda ve sadece 4 kişiyle geçen bir filmin en dikkat çeken tarafı diyaloglar üzerinden akması. baştan sona diyaloglar hakimdir filme. gene şaşırtıcı tarafı yönetmenin boku çıkmış evliliği yansıtış şekli. sanırsın kameranın arkasında 20'lerindeki nichols değil, 50'lerindeki nichols var. çok genç olsa da ilişkiler üzerine sağlam izlenimleri olduğunu fark ediyoruz. şaşırtıcı. yaşlanmış 2 insanın çökmüş evliliklerine odaklandıktan sonra 2.filmi the graduate ile bu kez iki genç ve bir genç-bir yaşlı arasındaki aşklara odaklandı. iki ilişkiyi de çok iyi anlattı. 2004'te gösterime giren filmiyle bir kez daha çok iyi bildiği sulara dönmüştü: 4 karakter arasındaki ilişkilere... gene enfes bir film yapmıştı.

    valla şunu söylemekten hiç çekinmem: woody allen'dan eksiği yok nichols'ın. allen da kariyeri boyunca ilişkilere (evlilik, sevgililik, arkadaşlık vs) odaklandı, nichols da. iki yönetmen de bunu çok iyi yaptılar. neyse uzatmayayım. nichols bu filminde (carnal'da) gene ilişkilere odaklanıyor. iki öğrencinin 20 yıla yayılan arkadaşlıklarını cinselliğe de, aşka da değinerek anlatıyor. bunu çok iyi yapıyor ama, ki şaşırtıcı değil. jonathan (mükemmel jack nicholson) ile sandy (art garfunkel) aynı odada kalan iki öğrencidir. sandy, jon'ın zorlamasıyla bir partide susan'la tanışır, onunla sevgili olur. ama piç jon da dayanamaz ve sonraki günlerde susan'ı tavlar. sonrasında ise nichols bu iki farklı arkadaş üzerinden ilişkilerin doğasına odaklanır. zaman geçer, üniversite biter, çıktıkları kızlar değişir. dediğim gibi üniversitede başlayan film karakterlerin 40'lı yaşlarında sona erer. bu 20 seneyi eğlenceli bir şekilde anlatır. nichols 4.filminde bir kez daha ilişkilere hakimiyetiyle şaşırtır. kıyıda köşede kalmış sağlam filmlerden. başları the graduate'i, sonları ise (odada jon ile bobbie'nin tartıştıkları sahne) virginia woolf'u hatırlatıyor. iki film kadar etkileyici kanımca. nichols gene diyaloglarla önplana çıkan bir film yapmış. izlenmeli...
  • şimdiye kadar izlememiş olduğuma üzüldüğüm güzel film. teşekkürler mubi.
  • yönetmen: mike nichols
    yapım yeri ve yılı: abd - 1971
    süre: 94 dk

    kolejde aynı odayı paylaşan iki arkadaşın 1940'ların sonlarından 1970'lerin başlarına kadar ki 25 yıllık süreçte, cinsel hayatları üzerinden karakter farklılıkları, ilişkiler, evlilik vb. kadın-erkek ilişkilerini fon alan film, bir çok eleştirmen tarafından jack nicholson’un iyi filmleri arasında gösterilmekte.

    yönetmen hikayeyi 3 kısımda anlatır: 1)kolej dönemi 2) üniversiteden kısa zaman sonraki dönem 3) orta yaş dönemi
  • ilginç bir final diyaloğu var.

    --- spoiler ---

    what kind of man am ı?

    a real man.

    a kind man.

    ı'm not kind.

    ı don't mean weak kind,

    the way so many men are.

    ı mean the kindness

    that comes

    from an enormous strength,

    from an inner power

    so strong that every act,

    no matter what,

    is more proof

    of that power.

    that's what

    all women resent.

    that's why they try

    to cut you down.

    because your knowledge

    of yourself and them

    is so right, so true

    that it exposes

    the lies which they,

    every scheming

    one of them, live by.

    ıt takes a true

    woman to understand

    that the purest

    form of love

    is to love a man who

    denies himself to her.

    a man who inspires worship,

    because he has

    no need for any woman,

    because he has himself.

    and who is better,

    more beautiful,

    more powerful,

    more perfect.

    you're getting hard.

    more strong, more masculine,

    more extraordinary,

    more robust...

    ıt's rising.

    ıt's rising.

    more virile,

    domineering.

    more irresistible...

    ıt's up...

    in the air.

    ( ındian music playing )

    ( organ playing )

    --- spoiler ---
  • final sahnesinde jonathan’ın sertleşebilmesini sağlayan “maskülen” konuşmanın bir kadın tarafından yapılması ilginç bir detaydır.
  • yönetmenliğini mike nichols'un yaptığı, 1971 yapımı sinema filmi. başrolde ise jack nicholson var.

    evlenmek iyi midir, kötü müdür?
    evlemek hayatımızı daha mı iyiye sürükler, daha mı boktan hale sokar?
    bunların cevabı aslında kişinin kendi gerçekliğinde saklı. tıpkı 40 yaşındaki sandy'nin kendinden çok daha küçük bir kızdan hoşlanması gibi. jonathan'ın aksine hayatı; mükemmel kariyer, mükemmel babalık, mükemmel kocalık, mükemmel oğul ile geçer. ama kendisi de farkındadır ki bunları hiçbiri kendi gerçekliğini koruyan o küçük kız kadar gerçek değildir. o kızdan hoşlanmasının da sebebi budur.
    jonathan ise her zaman kendi gerçeğinden kaçan bir adamdır. modern yaşamın kurbanıdır, yalnızlaştırılmış bireyidir. parası vardır, işi vardır ama tutkusu, aşkı, yaşam sevgisi, önemseme, kendini sevme duyguları körelmiştir bile. tüm bunlar yüzünden ereksiyon sorunu kaçınılmazdır onun için. yıllar geçse de bu hiç değişmez. iş artık öyle bir raddeye gelir ki yüz dolar verdiği fahişe, ona, gerçeklerini yalan söyleyerek dillendirdiğinde hisseder, penisi kalkar.
    filmin verdiği “insanın kendine yabancılaşması” kodu, “evlenmek iyidir, kadınlar budur, kadınlar şudur, evlenmek kötüdür” gibi diğer unsurların önüne geçmektedir.
    sonuç olarak, modern hayattaki birey ve öteki hayattaki birey ayrımının farkını net bir şekilde gördüğümüz bu film, simülasyon evrenine girince çıkılamayacağını söyler. sahte gerçeğin de gerçeği budur aslında.
hesabın var mı? giriş yap