• 1958'de novy mir (yeni dünya) dergisi'nde yayınlanmış olan aytmatov öyküsü. 2. dünya savaşı sırasında kırgızistan'da geçer.

    aragon bu öyküye yazdığı önsözde cemile hikayesi için “dünyanın en güzel aşk hikayesi” ifadesini kullanır.

    ey alfred de musset, kırgız boylarındaki bu ağustos gecesini de, otuz yaşında hayatını ve gücünü hiç kaybetmediğini söyleyebilen bu genci de kıskanmalısın dostum!
    ..
    işte şimdi burada, villon’un, hugo’nun, baudelaire’nin, paris’inde, kralların ve devrimlerin paris’inde, ressamların yüzyıllık paris’i olmakla övünen her taşı ya bir tarihi, ya bir efsaneyi hatırlatan şu paris’te werther, bérénice, antoine ve kleopatra, manon lescaut, education sentimentale, dominique, hepsi birdenbire gözümden düşüverdi. çünkü ben cemile’yi okudum. roméo juliette, paolo ve francesca, hernani ve dona sol, artık bunların hiçbiri gözümde değil, çünkü ben ikinci cihan savaşının üçüncü yılı yazında, 1943 yılının o ağustos gecesinde kurkureu vadisinde bir yerde zahire arabaları ile giden danyar ve cemile’ye, bunların hikayesini anlatan küçük seyit’e rastladım.

    (bkz: cengiz aytmatov)
  • betimlemeleriyle adeta büyüleyen, cengiz aytmatov'un yazdığı hikaye.

    --- spoiler ---

    '' yine o tuz beyazı serapta, batıda, şekilsiz bir güneş yüzüyor, dalgalanıyordu. ötede,kapalı, belirsiz bir ufkun üzerinde, portakal kırmızısı fırtına bulutları toplanmaktaydı. bora halinde esen kuru bir rüzgar atların yanaklarını köpüklere beyazlatıyor, yelelerini ağır ağır sallıyor ve sonra uzaklaşıp yamaçlardaki pelin saplarına dalgalandırıyordu.''

    kitapta geçen, harika betimlemelerden sadece biri.

    --- spoiler ---
  • orhan kemal'in yazdığı, bir sahafta çok eski bir basımını bulup aldığım severek okuduğum romanı.
  • cengiz aytmatov'un bir gavatın öyküsünü anlattığı eseri.
  • orhan kemal'in ilk baskısı 1952 yılında (varlık yayınevince) yapılan romanı.

    eser bir aşk öyküsünü anlatsa da yoksul kesimlerin (kesim, çünkü emekçi olduklarının bilinci henüz oturmamış) sömürüyü kabullenerek yaşama tutunma çabalarını, ufak da olsa direnişlerini; yerleşik düzen sahiplerinin "yeni olanın" çıkarlarını bozduğunun farkına vardıkları zaman nasıl yıkıcı ve çıkarcı davranabileceklerini; kadının erkeğin sadece bir kölesi olduğunu arka planda çok güzel bir şekilde anlatıyor. özellikle de gören gözler mutlaka romanda karakterler üzerinden biz, okura, iletilen çatışmaları iyi-kötü, doğru-yanlış, yeni-eski, ilerici-gerici, modern-çağdışı, osmanlı-cumhuriyet vs. yakalayacaklardır.

    romanın 19. baskısı ise mayıs 2010 tarihinde everest yayınlarından yapılmış olup orhan kemal'in eşine yazdığı sunu ile başlar: "yıllardır kahrımı çekmekten usanıp yorulmayan, cefkar karıma... 4/5/958"
  • 2. dünya savaşı yıllarında geçen bozkır aşkı. ama yasak aşk. bozkır tasvirleri çok iyi, aşk anlatımı iyi. keşke sonumuz böyle olmasaydı.
    evin erkeği askerdeyken, karısının köydeki başka bir erkeğe tutulmasını ve bu erkeğin de evli kadını kaçırmasını anlatıyor. afedersiniz ama sokarım böyle aşkın hikâyesine.

    "mutluluk ancak namus ve haysiyetini koruduğun sürece vardır."
  • orhan kemal tarafından kaleme alınan oldukça akıcı ve halkın içinden bir roman. klasik türk hikayelerinden biri gibi başlayan, hikaye içerisinde bir kaç kez şaşırtan bir eser. dönemin işçilerinin yaşantısından güzel kesitler sunmuş.
    bir solukta okunuyor. 7 puan!
  • aşkın en saf halinin anlatıldığı bir cengiz aytmatov öyküsü…
    “sanki havada asılı kalmış türkünün son melodisini de dinlemek istercesine başını omzuna eğmiş öylece oturuyordu. danyar uzaklaşıp gidince ikimiz de köye varıncaya kadar ağzımızı açıp tek bir kelime dahi etmedik. hem konuşacak bir şey de yoktu! zaten kelimeler her zaman, her şeyi anlatmaya yetmezdi…” (cemile-cengiz aytmatov)
  • aytmatov'un, eserlerinin hemen hemen hepsinde yaptığı bir şey var: "matematikteki tersinden başlayarak ispatlama metodu" diyor kendisi buna.. bunun sanatta ve özel olarak edebiyatta da kendine has bir şekilde var olduğunun ve eserlerinin muhakemesinde dikkat edilmesi gereken hususlardan belki de en önemlisi olduğunun altını çiziyor ısrarla..

