• cronenberg, otosansür üzerine şöyle demiştir:

    "kâğıda ya da beyaz perdeye her şeyi yansıtabileceğini düşünmelisin. kendine sansür koymaya başlarsan öldün demektir. totaliter bir rejim altında yaşamış insanlarla konuştuğumuzda, en kötüsünün kendine sansür koymak zorunluluğu olduğunu söylerler: böyle yapmakla rejimin sözcüsü oluyorsunuz. artık gerçek bir düşünceye sahip olmadığın noktaya ulaşana kadar kendine sansür koyuyorsun.
    öte yandan, yaratmakta olduğunuz filmin boşlukta varolmadığının, insanların filmi göreceğinin ve değerlendireceğinin farkındasınızdır. ama ben bu gerçeği kafamdan mümkün olduğunca uzak tutmaya çalışıyorum. yazarken bunları göz önünde bulundurmamalısınız. o noktada korkusuz olmalısınız. teorik olarak, gösterilmemesi gereken bir şeyin olduğunu sanmıyorum."

    bu minvalde crash filminde ballard vasıtasıyla tabulara nanik yapmış, erotizmin hemen her boyutunu yarı katabolik bir yaklaşımla betimlemiştir. filmdeki araba kazalarını erotik boyutun bir metaforu gibi düşünmek olasıdır ama aynı zamanda post-kapitalist sistemdeki tüketim çılgınlığı, show merakı ve meta fetişizmi dolayımında okumak da mümkün gözükür.

    ayrıca araba kazalarında yara alan insan bedeni ile parçalanan arabaların görüntüsünün paralelliği insan bedeni ile meta arasında bir bağlaşım kurar. bu kuşkusuz makine-insan tahayyülüne dönük en güçlü eleştirilerden biridir.

    edit: güncelleme
  • orada burada spoiler var, izlemeyen okumasin derim:

    en etkileyici sahnelerden biri olan kilitcinin kizinin vurul(ma)masi sahnesinde bir mucize yok, olay sonrasinda iranli dukkan sahibi adamin kizi doori silahi yerine koyarken goruyoruz ki filmin basinda "su kirmizi kutudakilerden ver" diye aldigi mermiler kurusiki mermiymis (kirmizi kutunun uzerinde "blanks" yazdigini goruyoruz). adam o kucuk kiz benim melegimdi falan diyedursun, asil melek asiri tepkisel babasi ve normalde ortama daha entegre bir sekilde seyreden kendi hayati arasinda arafta kalmis doori. bu baba kiz arasinda birinci ve ikinci nesiller arasindaki farklar ve sorunlar islenmis dipten derinden.

    hazir iranli aileden bahsediyorken: yorumlara bakinca goruyorum ki bu iranli aileyle bag kurmus cogunluk, hatta neredeyse algida secicilik yapilarak 11 eylul ve iranlilarin terorist gibi gorulmesi filmdeki -aslinda daha on planda olan- diger hikayelerden farkli bir yere konmus. oysa o "ortadogulu onyargisi" islenen pekcok onyargidan sadece biriydi. bu da biraz ilginc geliyor bana, ne bileyim, kendi aralarinda iranlilara her turlu giydiren turkler iranlilara laf eden amerikan filmi olunca birden onlari savunmaya gecerse bilmiyorum bunu nasil aciklayabiliriz.

    sevgili immanu kendi los angeles deneyimine dayanarak olayin aslinda pek de irk olmadigini, aslinda daha cok sosyoekonomik durumun sinirlari belirledigini soylemis. dogrudur, ama bence film zaten sadece irkla ilgili degil, daha dogrusu irki siniftan soyutlamis degil. mesela bu iranli ailenin dukkani woodside'da degil belli ki, adam dukkaninin arkasinda oturdugunda yan tarafta cince karakterlerle yazili bir seyler goruyoruz, ortam izbe. buyuk ihtimalle gocmenlerin yigildigi daha varosumsu bolgeler. zaten o ust sinif iranlilarindan olsalar bir kilidi/kapiyi degistirmek icin o kadar kasmazlar, kizcagiz da adliye morgunda degil mckinseyde calisiyor olurdu.

