• 'gerçeğe varmak isteyen insan, yaşamında bir kez, o zamana değin edindiği tüm düşünceleri bir yana bırakıp bütün bildiklerinden yeniden ve tepeden tırnağa bir sistem kurmalıdır'
    derken,
    gerçek reformisti tarif eder.
  • fransızcada oyun "kağıtları" ve "haritalar" anlamlarını da taşımaktadır.
  • sanırım dokuzuncu nesil yazardı. az önce gözümün önünde uçtu.
  • kanımca başta çok güzel bir noktadan hareket edip sonraları yanlış çıkarımlar yapmıştır. "rüyadayken rüyada olduğumuzun farkında olamıyoruz, peki şu anda da bir rüyada olmadığımızı bilebilir miyiz?" noktasından hareket etmiştir. fakat daha sonra düşünüyorum öyleyse varım noktasına gelmiştir. sorun şu, rüyada da düşünerek hareket ettiğimizi zannetmez miyiz? peki varlığımızın kanıtı düşünmemiz olabilir mi? ya da mükemmel bir tanrının kanıtı olarak da "mükemmel olan bir şey var olmalıdır, yoksa mükemmel değildir. biz mükemmel olmayan yaratıklar olarak mükemmel bir varlığı düşünebiliyorsak bu da onun varlığına işarettir" tarzı şeyler öne sürmüştür. peki sevgili descartes, mükemmel bir varlığı düşünebiliyor muyuz? yoksa insanlarda gördüğümüz iyi özellikleri atfettiğimiz sonsuz bir varlıktan mı bahsediyoruz? sonsuzluğu düşünebilir miyiz? ya da ben mükemmel bir tanrının olduğunu düşüyorsam, bu böyle bir varlığının kanıtı mıdır? ben evrende kusursuz bir dikdörtgeni hayal ettiğimde o şeyin evrende varolduğunu kanıtlamış oluyor muyum?
  • "yalnızlık, bir daha kırılmayacağın ve üzülmeyeceğin bir huzurdur. onu çekilmez yapan tek şey ise yenilmişlik duygusudur. hiç kimseye yararlı olmamak, tam anlamıyla değersiz olmak demektir. şüpheyi, asla işlerimizi sevk ve idarede kullanmamalıyız. benim bilgime güvenin, bu bilgiler gerçekliği kanıttır kanıtlamak düşünmeyi gerektirir. hürriyete ve insanın kendi üzerinde kurduğu kesin egemenliğe bayılıyorum."
  • sınırlı bir zihin sonsuz olan tanrı'yı kavrayamaz. ancak bu durum onu belli bir tanrı algısına sahip olmaktan da alıkoymaz. aynen birinin dağa dokunabilip de kucaklayamaması gibi.
  • hayat biçimlerimize bağlı kesinliklerimizi göz ardı eder; çünkü dili unutur, kendi tasavvur dünyasına kapanmış bir solipsist gibidir. wittgenstein'a göre descartes'ın "düşünüyorum"unun sentaksı "düş görüyorum"un sentaksından farksızdır. bunların her ikisi de anlamsızdır. bir insan nasıl düşünde düş gördüğünü göremezse, düşünen kişi de düşünmekte olduğunu düşünemez yani düşünme hem bir eylem hem de bir eylemin objesi olamaz.
  • az okuduğunu söyleyen ve fazla okumanın gerekliliğine inanmayan filozoftur.
  • descartes, modern felsefenin kurucusu olarak tanınır. gerçekten de orta çağlardaki aristotelesçi ve tanrı merkezci dünya görüşünün 17. yüzyılda ortaya çıkan bilimsel ve akılcı görüşlere yerini bırakmasında çok önemli bir rol oynamıştır. descartes, rönesans felsefesinin hayata yeni bir bakış açısı getirdiği ve reformasyon hareketinin de kilisenin egemenliğini hasara uğrattığı bir dönemde yaşamıştı. descartes, her ne kadar inanmış bir katolikse de reformasyon hareketinin kiliseye, özellikle de aristoteles’in ortaçağdaki yorumuna karşı getirdiği eleştirilerden etkilenmiştir.

    descartes’ın felsefesi, bir yandan hristiyan inancıyla yeni gelişen bilimlerin açıklayıcı gücünü birleştirme ve diğer yandan da 16. yüzyıl sonlarıyla 17. yüzyılın başlarında yeniden güç kazanan, tanrının varlığına ilişkin şüpheciliği reddetme çabası olarak görülebilir. descartes, şüphecilerin tanrının varlığı bilgisine karşı geliştirdikleri iddiaları çürütmek amacıyla şüpheciliği, bir yöntem olarak en son sınırına kadar götürerek, insan bilgisine şaşmaz, çürütülemez bir temel bulmayı hedeflemiştir. descartes için yöntemsel şüphenin tamamlanması bilimsel bilginin önceden verili yapılarının yeniden yapılandırılmasını sağlayacaktır; gerçekten de descartes’ın meditasyonlar’ın birincisinin başında söylediği şu sözler on yedinci yüzyıl düşüncesinde temelden devrimci bir dönüşümün habercisidir:

    "bundan birkaç yıl önce, çocukluğumdan beri çok sayıda yanlışlığı doğru diye kabul ettiğimin ve yine o yaştan beri hiç de sağlam olmayan ilkeler üzerine kurduğum şeylerin doğasının büyük ölçüde şüpheli olduğunun ve kesin olmadığının farkına varmış bulunmaktayım. böylece, hayatımda bir defa, eğer bilimlerde sağlam, değişmez ve sürekli bir şey kurmak istiyorsam, bu zamana kadar edindiğim bütün her şeyi bir yana bırakarak, her şeye yeni baştan temelden başlamak gerektiğini anladım (descartes, 1998: 142)."

    descartes’ın meditasyonlar’ı yazmaktaki amacı, felsefenin tamamen, mutlak bir temele dayanan bir bilim haline dönüştürülmesidir. descartes’ın yöntem üzerine konuşma adlı eseri daha sonra yazacağı diğer üç çalışmasındaki konular için bir zemin hazırlama ve onların her birinde ele aldığı konuyu incelemek üzere bir yöntem geliştirme amacını güder. descartes bu eserinde, aynen bir binanın temeli gibi, bilimsel bilginin dayanacağı sağlam bir temel arayışı içindedir. descartes’ın amacı, sağlam bir binanın sağlam bir temel üzerine kurulması gibi, bilimsel bilginin de sağlam temeller üzerine kurulmasıdır.

    descartes, o ana kadar çalıştığı çeşitli disiplinlerden farklı yöntemler öğrendiğini, ancak bu yöntemlerin hiç birinin doğru ve kesin bilgiye ulaşmakta yeterli olmadığını ifade etmiştir. ona göre, kıyaslar mantığı, zaten bilineni ortaya koyar; geometri ve cebir de bir yandan yöntemsel olarak kullanılamayacak kadar soyuttur, öte yandan sadece geometrik şekiller ve rakamlarla sınırlıdır. dolayısıyla descartes, evrensel olarak geçerli olabilecek kısa bir yöntemsel kurallar listesinin, doğru ve kesin bilgiye ulaşmada en iyi yol olacağını düşünmüş ve yönteminin ünlü dört kuralını aşağıdaki gibi sıralamıştır:

    "birincisi, doğruluğunu apaçık olarak bilmediğim hiçbir şeyi doğru olarak kabul etmemek; yani aceleyle yargıya varmaktan ve önyargılara saplanmaktan dikkatle kaçınmak ve vardığım yargılarda, ancak kendilerinden şüphe edilemeyecek derecede açık ve seçik olarak kavradığım şeylere yer vermekti.

    ikincisi, inceleyeceğim güçlükleri daha iyi çözümlemek için her birini, mümkün olduğu ve gerektiği kadar bölümlere ayırmaktı.

    üçüncüsü, en basit ve anlaşılması en kolay şeylerden başlayarak, tıpkı bir merdivenden basamak basamak çıkar gibi, en bileşik şeylerin bilgisine yavaş yavaş yükselmek için; hatta doğal olarak birbiri ardınca sıralanmayan şeyler arasında bile bir sıra bulunduğunu varsayarak; düşüncelerimi bir sıraya göre yürütmekti.

    sonuncusuysa hiçbir şeyi atlamadığımdan emin olmak için, her yanda eksiksiz sayımlar ve genel kontroller yapmaktı (descartes, 1994: 21-22)."

    bu dört kural, descartes’ın matematiksel akıl yürütme biçiminin, matematiksel olmayan alanlarda da verilen yargılara taşınmasıdır. descartes, bu düşüncelerinin yanı sıra, zihin felsefesi açısından da çok önemli bir yere sahiptir. descartes meditasyonlar’da şüphe yöntemini kullanarak, kendi varlığını, yani “ben varım” inancının doğru olduğunu kanıtladıktan sonra yeni bir soru sorar; ben neyim? descartes burada, varlığa ilişkin sorudan, öze ilişkin soruya geçiş yapmıştır. varlık soruları “o var mıdır?” “ben var mıyım?” ve benzeri formdadır. öz sorularıysa bir şeyin ne olduğunu soran sorulardır, örneğin “ben nedir?”, “bilgi nedir?” gibi. orta çağlarda pek moda olan bu ayrım aristoteles’e kadar uzanır. dolayısıyla descartes, aristoteles’i birçok konuda otorite olarak kabul etmemesine karşın, aristoteles’ten gelen şu fikri kabul eder; bir şeyin özü onun gerçekten ne olduğudur. dolayısıyla descartes, kendi özünü, yani ne özellikte bir şey olduğunu bilmek istemektedir.