    şurada yer alan "beyaz gemi" başlığında yazdığım entry'mde de belirtmiştim, ne yalan söyleyeyim, benim çok hoşuma giden bir eleştiri cevabı bu..

    bu teoriye göre kendisi özet olarak, eserlerini yazarken kötünün iyiye ya da iyinin kötüye ağır basmasına uğraşmadığını, yegane maksadının, hayatın kendisini anlatmak suretiyle yine hayatın köklerini sağlamlaştırmak olduğunu ifade ediyor..

    mesela beyaz gemi için bazı kendini bilmez okuyucular, "çocuğu öldürmesen olmaz mıydı?" diye sorduklarında aytmatov kibarca, "hassiktir lan, çok biliyorsun amk çocuğu.. ben burada serbest davranmış değilim, kafama estiği için mi öldürdüm sanıyorsun götelek? sanat düşüncesinin mantığı budur.. bu mantığın yönetimi ne yazık ki yazarın elinde olmayan prensiplerdir, kime ne anlatıyoruz ki amk? prensip diyorum, alo? henüz içselleştirilmemiş, değer sandığı bir sürü alışkanlıkla hayatını sürüp giden sen ve senin gibiler ne bilecek prensip nedir.. iyi o zaman, orozkul’u hapis yatırsaydık; mümin dede’ye emekli maaşı bağlatıp huzur evine gönderseydik; çocuğu da şehirde bir yatılı okula yerleştirir keyfimize bakardık, hı? klasik düşünüş yordamlarınızı sikeyim sizin.." diyor..

    bu cevaba kendini ve dahi haddini bilmez bir okuyucu olarak maruz kaldığım için üzülmedim elbette, bilakis, kendisine şükranlarımı sundum hep..

    şimdi aynı olayın laciverdi, cemile eserinde de karşımıza çıkıyor.. hatta başlıktaki entry'lere şöyle bir göz gezdirirseniz göreceksiniz, "bir gavatın öyküsü" diyenler dahi mevcut ahaahha..

    yarım bardak suyu iki kişiye göstermişler, birisi "bu ne amk yarısı boş" demiş diğeri "çok şükür yarısı dolu" analojisi buraya uyacaktır diye düşünüyorum, aynı eseri okuyan biri olarak sadık'ın kardeşi (cemile'nin kayınbiraderi) için düşüneceğim son sıfatlardan biri dahi olamazdı "gavat" asjkdhakjdhasdjk... yine de çok güldüm, yorumuna sağlık..

    cemile eserinde, perde arkasındaki duyguları görmezden gelip yalnızca anlatılanlara göre ahkam kesme gafletinde bulunursak, yanılırız.. zira unuttuğumuz, hesaba katmadığımız bir şey kalır: o da okur yani sen, ben, biz.. bir hikayede olaylar nasıl gelişirse gelişsin, zaferi kim kazanırsa kazansın, mağlup olan kim olursa olsun, hikaye okuru etkilemiş, onun adalet başta olmak üzere bir takım insani duygularını ayağa kaldırmışsa, hikayede iyi, kötüye yenilse bile sonuç olumludur.. tıpkı shakespeare'in romeo ve juliet'inde olduğu gibi..

    hülasa, aytmatov'a göre ne cemile orospudur ne de sadık'ın küçük kardeşi gavat; ne danyar orospu çocuğudur ne de sadık namussuz..

    aytmatov, topu her zamanki bize atmıştır.. buradaki karakterlerin sıfatlarını, bizim dünya sahnesinde oynadığımız karakterlerin gelişim süreçleri belirlemektedir*..

    sevgiyle..
  • aytmatov'un bozkırı ve aşkı bir kere daha sevdirdiği hikayelerindendir. özellikle danyan'ın o yüz kiloluk çuvalı kaldırıp taşıdığı sahne (evet sahne) bünyemde seyit onbaşıdan daha sarsıcı olmuştur. aytmatov topal bacağı ile cuval altında ezilen karakterinin aslında nasıl bir erkeklik gururu altında ezildiğini o kadar ustaca anlatmıştır ki, ne zaman okusam gözlerim yaşarır. söz konusu erkeklik gururu öyle boş ve saçma bir şey değildir. hayran ve aşık olduğu kadının alayı karşısında bir erkeğin hayata ve kadına meydan okumasıdır.
hesabın var mı? giriş yap