    irklar ici sinifsal farkliliklar bazi karakterlerin yan yana gelisiyle gayet belirgin bir sekilde sunuluyor. mesela yonetmen cameron, karisi ve polis ryan arasinda yasananlar irktan cok sinifsaldi. bir beyaz olarak bir zencinin her seye sahip olmasi (zenginlik, guzel es) adama koyuyor ve onu asagilamak, sahip oldugun her seye ragmen sen bir hicsin demeye gelen igrencilkleri yapiyor. zaten bu "oreo"luk (black on the outside white on the inside, siz kullanmayin irkci argo bu) cameron karakterinin film boyunca islenen sorunu, sinifsal beyazligi ile irksal siyahligi arasinda ikilemde adam. iki kafadar araba hirsizi siyah elemanla karsilasmalarinda da bu siyahlar icindeki sinifsal farklar anlatilmis. beyazlar icinde de sinif farki savci ve ailesi etrafinda islenmis. creme de la creme bu aile ile polis ryan'in ailesini karsilastirin mesela. savcinin karisi merdivenden dusuyor ve en pamuk beyazi dostlarindan yardim bulamiyor, ama hastaneye gidince her sey halloluyor, sistemle sorunu yok. saglik sigortasi sistemi icinde debelenip duran ryan ise butun gece babasinin basinda tuvalet kapisinda bekliyor ama agrilarina deva bulamiyor. bu arada ryan kendisine irkci laflar etti diye verebilecegi onayi vermeyen siyah hatunun kendisine arabayla carpan asyali elemana arabadan iner inmez ilk lafi "speak american, we speak american here" oluyor -hmm, bana biraz irkci geldi bu.

    bence film amerika'nin heterojen metropolleri icin gercek ve guncel bir hikaye anlatiyor -bir tek su var ki, bunu yaparken su anda gercek hayatta milletin politically correct/siyaseten dogru olabilmek icin soyleyemedigi, yapamadigi seyleri soyletiyor/yaptiriyor. bir nevi, "politically correct olma kaygisi olmasaydi neler olurdu?" diye counterfactual thinking yapmis. ben filme konu olan onyargi ve stereotiplerin metropol/urban amerika'da halihazirda mevcut oldugunu, irkla ilgili hissiyatin ozellikle alt-orta ve alt sosyoekonomik seviyelerde bayagi "charged" oldugunu ama butun bunlarin bastirildigini dusunuyorum (ilgilenen olursa (bkz: preference falsification) (bkz: private truths public lies) -> kitapta affirmative action ile ilgili olan kisim da amerika'daki irkcilik vs. durumlariyla birebir alakali zaten). herkes birbirine ayni derecede uzak zaten, evet, ama "kendisi gibi" birisinin yanasmasina izin varken "farkli" birini 30 adim oteden gorunce yol degistirmeye yeltenebiliyor insanlar, sorun da bu zaten.

    filmin gercekligi demisken, filmin cok bir "amerikan" filmi oldugu dogru, ve bu ulke disindakilere bir sey ifade etmemesi, maksimum etki yapmamasi normal, alicilarinizin ayariyla oynamayiniz. turkiye'de ders veriyor olsaydim, agzimdan cikani tartmak icin 1 gram kasmazdim. ama burada karsimda oyle bir "cesit" oturuyor ki her sabah, ve bahsettigimiz konular da tam boyle ikircikli politik meseleler, odum kopuyor bir sey -herhangi bir sey- diyecegim de birisi alinacak diye. irkci kafada biri olmamama ragmen kendime uyguladigim oto-filtreler yoruyor beni bazen. sanirim biraz da o acidan oh dedim guldur guldur siyahlarin icinde suclular var, beyazlarin icinde pic kurusu ve ezikler var, bazi asyali kadinlar araba suremiyor, bazi hispanikler de arabalarini hiyar gibi parkediyor dedigi icin. simdi aklima geldi: son zamanlarda radyoda devamli "black on brown violence" konusu isleniyor (hispaniklere brown denmesini ben de yadirgadim ama lingo boyle), los angeles'ta siyah ve hispanik ceteler yavastan birbirlerine girmeye baslamis, (beyaz) polis ve yoneticiler ne yapsin seklinde gelsin programlar gitsin memolar raporlar. http://www.npr.org/…tory/story.php?storyid=88098444
    http://www.npr.org/…story/story.php?storyid=7031133
    dinleyin bakalim film o kadar da surreal gelecek mi hala?