    descartes “ben varım” önermesini her söylediğinde ya da düşündüğünde, bu önermenin zorunlu olarak kendini kanıtladığını düşünür. “ben varım” önermesinin zorunluluğu, onun birinci şahıs kipinden kaynaklanır. “ben varım” önermesi söylenildiği ya da düşünüldüğünde doğru olduğunu söyleyebiliriz. bir başka deyişle bu önermenin doğruluğu onun ortaya konmasının bir işlevidir. “ben varım” düalizm argümanları için zorunlu bir öncüldür. meditasyonlar’da varlık sorusundan öz sorusuna geçiş yapan ve “ben neyim?” sorusunu cevaplamayı amaçlayan descartes, “ben neyim?” sorusunu ıı. meditasyon’da, özde düşünen bir şey olarak cevaplar. ancak, kendisini özde düşünen bir şey olarak ortaya koyması, descartes’ın düalist olması için tek başına yeterli değildir. ama descartes, vı. meditasyon’da kendisinin gerçekten bir ruh ya da zihin olduğunu ve bedeni varlıktan ayrıldıktan sonra da var olmaya devam edeceğini savunur ve bu iddia, kesinlikle düalist bir iddiadır. descartes’ın düalizmini ve zihin beden ayrımını anlayabilmek için, meditasyonlar’daki akıl yürütme zincirini incelemekte fayda vardır.

    ı. meditasyon

    ı. meditasyon kendilerinden şüphe edilen şeyler hakkındadır ve descartes’ın şüphe yönteminin temel sorusuyla başlar: kesin olarak bildiğim, doğruluğundan şüphe edemeyeceğim bir şey var mıdır? descartes’ın meditasyonlar için yazdığı özette belirttiğine göre, ı. meditasyon’daki sistematik şüphe yöntemi bizi, her türlü peşin hükümden kurtarmaya, şeyler hakkında açık seçik bilgiye ulaşmamıza yarar. kesinlik arayışında descartes, o güne kadar sahip olduğu inançlarının, gerçekten hakikati yansıtıp yansıtmadığını sorgulamaya başlar.

    ı. meditasyon’daki argümanların temelinde, felsefe tarihinde birincil ve ikincil nitelikler olarak bilinen ayrım yatmaktadır. bir nesneye, diyelim ki bir portakala baktığımızda, onun lezzetini ve kokusunu, yuvarlaklığını, rengini, tekliğini algılarız. descartes portakalın rengi, kokusu, tadı gibi niteliklerinin gerçekten kendisinde olmadığını, aksine gözleyenin zihninde yer aldığını ve nesneye atfedildiğini düşünmektedir. bu tür nitelikler geleneksel olarak ikincil nitelikler olarak bilinirler. buna karşın, portakalın yuvarlaklığı ve tekliği gibi nitelikler gözleyenin zihninin ürünleri değil, aksine portakalın kendine özgü özellikleridir. bunlar birincil nitelikler olarak bilinir. descartes’a göre, ikincil nitelikler nesneye ilişkin duyumlardan kaynaklanırken birincil nitelikler, nesneye özgü matematiksel niteliklerdir. ı. meditasyon’da başlattığı şüphe sürecinde descartes, ikincil olduğu kadar birincil niteliklerin doğruluğundan da emin olamadığını göstermek zorundadır. ı. meditasyon’un sonunda descartes, hiçbir şeyin kesin olmadığı görüşüne varır.

    ıı. meditasyon

    ıı. meditasyon insan zihninin özünü anlamaya ve zihni tanımanın bedeni tanımaktan daha kolay olduğuna ilişkindir. descartes ıı. meditasyon’a, şüphesinin sınırlarını sorgulayarak başlar. nasıl arşimet yer yuvarlağını bulunduğu yerden oynatmak için sabit ve sağlam bir nokta istiyorsa descartes da doğru, şaşmaz bir felsefi sistemin temelini atabilmek için, kesin ve kendisinden şüphe edilemez bir şey aramaktadır. bu şey de kendi varlığıdır; “benim, ben varım önermesini her dile getirişimde ya da her tasarlayışımda bunun zorunlu olarak doğru olduğu sonucuna varmak gerekiyor” (descartes, 2007: 22). descartes yöntem üzerine konuşma’da bu akıl yürütme zincirini meşhur “düşünüyorum, o halde varım” (cogito ergo sum) ifadesiyle özetlemiştir.

