• kainatta gelmi$ gecmi$ en iyi mizah yazari olmasinin yani sira, bu sifatini muhte$em bilim kurgu sentezleme yetenegiyle birle$tirdiginde pek cok norona "e ama bu cok fazla" tepkisi verdirebilen, oturup yazdigi paragraflari manzara seyreder gibi seyredebileceginiz insan.. yazdiklarini okurken sirf aldiginiz hazzi tekrar ya$amak icin onceki cumleye donesiniz gelir..

    kendisi "a five-volume trilogy" adini verdigi hitchhikers guide to the galaxy serisiyle ek$i sozluk ve benzeri olu$umlarin en etkin fikir babasi olmu$, improbability drive, babelfish, paranoid android, so long and thanks for all the fish gibi tanidik tabirlerin mucididir..

    1952 cambridge dogumludur.. 2001'deki erken ölümünü kisa hayatina sigdirdigi pek cok $eye veya onun tabiriyle "ufak bir yanli$ anla$ilma"ya baglamak mumkun..

    "there is a theory which states that if anyone discovers just exactly what the universe is for and why we are here, that it will instantly disappear and be replaced by something even more bizarre and inexplicable. then there is a theory which states that this has already happened." --douglas adams / hitchhiker's guide to the galaxy
  • "evrenin ne amaçla ve nasıl var olduğunu kesin olarak keşfeden biri çıkarsa, evrenin yok olacağını, daha da acayip ve anlaşılmaz bir şeyin onun yerini alacağını söyleyen bir teori var. bir de, bunun zaten gerçekleşmiş olduğunu söyleyen bir teori var." sözünü söylemiş zat.
    klişe ama güzel
  • yaşasaydı bugün 69. yaşını kutlayacaktı.

    kendisini okuyan hemen herkes bilir ancak bugün için galaktik mizah dünyasını bizlerle buluşturduğu kitabının ilham sürecini çok kısa tekrar edeyim.
    adams'ın 18-19 yaşlarında otostop çekerek dünyayı gezdiği sırada (ki bu gezi sürecinde türkiye'yi de ziyaret ettiği söylenir) şehir ışıklarından uzak bir yerde kamp kurmuş ve yanındaki ken walsh’ın hitch hiker’s guide to europe (otostopçunun avrupa rehberi) adlı kitabı incelemiş. ardından yıldızlar görünmeye başladığında onları izlemeye koyulmuş ve içinden şöyle geçirmiş: “birisi oturup otostopçunun galaksi rehberi’ni yazsa kendi adıma hemen vınlar giderdim.”
    işte kitaba dair ilk notlarını bu sırada, yarı sarhoş yıldızları izlerken almış.

    ayrıca minik bir bilgi; adams 11 mayıs 2001 yılında vefat etti. her yıl bu tarihten 2 hafta sonra* yazarın anısına dünya havlu günü olarak kutlanır.

    ve bbc'nin the hitchhikers guide to galaxy hayranları için oluşturduğu sayfa da burada dursun: http://www.bbc.co.uk/cult/hitchhikers/

    --- spoiler ---

    “insanlar dudaklarını devamlı çalıştırmazlarsa, diye düşündü, beyinleri çalışmaya başlıyor.”

    --- spoiler ---

    edit: @ssg'nin düzeltmesiyle; hikayeyi bizzat kendisi anlattığı için, anlam karışıklığı yaratmamak adına "söylenir" ifadesini kaldırdım.
  • kendisini sevmek, ursula leguin, stanislaw lem ya da ne bileyim china mieville sevmeye engel değildir.

    şu dünya üzerinde, tek boyutluluk kadar pespaye olan yegane olgu, sanıyorum ki, krikettir.
  • muhtemelen gelmiş geçmiş en büyük ingiliz yazar. ve yine muhtemelen, tüm zamanların en az değer verilen yazarlarından biri.

    olay örgüsü, karakterleri, dili...

    "bir an için hiçbir şey olmadı. sonra, bir saniye kadar sonra, hiçbir şey olmamaya devam etti."

    peki ya "the pot of petunias (petunya saksısı)" karakteri?...

