aynı isimde "ego (dizi)" başlığı da var
  • çoğunlukla yanlış anlaşılan kavram. freud'un kemikleri sızlamasın ama id, ego ve süperego hep yanlış kullanılır toplumda.

    genelde özgüveni fazla yüksek kişilere ya da bencil kişilere, ne bileyim işte benzer tabirleri karşılayabilmek adına sizin de bildiğiniz gibi "egosu yüksek kişiler" diyoruz, oysa ki başlı başına yanlış bir tabir anlamsal olarak. ego, sağlıklı insanın kanıtıdır. ego ne kadar iyi çalışıyor ise o kadar benlik bütünlüğü sağlanır.

    id, en ilkel ve tamamen haz odaklı güdülerimizi temsil eder. misal yolda yürürken görüyorsunuz ki tanımadığınız birinin elinde çok sevdiğiniz bir çikolata var, o çikolatayı yiyebilmek için hemen o an gidip o insanı gasp edercesine yiyeceği almak idin isteğidir. yani herhangi bir ahlaki kural gözetmez.

    süperego ise bunun tam zıttı olarak, babaanne tavrı diyebiliriz. başkasının elinde gördüğünüz yiyeceği o anda çalmanın ne kadar ayıp bir şey olduğunu içsel olarak sizin bilinçaltınıza işleyen şeydir. ilkel istekleri bastırma, toplum kurallarına uyma, içten içe bir suçluluk hissetme; süperegonun sonucudur.

    ego ise; id ile süperegoyu dengeler. hem ide kulak verip, hem de süperegonun maruz bıraktığı kadar suçluluk duymadan o çikolatayı yemenin yolu; o kişiye kibarca sorup bir parça çikolata istemekten geçer. bu dengeyi kuran da egodur.

    yani genelde "egosu yüksek" tabiri, "idi yüksek" olarak kullanılırsa doğru olacaktır.

    -----------------------------

    daha ilgi çekici şekilde bir örnek daha verirsek;

    şehvet duyduğunuz bir kişiyle yolda karşılaşıyorsunuz, hemen o anda ve orada sevişmek istemeniz idin isteğidir. sokakta outdoor sex yaparsanız id galip gelmiştir.

    o kişi ile evli değilseniz, sevgili değilseniz; buna rağmen şehvet duyduğunuz için kendinizi suçlamanız ve bunun çok yanlış çok kötü bir şey olduğunu düşünmeniz, süperegonun ürünüdür. eğer kendinizi utanç içinde hisseder ve şehveti aklınızdan silip ne kadar iğrenç bir insan olduğunuzu düşünüp bu yüzden o kişiden kaçarsanız süperegonuz galip gelmiştir.

    eğer o kişiyi insanca yemeğe, sinemaya ya da direkt eve; flört anlayışınız nasıl ise size uygun gelen şekilde, herhangi bir ilkel güdüye yenik düşmeden ve suçluluk da hissetmeden davet edip hamle yaparsanız da egonuz güzel bir denge kurmuştur.

    -------------------------------

    alkollüyken düşünmeden yaptıklarınız id, akşamdan kalma bir şekilde uyanıp "naptım lan ben" diyen yönünüz süperego; yapılan mallıkları ise "pardon kuzenim yazmış" edasıyla kabul edilebilir kılıfa sokarak düzeltmeye çalışmak ise egonun görevidir.
  • ego bizi yaşatan şeydir. ne yaparsak egomuzu tatmin için yaparız. yani kendimiz icin. bu yüzden birilerini veya bir şeyi kendimizden fazla sevdiğimiz ya da sevebileceğimiz en büyük yalandır. yemedim yedirdim, giymedim giydirdim, içmedim içirdim gibi sozler belki doğrudur ama birileri için bir şeylerden vazgeçmek daha fazla egomuzu tatmin eder. bir şey için ölmek de böyledir. ölmek yaşamaktan daha fazla egomuzu tatmin ettiği için tercih edilmiştir. yani ego tatmini her zaman mutluluk değildir. bazen acı da egomuzu tatmin edebilir. mesela sevgilimizden ayrıldığımızda veya biri öldüğünde üzülmemiz bizi tatmin eder. sonuçta ego için yaşarız.
  • osho'nun, zihnin sınırının ötesi adlı kitabından.

    ego - sahte merkez

    en önce anlaşılması gereken şey egonun ne olduğudur. bir çocuk
    doğar. doğduğunda kendisi hakkında hiçbir bilinci, bilgisi yoktur.
    ve bir çocuk doğduğunda ilk olarak farkına vardığı şey kendisi değil
    diğeridir. bu doğaldır çünkü gözler dışa doğru açıktır, eller
    diğerlerine dokunur, kulaklar başkalarını duyar, damak yiyecekleri
    tadar ve burun dışarıyı koklar. tüm bu duyular dışa doğru açıktır.
    doğmanın anlamı da budur. doğumun anlamı, bu dünyaya gelmektir,
    dışarının dünyasına. dolayısıyla da bir çocuk doğduğunda, bu
    dünyanın içine doğar. gözlerini açar ve diğerlerini görür. diğer siz
    demeksiniz. çocuk ilk önce annesinin farkına varır. daha sonra da
    yavaş yavaş kendi bedeninin farkına varmaya başlar. bu da aslında
    diğerdir ve de bu dünyaya aittir. acıkır ve bedenini hisseder;
    ihtiyacını giderdiğinde de bedenini unutur.