    descartes bir kere var olduğundan kesin olarak emin olduktan sonra ne tür bir varlık olduğunu sorgular. descartes, kendi özünü anlamaya ilişkin sorgulamasını “var olduğumdan kesinlikle emin olan ben, ne olduğumu yeter açıklıkla bilmiyorum” ifadesiyle başlatır (descartes, 2007: 22). kim olduğuna ilişkin ilk cevabı aristoteles’in akıllı hayvan düşüncesidir. ama bu düşünceyi hemen reddeder, çünkü; bu onu, tanımlaması gereken bir başka kavramlara götürür ve işin içinden çıkamaz hale gelir. görünüşte hem fiziksel hem de zihinsel özelliklere sahip gibi görünmektedir. ancak descartes, kendisinin zihinle ya da ruhla eşdeğer olduğunu kanıtlamak istemektedir. o yüzden de bedenine ihtiyaç duymaksızın, yalnızca ruhu aracılığıyla yapabileceği bir şey olup olmadığını incelemeye koyulur. sahip olduğu her şeyin doğruluğundan şüphe edebildiği halde, şüphe etme eyleminde bulunurken şüphe etmekte olduğu fikrinden şüphe edemeyeceğini anlar: “benim, ben varım, bu kesin; ama ne kadar zaman için? –– düşündüğüm sürece, zira ola ki düşünmeyi tamamen kesersem aynı zamanda var olmamı da sona erdirmiş olurum” (descartes, 2007: 24). fakat kimdir ya da nedir bu “ben”? descartes için “ben düşünen bir şeydir, yani bir zihin, bir anlık ya da us” (descartes, 2007: 24). bu, descartes’ın meditasyonlar’daki genel bakış açısını belirleyen düşünen töz (res cogitans) ve uzamlı töz (res extensa) arasında yaptığı radikal ontolojik ayrımın başlangıç noktasıdır.

    iki töz, karşılıklı olarak birbirini dışlar. düşünen töz fiziksel değildir ve özü gereği ruhsaldır, buna karşın uzamlı töz fizikseldir, ama düşünemez.
    descartes bu noktada, dışsal, fiziksel nesnelerin, bilgisinin herkes için apaçık olduğu, kişinin kendisine yönelik “ben neyim?” ya da kişisel özdeşlik sorusundan çok daha kolay yanıtlanabilir olduğu doğruysa niye önce kendi varlığının bilgisinden başladığıyla hesaplaşır. descartes, dışsal fiziksel nesneler bilgisinin, kendini bilmekten daha kolay olduğunu kabul etmez. kendi özümüzün ne olduğu, dışsal nesnelerin algısından daha açık seçik ve kesin olduğunu düşünür. bunu kanıtlamak için de balmumu örneğini verir. balmumunun önce belli bir şekli, kokusu vardır, serttir, vurulunca ses verir, ama ateşe yaklaştırılınca erir, şekli, kokusu kaybolur, vurulsa bile ses vermez. bütün bu değişimlerden sonra bile onun aynı balmumu olduğundan şüphe etmeyiz. ancak, balmumunun bu iki durumda da aynı balmumu olarak kaldığını ne duyumlarımıza, ne de imgelemimize dayanarak iddia edebiliriz. balmumumun bütün değişikliklere rağmen aynı balmumu olduğunu anlayabilecek olan sadece anlığımızdır (descartes, 2007: 27-28). aynı şekilde pencereden baktığımızda sokakta gördüğümüz paltolu, iki ayaklı, yürüyen yaratıkların insan oldukları yargısına varıyoruz, “böylece gözlerimizle gördüğümüzü sandığımız şeyi, aslında zihnimizde yerleşik olan, yargılama gücüyle anlamış, kavramış oluyoruz” (descartes, 2007: 29) dolayısıyla “madem ki cisimler duyularla ve imgeleme yetisiyle değil ancak anlıkla tam olarak bilinebiliyor ve görülüp dokunuldukları için değil düşünceyle anlaşıldıkları ya da kavrandıkları için tanınıyorlar” descartes için artık “zihninden daha kolay bilinecek hiçbir şeyin [olmadığı] apaçıktır” (descartes, 2007: 30).

    böylece descartes yöntemsel bir şüphe süreci başlatmış, her şeyden şüphe edebildiğini, ama kendinden, zihninden, şüphe eden “ben”den şüphe edemeyeceğini bulmuştur.