    özellikle rasyonel düşünme yetenekleri açısından olağanüstü yeteneklere sahip birini tanımlamak için mesela "dâhi" kelimesini kullanırız. ve "dâhi" olan kişiler, sürekli olarak diğer insanlardan daha iyi düşünme ve akıl yürütme yeteneğine sahiptir malum. işte douglas adams'ın, en azından yazar hâlinin, bu tanımlara uyduğu aşikâr.

    kaldı ki bu açıdan bakıldığında, kendisinin pek çok konuda çok güçlü bir kapasiteye sahip olduğu, sadece kitaplarında yer verdiği pek çok tuhaf fikirle bile kanıtlanabilir.

    tabii lewis carroll'dan etkilenmiş olması da cabası.

    peki ama, sevgili douglas adams'ı başkalarından kolayca ayıran o yazım tarzı ne ki böyle?

    hadi ufaktan inceleyelim!

    *anti-climax

    bir douglas adams eseri okuyorsanız o okuduğunuz şey basit bir anlatım içermez bir kere... okudunuz, okudunuz, okudunuz, gayet basit devam ediyor dimi? hayır! çünkü douglas adams o basit devam eden anlatıyı bir şekilde çarpıtacaktır.

    buna nasıl örnek verebiliriz... ımm... mesela... harikulade bir şey beklememiz için okurken bizi narin narin inşa ediyor ve o da ne!? öyle bir şey oluyor ki resmen hayal kırıklığına uğruyorsunuz. hem de sert bir şekilde! bu adamın tarzı işte bu. ki bu durum; hem ilgi çekici, hem de gerçekten gülümsetici.

    *deyimler-klişe ifadeler

    baktığımızda, kendisinin tüm bu olağan ifadeleri yeniden işlemeyi sevdiğini görüyoruz aslında. bazen bu ifadelerin gerçek anlamını alıyor, bazen de nabza göre şerbet misali ilerliyor. sanırım şöyle örnekleyebiliriz:

    "baltayı taşa vurmak" ile ilgili bir giriş, devam ediş, baltanın sapının elinde kalmasıyla veya baltanın kırılmasıyla çok direkt anlamlı bir bitiş.

    peki bu komik değil de nedir*

    *başka ilgi çekici özelliği var mı derseniz yazımıyla alakalı, görünürde anlamsız ve saçma olan durumlardan derin sonuçlar çıkarmak da yine söylenebilir bir özellik olacaktır. peki ya başka?

    *parodik olması.

    daha daha?

    *deadpan humor dediğimiz; komik bir durumu, ifadeyi, anlatıyı son derece ciddi bir ifade ile dile getirme şekli. yok, yaz yaz bitmeyecek, en iyisi yazıyı noktalamak.

    1.96'lık dev adama; r.i.p!
  • birçok yerde karşılaşılan 'kurabiye' hikayesi, anlattığına göre gerçekten de 1976 yılında başına gelmiştir. olayın başına gelmesinden bir süre sonra radyo programında anlattığını ve o günden sonra hikayenin türlü türlü varyasyonlarının etrafta dolandığını gözlemlediğini söylemiştir. aynı hikayeyi, the hitchhiker's guide to the galaxy serisinin dördüncü kitabı olan so long and thanks for all the fish'de, arthur dent'in başından geçmiş gibi anlatmıştır.

    hikayenin ingilizcesi şöyle:

    "this actually did happen to a real person, and the real person was me. i had gone to catch a train. this was april 1976, in cambridge, u.k. i was a bit early for the train. i’d gotten the time of the train wrong.

    i went to get myself a newspaper to do the crossword, and a cup of coffee and a packet of cookies. i went and sat at a table.

    i want you to picture the scene. it’s very important that you get this very clear in your mind. here’s the table, newspaper, cup of coffee, packet of cookies. there’s a guy sitting opposite me, perfectly ordinary-looking guy wearing a business suit, carrying a briefcase.

    it didn’t look like he was going to do anything weird. what he did was this: he suddenly leaned across, picked up the packet of cookies, tore it open, took one out, and ate it.

    now this, i have to say, is the sort of thing the british are very bad at dealing with. there’s nothing in our background, upbringing, or education that teaches you how to deal with someone who in broad daylight has just stolen your cookies.

    you know what would happen if this had been south central los angeles. there would have very quickly been gunfire, helicopters coming in, cnn, you know. . . but in the end, i did what any red-blooded englishman would do: i ignored it. and i stared at the newspaper, took a sip of coffee, tried to do a clue in the newspaper, couldn’t do anything, and thought, what am i going to do?