    son olarak da, filmin sonundaki maybe tomorrow gibi muk-kem-mel bir secim icin secen kisiyi kutlamak isterim. bu ulkede herkes bir sekilde rahatsiz, herkes bir ev ozlemi icinde. ulkenin sahibi modundaki beyazlar bile gocmenlerden sikayetci mesela, ev evlikten cikti diye sadece kendilerine ait o beyaz evi ozluyorlar. herkes sonunda rahata, huzura erecekleri o evi bekliyor "maybe tomorrow, i'll find my way home" diyorlar. film de o "way"in alismak oldugunu soyluyor, bu cesitlilik senin gercegin, alis. (bkz: belki alisman lazim)

    edit: spoiler kismi dusundugumden genis olmus, yani hepsi :)
    bu da hediyesi:
    http://en.wikipedia.org/…iki/1992_los_angeles_riots
  • gordukten sonra "iste amerikanin gercek yuzu", "iste los angeles'tan gercek bir kesit" gibi yorumlar yapmak icin bunyeyi zorluyor, siz de haklisiniz, amaaa...

    irksal ayrimlar ve korkular bu kadar kesin cizgilerle belirlenmis degiller. ornegin iranlilarin merkezi olan semt, los angelesin en pahali ve steril ortamlarindan birisi. ayni zamanda yuksek oranda bir beyaz amerikali nufusunun da yasadigi bir bolge. tabii ki gidip gettolarda rahat rahat dolanamiyorlar ama en azindan kendi sosyoekonomik siniflarina entegre olmus durumdalar.

    ve suna bahse girerim ki bu kadar cok iranliyla icli disli olmak durumunda olan bir sehirde, iranlilari araplarla ayni kefeye koyanlarin orani, irana cok daha saglam bir kulturel/tarihsel bagla bagli bizim ulkemizde bu hatayi yapacaklardan cok da fazla degildir.sahi, istanbulun yarisi, pers imparatorlugunun arap yayilmasindan yuzyillarca once vatan dedigimiz yere hukmettiginden haberdar midir acaba? sahsen turkiyedeyken birakin iranlilarla ayni apartmanlarda yasayip, ayni barlarda yemek yiyip, ayni yerlerde calismayi, bir tane bile iranli tanimisligim yoktu.

    yine ludacrisun, son derece ludicrous bicimde zencileri ayirmaya calismasi, bircok kiside "vay anasini su kamplasmaya bak" tepkisini dogurabilir. oysa musluman bir ulkeden gelmis biri olarak, biraz once nargile komuru istemeye gittigim yahudi ev sahibimin salonunda karsilastigim, alt kata yeni tasinmis homoseksuel zenciye gulunc gelecektir.

    elbette burasi herkesin kardes kardes yasadigi bir utopya degil; stereotipler yaygin ve hatta kanimca, insanin pattern arayan bir varlik olmasindan dolayi kacinilmazlar. basucunda guns germs and steel duran ben bile trafikte bir asyali gordum mu adrenalin pompaliyorum. fakat l.a. gibi sehirlerde yabancilasma irklar bazinda olmaktan cok kisisel bazda. sosyoekonomik sinifinizla kaynasmanizda renkler o kadar da belirleyici degil ama asil kirilmasi zor olan zincirler, kisinin kendisine dolanmis olanlar.