    ııı. meditasyon

    ııı. meditasyon tanrı’ya ve tanrının varlığına ilişkindir. descartes’ın zihin üzerine düşünmesi onu, ııı. meditasyon’da tanrı üzerine düşünmeye sevk etmiştir. ıı. meditasyon’da kendi varlığı üzerine düşündüğünde varlığını, kesin ve açık seçik bildiğini ortaya koyan descartes’ın bu meditasyonda stratejisi, tanrının varlığını ve kesinliğini, kendi zihninin kesinliğinden hareketle kanıtlamaktır. bu yeni bir fikirdir.
    descartes’a göre, insan düşünceler, ideler, istemler, duygulanımlar ve yargılar gibi, farklı düşünme biçimlerine sahiptir. bunların arasında sadece yargıların doğruluk değeri vardır. yanılgılarımızın çoğu da idelerimiz hakkındaki yargılarımızdır. ideler de doğuştan gelen ideler (ideae innatae), zihnin kendi ürettiği ideler (ideae factitiae) ve dışarıdan gelen ideler (ideae adventitiae) olmak üzere üç türlüdür. dışarıdan gelen ideler duyu verilerine dayanır. zihnin kendi ürettiği idelerdeyse imgelem devrededir, bunlar gerçek ve saf olmayan idelerdir. doğuştan gelen idelerse kesin ve apaçıktır, bunların nesnel olgusallığı vardır. dolayısıyla descartes nesnel olgusallığın dış dünyada değil, insan zihninde olduğuna inanır.

    zihnindeki tanrı fikrini gözden geçiren descartes, zihnindeki tanrı idesine nasıl sahip olduğunu araştırmaya koyulur. tanrı idesini duyular yoluyla elde etmiş olamayacağı için, tanrı idesinin kaynağının kendisi olup olmadığını inceler. ancak, kendisi sonlu bir varlık olduğu için, kendisine ilişkin idesi sonlu ve mükemmel olmayan bir töz idesidir. dolayısıyla tanrı idesini zihin de üretmiş olamaz. bu noktada “yeterli neden ilkesi”ne yani bir fikrin nedeni de en az kendisi kadar gerçeklik taşımalıdır ilkesine dayanarak bizdeki sonsuz mükemmellik idesinin, kendisi sonsuz ve mükemmel olan bir varlık, yani tanrı tarafından verilmiş olması gerektiği sonucuna varır (descartes, 2007: 41). o halde tanrı vardır, çünkü o, descartes’ın zihnindeki tanrı idesinin tek yeterli sebebidir.

    ıv. meditasyon

    ıv. meditasyon doğruya ve yanlışa ilişkindir. ıv. meditasyon insanların yaptıkları hataların kökenini araştırmaya ve bu yanlışlıklardan ve hatalardan tanrının sorumlu olmadığını göstermeye yöneliktir. varlığını bir önceki meditasyonda kanıtladığı tanrı, onu yanıltıyor olamaz, tanrının bize verdiği aklı iyi kullanacak olursak hiçbir zaman yanılmamıza olanak yoktur. ancak, yanılmanın bir eksiklikten başka bir şey olmadığını, yanılabilmek için sınırlı ve sonlu olmanın yeterli olduğunu belirten descartes, daha sonra, yanılmanın kendi yargılama yetisinden kaynaklanıp kaynaklanmadığını araştırmaya koyulur (descartes, 2007: 50-51). bu olasılığı reddettikten sonra descartes, hata yapmasının kendindeki bilme yetisi, seçme yetisi, başka deyişle anlığı ve onunla birlikte iradesinin birlikte iş görmesinin sonucu olup olmadığını inceler (descartes, 2007: 52). bu yetilerden hiçbirini yaptığı hatalardan sorumlu tutamayacağına karar verir.
    meditasyonun son kısmında descartes, tanrının bizi yaratmış olmasına rağmen bizim yanlışlarımızdan sorumlu olmadığını gösterir. bilgimizin sınırlı olmasından, irademizin bilgimizden daha geniş olmasından dolayı ya da hataya düşmekten bizi alıkoymadığı için tanrıyı suçlayamayız. çünkü; asla yanılmamak alışkanlığını kazanmak elimizdedir. irademizin, bilgimizin ötesine gittiği, yanıldığımız önceki durumları hatırlayarak, sadece açık ve seçik bildiğimiz şeyler hakkında yargıda bulunma alışkanlığını kazanabiliriz. descartes bu meditasyonda, sadece yanılmalarımızın sebeplerini göstermekle kalmamış, ayrıca doğru bilgiye ulaşmanın yollarını da vermiştir.