    bir çocuk şöyle yetişir: önce sizin, ötekinin farkına varır ve
    sonraysa sizinle, ötekiyle kıyaslayarak yavaş yavaş kendisinin
    farkına varır. bu farkındalık yansıtılmış bir farkındalıktır. o
    kendisinin kim olduğunun bilincinde değildir. o yalnızca annenin ve
    de onun kendisi hakkında ne düşündüğünün farkındadır. eğer annesi
    ona gülümserse, onu takdir ederse, "sen çok güzelsin" derse, onu
    kucaklayıp öperse çocuk kendisi hakkında iyi şeyler hisseder. işte
    şimdi bir ego doğmuştur. takdir,sevgi, ilgi aracılığıyla iyi
    olduğunu, değerli olduğunu ve bir önemi olduğunu hisseder. bir
    merkez doğar.

    yalnız bu merkez yansıtılmış bir merkezdir. onun gerçek varlığı
    değildir. kendisinin kim olduğunu bilmez; yalnızca başkalarının
    kendisi hakkında ne düşündüğünü bilir. ve bu bir egodur; yansıma,,
    başkalarının ne düşündüğüdür. şayet herkes onun bir işe yaramaz
    olduğunu düşünürse, kimse onu takdir etmez, gülümsemez. böyle bir
    durumda da bir ego doğar: hastalıklı bir ego; üzgün, reddedilmiş,
    değersiz ve diğerlerinden aşağıda hissederken kendisini incinmiş. bu
    da bir egodur. bu da bir yansımadır.

    önce anne - ve anne başlangıçta tüm dünya demektir. sonradan anneye
    başkaları katılır ve dünya büyümeye başlar.ve bu dünya büyüdükçe de
    ego daha karmaşıklaşır çünkü birçok başka insanın daha görüşleri
    yansır. ego biriktirilmiş bir olgudur, başkalarıyla yaşıyor olmanın
    bir yan ürünüdür. eğer bir çocuk tamamıyla yalnız yaşarsa, hiçbir
    zaman ego geliştirmiyecektir. ama bunun bir yararı olmaz. bir hayvan
    gibi kalacaktır. hayır, böyle birşey onun gerçek kendi benliğini
    bileceği anlamına gelmez.

    ego bir zorunluluktur çünkü gerçek olan ancak sahtesi aracılığıyla
    anlaşılır. kişi onun içerisinden geçip gitmelidir. bu bir öğretidir.
    gerçek yalnızca yanılsama sayesinde anlaşılır. gerçek olanı doğrudan
    bilemezsiniz. öncelikle gerçek olmayanın ne olduğunu bilmek
    zorundasınızdır. önce gerçek olmayanı tanımak zorundasınız. bu
    tanışıklık vasıtasıyla gerçeğin ne olduğunu bilmek için yeterli hale
    gelirsiniz. şayet siz sahteyi sahte olarak bilirseniz, gerçek
    üzerinize gün gibi doğar.

    ego bir ihtiyaçtır; o toplumsal bir ihtiyaç, toplumsal bir yan
    üründür. toplum sizin çevrenizdeki herşeydir - siz değil ama
    etrafınızdaki tüm şeylerdir. herşeyden sizi çıkarttığınızdaki şeydir
    toplum. ve herkez yansıtır. okula gidersiniz ve öğretmen sizin kim
    olduğunuzu yansıtacaktır. diğer çocuklarla arkadaşlıklarınız olacak
    ve onlar sizin kim olduğunuzu yansıtacaklar. adım adım herkes sizin
    egonuza birşeyler katar ve herkes egonuzu topluma problem
    oluşturmayacak hale getirmeye çalışır.
    onların derdi siz değilsinizdir.
    onlar toplumla ilgilenmektedirler
    toplum kendisini düşünür ve bu böyle de olmalıdır.
    onların önemsediği şey sizin 'kendini bilen' insanlar haline
    gelmeniz değildir. onlar için önemli olan sizin toplum denen
    mekanizmanın yararlı bir parçası olmanızdır. resmi bozmamalısınız.
    dolayısıyla da size toplumla uyumlu bir ego verirler. size ahlak
    öğretirler. ahlak, size topluma uyacağınız bir ego vermek anlamına
    gelir. eğer siz ahlaklı değilseniz, şurada ya da burada uyumsuz
    olursunuz. bu sebeple suçluları hapishanelere koyarız - hayır,yanlış
    birşey yaptıkları için ya da onları hapse atmakla onların
    iyileşeceği için falan değil! sadece onlar uyumsuzdur. onlar sorun
    üretirler. onların sahip oldukları türden egoları toplum onaylamaz.
    şayet toplum onaylarsa her şey iyidir.
    bir adam birisini öldürür - o bir katildir.
    ve aynı adam savaş zamanında binlercesini öldürür - o muhteşem bir
    kahraman haline gelir.
    toplum cinayetten rahatsız olmaz ama cinayetin toplum için işlenmesi
    gerekir.o zaman sorun kalmaz.
    toplum ahlakı önemsemez.
    ahlak yalnızca sizin topluma uymanız demektir.
    toplum savaştayken ahlak değişir.
    barış dönemindeyken toplumun başka ahlakı vardır
    ahlak toplumsal bir politikadır. diplomatiktir. tüm çocukların
    toplumla uyumlu halde yetiştirilmesi şarttır ve her şey bu kadar
    basittir. çünkü toplumun ilgilendiği tek şey yararlı üyelerdir.
    toplum sizin kendinizi bilmeniz gerekliliğiyle ilgili değildir.
    toplum bir ego yaratır çünkü ego istenilen yönde kullanılabilir ve
    kontrol altında tutulabilir.
    kişinin öz benliğiyse hiçbir zaman kontrol edilip kullanılamaz.
    toplumun bir insanın öz benliğini kontrol altında tuttuğu duyulmuş
    birşey değildir