    burada fakirler disinda pek kimse otobuse binmiyor, arabayla dolasiliyor genelde. o da sehir icinde dar sokaklarda dip dibe degil, 6 seritli kaymak gibi otoyollarda. alisveris icin kosedeki bakkala degil, dev gibi otoparklarin ortasinda, genis steril koridorlara sahip supermarketlere gidiliyor. ve bu yerlerde veresiye yazdiracaginiz bir tanidik yerine, gelen herkese "hi, how are you" deyip cevap beklemeyen androidler calisiyor. bir yuruyuse cikmak isteseniz, nobody walks in la sarkisinin melodisi yankilaniyor bos kaldirimlarda. konuyla ilgili en sahane gozlemlerden birini otisabiden duymustum: sokaklarda yanindan gececek kimse olmadigi icin, insan zamanla kirmizi isikta duran arabalarin icine bakma aliskanligi gelistiriyor. cunku filmde de denildigi gibi "bu metal ve camin arkasinda baskalarina carpismadan onlarla yolumuzun kesismesi" cok zor. o arabalarin icindeki, o supermarket kasalarinin arkasindaki insanlarin rengi, cinsel tercihi, milliyetleri pek onemli degil; herkes birbirine ayni derecede uzak nasil olsa.

    bireyselligin on planda oldugu, kapitalizmin ve opportunizmin orf ve anane sayildigi, endustriyellesmis toplumlarin asil sorunu irkciliktan ziyade bu olsa gerek.
  • j.g. ballard'ın 1973 yılında yazdığı kitap. çok ilginçtir ki orhan pamuk'un yeni hayat'ında macera için otobüs yolculuğu yapan çiftle bu kitabın kahramanları arasında paralellik kurmak kimsenin aklına gelmemiş, tersine, pamuk'un bu metaforunun türkiye'de gelenekçi modernistlerin gözbebeği olan otoyollarına vurgu yapmak için kullanıldığı yazılmıştır. en azından murat belge yazmıştı.
  • /her organ deşarj anlamında deliğe dönüşüyor
    //kaza baudrillarda göre yaşamın cinsel organıdır
    ///bu evrende sapıklıktan söz edilemez
    pek az kitap-film bu kadar kararlı bir şekilde her türlü eleştirel amaç ya da yadsımadan kaçarak sıradanlıkla şiddetin bu matlaşmış alamet düzeyine ulaşabilir bence(nashville ve otomatik portakal gibi..)
    borges sonrası simulasyon düzenine ait ilk büyük romandır.
    ballard'ın sağ elinden,cronenberg'in sol elinden saygıyla öperim.
  • tüm anafikri ve özeti, matt dillon'un canlandırdığı karakterde saklı olan film.

    bunu filmin başarısını ya da anlatımını olumsuzlamak adına söylemedim. aksine, karakterlerin her biri öyle iyi çizilmiş ki, her birinde anafikrin önemli bir parçasını görüyorsunuz. özellikle abd filmlerinin olmazsa olmazı sevişme sahnesi bile gereksiz durmuyor filmde, öyle anlatayım beğenimi.

    fakat matt dillon'ın karakteri açıkça ayrılıyor diğerlerinden. buradan sonrası spoiler olabilir gençler, dikkat edelim...

    zenciler için çaba sarfetmiş beyaz bir babaya sahip bu matt abi. babasının mahvını da zencilere bağlayan, hayata karşı tüm öfkesini zencilerden çıkaran fakat içerilerinde bir yerde "insan" vasfını hala yitirmemiş, ne yapacağını bilemeyen ve bilme çabasını da kaybetmiş bir karakterdi o polis. aynen filmde l.a, gerçek hayatta tüm dümya insanlarının genel hali gibi. filmin anlatmak istediği buydu. "öfkeyle kalkıp zararla oturmayın" "hepimiz kardeşiz" "zenciysem günahım ne" filan değil bu filmin altyapısı. insanın kendisiyle yüzleşme gerekliliğiydi. bunu ırkçılık bağlamında değerlendirerek, insanın saçma saplantılarını bu saplantıların yarattığı ırkçılık terörü üzerinden inceleyerek on puanlık iş yapmış paul higgis.