    v. meditasyon

    v. meditasyonda, maddesel şeylerin özünün, bir kere daha tanrı ve tanrının varlığına ilişkinliğidir. ilk önce kendi ben’inin, oradan da tanrı’nın bilgisine ulaşan descartes, yanılgının kaynağı sorunu çerçevesinde, dış dünyanın bilgisini nasıl edinebileceğini araştırır. descartes, ben’in tanrıya ilişkin bilgisinden hareketle dış dünyaya yönelir. dolayısıyla dış dünyanın bilgisine, “düşünüyorum o hâlde varım” önermesine ulaştığı gibi sezgiyle değil, tümdengelim yöntemi ve duyumlarına dayanarak ulaşır.
    descartes, meditasyonun başında, maddesel şeyler üzerine kesin ve şüphe götürmez hiçbir şeyin bilinip bilinmediğini araştırmaya koyulmadan önce, bu şeylerin kendi zihnindeki idelerinin, sırf yalnızca düşüncesinde var olan ideler olarak ne kadar açık ve seçik olduklarını görmek gerektiğini söyler (descartes, 2007: 59). böylelikle descartes’ın dış dünyada bilgisine ulaşacak olduğu şey, onda bulunan nesnelerin özlerinin bilgisidir. çünkü; şeyleri bilmek, onların özlerini bilmek demektir (16. önerme). öte yandan, geometri de dahil olmak üzere, herhangi bir şeyin mutlak bilgisi tanrının varlığından edindiğimiz kesinliğe bağlıdır. aksi takdirde, belirsiz ve karanlık bilgilerden başka bir şeye sahip olamayız. dolayısıyla tanrıyı bilmeden özlere ilişkin herhangi bir bilgiye sahip olmak mümkün değildir.

    vı. meditasyon

    vı. meditasyon, maddesel şeylerin varlığına ve insanın ruhuyla bedeni arasındaki gerçek ayrılığa ilişkindir. descartes buraya kadar, birçok konuda kesinliğe sahip olduğunu göstermiştir; var olduğu, varlığının özü, nedensel ilke, tanrının varlığı, tanrının onu yaratmış olduğu, tanrının onu aldatmayacağı, açık ve seçikliğin hakikatin belirleyicileri olduğu, özgür iradeye sahip olduğu, hataların kaynağı ve tanrının zorlu bilimsel kanıtların doğruluğunun kaynağı olduğudur. vı. meditasyon’da iki amacı vardır; ilki, maddesel şeylerin var olduğunu göstermek, ikincisi zihnin bedenden ayrı olduğunu göstermek.

    descartes, daha önce algının birincil nesneleri (matematiğin nesneleri) ve algının ikincil nesneleri (duyum nesneleri) arasında yapılmış ayrıma atıfta bulunarak, maddesel nesnelerin var olup olmadığını incelerken iki soru sorar:

    (1) birincil nesneler var mıdır?
    (2) ikincil nesneler var mıdır?

    ilk soruyu cevaplarken descartes, imgelem ile salt anlama ya da kavrama (anlık) arasında ayrım yapar. anlık zorunlu olarak insana özgü bir yetidir, ama imgelem değildir. biz birincil nesneleri düşünebildiğimiz için, bu nesnelerin var olması olanaklıdır. bu nesneleri aynı zamanda imgeleyebildiğimiz için bu nesnelerin var olması olasıdır, ama onların var olup olmadığından emin olamayız (descartes, 2007: 68-69). ikincil nesnelerin varlığı da duyum algısına bağlı olduğu için, onların da bilgisinden emin olunamaz.

    descartes, insanların özsel niteliklerinin düşünme, isteme ve imgelem gibi tamamen ruha ilişkin nitelikler olduğunu ve bedenle hiçbir ilgisi olmadığını söyler. buna karşın duyum algısı, yer değiştirmek, çeşitli durum ve konumlar almak gibi bir beden gerektiren nitelikler ruhumuzun değil, bedenimizin nitelikleridir ve özümüzü oluşturmazlar. bunların arasında en fazla ilgilendiği yeti “edilgen duyma, yani duyulur şeylerin kavramlarını alma ve bilme yetisidir” (descartes, 2007: 73). bu yeti kendisinde, kendinden başka birinde, söz konusu ideleri oluşturan etkin bir gücün olduğunu gösterir. descartes, kendisinin ya da tanrının, bu ideleri etkin bir şekilde oluşturan kaynak olamayacağını, bunun kaynağının maddesel şeyler olduğunu söyler.
    descartes, her ne kadar, algılarının dışsal nesneler tarafından oluşturulduğundan eminse de hala duyum algısının güvenirliğinden şüphe duymaktadır. bu konuyu, doğanın kendisine dışsal nesneleri nasıl farklı şekillerde öğrettiğini anımsayarak gündeme getirir. en genel anlamda, doğadan kastı “zaten tanrının kendisinden veya yaratılmış şeylere verdiği durum” düzenden başka bir şey değildir (descartes, 2007: 75). daha özel olarak kendi doğası da tanrının ona verdiği bütün şeylerin derlenip toparlanış tarzından başka bir şey değildir. doğanın bize öğrettiği bazı önemli hakikatler vardır. doğanın kendisine “en ısrarlı öncelik ve en canlı duyarlıkla öğrettiği şey acı duyduğunda rahatsız olan, acıktığında susadığında “yemek ya da içmek isteği gibi şeyler duyan bir bedene sahip olduğudur” (descartes, 2007: 75). doğa, ikinci olarak, ona ruhuyla bedeninin “nerdeyse bir bütün oluşturacak kadar karışmış ve kaynaşmış olduğunu” (descartes, 2007: 75) gösterir. doğa, üçüncü olarak, ona kendi etrafında dışsal nesneler olduğunu öğretir. doğanın bütün bu hakikatleri bizim, bir zihin ve bedenden oluşmuş olduğumuz gerçeğine dayanır.

