• nedeni anlasilamasa da bir sekilde cok zevk alinan filmlerden biri. hele bazi sahneleri var ki, garip bir haz veriyor. ornegin, jack nicholsonun ilk defa ot ictigi [rivayete gore tum benzer sahnelerde gercekten ot icmisler, 1 kilo kadar toplamda] ve dakka bir gol bir kendini kaybedip uzaylilarin medeniyetini anlattigi sahneyi uzattikca uzatsalardi keske; soyle ici sicak su dolu bir kuvette, mayismis bir sekilde iki uc gun boyunca izler, himbilligin doruguna cikardik.

    velhasil filmin bir cok yonu cok spontane ve amatorceymis hakikaten, o yuzden bazi sahnelerin derin analizlerini yapip, cekimler boyunca 5 dakika ayik olmayan dennis hopperin dehasina ovguler duzmeye gerek yok; lakin sirf bilerek yapmamislar diye, mesaj cikarmak telasiyla filmin derinliklerine kazi yapmamizi ve kicimizdan yorumlar uydurarak prim yapmamizi kimse engelleyemez.

    bu kazilardan birinde gorebiliriz ki, gercekten ozgurluk diye birsey insanin dogasina pek uygun degil. elemanlar yolculuklari sirasinda birkac degisik hayat bicimine rastliyorlar. ailesiyle birlikte yasayan, topragiyla bir olmus, kok salmis durust ciftci ornegin. bu bizimkilerin tam tersi bir hayat tarzi ve fonda efendi, bu ciftciye alttan alttan gipta ediyor.

    sonra o hippilerle karsilasiliyor. nitekim onlarda metallica dinleyip "where i lay my head is home, hoyloyloy, wherever i may roam" diye bagiracaklarina, alternatif bir "sehir", bir duzen kuruyorlar kendilerine. kalici bir duzen bu, topragi ekiyorlar zaten.

    fakat burada da 60larin cicek cocuklarinin yeni duzenlerinin pek de yeni olmadigi bir kac detayla gozumuze carpiyor. yani oyle baris, kardeslik, cayirda bayirda ozgurce seks, kuaforlere ve berberlere oluum sloganlariyla iyimser bir hava yaratilsa ve hersey sil bastan baslasa dahi, eninde sonunda bir toplulugun gecirecegi evreler, bireylerin iliskileri asagi yukari ayni. dunya, simcity misali bir bilgisayar oyunu olsa, cok karizmatik bir lider ismi bulup profilinize yazarak bir hisimla baslasaniz oyuna, "ulan dunyanin en sahane, en duzenli, en verimli uygarligini yaratacagim" diye gecenizi gunduzunuze katsaniz, yine de bir sure sonra o sehirlerin karmasikligi sizin kontrolunuzu asacak , uygarlik yine daha organik bir gelisime kendini kaptiracak, yine ayni sorunlarla yuzyuze gelecegiz. bu evrelerin daha basinda bulunan o kucucuk hippi vahasinda bile, bencillik var (misafirler gelmisler de, ayrilirken kapida bir bardak su istermis gibi 10 kilo pirinc istemisler, klanin basdisisi vermeyince de onun orospu olduguna, sacinin da peruk olduguna dair ormanda dedikodu yaymislar..) sorunlar basgosteriyor, gecim dertleri basgosteriyor, vs.

    bizimkiler burayi da gecerler ve jack nicholsonun, ozgurlugun siradan insanlar icin korkutucu oldugunu, cunku bu easy riderlarin onlara aslinda ozgur olmadiklari gercegini hatirlattiklarini kamp atesi muhabbetinde buluverirler kendilerini. insanlar kendilerini ozgur sanarlar ve kendilerini bu sekilde kandirmak icin kisisel ozgurlukler ve haklar diye saatlerce vaaz verirler, oysa sistemin bir parcasi olmanin bedeli olarak cogu konuda sartlandirilmislardir, kok salmislardir ve bu gercek yuzlerine vuruldugunda sadece korkmakla kalmazlar, tehlikeli olurlar. easy riderlar, onlara kaybettikleri seyleri hatirlatir.

