• pamuk tarlalarında çalışan kölelerin çığlığı...
    siyah isyan...
    zencilerin özgürlük haykırışı...

    falan filan

    caz hakkında yazılan hemen her şeyde illa ki bunları okuyoruz. şevket akıncı'nın "öteki caz"'ını okuyorum -bitirince yazacağım hakkında-, orada "caz nasıl doğdu" sorusuna cevap ararken şöyle yazmış:
    "bu müziğin ortaya çıkmasındaki en önde gelen etmen köleliktir. dönemin amerikan toplumunda ekonomik hakları dahil, neredeyse her hakkı elinden alınmış olan ve her şeyden mahrum bırakılan afro-amerikalı müzisyenler, hayatta kalabilmek için bir yol bularak..."

    falan filan

    bunu bir tek şevket akıncı yazmıyor tabii. caz hakkında ne okuduysam girişe muhakkak bunu eklerler; kölelik. herkesin mutabık olduğu bir fikir hakkındaki ilk düşüncem her zaman şudur: "herkes mutabıksa yanlıştır". cazın doğmasının kölelikle bir ilgisi var mı? yazım bu soruya cevap verecek. galiba çok da uzun olacak.

    the dearborn independent 1919-1927 yılları arasında amerika'da haftalık olarak yayınlanan bir gazetedir. imtiyaz sahibi de henry ford'dur. hani şu otomotivci. gazetede kendine de bir köşe ayırmış: "the chronicler of the neglected truth". anti-semitist kabul edilen yazılar yazıyor. o devirde pek tepki çektiği söylenemez. tam tersine pek çok kişi bu fikirleri destekler. hatta bir de kitabı vardır; the international jew. türkçesi de var galiba. ford'un yahudilerden bahsederken seçtiği bazı kelimeler dikkatimi çekti;

    "unassimilable" (asimile olmaya müsait olmayan), "abnormally twisted" (son derece çarpık), "dangerous in their habits" (davranışları tehlikeli), "the centers of nervous thrills and looseness" (asabiyetin ve laubaliliğin odakları), "throngs who indulge in indecent dancing"(kendini edepsiz danslara kaptırmış güruh), "jazz factories" (caz imalathaneleri) ...

    ne tuhaf değil mi? o yıllarda zenciler hakkında yazılan yazılara ne kadar da benziyor. benzemekten öte, tıpkısı hatta. henry ford'un köşe yazılarından öğreniyoruz ki dönemin "müzikli tiyatroları" yahudilerin tekelinde. dansçı kızlardan fahişelere, caz çalgıcılarından kabadayılara kadar hemen hepsi yahudi. "yok canım, abartıyordur bu pezevenk" diye düşündüm ve biraz eşeledim. howard sachar ne yazmış diye baktım hemen. washington üniversitesinde tarih profesörü bir yahudidir. namlı adamdır. meşhur bir kitabı var: the chosen in the promised land : a history of the jews in america. diyor ki "yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde new york'taki fahişelerin %75'i yahudiydi. genelev sahiplerinin de yarısı yahudiydi. new york hapishanelerideki mahkumların da %20'si yahudidir." 1920-1933 yılları arasında amerika'da içkinin üretimi, ticareti, taşıması vesairesi yasaktı. yasak dönemindeki alkol kaçakçılarının da kahir ekseriyeti yahudiymiş. ya kabadayılar, gangsterler? joseph toblinsky -(yoski nigger), "nigger" benny synder, harry “nig” rosen, nigger mike” salter vs. vs. hepsinin lakabı "nigger" dikkat ettiniz değil mi? beni bunlardan daha çok şaşırtan ne oldu biliyor musunuz? amerikan basketbol liginin (o zamanlar nba değil abl idi ismi) oyuncularının ezici çoğunluğunun yahudi olması. 7 kez şampiyon olan philadelphia sphas kadrosunun tüm yıldızları yahudi: harry litwack, cy kaselman, moe goldman, shikey gotthoffer, irv torgoff, max posnack, jerry fleishman, inky lautman, red klotz ... 1900-1940 yılları arasındaki boks müsabakalarının 26'sında şampiyon yahudi! en meşhuru şüphesiz benny leonard -“the ghetto wizard”-. bir de caz çalsalar tamam; al sana "white negro" . evet, tahmin ettiğiniz gibi 20. yüzyılın ilk yarısında caz müziğinde de yahudiler epey kalabalık. "chocolate jew" diye anılan al jolson en abide figürdür. caz müzisyeninden çok bir şovmendir. fakat caz müziğinin tüm amerika'da yaygınlaşmasında en büyük pay belki de bu muhteremindir. herif hakikaten büyük şöhrettir. amerikan başkanlarıyla bile yakındır. "siyahlar ve yahudilerin ne kadar benzediğinin canlı örneği al jolson'dur" diyor isaac goldberg. şovlarına sık sık yüzünü siyaha boyayarak çıkan, son derece yetenekli, muzip ve sevimli bir adam. dönemin bir başka meşhur caz piyansti ve bestecisi gershwin de yahudidir. caz müziğini harlem'deki gece kulüplerinde çalarak öğrenmiş. kendisi öyle diyor. arkadaşı jerome kern de gershwin gibi şöhretli bir bestecidir. o da yahudi. benny goodman, stan getz, willie "the lion" smith, buddy rich, artie shaw vs. vs. lafı daha da uzatmayacağım. şuraya varmaya, şu argümanı pekiştirmeye çalışıyorum;