    aynı karışıklığı iranlı amca'da da görüyoruz. ama onunki beyaz ırkçılığı bağlamında değil, kendisinin halihazırda göçmen gibi bişey olmaktan kaynaklanan sosyal sorunları var. abd kimliğini yadsıdığından olsa gerek, bilemiyorum, günlük yaşantısında abd vatandaşlarıyla "ben sizin dilinizi bilmiyorum" numarası yapıp farsça konuşmaya devam etmesi bunu ifade ediyor. ama sıkışınca da ne güzel dönüveriyor, "ben abd vatandaşıyım!" diye...

    bu arada, şimdi aklıma geldi, filmde de açık seçik gördük, vatandaşlık meselesi ırkçılığı ortadan kaldıran bir şey değil canlar. lütfen bunu kabullenelim hep beraber. meydanlardaki "tc vatandaşları olarak hepimiz kardeşiz" vs vs söylemlerinin yalan dolan olduğunu biliyoruz hepimiz, hrant dink de tc vatandaşıydı. "vatandaşsan napim, kürt olmayacaktın bir kere..." diyen saçma sapan milyonlarca insanla beraber yaşıyoruz hala. ayıp ya. neyse filme dönüyorum.

    neyse işte, o amca da anladı zaten ırk diye bir şey olmadığını. var olanın "insan" olduğunu.

    yalnız benim yönetmeni öpüp başıma koymak istediğim çok kişisel bi nokta var.

    şimdi efendim, ben çocuklara karşı fiziksel ya da manevi şiddet durumlarında açıkça kendini kaybeden biriyim. hukukçu filan değilim o durumlarda, medeni ya da şehirli filan da değilim, okumuş yazmış biri de değilim. bir çocuğa herhangi bir şekilde şiddet uygularsan eğer, kırk bin parçaya ayrılmalısındır benim gözümde. böyle bir perspektif var hayatımda.

    o yüzden, iranlı amcanın anahtarcıyı vurmaya hazırlandığı sahnelere bakamadım. içim gitti. ya çocuk ölecek, ya da çocuğun gözünün önünde babası ölecek. ben böyle bir sahneye gerçek hayatta tanık olsam kesinlikle aklımı kaybederim. o kadar etkiler beni. neyse, ben sahneye bakmıyorum o arada, silah sesi geldi. "hangisi?" diye sordum, sonra başımı kaldırıp baktım, önce çocuk sandım tabii. tam ölmeye hazırlanırken bir de baktık ki meğer kimse vurulmamışmış. öyle bir oh çekmişim ki anlatamam.

    peki burada yönetmeni neden tebrik ediyoruz... şimdi efendim, iranlı amca eğer ateş etmeseydi, film inandırıcılığını ve etkileyiciliğini kaybederdi. o sahnede o tetik çekilmeliydi. ama eğer öldürseydi de, bu sefer gereksiz duygu sömürüsü ve ağlaklık olacaktı filmde. bu da kötü bir şey bir film için. neydi ya onun bir adı vardı, unuttum... duygu sömürüsü mealinde bir kelime... demogoji gibi diyeceğim de değil... ay her neyse bilemedim. (20.06.2009 saat 09.10, entry'yi okurken aklıma geliverdi: "ajitasyon" demeye çalışıyordum orada.)

    ama yönetmen bey sağolsun, gayet iyi bağlamış o sahneyi. buradan kendisine teşekkür ediyorum, bana kalp krizi geçirtmediği için.

    netice itibariyle, bu filmi izleyiniz, izlettiriniz.

    see you.
  • david cronenberg filmi. son sahnesi belki de en vurucu sahnedir. bu sahnede araba kazasinda olemeyen kadını kocasi ‘maybe next one darling’ diye teselli etmeye calismaktadir. peki neden bu gerizekalılar araba kazası geçirmek isterler?