    fakat dedik ya, onlar da tamamen ozgur degildirler. simdi zaten basta belirttigim gibi bu yorumlarin hicbiri filmde olmayabilir, tamamen husnukuruntum olabilirler, dolayisiyla batti balik yan gider hesabi, o acayip asit tribi sahnelerini de bu dogrultuda yorumlayalim. fonda efendi heykelin kucaginda, annesine olan ozlemini dile getirir. binlerce millik ucsuz bucaksiz ozgurluk, annesinin eksikligini gidermez. [hatta dvdsinde belirtildigi kadariyla o sahnelerde babasini da temsil eden birileri vardir] burada kendimizi iyice kaybedip diyebiliriz ki, ailesini ve bilhassa annesini, guven hissi icin aramaktadir. ozgurluk duygusu ve sinirsiz hareket kabiliyeti, bir annenin kollarinda ve yuvasinda duyulan guven hissinin yerini tutmaz.

    evrimsel aciklamalara olan merakimizi bilenlerin de tahmin edebilecegi gibi, bunu, canlilarin onceliginin hayatta kalma olmasi isiginda degerlendirebiliriz. bir canli icin guven hissi, icgudusel olarak cok derin bir ihtiyactir; oysa ki ozgurluk daha az hayvani ve daha insanidir, bir ideadir. surudeki elemanlara artistik olsun diye, yahut cani cekti diye, tek basina adanin oteki ucundaki selaleye gidip serinlemek hicbir akli basinda sempanzenin yapacagi bir hareket degildir.

    iste bu yuzden insanlar da biraraya gelip, temel korkularini ve ihtiyaclarini giderebilecekleri sistemler, orgutler kurarlar ve bunun karsiliginda da bireysel ozgurluklerini kismen feda ederler. pek muhterem thomas hobbes amcam da bunlari belirtmistir zamaninda, lakin ertesi yuzyilda fransiz devriminin idealist dusuncelerinin hakim oldugu gaz evresinde ozellikle rousseaudan bolca zilgit yemistir. (tabii ki hobbes rousseauyu dover, buyrun (bkz: #6556404))

    velhasil sonunda da fonda efendi, sumsuk hoppera doner ve epey umutsuz bir ses tonuyla birkac defa we blew it der. (yani sansimizi kacirdik, beceremedik) buradaki umutsuzlugun kaynagi kanimca bu ozgurluk macerasinin sonu gelmez bos bir arayis oldugunu, icindeki eksiklikleri gideremeyecegini anlamis olmasidir. o aradigi guven hissine, baslarda rastladiklari ciftci ve ailesi gibi ulasamayacaktir. o guven hissine, ait oldugunu sandigi amerikanin ortasinda, kendi gibi gorunen ama ondan korkan ve nefret eden insanlarin yaninda da ulasamayacaktir.

    en nihayetinde bunlari cagristirdigi icin, guzel muzikleri icin ve muhtemelen ister colun ortasinda, ister kafamizin icinde, ayni arayislarla yapilan kendi road triplerimizi hatirlattigi icin zamaninin otesinde bir filmdir, boyle olmasi amaclanmamis olsa dahi.

    edit:ha tabii bir de nereden geldigi, kimin uygun gordugu belli olmayan bir kult film statusu vardir ki bu da en sikici ve gereksiz sahnelerine bile otomatikman sanatsal bir statu kazandirir, her turlu elestiriye karsi celik aynadir. yukardaki yorumlarla paralel olarak denilebilir ki, eger bu film hakkaten kult olmussa, o serseri manyak dennis hopperin usta yonetmenliginden ziyade bunu kendi kendine mucizevi bicimde basarmistir, kozmosun gizemidir
  • filmin arka planinda "peter fonda"nin bir yorumundan anlasildigi kadariyla bilinçli olarak öne çikarilmayan bir 1960'lar amerika'si vardir:
    simdikinden daha az vahsi degildir. ancak toplumun deger yargilari ve milli duygulari açisindan daha kesif bir güven eksikligi dönemidir:
    liderler faili meçhul suikastlere kurban giderler, üniversite ögrencileri öldürülür ardinda derin devlet oldugu süpheleri vardir. ülkenin çesitli yerlerinde gösteriler düzenlenir, polis göstericilere siddet kullanir, vietnam ve post vietnam sendromlari yasanir ve herseyin üzerine baskan bir düzenbaz ve yalancidir. "rider" a bu açidan bakilirsa film, gençligin bu artalandaki kimlik arayisinin bir ifadesi sayilabilir. 1969 amerikasina sok etkisi yapacak aykiri gelen yasam tarzinin bütün detaylarinin bugünkü amerikann populer kültüründeki kliselere nasil dönüstügünün ironizmi bile filmin degeri açisindan yeterli gelebilir.
    dahası abd'ni bush yönetiminin köktendinci muhafazakar kalıplarına iten döngünün altyapısında bu dönemim izlerini bulmak da yanlış bir çıkarım olmaz.