    çocuğun bir merkeze ihtiyacı vardır ve çocuk kendi merkezinin
    tamamıyla farkında değildir. toplum ona bir merkez verir ve çocuk ta
    azar azar toplumun kendisine verdiği egonun kendi merkezi olduğuna
    ikna olur.

    bir çocuk eve döner - şayet sınıfta birinci olduysa tüm aile
    mutludur. onu kucaklayıp öper, omuzunuza alır dans edersiniz ve, "ne
    güzel bir çocuk! sen bizim için gurur kaynağısın" dersiniz. ona
    ayırt edilmesi güç bir ego verirsiniz. eğer çocuk eve utanç içinde,
    başarısız becerememiş, sınıfta kalmış olarak gelirse ya da alt
    sıralarda kalmışsa - o zaman kimse onu takdir etmez ve o da
    kendisini dışlanmış hisseder. bir dahaki sefere daha sıkı
    çalışacaktır çocuk çünkü merkezi sarsıntı hisseder.

    ego her zaman sarsıntıdadır, her zaman beslenmenin peşindedir, yani
    birisinin takdir etmesi gerekir. bu nedenledir ki sürekli ilgi talep
    edersiniz.

    kim olduğunuz hakkında başkalarından fikir alırsınız. bu doğrudan
    bir deneyim değildir. sizin kim olduğunuz hakkında edindiğiniz
    fikirker başkalarından gelir. onlar sizin merkezinizi biçimlendirir.
    bu merkez sahtedir çünkü siz kendinize ait gerçek merkezinizi
    taşımaktasınız. o kimsenin karışamayacağı birşeydir. kimse ona şekil
    veremez.

    siz onunla beraber gelirsiniz
    siz onunla doğarsınız.

    bu demektir ki, sizin iki merkeziniz vardır. birisi varoluşun size
    vermiş olduğu, sizin beraber geldiğiniz merkezdir. bu gerçek öz
    benliğinizdir. ve diğeri, toplum tarafından yaratılmış olan merkez
    ise egodur. o sahte bir şeydir - ve çok büyük bir kandırmacadır. ego
    aracılığıyla toplum sizi kontrol etmektedir. siz belli bir şekilde
    davranmak zorundasınızdır, çünkü sadece o zaman toplum sizi takdir
    eder. belli bir tarzda yürümek, belli bir şekilde kahkaha atmak;
    belli bir tarzı, ahlakı, formülü takip etmek zorundasınız. ancak o
    zaman toplum sizi takdir eder, ve etmezse de egonuz sarsılır. ve
    egonuz sarsıldığında, kim olduğunuzu, nerede olduğunuzu bilmezsiniz.
    başkaları size fikri verdi.
    bu fikir egodur.
    onu mümkün olduğunca derinden anlamaya çalışın, çünkü ondan
    kurtulmak durumundasınız. ve ondan kurtulamazsanız hiçbir zaman öz
    benliğinize ulaşamazsınız. çünkü siz merkeze bağımlı haldesiniz,
    hareket edemezsiniz ve öz benliğinize bakamazsınız.

    ve, egonun parçalanacağı, kim olduğunuzu bilmeyeceğiniz, nereye
    gidiyor olduğunuzu bilemeyeceğiniz, tüm sınırların eriyip gittiği
    geçici bir zaman dilimi, bir aralık olacağını anımsayınız.

    en basitinden aklınız karışacak, bir kaos olacak.
    bu kaos nedeniyle egonuzu kaybetmekten korkarsınız. fakat bu böyle
    olmak zorundadır. kişi kendi gerçek merkezine varmadan önce bu
    kaosun içerisinden geçmek zorundadır. ve şayet cesursanız, bu dönem
    kısa olacaktır.

    eğer korkarsanız ve tekrar egonun kucağına düşerseniz, ve yeniden
    onu ayarlamaya başlarsanız, işte o zaman çok, çok uzun sürebilir;
    bir çok hayat ziyan edilebilir.

    şöyle bir öykü duymuştum: küçük bir çocuk büyükannesini ziyaret
    etmekteymiş. sadece dört yaşındaymış çocuk. geceleyin büyükannesi
    onu uyuturken, çocuk aniden bağırmaya ve ağlamaya başlamış ve "eve
    gitmek istiyorum. karanlıktan korkuyorum" demiş. fakat büyükanne
    de, "çok iyi biliyorum ki, evde de karanlıkta uyuyorsun; hiç bir
    zaman ışığının yandığını görmedim.
    öyleyse burada neden korkuyorsun?" diye sormuş. çocuk, "evet, bu
    doğru - ama o benim karanlığımdı" demiş. bu tamamıyla bilinmeyen bir
    karanlık.

    karanlık ile birlikte bile, "bu benim" diye hissediyorsunuz.
    dışarıdayken bilinmeyen bir karanlıktır. egoyla birlikte ise "bu
    benim" diye hissediyorsunuz.

    sorunlu olabilir, belki de bir çok can sıkıntısı yaratır ama hala o
    benim. tutunacağınız, yapışacağınız, ayaklarınızın altında olan
    birşey; boşlukta, vakumda değilsiniz. berbat bir durumdasınız, ama
    en azından varsiniz. kötü hissetmek bile size 'ben varım' hissi
    verir. ondan uzaklaşınca korku her yanı sarar; bilinmeyen
    karanlıktan ve kaostan korkmaya başlarsınız - çünkü toplum sizden
    bir parçayı silmeyi başarmıştır.