    meditasyonlar descartes’ın zihin beden problemine odaklandığı eseridir. meditasyonlar’da kendi ben’inin varlığının temel ilkesi olarak ortaya koyduğu cogito’nun descartes’ın felsefesinin diğer alanlarındaki yansımasını bulabildiğimiz bir yer açık seçik idelerdir.

    *** yararlandığım kaynaklar ***

    descartes; r. (1997). ruhun ihtirasları, (çev. m. karasan), ankara: milli eğitim basımevi

    descartes, r. (2007). ilk felsefe hakkında meditasyonlar, (çev. i. birkan), ankara: bilgesu yayıncılık.

    descartes, r. (2010) felsefenin ilkeleri, (çev. m. akın), istanbul: say yayınları.

    descartes, r. (2010). metot üzerine konuşma, (çev.a. altınörs), istanbul: paradigma yayınları.

    gödelek, k. (2007) “descartes’ın düalizmi descartes’ın yanılgısı mıdır?”, yeditepe’de felsefe 6: 39-65.
  • descartes modern felsefenin kurucusu olarak kabul edilir. ortaçağ skolastisizminin son bulmasında büyük rol oynayan bir filozoftur. ismi belki biraz yabancı gelebilir size fakat bir sözünü çok iyi biliyorsunuz "(bkz: düşünüyorum öyleyse varım)".

    descartes düşünme konusunda oldukça fazla düşünmüştür. bu yüzden ortaçağ'ın skolastik düşüncesini skeptisizmle yıkmaya başlamıştır. en ünlü eseri meditasyonlar da bu konuyu biraz ırgalamıştır.

    binlerce yıldır doğru kabul edilen bilgilerin yanlış olduğu gün yüzüne yavaş yavaş çıkmaya başlıyordu. artık insanlar bilginin doğruluğundan şüphelenmeye başladı. descartes artık şunu düşünmeye başlıyordu "bilginin doğru olduğunu nasıl anlarım? nasıl emin olabiliriz?" işte bu medistasyonlar'ın ilk sorusu.

    ilk meditasyon şunu söylüyor "eğer güvenilir olan bilimlerde herhangi bir şeyi tesis etmek istiyorsam, hayatımda ilk defa her şeyi tamamen yıkarak ta temelden yeniden başlamanın zorunlu olduğunu anladım." burada şunu demek istiyor. bazı bilgilerden açıkça şüphe ediyoruz, o zaman bütün bilgileri hiçe saymak zorunda olduğumuzu söylüyor. öğrencisi gassendi "tamam bazı şeylerin yanlış olduğunu öğrendik, neden bütün bilgileri çöpe atalım" diyor.(katolik bir rahip olduğunu da söyleyeyim)

    descartes itirazlara karşı şöyle bir metaforla yanıt verir. "eğer birinin sepet dolusu elması varsa, bazıları da çürümeye başlamışlarsa, çözüm bütün sepeti boşaltarak, sepetin içine yalnızca iyi olanları koymaktır. bu metot inançlara uygulandığı zaman, şüphe edilecek her şeyden şüphe etmektir, ta ki şüphe edilmeyecek bazı şeyleri bulana kadar." söylediğini açarsak; sepetteki bütün elmaları(bilgileri) tek tek inceleyeceğimize bilgilerin temellerine bakalım. bilginin temelinde bir sorun bulursak o temeldeki bütün bilgileri atalım. eğer temellinde sorun yoksa bu bizim bazı bilgilerimizin doğru olduğunu dair ipucu verecektir. descartes bilgilerin altını oyacak skeptik bir yaklaşımda bulunur.

    buradan sonra doğruyu bulana kadar bi düşünme evresinden geçeceğiz beyniniz yanabilir, benden uyarı!