    ama filmi yine de kayda deger bulmayanlara en azindan asagidaki belgesel nitelikleri düsünerek bir daha izlemelerini önerebilirim:
    - 1960'lardaki amerikan gençliginin yasadigi ve geçirdigi baskalasim,kendini arayis
    - amerikan halkinin çesitli kesimlerin ahlak degerleri ve deger yargilari,
    - inançlari,
    - tanri tanimlari,
    - ölüme bakislari,
    - spritualizm
    - hippi idealizmi.
    ..................

    filmin yapilisi ile ilgili belgeselden notlar:
    1) filmin bilinen son 90 dakikalik montaji disinda herkesin (hopper,fonda,nicholson vs.) birer montaji vardir. hopper'inki 3 saatliktir.
    2) filmin müzigi için crosby stills and nash'i seçmislerdir . ancak bunlar filmi izledikten sonra. "adamim bu bizi asar" deyip ayrilmislardir. bu ve bunun gibi birçok detayda filmin gelismesi tamamen tesadüflerle olmustur. (hippi kampindaki dua sahnesi,kamp yeri konusmalarinin hemen tümü, son kamp yerindeki sonuç diyalogu)
    3) film çekimleri boyunca birkaç kilo ot içilmistir. hemen herkesin kafasi sahanedir.
    4) filmin ilk gösterimine amerikan halkinin tepkileri de filmin temasini desteklemistir. bazi bati ve güney eyaletlerinde seyirci filmin bitis sahnesindeki katil köylüleri alkislamistir. bu baglamda su baslik altindaki notlara göz atmak ve filmin umulmadik sonunu daha iyi yorumlamak için birlesik devletleri tanimlamak açisindan ilgi çekici olabilir: (bkz: evanjelizm/#7358624)
    5)nicholson, bu film için israrlara dayaamayip sete dönmese sinemayi birakacaktir. filmdeki roluyle gelen kendisini de sasirtan èn iyi yardimci aktör` oskari adayligi onu gaza getirir. sinemada kalir
    6) hopper ve fonda'nin filmdeki ismleri "wyatt" ve "billy" hopper'in taktigi isimlerdir. hopper filmi bastan sona amerikan vahsi batisinin günümüze uyarlanmasi gibi düsündügünü söyler.
    (bkz: wyatt earp)
    (bkz: billy the kid)
    7) fonda'nin mezarlikta acid aldiktan sonraki sayiklamalari:
    "oh mother why didn't you tell me? why didn't anybody tell me anything?...what are you doing to me now?...shut up!...how could you make me hate you so?...oh god, i hate you so much." çocukken bogazini keserek intihar eden annesine ithafen söylenmistir. bu sahneyi "hopper"in zoruyla çekmis ve sonra da utanarak montajdan çikarilmasini istemis ama kabul ettirememistir. ancak arada geçen "shut up" fonda'nin kameramanla konusan hopper'i susturmak için bagirisidir ki hopper firlamalik olsun diye bunu da montaja eklemistir.
    8) ayrica (bkz: the wild angels) (bkz: amerikan efsanesi)
  • dennis hopper bu filmin çekimlerinde canı ne isterse yapmış birgün önce barda kafa çekerken tanıştığı adamları ertesi gün filminde oynatmıştır soranlara da bu benim lanet filmim canım ne isterse yaparım diye bağırmıştır. ortaya mucizevi şekilde güzel bişi çıkmış ve herkesi şaşırtmıştır
  • peter fonda film hakkında şöyle demiş;

    --- spoiler ---

    "easy rider özgürlük hakkında değil, özgürlüğün olmayışı hakkında. kahramanlarım haklı değiller, hatalılar. filmi bitirmek için yapabileceğim tek şey, karakterimi öldürmek. ben de sonunda intihar ediyorum; amerika'nın da bunu yaptığını söylemiş oluyorum."