    aynen ormana gitmek gibidir bu. biraz temizlik yaparsınız, zemini
    biraz temizlersiniz; çit örer, küçük bir kulübe yaparsınız; küçük
    bir bahçe yaparsınız, çim bir alan, ve iyisinizdir. çitinizin ötesi
    ormandır, vahşidir. burada (alanınızda) herşey yolundadır, herşeyi
    planladınız. nasıl olduğu böyledir işte.

    toplum sizin bilincinizde bir miktar temizlik yapmıştır. küçük bir
    kısmını tamamen silmiştir, çitle çevirmiştir. orada herşey
    yolundadır. işte tüm üniversitelerinizin yaptığı da budur. bütün
    kültürün ve şartlandırmanın temeli kendinizi evinizde hissettirecek
    bir kısımı temizlemektedir. ve siz o zaman korkarsınız.
    çitin ötesinde tehlike vardır.
    çitin ötesindeki de, çitin içindeki gibi sizsiniz - ve bilinçli
    zihniniz sadece bir bölümüdür, tüm varlığınızın onda biridir. onda
    dokuz karanlıkta bekliyor. ve bu onda dokuzun içinde sizin gerçek
    merkeziniz saklıdır.
    korkusuz, cesur olmak zorundasınız.
    bilinmeyene adım atmalısınız.
    bir süre tüm sınırlar kaybolacaktır.
    bir süre başınız dönecek.
    bir an için deprem olmuşçasına çok korkacak ve sarsılacaksınız. ama
    eğer cesur olur, geri çekilmezseniz, sürekli bir şekilde egonuzun
    kucağına düşmezseniz, bir çok hayatlarınız boyunca taşımakta
    olduğunuz gizli bir merkeziniz vardır orada.
    bu sizin ruhunuz, benliğinizdir.
    bir kez ona yakınlaştığınızda, herşey değişir, herşey yerine oturur.
    fakat bu yerleştirme toplum tarafından yapılmaz. artık herşey bir
    kaos değil kozmoz'a dönüşür; yeni bir düzen ortaya çıkar. fakat bu
    artık toplumun düzeni değildir - o tam olarak varoluşun kendi
    düzenidir.
    o, buddha'nın dharma, lao tzu'nun tao, heraclitus'un logos dediği
    şeydir. insan yapımı değildir. o tam olarak varoluşun kendi
    düzenidir. o zaman aniden herşey tekrar güzelleşir ve ilk olarak
    gerçekten güzeldir, çünkü insan yapısı şeyler güzel olamazlar.
    yapabileceğiniz en iyi şey onların çirkinliklerini gizlemektir hepsi
    bu. onları süsleyebilirsiniz ama hiçbir zaman güzel olamazlar.
    aradaki fark aynen gerçek bir çiçekle plastik ya da kağıt çiçekler
    arasındaki gibidir. ego plastik bir çiçektir - ölüdür. o çiçek gibi
    gözükür, çiçek değildir. onu bir çiçek olarak adlandıramazsınız.
    hatta onu çiçek olarak adlandırmak dilbilimi açısından da yalnıştır,
    çünkü çiçek, açan şeydir. ve bu plastik şey sadece bir nesnedir,
    çiçek açmanın kendisi değil. o ölüdür. içinde yaşam yoktur.
    içinizde çiçek açan bir merkeze sahipsiniz. bu yüzden hindular onu
    bir lotus çiçeği olarak adlandırırlar - o çiçek açmanın kendisidir.
    bin yapraklı lotus çiçeği derler ona. bin tane demek sınırsız yaprak
    demektir. ve çiçek, açmaya devam eder, hiçbir zaman durmaz, ve
    hiçbir zaman ölmez.
    ama siz plastik bir egoyla yetiniyorsunuz.
    neden yetiniyor olduğunuzun sebepleri vardır. ölü bir şeyde çok
    uygun şeyler vardır. bir tanesi, ölü bir şeyin hiç ölmeyeceğidir.
    ölemez - hiç yaşamadı ki! dolayısıyla plastik çiçeklere sahip
    olabilirsiniz, bir yönden iyidirler. kalıcıdırlar; ölümsüz değil,
    süreklidirler
    bahçenin dışındaki gerçek çiçek ölümsüzdür, ama kalıcı değildir. ve
    ölümsüz olanın kendisine özgü ölümsüz olma yolu vardır. ölümsüz
    olmanın yolu tekrar tekrar doğup ölmektir. ölüm yoluyla kendisini
    tazeler, gençleştirir.
    bize göre çiçek ölmüş gibi görünür - hiç ölmez.
    sadece bedenleri değiştirir, böylece her dem tazedir.
    eski bedeni bırakıp yenisine girer. başka bir yerde açar; açmaya
    devam eder. yalnız, biz bu sürekliliği göremeyiz çünkü o
    görünmezdir. biz yalnızca bir çiçeği, başka bir tanesini görürüz,
    hiç bir zaman sürekliliği görmeyiz.
    dün açan çiçekle aynı çiçektir o.
    aynı güneştir, ama ayrı bir elbisede.
    egonun belli bir niteliği vardır - o canlı değildir. o plastikten
    yapılma bir şeydir. ve onu elde etmek çok kolaydır, çünkü onu
    birileri verir. sizin aramanıza gerek yoktur, arayışla bir ilginiz
    yoktur. bilinmeyenin peşinde bir arayan haline gelmezseniz, bir
    birey olamamışsınız demektir bu. sadece kalabalığın bir
    bileşenisinizdir. sadece bir kütlesiniz.