    20. yüzyılın ilk yarısında amerika'daki yahudi cemaati ve amerika'daki zencilerin arasında ciddi benzerlikler var. hatta zenciler, 1950 sonrası yahudilerden boşalan yerleri (boks, atletizm, kaçakçılık, eğlence sektörü, basketbol) doldurmuş gibi duruyorlar. caz özelinde konuşursak da şunu söyleyebilirim; yahudiler bu müziğin doğuşuna katkı vermemişlerse de sanat müziğine evrilmesine, şekillenmesine, gelişmesine ve bilinirlik kazanmasına en az zenciler kadar katkı vermişlerdir. öyleyse bu müziğin kölelikle ilintisine şüpheyle bakmak lazım. şu çok makul bir soru; peki niçin yahudilerden bir ornette coleman, john coltrane veya charlie parker çıkmamış? bu sorunun cevabı konumuzla çok ilgili değil. kısa kesmeye çalışacağım. mezkur isimler ve onlar gibi diğer babalar 1950 ve sonrası yılların ürünleridir [charlie parker'ı istisna sayın. ölümü üzerinden yarım asır geçti, onun dehasının yakınına bile yaklaşan olmadı]. 1950 sonrasında yahudilerin müzik, spor, alemcilik, kabadayılık gibi sektörlerdeki varlıkları şaşılacak bir hızla, bıççak gibi kesildi. 1950 sonrasında "beyaz" olmaya karar verdiler. the forward diye bir gazete çıkar amerika'da. bizdeki şalom'a denk düşer. 1940 sonrasında burada yoğun bir propaganda yürütülüyor. mesela yahudi kadınlara tecavüz eden zenci haberleri görülmeye başlıyor sıkça. yahudiler ve zencilerin arasına biraz mesafe koymak amaç. bir yandan da "from moses to einstein: they are all jews" falan gibi kitaplar sürülüyor piyasaya. yahudilerin uygarlığa katkıları anlatılıyor amerikan kamuoyuna. kendi cemaatlerine de "beyaz olun" çağrısı yapılıyor. müzik yapacaksan da beyazlar gibi yap. işe de yarıyor. aynı şeyi irlandalılar için de söyleyebiliriz. ahlaksız, ayyaş, kavgacı, sefil... beyaz amerikalıların irlandalılar hakkındaki düşünceleri bunlardır 20. yüzyılın başında. uzun süre de bu kanaatlerini değiştirmemişlerdir. sonra irlandalılar da yahudiler gibi beyaz olmaya karar verirler ve polis olurlar. amerika'daki polisler içerisinde irlanda kökenlilerin sayısı şaşılacak kadar fazladır.

    falan filan

    şimdi afro-amerikalılara gelmenin zamanı. pamuk tarlalarında çektikleri eziyetler, ayaklar altına alınan onurları vesaire vesaire, bunların ne katkısı olmuştur cazın doğmasına? modern cebir değil ki hesaplayasın. ama benim kanaatim o ki cazın doğuşunun bunlarla bir alakası yoktur. niye?

    henry grant, roosvelt'in "yeni düzen" hükümeti tarafından görevlendirilen, federal writers' project için güney carolina'da 2000'den fazla eski köleyle röportaj yapmış biri. internette bulabilirsiniz. türlü türlü hikayeler var. sahiplerin sadistlikleri, kırbaçlanma hikayeleri, çocuklarından yahut sevdiklerinden koparılan insanlar... fakat en az bunlar kadar da başka hikayeler var. bir tanesini cımbızlayacağım. junius quattlebaum diye bir adam konuşuyor:

    "well, sir, you want to talk to me ’bout them good old days back yonder in slavery time, does you? i call them good old days, ’cause i has never had as much since. i has worked harder since de war betwixt de north and de south than i ever worked under my marster and missus. all de slaves worked pretty hard sometimes but never too hard. they worked wid light and happy heart ’cause they knowed dat marster would take good care of them; give them a plenty of good vittles, warm clothes, and warm houses to sleep in, when de cold weather come. easy livin’ is ’bout half of life to white folks but it is all of life to most niggers, “ıt sho’ is.”

    ["benden geçmişte kalan kölelik günleri hakkında, o eski ve güzel günler hakkında konuşmamı istiyorsunuz öyle mi? eski güzel günler diyorum çünkü bir daha hiç öylesi günlerim olmadı. kuzey-güney savaşından bu yana, sahiplerimin yanında çalıştığımdan daha çok çalıştım. köleler bazen biraz fazlaca çalışırlardı ama hiçbir zaman çok çalışmazlardı. çalıştıkları zaman da neşeli ve ferah bir yürekle çalışırlardı çünkü bilirlerdi ki sahipleri onlara iyi bakacak, soğuk havalarda uyumaları için onlara sıcak bir yuva sağlayacak, kıyafetler alacak, aş verecek. kolay yaşam beyazlar için hayatın yarısıdır belki ama çoğu zenci için tümüdür. gerçekten öyledir"]

    kaynak: south carolina slave narratives: slave narratives from the federal writers' project 1936-1938

    köleliğin aslında nimet olduğunu falan söylemiyorum tabii ki. lütfen bu yazıyı eleştirecek okurlar buradan vurmaya kalkmasınlar. yukarıdaki gibi pek çok beyan var bu röportajlarda. bunu şu kıyası yapmaya çalışalım diye yazdım: aynı dönemde amerika'daki beyazların ahvali nasıldı? 1800-1900 arasına ait yeterince günlük, biyografi, anı, kaynak vs. var. bunlardan bir tanesi the wandering boy. özgür, beyaz bir adamın anıları. 1788'de doğmuş. 7 yaşına gelmeden evvel bile defalarca kırbaçlanarak cezalandırılmış. sonrasında da devam etmiş. az çalıştığı için, itaatsizlik ettiği için vs. vs. new york'lu bu beyaz adamın gördüğü fiziksel şiddetin kölelerin gördüğü şiddetten aşağı kalır yanı yok. dan emmett dönemin meşhur isimlerindendir. "blackface minstrel" geleneğinin ilk temsilcisidir. yüzünü siyaha boyayarak insanları eğlendirir. yaptığı şey soytarılık değildir. bu önemli. her neyse, bu adam da anılarında ne kadar çok kırbaçlandığını anlatır. daha acayip olanı john d. rockefeller. herifi annesi ağaca bağlar öyle kırbaçlarmış. keza abraham lincoln de aynı şekilde defalarca kırbaçlanmıştır ebeveynleri tarafından. size fevkalade bir kitap önereyim; domestic tyranny. yazarı: elizabeth hafkin pleck. 1850 öncesinde doğan beyaz, özgür amerikalılara ait 58 tane günlük bulmuş ve bunlara dayanarak o zamanki beyazların ahvalinden bahsetmiş. günlük sahiplerinin tümü -bir tane istisna bile olamamacasına- çocukken kırbaçlanarak cezalandırılmış. cezalandıranlar sadece ebeveynler değil, patronlar da işçilerini dövüyor, kırbaçlıyor ya da falakaya yatırıyor. yani;