    --- spoiler ---

    tom burke'ye göre ise olan şu; "hopper, hollywood'a eski moda sistemini neresine sokması gerektiğini söyledi, endüstri tarafından kara listeye alındı, peyote çiğnedi, esrar içti, billy the kid gibi giyindi, sütlü kahve saçlarını taramadan saldı uzattı, peter fonda'yla tanıştı, perde dışında ve perdede beraber asit attılar, esaslı bir film çekebileceği konusunda ısrar etti ve 'easy rider' ile de haklı olduğunu kanıtladı; güneybatıyı motosiklet üzerinde kateden genç uyumsuzları anlatan etkileyici bir hikaye yazdı ve başrollerden birini üstlendi, ama filmi kendini yönetti ve hemen ardından 1969 cannes film festivali'nde yeni bir yönetmenin çektiği en iyi film ödülünü kazandı."

    son olarak da wim wenders'a kulak verelim; " 'easy rider' güzel olduğu için politiktir; fotoğraflar güzel ve sakin olduğu için, müzik güzel olduğu için, peter fonda'nın hareketleri güzel olduğu için, denis hopper'ın yalnızca oynamadığı, aynı zamanda los angeles - new orleans arasından bir film yaptığının anlaşıldığı için politiktir."
  • --- spoiler ---

    muhafazakar kökleri ve soğuk savaş çılgınlığı nedeniyle giderek daha fazla kapanan amerikan toplumunun gelenekçi yapısına tepki olarak gelişen 1960'ların hippi hareketleri üzerine belgesel tadında izlenebilecek olan 1969 abd yapımı unutulmaz macera filmi. filmde, ırkçılığa, muhafazakarlığa ve farklı olana düşman olmaya dair önemli göndermeler vardır. dennis hopper'ın yönettiği film, en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında jack nicholson'a ve en iyi uyarlama senaryo dalında peter fonda , dennis hopper ve terry southern üçlüsüne oscar adaylıkları getirmiştir. filmde jack nicholson, dennis hopper ve peter fonda gibi üç önemli oyuncunun gençlik halleri görülebilir. film, büyük başarısı ve yıllar içerisinde ortaya koyduğu muazzam kültürel etki ile hollywood'u 1970'lerdeki yeni çizgisine taşımış ve bir nevi yeni bir alt kültür oluşturmuştur. ayrıca filmin müzikleri de özenle seçilmiştir ve özellikle girişteki born to be wild şarkısı unutulmazdır. ayrıca filmde uzaylılar ve ufolarla ilgili ilginç bir diyalog da vardır. filmin imdb.com puanı ise 7,4/10'dur. bence filmdeki en önemli diyalog ise şöyledir;

    george hanson: you know, this used to be a helluva good country. i can't understand what's gone wrong with it.
    billy: man, everybody got chicken, that's what happened. hey, we can't even get into like, a second-rate hotel, i mean, a second-rate motel, you dig? they think we're gonna cut their throat or somethin'. they're scared, man.
    george hanson: they're not scared of you. they're scared of what you represent to 'em.
    billy: hey, man. all we represent to them, man, is somebody who needs a haircut.
    george hanson: oh, no. what you represent to them is freedom.
    billy: what the hell is wrong with freedom? that's what it's all about.
    george hanson: oh, yeah, that's right. that's what's it's all about, all right. but talkin' about it and bein' it, that's two different things. i mean, it's real hard to be free when you are bought and sold in the marketplace. of course, don't ever tell anybody that they're not free, 'cause then they're gonna get real busy killin' and maimin' to prove to you that they are. oh, yeah, they're gonna talk to you, and talk to you, and talk to you about individual freedom. but they see a free individual, it's gonna scare 'em.
    billy: well, it don't make 'em runnin' scared.
    george hanson: no, it makes 'em dangerous. buh, neh! neh! neh! neh! swamp!