    gerçek bir merkeze sahip değilken nasıl bir birey olursunuz?
    ego birey değildir. ego toplumsal bir olgudur - o toplumdur, siz
    değilsiniz. fakat o size toplumda bir işlev verir, toplumda bir yer
    verir. ve eğer siz onunla yetinmeye devam ederseniz, kendi
    benliğinizi bulma fırsatını temelden yitirmiş olursunuz.

    işte bu yüzden son derece mutsuzsunuz.
    plastik bir hayatla nasıl mutlu olabilirsiniz ki?
    sahte bir yaşamla nasıl zevkli, huzurlu ve mutluluk içerisinde
    olabilirsiniz? işte o zaman da ego bir çok can sıkıntısı yaratır,
    milyonlarcasını.
    siz onu göremezsiniz çünkü o sizin kendi karanlığınız. ona göre
    ayarlandınız.
    tüm mutsuzlukların ego aracılığıyla hayatınıza girdiğini fark
    ettiniz mi? o sizi mutlu kılmaz; sadece mutsuz yapar.
    ego cehennemdir.
    acı çektiğiniz zaman izleyip analiz etmeye çalışın ve göreceksiniz
    ki, bir yerlerde neden egodur. ve ego acı çekmek için sebepler
    bulmaya devam eder.
    siz de herkes gibi bir egoistsiniz. bazıları yüzeydedir, çok
    belirgindir ve onlar çok ta zor değildir. bazılarıysa çok derinlerde
    ve zor farkedilirler ve onlardır esas problem.
    bu ego sürekli olarak başkalarıyla çatışma halinde belirir çünkü her
    ego kendinden hiç emin değildir. öyle olmak ta zorundadır - çünkü
    sahtedir. elinizde hiç bir şey olmadığı halde var olduğunu
    düşünüyorsanız, sorun çıkacaktır.
    biri çıkar da "sende hiç bir şey yok" derse, kavga başlar, çünkü siz
    de bir şey olmadığını hissediyorsunuzdur. diğerleri gerçeği fark
    etmenizi sağlar.
    ego sahtedir, o hiç bir şeydir.
    bunu siz de biliyorsunuz.
    bunu nasıl olur da bilemezsiniz? mümkün değil! bilinçli bir varlık -
    nasıl olur da bu egonun sahte bir şey olduğunu bilemez? ve birileri
    diyor ki, hiç bir şey yok - ve birileri hiç bir şey yok dediğinde
    gerçeği söylerler onlar; darbe yersiniz - ve hiç bir şey doğrular
    kadar çarpıcı olamaz. savunmak zorundasınızdır, çünkü savunmazsanız,
    savunmaya çekilmezseniz, o zaman nereye gideceksiniz?
    kayıplara karışacaksınız.
    kimliğiniz dağılacak.
    dolayısıyla savunacak ve savaşacaksınız - çatışma budur işte.
    kendi benliğini bulmuş bir insan hiç bir zaman çatışmaz. birileri
    onunla çatışmaya gelse de, o kimseyle çatışma halinde değildir.
    bir zen üstadı sokak boyunca yürürken başına böyle bir şey gelmiş.
    bir adam koşarak gelmiş ve sert bir şekilde ona vurmuş. üstad yere
    düşmüş. ayağa kalkmış ve önceden yürüdüğü yönde, geriye bile dönüp
    bakmadan tekrar yürümeye başlamış.
    yanında bir öğrencisi varmış. şoka uğramış. "bu adam da kim? bu
    nedir? böyle birileri yaşıyorken, herhangi birisi gelip sizi
    öldürebilir. ve siz adamın kim olduğunu, bunu neden yaptığını merak
    edip dönüp bakmadınız bile" demiş.
    üstad da, "bu onun sorunu, benim değil" demiş.
    siz aydınlanmış birisiyle çatışabilirsiniz, ama bu sizin
    sorununuzdur, onun değil. ve bu çatışmada incinirseniz o da sizin
    kendi sorununuzdur. o sizi incitemez. bu bir duvarı yumruklamak
    gibidir - canınız yanacaktır ama duvar değildir sizi inciten.
    ego sürekli problem peşinde koşar. neden? çünkü kimse size ilgi
    göstermezse, ego acıkmış hisseder.
    o ilgi ile yaşar.
    dolayısıyla, birisi size kızgın ve sizinle kavga ediyorsa, bu bile
    iyidir, çünkü en azından ilgisi üzerinizdedir. eğer birisi severse,
    iyidir. eğer kimse sizi sevmiyorsa, o zaman kızgınlık bile iyi
    olacaktır. en azında ilgi üzerinizde olacaktır. fakat, kimse size
    hiç bir ilgi göstermezse, kimse sizin önemli birisi olduğunuzu
    düşünmezse, o zaman egonuzu nasıl besleyeceksiniz?

    diğerlerinin ilgisine ihtiyaç vardır.

    milyonlarca şekilde insanların ilgisini çekersiniz; belli bir tarzda
    giyinirsiniz, güzel görünmeye çalışırsınız, çok kibar olursunuz,
    roller edinirsiniz, değişirsiniz. ne tür koşulların geçerli olduğunu
    sezinlediğinizde , hemen insanların size ilgi göstereceği yönde
    değişiverirsiniz. bu çok derinden bir dilenciliktir

    gerçek bir dilenci ilgi arayan ve talep eden kişidir. ve gerçek
    imparator da kendi içinde yaşayandır; onun kendi merkezi vardır,
    başka kimseye bağımlı değildir.