    1750-1900 arasında, amerika'daki özgür beyazlar da en az (!) köle siyahlar kadar fiziksel şiddete maruz kalmışlar. "en az" yazıp ünlüm koydum çünkü kölelerle yapılan röportajlarda "ben hiç dayak yemedim" diyen hatırı sayılır bir kitle var. inanmayan okusun. bilhassa massachusetts eyaletinde mahkemenin özgür beyazlar hakkındaki hükümlerine bakmanızı öneririm. tüyler ürpertici. açgözlülüğün cezası kulaklardan çivilemek! hırsızın alnına bıçakla b harfi kazınıyor (burglar'ın b'si). bunun gibi bir sürü tuhaflık. david hackett fischer'ın albion's seed'ini okusun daha fazlasını isteyen.

    peki köle kadınları seks kölesi gibi kullanan sahipler yok mu? tecavüz, taciz?
    illa ki vardır fakat şunu hatırlatayım; köleler insandan aşağı görülüyorlardı. patronun köle ile düşüp kalkması kınanacak bir davranıştı. thomas jefferson'un kölesinden üç çocuğu olduğu biliniyor ama o bunu her zaman inkar etti mesela. üstelik bu bir aşk ilişkisiydi. ona rağmen kabul edecek cesareti gösteremedi. 1860 yılından bir rakam vereceğim size; özgür siyahların %39'u mulatto idi. melez yani. köle siyahlarda bu oran nedir? %10. yukarıda bahsettiğim röportajlar üzerinde bir sürü sosyal bilimci çalışmış. açıp okuyabilirsiniz. bu rakamlar da oradan. mesela röportajdaki beyanlara dayanarak yapılan istatistiğe göre tecavüze uğradığını söyleyen kölelerin oranı %1.2. başka kölelere tecavüz edildiğini duyan kölelerin oranı da %5.8. kaynak da yazayım da atıyor demeyin; sharon block; rape and sexual power in early america. şunu da hatırınızdan çıkarmayın; köleniz bir gün kaçabilir. bu da sizin için mal kaybıdır, para kaybıdır.

    özgür beyaz kadınlar daha mı iyi durumdadır sizce? bir düşünün; evlilikle ilgili size fikrinizi soran yok bir kere. ergenliğe girer girmez sizden en az 10 yaş büyük bir adamın malına dönüşüyorsunuz. sevgi bağından söz etmek çok zor. bu herif size istediğini yapabilir. söz hakkınız da yok. yasa da diyor ki: "a husband cannot by law be guilty of ravishing his wife, on account of the matrimonial consent which she cannot retract" yani [bir koca, karısı evlilik rızasını geri alamayacağı için, karısına zorla sahip olmakla suçlanamaz]. köleysen bir ihtimal kaçar kurtulursun. burada kaçmak da zor. her allahın günü tecavüzcünle aynı yatağa gireceksin. kadının durumu bilhassa 1900 öncesinde gerçekten berbat. tam anlamıyla kölelik. siyah, beyaz, sarı, özgür, köle pek fark etmiyor. hepsi berbat durumda.

    köleliğin en trajik yanı bana kalırsa sevdiklerinizden, memleketinizden koparılmak. kaç aile dağılmıştır bilmiyorum, istatistiğini zor yaparlar ama muhakkak çok fazladır. bu gerçekten çok acı bir şey. karşı kefeye bağımsızlık savaşında, iç savaşta, amerika-meksika savaşında ölen beyaz erkekleri koyarlar genelde. ölen erkeklerin sayısı beş milyona yakın ama bu kıyas bana adil gelmiyor çünkü öyle ya da böyle savaşa giden beyazlar bu savaşın haklılığına ikna edilmiş olmalılar. içlerinde zorla silah altına alınan da vardır tabii ama ne olursa olsun devlet, vatandaşını ikna etmekte mahirdir. beceremezse iktidarda kalamaz. şüpheniz olmasın. olsa olsa şöyle diyebiliriz; siyahların trajedisi ailelerinden koparılmak; beyazların trajedisi savaşlarda ölmek olmuş. fakat dediğim gibi bunlar birbirine denk olamaz.

    şimdi işin bir başka tarafına bakacağız. gelmek istediğim yer de burasıydı. niçin caz müziğini siyahlar doğurdu?