    konusu
    filmde, uyuşturucu satışından kazandıkları parayı harcamak amacıyla motosikletleri ile amerika'da gezinen iki hippinin, wyatt (peter fonda) ve billy'nin (dennis hopper) öyküsü anlatılmaktadır. los angeles’tan doğuya doğru yaptıkları bu özgürlük arayışı, alternatif bir yol filmi olmakla birlikte iki kahramanların amerikan rüyasına ulaşma yolunda bilinmezlerle dolu destansı yolculuklarını anlatıyor. film, paranoyanın, bağnazlığın ve şiddetin hüküm sürdüğü konformist amerika’da idealist 1960’ların çöküşüne tanıklık ediyor.

    imdb.com - http://www.imdb.com/title/tt0064276/

    wikipedia - https://en.wikipedia.org/wiki/easy_rider

    vikipedi - https://tr.wikipedia.org/wiki/easy_rider

    trailer - https://www.youtube.com/watch?v=gwst6mpt7ds

    --- spoiler ---
  • sountrack'ın bir filmde ne kadar önemli olduğunu gösteren 1969 muhalif amerikan filmi, easy rider aslında bir yolculuk filminin ötesinde bir özgürlük filmidir, ne kadar iyi anlar ve seversen film bittiğinde o kadar özgür hissedersin kendini.

    --- spoiler ---

    yola çıkmadan önce peter fonda'nın kolundaki saati yere atması aslında o kadar çok şey anlatıyorduki, bize ne yapacağımızı sürekli emreden mekanik saati yere atmıştı ve artık zaman mekanik bir aletten öte, doğa olaylarıyla ölçülecekti.

    --- spoiler ---
  • 1969 amerikan sinemasi için iyi bir hasat yılıdır:
    john schlesinger'in "midnight cowboy"u,
    costa-gavras'ın "z"si,
    george roy hill'in "butch cassidy and the sundance kid"i,
    arthur penn'in "alice's restaurant"ı,
    sydney pollack'ın "they shoot horses dont they"i
    gene kelly'nin hello, dolly'si
    hepsi 1969 yapımıdırlar
  • kullanılan müzikler için ödenen telif miktarının çekim bütçesinden fazla olduğu filmdir.

    ayrıca film boyunca alttan alttan karakterleri vuran hippi ruhu dışında bir düşünce tarzı da vardır, yahut en azından benim yorumum öyle, özellikle de temiz aile çocuğu avukatın uzaylılar olarak bahsettiği şey aslen sosyalist düzene olan bir özlemdir bir nevi, fakat cahil ve bastırılmış amerikan halkı için bu o kadar uzak ve yabancı bir kavramdır ki sevgili alkolik avukatımız bundan "uzaylılar" olarak bahseder.*
  • bu film 42 yıl önce anlatılan geçmişin,günümüzün ve geleceğin kısır bir döngüsünden bahsediyor.evet bahsediyor,bir şeyler anlatıyor.çok basit ama açıkça,hiç çekinmeden.

    bu bir kısır döngü;
    çünkü hala;özgürlükten konuşup konuşup karşısında özgür birini görünce korkan,tehlikeli olanlar var;gitmekten,çok uzaklara gitmekten konuşup konuşup bir adım gidemeyenler var,bir insanın saç kesiminden onu bir ucube olarak yargılayanlar var,"farklı" ayrımcılığıyla yetişen koskoca bir nesil var ve bu korkaklar bundan sonra da olacaklar,insanlar özgürlükten konuşup yine kendi kafeslerinee mahkum kalacaklar,dış görünüşünden dolayı;uzattığı saçından,taktığı küpesinden,giydiği kıyafetlerinden insanlar yargılanmaya,hor görülmeye devam edecekler.

    bu film sadece çekildiği döneme değil,çok geniş zamanlara sert bir göndermedir nazarımda.

    "-boy,i sure wish i was going to with you.
    -yeah?you got a helmet?"

    oh,i've got a helmet.
    i got a beauty.
  • çok gereksiz bir ayrıntı olacak ama, ilk tanıştıkları hapishane sahnesinde jack nicholson öyle bir esnerki siz de mutlaka ekran başında esnersiniz.
hesabın var mı? giriş yap