    buddha bodhi ağacının altında oturuyor… o an dünya yokoluverse,
    buddha için bir şey fark edecek midir? hiç birşey. hiç bir şey fark
    etmemiş olacaktır. tüm dünya kaybolsa bir fark yaratmayacak çünkü o
    merkezine ulaşmıştır.

    ya siz; şayet eşiniz kaçar, sizi boşar, başka birisine giderse
    tamamıyla dağılırsınız - çünkü o size ilgi gösteriyordu, özen
    gösteriyor, seviyor, etrafınızda dolaşıyor, sizin kendinizi birisi
    olarak hissetmenize yardım ediyordu. tüm imparatorluğunuz kayboldu,
    siz dağılıverdiniz. intihar etmeyi bile düşünmeye başlarsınız.
    neden? neden karınız sizi terk edince intihar edesiniz?

    neden kocanız sizi terk edince intihar edesiniz? çünkü kendinize ait
    bir merkeziniz yok. karınız size merkezi veriyordu; kocanız size
    merkezi veriyordu.

    insanlar bu şekilde varolurlar. böylelikle insanlar başkalarına
    bağımlı hale gelir. o çok derinden bir köleliktir. ego bir köle
    olmak zorundadir. o başkalarına bağımlıdır. ve sadece egosu olmayan
    kişi ilk defa olarak efendidir; artık o bir köle değildir. bunu
    anlamaya çalışın.
    ve egoyu kendi içinizde aramaya başlayın - başkalarında değil, bu
    sizin işiniz değildir.
    kendinizin ne zaman mutsuz hissedecek olursanız hemen gözlerinizi
    kapayın bu mutsuzluğun nereden gelmekte olduğunu bulmaya çalışın ve
    her seferinde göreceksiniz ki, sahte merkeziniz başka biriyle
    çatışmakta.
    siz bir şey umdunuz ve gerçekleşmedi.
    siz bir şey beklediniz ve tam tersi oldu - egonuz sarsıldı,
    mutsuzsunuz. yalnızca bakın; ne zaman mutsuz olursanız, neden
    olduğunu bulmaya çalışın.
    sebepler sizin dışınızda değil. temel neden içinizdedir - ama siz
    her zaman dışarı bakarsınız, her zaman sorarsınız:
    beni kim mutsuz ediyor?
    benim kızgınlığımın sebebi kim?
    beni kim hayata küstürüyor?
    ve dışarı bakarsanız göremezsiniz.
    sadece gözlerinizi kapayın ve her seferinde içe bakın.
    tüm mutsuzluğunuzun, kızgınlığınızın, can sıkıntınızın kaynağı
    sizde, egonuzda gizli.
    ve kaynağı bulursanız, onun ötesine geçmeniz kolaylaşacaktır. eğer
    sizin başınıza dert açan şeyin kendi egonuz olduğunu görebilirseniz,
    ondan kurtulmayı tercih edersiniz - çünkü hiç kimse mutsuzluğunun
    kaynağını anlayacak olduktan sonra onu taşıyamaz.
    ve şunu unutmayın ki, egodan vazgeçmeniz için bir neden yoktur.
    ondan vazgeçemezsiniz. ondan kurtulmaya çalışırsanız, "alçak gönüllü
    oldum" diyen, daha zor farkedilen türden bir egonuz olacaktır.
    alçak gönüllü olmaya çalışmayın. bu kendini gizleyen bir egodur -
    ama ölü değildir.
    alçak gönüllü olmaya çalışmayın. alçak gönüllü olmayı kimse
    deneyemez, ve kimse kendi çabasıyla alçak gönüllülüğü yaratamaz,
    asla! ego ortadan kaybolunca, alçak gönüllülük size gelir. o
    yaratılan bir şey değildir. o gerçek merkezin gölgesidir.
    ve gerçekten alçak gönüllü bir adam ne alçak gönüllüdür ne de
    bencil.
    o sadece basittir.
    hatta alçak gönüllü olduğunun bile farkında değildir.
    eğer alçak gönüllü olduğunuzun farkındaysanız, orada ego vardır.
    alçak gönüllü kimselere bakın…kendilerinin gerçekten alçak gönüllü
    olduğunu düşünen milyonlarca insan vardır. yerlere kadar eğilirler,
    ama izleyin onları - en sofistike egoistlerdir onlar. artık onların
    besinlerinin kaynağı alçak gönüllüktür. "ben alçak gönüllüyüm"
    derler ve sonra da size bakıp sizin onları takdir etmenizi
    beklerler.
    sizin onlara "sen gerçekten alçak gönüllüsün" demenizi
    isterler. "aslında sen dünyanın en alçak gönüllü kişisisin; hiç
    kimse senin kadar alçak gönüllü değil". sonra da yüzlerine gelen
    gülümsemeye bakın. ego nedir? ego "kimse benim gibi değil" diyen bir
    hiyerarşidir. alçak gönüllülükle kendisini besleyebilir - "kimse
    benim gibi değil, ben en alçak gönüllü kişiyim"

    zamanın birinde: sabahleyin hava henüz aydınlanmamışken fakir bir
    dilenci caminin birinde dua etmekteydi. kutsal bir gündü ve o dua
    edip şöyle diyordu, "ben bir hiçim. ben fakirlerin en fakiriyim,
    günahkarların en büyüğüyüm"

    birden bir başka kişinin daha dua etmekte olduğunu fark etti. adam
    ülkenin imparatoruydu ve bir başka kişinin daha dua etmekte
    olduğunun farkında değildi - karanlıktı, ve imparator da, "ben bir
    hiçim. kimse değilim. sadece kapındaki bir dilenciyim" diyordu.
    başka birisinin daha aynı şeyleri söylediğini duyduğunda imparator
    dedi ki, "durun! beni geçmeye çalışan da kim? sen kimsin? bir
    imparator 'bir hiç olduğunu' söylerken, onun önünde aynı şeyi
    söylemeye nasıl cesaret edersin?"