    şu konuda hiç şüpheniz olmasın ki 19. ve 20. yüzyıl amerikası'nda beyazların çalışma koşulları siyahlara oranla çok daha kötüydü. kelimenin tam anlamıyla eşek gibi çalışıyorlardı. kadını da erkeği de. hele ki kadın, çoğunlukla 7-8 tane çocuğa bakıyor öte yandan da durmadan çalışıyor. sosyalleşeceği bir yer yok. sosyal hayattan tamamen koparılmış. "zevk için seks" zaten yok. diyeceksiniz ki "siyahlarda var mı?" tarihçiler "var" diyor. neden biliyor musunuz? çünkü siyahlar hıristiyanlığın yahut dönemin ahlakının dayattığı kurallardan muaf tutuluyorlardı. onlar zaten "ahlaksız"dı. aynını yahudiler için de söyleyebiliriz. hatırlayın eğlence sektörünün ne kadar büyük kısmı yahudiydi. bir ara da italyandı. bir kere beyaz amerikalılar dans etmezdi. "çok mu önemli?" çok önemli ablacım. dans halk kültürünün vazgeçilmez öğelerindendir ve amerika'daki püriten ahlak, dans kültürünü budamıştır. aynı şekilde müziği de budamıştır. dönemin beyaz amerikalıları sabahtan akşama kadar çalışan; içmeyen, dans etmeyen, şarkı söylemeyen sıkıcı yaşam makinalarıydı. emin olun bu böyledir. ve çok önemli bir şey daha var; kölelik kaldırıldıktan sonra siyahların bir kısmı orduya yazıldı, bir kısmı çiftçi oldu, kimisi esnaf oldu falan filan... kimisi de çalışmak, evlenmek falan istemedi. serserilik etti. kınamak için söylemiyorum bunu, durumu anlatıyorum. nasıl isterse öyle yapar. paşa gönlü bilir. beyaz amerikalı serserilik ederse açlıktan ölür. bu böyle. fakat 1865'te kurulan freedmen’s bureau (azatlı köle bürosu) bu serseri takımına yiyecek ve konaklama ihtiyacı sağlıyordu. onları "demokratik cumhuriyetin vatandaşı olmak için" eğitiyordu. böyle de yapması gerekir. sonuçta koca bir kitleyi boyunduruk altına almışsın. ne olursa olsun savunulamayacak bir etik sorundur bu. tamir etmek boyunduruk altına alana düşer. fakat sorarım size; yeni bir müzik doğacak olsa, yaşam makinasına dönmüş püriten beyaz amerikalılar içinden mi doğar yoksa siyahlardan mı?

    demem o ki caz müziği zencilerin özgürlük çığlığı, ezilmişlikleri falan doğurmamıştır. caz müziği siyahlar doğurmuştu çünkü hıristiyanlığın dayattığı kurallardan, püriten ahlakın ceberrut yasalarından, "kendini işe adamak" denen saçmalıktan muaf olan gruplardan biri onlardı. diğer beyazlar gibi bazen işkence görüyorlar, bazen tecavüze uğruyorlar, bazen çokça çalıştırılıyorlardı ama şarkı söyleyebiliyor, sevişebiliyor, dans edebiliyor, içki içebiliyorlardı. dünyada müzik konusunda en mahir görülenler kimlerdir bir düşünün? çingeneler, zenciler ve bir asır evveline kadar yahudiler. bu üçü aynı zamanda en fazla toplum dışında bırakılmış olanlardır. cazın doğuşuna olsa olsa bu dışlanmışlık zemin hazırlamış olabilir.
  • işitir işitmez insanın içinde hiçbir kin, nefret ve kızgınlık bırakmayan müzik.

    caz dinlerken başka bir şey düşünmek neredeyse imkansızdır. bir işe yoğunlaşırken dinlenebilir. yazarken, çizerken, üretirken dinlenebilir. trafikte dinlenebilir. uyumaya hazırlanılırken dinlenebilir. şarap içerken dinlenebilir.

    depresyondayken de iyi gider. çünkü bazen acı da gereklidir insana.

    coşkunun, melankolinin, lirizmin, heyecanın müziğidir. sartre'ın tanımlamasıyla, "20. yüzyılın temel müziğidir." 21. yüzyılın da gelecek yüzyılların da.

    dünyanın ve içimizdeki çalkantının vücut bulmuş halidir caz. o her şeydir.

    gece müziğidir kuşkusuz. fakat günün her saati dinlenebilir.

    gündüzleri benny goodman ya da chick corea, akşamları charles mingus ya da wayne shorter, geceleri miles davis ya da stanley cowell kaçınılmaz gibi geliyor bana. louis armstrong, nina simone, ella fitzgerald, frank sinatra ve norah jones her saniye dinlenebilir.

    en iyileri olmasa da dönüp dönüp yeniden dinlediğim bazı jazz eserleri (alfabetik) :