    in the end i thought, nothing for it, i’ll just have to go for it, and i tried very hard not to notice the fact that the packet was already mysteriously opened. i took out a cookie for myself. i thought, that settled him. but it hadn’t because a moment or two later he did it again. he took another cookie.

    having not mentioned it the first time, it was somehow even harder to raise the subject the second time around. “excuse me, i couldn’t help but notice . . .” i mean, it doesn’t really work.

    we went through the whole packet like this. when i say the whole packet, i mean there were only about eight cookies, but it felt like a lifetime. he took one, i took one, he took one, i took one. finally, when we got to the end, he stood up and walked away.

    well, we exchanged meaningful looks, then he walked away, and i breathed a sigh of relief and sat back. a moment or two later the train was coming in, so i tossed back the rest of my coffee, stood up, picked up the newspaper, and underneath the newspaper were my cookies.

    the thing i like particularly about this story is the sensation that somewhere in england there has been wandering around for the last quarter-century a perfectly ordinary guy who’s had the same exact story, only he doesn’t have the punch line."
  • "sen yine internette takılırdın ama
    ekşi sözlük nedir bilmezdin şerefsiz"
  • sözlüğün asıl babası...

    ağa babası mı deriz, ne denir bilmiyorum...

    elbette bu sözlük sedat kapanoğlu'nun (nam-ı diğer ssg) yarattığı bir dünya. dünya demek pek aşırı diyorsanız size başka bir yazardan örnek vereyim de ne demek istediğim anlaşılsın; tüm sevenler için david eddings'den geliyor: "dünyasını kaybedenler yeni bir dünya kurmak zorundadırlar..."

    elbette ben, ssg dünyasını kaybetmişti de yeni bir dünya yarattı falan demiyorum. ama kendisinin de dediği gibi; "saat farki yuzunden yalniz gecirdigim saatleri ba$ariyla doldurabilen bir ba$yapit. state-ul art." (ssg / 19.02.1999)

    ve okuyan, dinleyen hatta izleyen bilir ki ekşi sözlük aslında her otostopçunun galaksi rehberidir. hal böyleyken böyle mükemmel bir eserin yaratıcısı böylesine mükemmel bir sitenin eserinden feyz alınarak yapıldığını öğrenebilme şerefine nail olabilseydi gurur duyardı...

    ama bugün sözlüğün geldiği noktaya bakarsak:

    tam burada parantez açalım ki kimsenin vebali boynumuzda dolaşmasın:

    (

    sözlüğün bugün geldiği noktanın sorumlusu ssg, kanzuk, otisabi, nazmiye demirel, guru, efendisiz, samatya, huzursuz, owencan, gök yeleli bozkurt ve isimlerini sayamayacağım aramaya da üşendiğim kişiler değildir. bugün gelinen noktanın tek sorumlusu türkiye topraklarında eğitim alamamış daha doğrusu eğitim adı altında başka şeyler almış insanlardır. en ufak tartışmada avazı çıktığı kadar bağıran, okuduğu kırk kuruşluk bilgiyle tartışmalarda caka satmaya çalışan, inandığı şeylere körü körüne bağlanmış ve karşısındakinin inançlarına, fikirlerine zerre kadar saygı duymayan, duymadığı gibi karşısında herhangi bir fikir olsun istemeyen insanların eseridir.

    parantezi kapatıp devam edelim

    )

    ama bugün sözlüğün geldiği noktaya bakarsak; sözlüğü öğrense mezarında ters dönecek insandır...

    doğum günün kutlu olsun douglas adams, her şeye rağmen teşekkürler ssg
  • "bir kitap yazmamak inanılmaz zaman alıyor."

    sözlerine sahip harika bir yazar, muhteşem bir komedyen.
    keşke oturup bi çay içseydik dediğim sayılı insandan biri.
    evrenin sonunda görüşmek üzere.
  • bir bilim neferi değildir, sevenleri de bir bilim neferi olduğu için sevenleri değildir. yuh, oha ve hatta çüş. adamın olayı zaten asimov janrasından bir bilimkurgu yazarı olmak bile değil. bilimkurgu üzerinden mizahi dille toplum ve düzen eleştirisi yapmak, felsefenin dibine vurmak. bilimkurgu burada amaç değil araç.

    tapın, taptırın.
hesabın var mı? giriş yap