    işte ego böyle çalışır. çok zor farkedilir. onun çalışması çok
    kurnazca ve derindendir, çok çok uyanık olmalısınız, ancak o zaman
    onu görebilirsiniz. alçak gönüllü olmaya çalışmayın. yalnızca tüm
    mutsuzlukların, acıların ego yoluyla geldiğini görmeye çalışın.

    sadece izleyin. vazgeçmenize gerek yok.
    ondan vazgeçemezsiniz. kim vazgeçecek ondan? o zaman da vazgeçenin
    kendisi egoya dönüşecektir. her zaman geri dönecektir.
    her ne yapıyorsanız yapın, dışında kalın ve bakın, izleyin.
    ne yaparsanız yapın - alçak gönüllülük, mütavazilik, basitlik - hiç
    birisi yardımcı olmaz. mümkün olan sadece birşey vardır, o da tüm
    mutsuzluğunuzun kaynağının ego olduğunu izlemektir. onu söylemeyin.
    tekrar etmeyin - izleyin. çünkü ben onun tüm mutsuzluklarınızın
    kaynağı olduğunu söylersem ve siz de bunu tekrar ederseniz yararsız
    olur bu. siz bu anlayışa gelmek zorundasınız. her mutsuz olduğunuzda
    yalnızca gözlerinizi kapayın ve dışardan nedenler aramayın. bu
    mutsuzluğun nereden kaynaklandığını görmeye çalışın. o sizin kendi
    egonuzdur.

    eğer sürekli olarak egonun esas kaynak olduğunu anlar ve hissedecek
    olursanız, bu derinlerde kök salar ve egonun bir gün onun ortadan
    kayboluverdiğini görürsünüz. kimse ondan kurtulmaz - kimse ondan
    kurtulamaz. onu öylece görürsünüz; ortadan kayboluverir çünkü
    herşeyin kaynağının ego olmasının anlaşılması demek ondan kurtulmak
    demektir. bunu anlamak demek egonun kaybolmasi demektir.

    ve siz egoyu başkalarında görmek hususunda çok kurnazsınız. her
    hangi birisi başka birinin egosunu görebilir. kendinizinkine sıra
    geldiğindeyse, işte o zaman sorunlar ortaya çıkar - çünkü araziyi
    bilmiyorsunuz, orada hiç gezinmediniz ki.

    nihai olana, tanrısal olana giden yolun tümü, egonun bu zorlu
    arazisinden geçmek zorundadır. sahte olanın sahteliği anlaşılmak
    zorundadır. mutsuzluğun kaynağı olan, mutsuzluğun kaynağı olarak
    anlaşılmalı - o zaman ortadan kalkıverir.

    onun zehir olduğunu bildiğiniz zaman kaybolur. onun ateş olduğunu
    bildiğinizde kaybolur. bunun cehennem olduğunu anladığınızda
    yokolur.

    ve işte o zamandır ki, bir daha hiç "egodan vazgeçtim" demezsiniz. o
    zaman herşeye, tüm mutsuzluklarınızın yaratıcısının kendiniz olduğu
    şakasına gülmek dışında hiç birşey yapamazsınız.

    charlie brown'ın bazı karikatürlerine bakıyordum. bir tanesinde
    logolarla bir ev yapıyordu. duvarları yaptığı logoların ortasında
    oturuyordu. duvarlarla çevrelendiği bir an geliyor; her tarafını
    duvarlarla kapattığı bir an. sonra da "imdat, imdat" diye bağırıyor.

    herşeyi kendisi yaptı! şimdi de onlarla çevrelendi, hapsoldu. bu çok
    çocukça, ama sizin de tüm yaptığınız bu işte. kendi çevrenize bir ev
    inşa ettiniz ve şimdi de "imdat, imdat" diye bağırıyorsunuz. ve
    mutsuzluğunuz milyonlarca kez çoğaldı - çünkü sizinle aynı teknede
    olan yardımcılarınız var.

    çok güzel bir kadın hayatında ilk kez bir psikiyatriste gider.
    psikiyatrist kadına, "lütfen biraz yaklaşın" der. kadın
    yaklaştığında hemen kadının üzerine atlayıp sarılır ve onu öper.
    kadın şok olur. sonra da adam "şimdi oturabilirsiniz. bu benim
    sorunumu halleder, şimdi sizin sorununz nedir?" diye sorar.