    ahmad jamal - patterns
    anıl şallıel vd. - türk caz musikisi
    art blakey - the drum thunder suite
    artemis - the sidewinder
    astrud gilberto - far away
    benny goodman - that's a-plenty
    billy eckstine - christmas eve
    buddy rich & max roach - the casbah
    burhan öçal - buğu jazz
    carla bruni - jimmy jazz
    charles mingus - better git it in your soul
    charlie parker - summertime
    chet baker - el morro
    chick corea - spain
    clifford brown - de-dah
    coleman hawkins - body & soul
    dave brubeck - take five
    david sanborn & phil woods - senor blues
    diana krall - temptation
    dinah washington - what a difference a day makes
    dizzy gillespie - africana
    django reinhardt - brazil
    duke ellington - diminuendo in blue blow by blow
    eliane elias - call me
    elif çağlar - circus love
    ella fitzgerald - caravan
    ellen andersson - i'll be seeing you
    elmer bernstein - franky machine
    enstrümantal caz akademi - tük cazı
    erroll garner - misty
    erykah badu - on & on
    esbjörn svensson trio - eighty-eight days in my veins
    etta james - i just want to make love to you
    eva cassidy - autumn leaves
    fatih erkoç - biz ayrılamayız
    frank sinatra - white christmas
    gary mulligan - my funny valentine
    gene harris & the three sounds - book of slim
    george benson - on broadway
    gigi gryce - minority
    gil evans - the barbara song
    gregory porter - smile
    hank mobley - dig dis
    herbie hancock - maiden voyage
    ida sand - ain't no sunshine
    ilhan erşahin - revenge of the wankers
    illinois jacquet - harlem nocturne
    jacintha - here's to life
    jan garbarek - voy cantando
    jane birkin - harvest moon
    jean wiener - touchez pas au grisbi
    joe cocker - unchain my heart
    john coltrane - syeeda's song flute
    julian lage - castle park
    karen souza - language of love
    katie melua - what a wonderful world
    kenny burrell - chitlins con carne
    kenny garrett - before it’s time to say goodbye
    kerem görsev - serenity
    laura fygi - dream a little dream
    lee morgan - ceora
    leith stevens - private hell 36
    lester young - love me or leave me
    lisa lovbrand - i will wait for you
    lizz wright - i'm confessin'
    louis armstrong - what a wonderful world
    lucia minetti - coragao vagabundo
    macy gray - i try
    madeleine peyroux - dance me to the end of love
    makaya mccraven - autumn in new york
    mark isham - all blues
    marlango - madness
    melody gardot - your heart is as black as night
    miles davis - bitches brew
    miles davis - solea
    miles davis - spanish key
    nat king cole - the christmas song
    nicki parrott - i will wait for you
    nina simone - sinnerman
    norah jones - come away with me
    norah jones - i've got to see you again
    oliver nelson - a typical day in new york
    ornette coleman - broad way blues
    oscar peterson - blue & sentimental
    pat metheny - on day one
    paul mccartney - i'm gonna sit right down and write myself a letter
    peter cincotti - sway
    ramsey lewis trio - black eye peas
    ray charles & natalie cole - fever
    ray charles - hit the road jack
    renee olstead - a love that will last
    roberta flack - compared to what
    roland kirk - alfie
    sade - by your side
    sara gazarek - carey
    sarah vaughan - black coffee
    seal - my funny valentine
    sema - altın hızma
    shelby lynne - i only want to be with you
    sophie milman - something in the air between us
    stacey kent - ces petits riens
    stan getz - insensatez
    stanley cowell - el space-o
    térez montcalm - a song for you
    the cinematic orchestra - to build a home
    timi yuro - as long as there is you
    tok tok tok - look of love
    tom waits - dead & lovely
    tony bennett & amy winehose - body & soul
    wayne shorter - mephistopheles
    wynton marsalis - winter wonderland

    yeni hazırladığım spotify sıralı tam liste (111 çalışma)

    ____________

    caz müziği kutlayanlar:

    "insanların uğrunda yaşamlarını tehlikeye attıkları fikirlere saygı duymuyordum, ama saygı duymadığım iki ya da üç fikir bir ezgi yaratabilirlerdi gene de. ey ritim, hele de caz olursa."
    (bkz: umberto eco)
    (bkz: foucault sarkacı)

    "jazz, bir neşe müziğidir."
    (bkz: boris vian)
    (bkz: caz üzerine)

    "caz, çevre baskısını gideriyor. kitleleri uyuşturan ucuz bir uyuşturucu madde gibi."
    (bkz: michael curtiz)
    (bkz: young man with a horn)

    "umarım (...) bir caddeye charlie parker adı verildiğini, bir parka lester young, bir meydana duke ellington ve hatta bir sokağa dale turner adı verildiğini görene dek uzun yaşarız."
    (bkz: bertrand tavernier)
    (bkz: round midnight)

    ____________

    kapanış.
  • kaliteli muzik dinleyen bir insanin eninde sonunda gidecegi yer... (omru yeterse)
  • her müzik türünün bir veya birkaç ana enstrümanı vardır. mesela rap müzikte bu insandır. metal, rock ve blues’da ise gitar. klasik müzikte yaylılar öndedir. ister bas gitar olsun ister obua, isterse de mızıka. bunlar en fazla ana enstrümanlara eşlik eden ara enstrümanlar olabilirler bu müzik türlerinde. bireysel söz hakları çok özel eserler haricinde hemen hemen hiç yoktur. sesleri diğer enstrümanların oluşturduğu harmoni içinde erir gider. görevler ve söylenecekler baştan tayin edilmiştir. ara enstrümanların varlıklarının tek bir amacı vardır. ana vokal veya enstrümantal melodiyi desteklemek.

    caz işte bu noktada diğer müzik türlerinden çok farklı bir yerde konumlandırır kendini. cazın diğer türlerin aksine bir ana enstrümanı yoktur. sahnede ne kadar enstrüman var ise sırası gelince spot ışıkları ona çevrilir ve kulaklar müzisyenin melodi formunda sunacağı fikirlerini dinlemek için dikkat kesilir. trompet saksafonun fikrine katılmayıp eseri bir anda bambaşka bir yere götürebilir. müzik bir anda alevlenebilir ve sönebilir de. cazda güzel olan da budur zaten. karşına ne çıkacağını bilmemek, müzisyenin zihnini müzisyenle birlikte keşfetmek. bazı anlar vardır, müzisyen de sizinle birlikte şaşırır içinden dökülenlere. o anda yüzlerdeki ifade tarif edilemez bir tatmin sunar iştirakçilere.

    harmoniye ulaşmak için birkaç enstrümanı ön plana çıkarıp diğerlerinin sesini bastırmanın tek yol olmadığının kanıtıdır caz. bu yüzden batı müziğinin içinden çıkmış olmasına ve kökeninde sağlam klasik ögeler barındırmasına karşın ironik bir şekilde anti-klasiktir. klasik müziğin sabit kompozisyonlarının müzisyene dayattığı çarktaki bir dişli olma görevinin aksine caz müzisyeni bütünüyle özgürdür. doğaçlama ve bireysel yorum yapmak onun hakkıdır. işte caz budur. fikirler, melodiler ve diyalog. her nota bir kelimedir, her melodi bir fikir.