    algılarımız bilginin doğruluğunu seçebilecek kadar doğru mudur? descartes algılarımızın her zaman doğru seçebilecek kadar düzgün çalışmadığını söyler. descartes "yarısı suyun içinde, diğer yarısı dışarısında olan bir çubuğu düşünmemizi ister. yarısı suyun içerisinde olan tarafı neden gözümüze diğer yarısından bağımsız ya da yamuk gözükür?" gibi bir örnek verir. bu da bazı durumlarda algılarımızın bizi yanılttığını gösterir. elma metaforunu daha iyi anlayabilmemiz için konuyu açmamız gerekir.

    nesnelerin bize nasıl gözüktüğünü açıklamak için uygun durumdaysa diye bir ek özellik getirdiğimizde yeterince açıklayabilir miyiz? uygun durum da olsa bile duyularımızın güvenilir olduğunu söyleyebilir miyiz? bu prensipte bir sorun var. uygun durumda olduğunu nasıl bileceğiz? prensibimize bir ek daha yapmalıyız. "uygun durumları uygun olmayanlardan ayırt edebiliriz; eğer durumlar uygunsa, ve algılanıyorsa, duyularımıza görünenlerdir." yine bir sorun daha var. uygun durumları, uygun olmayan durumlardan gerçekten ayırt edebilir miyiz? herkes bu kapasiteye sahip midir? "bazı delilerin kendisinin deli olduğunu anlayabilir fakat bazıları anlayamaz." durumlar uygun olsa bile duyular yanlıştır. descartes tam burada bir şey söyler "böyle insanlar akılları başlarında değillerdir ve eğer onlardan bir şeyi kendime model alırsam ben de aynı şekilde görüneceğim." delilere bakarak; hiçbir durumu, birbirinden ayırt edecek kapasiteye sahip dersek hepimizin aslında bir deli olduğunu söyler. bu yüzden bir ek daha getirmemiz gerekir. "uygun durumları uygun olmayan durumlardan ve yeterli algılayıcıları yetersiz olanlardan ayırabiliriz ve eğer durumlar uygun ve algılayıcı da yeterliyse, duyumsanan her şeyin , duyulara nasıl göründeyse öyle olduğu söz konusudur." elma metaforunda ne kadar basit her şeyin göründüğü gibi olduğunu iddia eden bir prensibimiz vardı. şimdi nerelere geldik. adam iki bir şey demiş, felsefe parçalamış ne kadar muhalefet oldular adama. tamam konuya devam edelim. yeterli algılayıcıları, yetersiz algılayıcılardan ayırt edebileceğimizi varsayımını ele alıyoruz. aslında kastettiği şey; akıllı bir kişiyle deliyi karşılaştırıyoruz. fakat bazı deliler deliliğinin farkında olabilir ama bir çoğu farkında değil. o yüzden bu prensipte işe yaramadı :) hala duyularımızı savunacak bir prensibimiz bile yok. hazır olun bomba geliyor.

    descartes tam burada öyle bir şey söylüyor ki bir kriz ortamı oluşuyor. "uyanıklığı uyuyor olmaktan ayırt edebilmemi sağlayacak kesin bir belirtinin olmadığını da çok açık görmekteyim." felsefenin en ünlü skeptik argümanlarından birisidir. duyularımızın kesin bir şekilde uyuyor olmayı ayırt edemediğini söylüyor. elmadan başlayan ve geliştirdiğimiz argüman ta nerelere geldi. yaşadığımız bir şeyin gerçekliğinden şüphe eder duruma geldik. belki de şuan benim bu entryi yazmam, aslına bir rüyamı? yoksa bir rüya sekansında mıyız? descartes bunu iyi bir şekilde yanıtlamak yerine başka bir yola sapıyor?

    descartes "duyularım demek ki ara sıra yanılıyor, e bu tanrının işi de olamaz çünkü; mutlak güç ve kusursuzdur, beni niye yanıltsın ki?" olduğunu söylüyor. topu tanrıda alıp cine(şeytan) atıyor bu sefer. descartes "güçlü olduğu kadar da hilekar bir aldatıcı cinin bütün günü beni aldatmak üzere kullandığını varsayacağım. gök, hava, toprak, renkler, şekiller, sesler ve bütün harici şeylerin sadece birer yanılsama olduğunu farz edeceğim." bu sorunu da tam çözmüyor. duyular yanıltıcıdır demiyor veya bir rüyadayız da demiyor ya da rüyadayız çünkü şu yüzden deyip de bitirmiyor. meditasyonlar'ın sonunda "eğer duyular yanıltıcıysa ben neyden emin olabilirim?" deyip bu yola sapıyor.
hesabın var mı? giriş yap