    --- spoiler ---

    filmin ana ekseninde bir ciftin hikayesi var. sevisemeyen bir cift bu. sıkıcı, heyecansiz, tek duze orta sinif yasami. bu çiftten erkek olaninin bir araba kazasi geçirmesiyle olaylar değişir. araba kazasinin verdiği heyecan, bu çifte (ve filmdeki diğer karakterlere) adeta hayat verir. kazanın planlanamazlığı – sonuçta ne olacağını kimse bilemez; ölebilirsiniz, sakat kalabilirsiniz, hiç bir şey olmayabilir, en ince ayrintisina kadar planlanmış modern şehir yaşamının tam zıttıdır. başka bir deyişle araba kazası bir kaçıştır. ve tüm kaçışlar gibi arzu ve yaşam doludur. tam da bu yuzden filmde vaughan şöyle der: "the car crash is a fertilizing rather than a destructive event, a liberation of sexual energy"- kaza yok edici degil yaşam verici bir olaydır, cinsel enerjinin özgürleşmesidir.
  • hiçbişeyin dışarıdan göründüğü gibi olmadığını anlatan bir film.

    --- spoiler ---

    - kapının kilidini değiştiren adam ilk görüşte kesinlikle güven vermiyor ve şüphe duyuyorsunuz. ama adam evine gidip de küçük kızı ile konuşmaya başladığında aşık oluyorsunuz. "benim babam yapmadı bu kadarını" diyorsunuz.

    - ödül töreninden dönen yönetmen ve eşinin arabadaki ilk görüntüsünü izlediğinizde "oh ohh para var adamda, zevke bak" diyorsunuz. 10 dk.sonra adamın karısının ellenmedik yerini bırakmayan polisin karşısında kekeleyerek özür dilediğini görüyorsunuz. yuh yani, diyorsunuz.

    - ırkçı polisin ilk görüntülerinde kendisinden nefret edip tiksiniyorsunuz. ama evde babasının halini ve babası için hiçbişey yapamayışının çaresizliğini görüp üzülüyorsunuz. bir de kaza sahnesinde kendi canını hiçe sayarak kadının hayatını kurtardıktan sonra, adama saygı duymaya başlıyorsunuz.

    - savcının karısı başta ne kadar kendinden emin, mutlu ve rahat görünse de sonraları aslında ne kadar mutsuz ve yalnız olduğunu fark ediyorsunuz. hele yatakta yardımcısı olan kadına sarılması gözlerinizi dolduruyor.

    --- spoiler ---

    sadece amerikalılar için değil bütün insanlar için geçerli olan önyargılarıyla hareket etme meselesini değişik hikayelerle anlatmış. belki yüksek dozda mesaj* vermesi ve bazı şeyleri gözümüze gözümüze sokması abartılı gelebilir ama çoğu sahne insanı rahatsız ediyor ve seyredene "evet, ben de önyargılıy-mış-ım" dedirtiyor.
  • insanı yaralı aslan görünümlü dev bir lincolnde delice sevişme dürtüleriyle dolduran başyapıt. henüz üzerine daha iyisi çekilemedi. ilk izleyişimin karşıyakada,izbe, 3. sınıf pornolar oynatan bir sinemada olması benim için ayrı bir özel yapmakta bu filmi.
  • ingiltere'de bir sure icin tamamen abd'de ise 17 yaş altının görmesinin yasaklandıgı anormal bir cinselliğe * dayalı, surekli otomobiller icinde sex yapan birer erotik makina haline gelmis vucutların yer aldıgı, arabaların carpısma anı ile insanların seksuel tatmininin *esdeger zamana indirgemeye calısıldıgı bir hikaye uzerine kurulmus, otomobil mekanizmaları ve ruhsuz sevisen insanlar arasında bir paralellik yaratmaya calısmıs david cronenberg imzalı tam bir film noir ornegi..
hesabın var mı? giriş yap