    bu yüzden bu müziğe onu yaratan batılılardan çok biz ihtiyaç duyuyoruz. toplumsal uyum için birilerinin boğazını sıkmak, sesini kesmek zorunda değiliz. fikirler korkulacak düşünceler değildir. evet, bizi rahatsız eden fikirler hep var olacaktır. fakat mutlak özgürlük için bu fikirlere kulak vermek de şarttır.
  • şu an hatırlamadığım bir caz teorisi kitabının başında "hayatta yapacak daha önemli ya da başka şeyleriniz yoksa; bu kitaba devam edin.." yazıyordu. caz gerçekten zordur. yolunu iğneyle kazmaktır. özellikle idealistsen ve cazı gerçekten öğrenmek istiyorsan işin çok zor. şimdi youtube falan çıktı mertlik bozuldu. en zor soloları 30 metronomla çalıyor lavuğun teki, siz izliyorsunuz ve öğreniyorsunuz. öğrendiğiniz bu numaralar keyifli olabilir, kendi parçalarınızda da uygulayabilirsiniz ancak miles davis'in yada duke ellington'un ne yaptığını algılayamazsınız hiçbir zaman. beatles'ın; günümüz modern müziğinin temelini attığını kavrayamazsınız. çünkü caz dipsiz bir kuyudur ve bu kuyu ancak teoriyle aydınlanır. sıkılmadan, oflamadan bütün kadansları, çözülmeleri, aralıkları yalayıp yutacaksınız, hissedeceksiniz tek bir notanın nelere kadir olduğunu.. 3-4 notayla saatlerinizi geçireceksiniz, bend çekmeler, gereksiz trickler olmadan aynı notalarla insanları büyüleyeceksiniz. çok zordur sınırlı sayıda notayla solo atmak. yavaş metronomla çalışmak. swing ritmini iliklerinizde hissedeceksiniz, kulaklarınızda dönen bir çark olacak, tıpkı bir saat gibi. en ufak bir aksaklık canınızı sıkacak, bilerek aksamaya başlıyacaksınız bir süre sonra, aksayacaksınız, metronomla alay edeceksiniz, saat, zaman gibi kavramlar anlamını yitirecek bir trans halinde salyalarınız akarken uyanacaksınız ve bütün bunları 3-4 nota ve 1-2 gerilim sesle yapacaksınız. caz konserve edilmemiştir. klasik müzik gibi değildir. sonu olmayan yemyeşil bir çim sahadır. bütün notalar, sesler, saçmalıklar, aksamalar ve sessizlikler..evet sessizlikler..sonsuz puandorglar emrinizin altındadır. siz sessizliğin ne demek olduğunu bilmezseniz caz çalamazsınız. sabırsız insanlar sizi anlayamaz. caz sessizliktir. sessizliği bozan bir notadır ancak siz bile bilmezsiniz o sessizlik esnasında o sesin ne zaman geleceğini. bu yüzden yalnızsınızdır ve sizi kimse anlamaz. en yakınlarınız bile neyle uğraştığınız anlamaz ve algılayamaz. rock müzik gibi icra edemezsiniz cazı. insanlar size hayran kalmaz. beklentisiz icra edilir caz. bir doğaçlamaya başlarsınız ionian ile. arkada sürekli ta- ta ta- ta şeklinde devam eden swing ritmi.. kafanızın içinde, en derinde.. herşey harikadır, mutlu bir doğaçlamadır bu. gülümseyen notalar vardır. sonra bir anda parmaklarınız lydian'a ordan locrian'a kayar. ne olduğunu anlamazsınız. bu emri kalp mi vermiştir beyin mi? kim karartı şimdi havayı? nereye gitti o gülümseyen notalar. artık yağmur yağıyordur ve bulutlanmıştır gökyüzü.. ama siz devam ederdiniz locrian'a.. moddan moda atlarsınız, lydian'dan mixolydian'a ordan phrygian'a.. halden hale geçiş gibidir bu tasavvuftaki.. yani demek istediğim caz çok şeydir. norveçin o puslu havasıdır, new orleans zencilerinin çığlığıdır, taksimdeki kalabalığın uğultusudur, gloria'da sevgiliyle içilen kahvedir, alıp başını okyanusa açılmaktır.. ve belki de en güzeli: caz kahvaltıdır.
  • müziğin ulaşabileceği en uç noktadır jazz... hakkıyla dinlemesi çalması kadar zor olan müziktir... dibi olmayan bir kuyuya, veya sonu olmayan bir uçuruma kendini bırakıvermektir jazz... düşmenin hazzını, çarpma endişesi olmadan yaşatan müziktir... yüreğin ifade etmekte zorlandığı duyguları, parmakların ifade etmekte zorlandığı notalarla anlatmaktır jazz... matematiği edebiyatla dans ettiren müziktir... çalan kişinin duyguları ile parmakları arasından çekilip havada uçuşan notaları izlemesidir jazz... dinleyen kişiyi kulakları ile duyguları arasından çekip alan müziktir...

    jazz, müziğin simyasıdır...
  • şu sitede çeşitli caz coverları fonda yağmur sesiyle çalmakta: http://www.jazzandrain.com/

    yağmur sesi de müziğin sesinden bağımsız ayarlanabiliyor. sadece yağmur da dinlenebiliyor. çalışırken arka plan için iyi.
  • aşıklarına ve henüz dinlemeye başlayanlara yardımcı olacağını düşünerek naçizane bir liste oluşturduğum müzik türü. zamanla ara ara eklemeler yapacağım.

    • louis armstrong – trompet/kornet/vokal
    amerikan caz müziğinin en ünlü trompetçisidir. çok zor bir çocukluk dönemi geçirmiş olan sanatçı, babasından dolayı talihsiz bir şekilde hapse girmiş ve oradaki koroda önce şarkıcı, sonra perküsyoncu ve kornetçi olarak yer almıştır. hayatının ilerleyen dönemlerinde karısının orkestrasında “dünyanın en iyi trompetçisi” adı altında çalmaya başlamıştır.

    • art blakey – davul/piyano
    hard bob, sound türünün ve jazz messengers grubunun kurucusudur. hayatını çok küçük yaşta müzikle kazanmak zorunda kalan blakey davulu öne çıkarmanın yanı sıra, asıl olarak piyano ve nefesli sazları etkin şekilde kullanmıştır. islamiyeti seçtikten sonra afrika müziği üzerinde çalışmaları olmuştur.

    • duke ellington – piyano
    amerikalı piyanist ve bestecidir. tüm caz sanatçıları gibi zor geçen çocukluk döneminde başlamıştır müzik hayatına. yedi yaşında piyano dersi almaya başlamış ve ileride kuracağı grubunun temel bilgilerini burada atmıştır. bunun yanında dinsel besteleriyle kiliselerde tanınmıştır.

    • charles mingus – kontrbas
    caz müziğine doğaçlama anlayışını geri getirmiş olan kontrbasçı ve bestecidir. çok küçük yaşta caz müziğine adım atmıştır. sekiz yaşında solfej dersleri almaya başlamış olan sanatçı, döneminin genç-yaşlı caz sanatçılarıyla oluşturduğu grupla genç caz sanatçılarına örnek olmuştur.

    • dizzy gillespie – trompet/trambolin
    modern caz'ın en önemli isimlerinden biridir. müzik eleştirmenlerinden her dönem tam not almış ve tarihin en önemli caz sanatçısı ilan edilmiştir. dönemin en meşhur ismini kadroya alıp kurduğu grubuyla yoluna devam etmiştir. geçirdiği bisiklet kazası sonucu eski performansını kazanamamıştır.

    • john coltrane – saksafon/tenor
    "saksafon şarkı söyleyen insan sesidir." der ernie watts. işte bunun en güzel örneğini john cooltrane'de görüyoruz. çoğu caz sanatçının kendisi hakkında söylediği söz "sadece caz yapardı." olmuştur.

    • charlie parker – saksafon
    babası gibi müzisyen olmayı tercih eden sanatçı, küçük yaşta müziğe başlayanlardan olmuştur. müzik piyasasında birden yükseldiği için "bird" lakabıyla tanınan sanatçı caz müziğinin kurucusu olarak bilinir. bestelerinin bir çoğunu dizzy gillespie’ye yazdırdığı bilinir. caz dünyasında efsane olmuş ama uyuşturucu bağımlılığı genç yaşta hayatını kaybetmesine sebep olmuştur.

    • west montgomery – gitar
    caz tarihinde daha önce hiç bir gitarist wes montgomery gibi oktav aralıklarını ve akor melodilerini bir üst seviyeye taşımamıştır. büyük caz gitaristlerinden biri olarak kabul edilen wes'in sloganı "yaşam ve müzik" olmuştur. tarzıyla, çok fazla sayıda gitaristi etkilemiştir.

    • miles davis – trompet/besteci
    yirminci yüzyılın önde gelen müzik dehalarından birisi olarak kabul edilen miles'ın annesi iyi bir blues piyanisti olduğundan, çaldığı ilk enstrüman piyano olmuştur. trompetle 13 yaşında tanışmış, ses perdelerinde hızlı değ?iş?imlerle sağ?lanan titretmeli müzik efekti olarak tarif edilen vibratosuz çalış stilini öğrenmiş ve böyle tanınmıştır. on yedi yaşında "mavi şeytanlar" isimli grupla profesyonel adımlar atmaya başlamıştır.

    • chet baker – trompet
    caz geçmişinin en büyük trompet çalgıcılarından biridir.

    • ray charles – piyanist
    piyanist, müzisyen, ritim ve blues ustası.

    • nina simone – piyanist
    caz, blues, soul, r&b, folk müzik türlerinde unutulmaz bir yer edinmiştir.

    • dave brubeck – caz piyanisti
    "ın your own sweet way" ve "the duke" gibi birçok caz sanatçısı tarafından da sıklıkla seslendirilen bestelerin sahibidir.

    • ella fitzgerald – ses
    yirminci yüzyılın en önemli amerikalı caz vokalistlerinden biridir.
    entonasyonunun ve yorumunun kusursuzluğu, doğaçlamalarda bir trompet gibi kullanabildiği üç oktav aralığını aşan sesiyle anılır. elli yedi seneyi aşan kariyerinde 13 grammy ödülü ile abd başkanları ronald reagan (ulusal sanat madalyası) ve george h. w. bush (özgürlük madalyası) tarafından verilmiş iki ayrı ödüle sahip oldu.
    trompetçi ve caz vokalisti louis armstrong, gitarist joe pass ve orkestra şefleri count basie ve duke ellington ile yaptığı çalışmalarla da tanınır.

    • frank sinatra – ses
    şarkıcı, oyuncu, yönetmen, yapımcı. muhteşem bir ses sahiptir. tarzları klasik pop, swing, bossa nova ve caz üzerinedir.

    • herbie hancock – elektro gitar/klavye
    başlarda klasik müzikle sanat hayatına başlamıştır. müziğe piyano ile başlamış ve onunla devam etmiştir. çalgılarının arasında elektronik gitar ve klavye güçlenmiş, hatta bunları caz'da ilk kullananlardan olmuştur. 70'lerin başlarında en tanınmış, en etkili caz rock topluluklarında çalmıştır.

    • sarah vaughan – ses
    scott yanow tarafından sevinç tevs gibi "20. yüzyılın en harikulade seslerinden biri" olarak nitelendirilen amerikalı caz şarkıcısı.

    • oscar peterson – caz piyanisti/besteci
    caz ustası, besteci. henüz beş yaşında trompet ve piyano çalmaya başladı.

    • nat king cole – caz piyanisti
    papaz olan babasıyla kiliselerde çalışıyordu, zamanla aynı kilisede annesinin yardımıyla org çalmaya başladı. gospel ve caz'ın dışında klasik batı müziği eğitimi de almış ve caz'ı bu şekilde söylemeye devam etmiştir. king cole swingers orkestrasını kurmuştur.

    • bill evans – caz piyanisti
    muazzam caz piyanisti. valsleriyle, özellikle orta tempo ve ağır tempo besteleri ve yorumlarıyla jazz tarihinin gelmiş geçmiş en önemli piyanistlerinden biri.

    • billie holiday – ses
    eğitim konusunda çok bahtsız olan sanatçının gençlik yıllarında çok mutlu olduğu söylenemez, acıları resmen kadife sesine yansıyan sanatçının 14 yaşında tecavüze uğradığı ve sonrasında hayatını farklı yollarla kazanmaya başladığı söylenmektedir. sesinin güzelliği keşfedildiği zaman dönemin en güçlü caz ses sanatçılarından birisi olmuştur.

    • art blakey – caz davucusu
    amerikalı caz davulcusu.

    • ernie watts – saksafon
    müzik dünyasının gelmiş geçmiş en iyi saksafoncularından biri.

    • chick corea – caz piyanisti
    ispanyol kökenli amerikalı caz piyanisti ve besteci. en ünlü parçası spain olarak bilinir.

    • mccoy tyner – caz piyanisti
    caz dünyasının en iyi piyanistlerinden biri.

    • dee dee bridgewater – ses
    caz sanatçısı.

    • tony bennet – ses
    amerikalı klasik pop ve caz şarkıcısı.

    • mose allison – caz piyanisti
    caz piyanisti.

    • marcus miller
    amerikalı caz müzisyeni, basgitarist. miles davis ve david sanborn ile yaptığı çalışmalar ile caz dünyasında önemli bir yer edinmiştir.

    • cannonball adderley – saksafon
    en iyi doğaçlamacılardan biri, usta saksafoncu.

    • dixieland jazz band – müzik grubu
    1916 yılında 5 müzisyen tarafından new orleans'ta kurulan bir caz grubudur. 26 şubat 1917'de caz tarihindeki ilk caz plağı kaydını gerçekleştirmişlerdir. grup 1918 yılında avrupa'da verdikleri konserlerle, avrupa'da konser veren ilk caz grubu olmuştur.

    • sonny rollins – saksafon
    amerikalı caz tenör saksofoncusu. yaşayan caz efsanelerinden biri olarak kabul edilmektedir. birçok bestesi "st. thomas", "oleo", "doxy", and "airegin", caz standartları arasına girmiştir.

    • archie shepp
    amerikalı bir caz saksofoncudur. philadelphia, pennsylvania'da büyümüş ve tenor saksofona odaklanmadan önce orada piyano, klarinet ve alto saksofon çalışmıştır.

    • wayne shorter – saksafon/besteci
    amerikalı caz bestecisi ve efsanevi saksafon virtüözüdür.

    • coleman hawkins – saksafon
    amerikalı saksofoncu. "hawk" ve "bean" adlarıyla da anılır.

    • kurt elling – ses
    vokalist, besteci ve söz yazarı kurt'ün müziğe olan ilgisi babası ile başlamıştır. genç yaşlarda keman çalmaya başlamış, ama bunu sahnesine taşımamıştı. sahne hayatına bildiğiniz düğün sanatçısı olarak başlayan sanatçı, profesyonel olarak caz müziği yaparak yoluna devam etmektedir.

    • thelonious monk – piyano
    kendisi için söylenen "picasso tablosu müzikal olsaydı, monk gibi olurdu." sözü her şeyi anlatıyor sanırım. caz'ın tasavvuf müziğini yapıyor desek sanırım yanlış olmaz. takım elbise, şapka, güneş gözlüğü ile kendine özgü tarzı ile ünlü oldu. caz sanatçılarının tarzıyla en ilgi çekenlerinden biridir.

    • wynton marsalis – trompet/kornet/flumpet
    caz'ı ve şiiri bir arada götüren, caz notalarıyla şiiri besleyen müzisyen günümüzün en iyi caz sanatçılarındandır. hala funk grupları dahil bir çok orkestra da çalmaktadır.

    • keith jarret – piyano/org/soprano/saksafon/melodika
    üç yaşında piyano dersleri almaya başladı ve yedi yaşında ilk piyano resitalini verdi. daha erken ergenlik döneminde çağdaş caz sahnesinde efsane olmaya başlamış sanatçıdır.

    mm.. şöyle bir baktığımda kendi en'lerimi şu şekilde sıralayabilirim sanırım;

    louis armstrong
    ella fitzgerald
    miles davis
    chet baker
    art blakey
    frank sinatra

    yine de hepsi birbirinden özel ve muhteşem müzisyenler. canınız sıkıldıkça ya da vakit buldukça rastgele açıp dinleyin herhangi birini. huzur, uzun vadede belki ulaşılması zor bir olgu olabilir ancak caz müzik bu realiteyi değiştirebilir.
  • uzun yemyeşil bi boşlukta koşma çabası
  • donemimizin, kabul edilebilecek en yaratici muzigi. caz neden kalite semboludur? cazin oncesindeki muziklerdeki butun kurallar yok sayildiginda caz ortaya cikar. yani diyor ki, caz yapabilmek icin armoni bilgin geni$ olacak ki, zittina gidebilesin; yani diyor ki, caz calabilmek icin hayatinda ilk kez calacagin parmak pozisyonlarina acik olacaksin. 1....2....1....2.... diye saymak yerine beyninin icinde 1-2-3-1-2-1-2 olacak. gruptaki herkes bunlari yapmak zorunda oldugu icin caz muzikte inanilmaz bir uyum vardir. (uyumsuzluk ile alakali olarak...)
    en guzeli de, artik beynimize i$lemi$ olan kaliplarin di$inda bir $eyler dinleyebilmemizin sebebidir bu muzik turu.
hesabın var mı? giriş yap