    problem katmerlenir, çünkü aynı teknede olan yardımcılar var. ve
    onlar yardım etmek isterler, çünkü birisine yardım ettiğinizde
    egonuz çok çok iyi hisseder - çünkü siz binlerce insana yardım eden
    büyük bir yardımcı, büyük bir guru, efendisiniz.
    ne kadar çok insan sizi izlerse, kendinizi o kadar iyi
    hissedersiniz.
    fakat siz de aynı teknedesiniz, yardım edemezsiniz.
    daha çok, zaranız dokunur.
    hala kendi sorunları olan birisinin başkalarına pek yararı
    dokunamaz.yalnızca kendi sorunları olmayan birisinin size yararı
    dokunabilir. ancak o zaman sizin içinizi görebilecek netlik vardır.
    hiçbir soruna sahip olmayan bir zihin sizi görebilir; siz
    saydamlaşırsınız.
    sorunları olmayan bir zihin kendi içinden görebilir; bu nedenledir
    ki, başkalarının içini görebilme yeteneğine ulaşır.
    batı'da çok, birçok sayıda psikanaliz okulu vardır ama insanlara hiç
    bir yardımı dokunmadığı gibi, çoğunlukla da zarar verirler. çünkü
    başkalarına yardım eden kişiler ya da yardım etmeye çalışan veya
    yardım ediyormuş gibi yapanlar da aynı teknenin içindeler.
    …kişinin kendi egosunu görmesi zordur.
    başkalarının egosunu görmekse çok kolaydır. fakat önemli olan bu
    değildir, onlara yardım edemezsiniz.
    siz kendi egonuzu görmeye çalışın.
    sadece izleyin.
    ondan kurtulmak için aceleci olmayın, sadece izleyin. ne kadar
    izlerseniz, o kadar yeterli hale gelirsiniz. bir gün aniden
    görüverirsiniz ki, kendiliğinden kaybolmuş. ve aslında sadece
    kendiliğinden olduğunda kaybolmuş olur. başka bir yolu yoktur.
    olgunluğuna erişmeden ondan kurtulamazsınız.
    kuru bir yaprak gibi düşer.
    ağaç hiç bir şey yapmaz - hafif bir meltem, bir şeyler olur ve ölü
    yaprak öylece düşer. hatta ağaç yaprağın düştüğünün farkına bile
    varmaz. o ses çıkarmaz, bir şey idda etmez, hiçbirşey yapmaz.
    kurumuş yaprak öylece yere düşer ve dağılır hepsi bu.
    bilinç ve anlayış yoluyla olgunlaştığınızda ve egonun tüm
    mutsuzluklarınızın nedeni olduğunu derinden hissettiğinizde, birgün
    aniden, kurumuş yaprağın düşmekte olduğunu göreceksiniz.
    o yere ulaşır ve kendi kendine ölür. siz hiç bir şey yapmadınız
    dolayısıyla ondan kendinizin kurtulduğunu idda edemezsiniz. onun
    kayboluverdiğini görürsünüz ve gerçek merkez ortaya çıkar.
    ve gerçek merkez ruhtur, tanrıdır, benliğinizdir, gerçekliktir ya da
    onu nasıl adlandırmak isterseniz odur.
    onun adı yoktur, o nedenle de tüm adlar uygundur.
    ona canınızın çektiği her ismi verebilirsiniz.
  • tatmini kısa vadede mutluluk, uzun vadede sığlaşma; tatminsizliği kısa vadede mutsuzluk, uzun vadede olgunluk getiren
  • ego hakkında verebileceğim kapsamlı bir tanımım var. ego hakkında verebileceğim sade tasarımlı tanımlarım da var. ego hakkında uzun uzun geyik yapabilirim. ego hakkında alegorilerle aklınızı alabilir, sembollerle size "hah lan tam öyle işte" dedirtebilir, doğadan örneklerle kendinize, benim hiç tanımadığım, görmediğim size dair bilgiyi, hem de sizin her gün aynadan aldığınızı düşündüğünüzden daha fazla bilgiyi size verebilirim. tam şuraya, şu soldaki noktanın sonuna bir "egoya bak ahahahhayt" ifadesi içeren akıllı bakınız koyup bi takım manasız kaygı ve yalamalıklarla entry oyuna soyunmak için yapabilirim bunları mesela. dolambaçlı bi takım ifadelerle bu entryi tamamen içi boşken en azından buraya kadar okunmaya değer gösterebilir, tam buraya koyacağım merak uyandıracak bir iddia ile yarım cümle önce tersini vermeye çalıştığım yeni bir izlenim için size acaba dedirtebilirim. bunları, tamam en azından denk gelenlerinizin bir kısmı için, kesinlikle gerçek kılabileceğimi benimle beraber onaylayacaklar var şu anda "hadi ordan lan dallama" diyenleriniz arasında bile. "ben" bu yüzden bu başlıkta değilim.

    ne "egonuzu aşın" safsatalarıyla, ne de "egonuzun esiri olmayın" temalı yumuşak bir geçişle, en az vakti olanınızın, şu ana kadar okuduklarını en az okunmaya değer bulanın tolerans aralığını, severek ne diyecek acaba diye okumaya başlayanlarınızın merak düzeyini falan gözeterek devam edecek değil bu entry. size ne bencillikle, paylaşmayla, dostlukla ilgili atıp tutacağım, ne de birey olmanın ne güçlü bir his olduğundan falan dem vuracağım.

    filozoflardan, din kitaplarından bundan çok çok önce biriktirdiklerim, bunlardan doğru hatırladıklarım, yanlış bildiklerim, net örneklerim, flu ama ilgi çekici cümlelerim var, hazırda da var, hemen yenilerini de uydurabiliyorum. yapabiliyorum bunu, aranızdan mankafa olmayanlar, ki oy için dahi olsa azınlıkta olduklarını elimde sözlük kullanıcılığı gibi bir veri olmasaydı dahi varsaydığımı şimdi söyleyebilirim söylemem falan meselenin bu olmadığını bi kere daha anlatmış bulundum şimdi tedbiren, neyse efem ne diyoduk, aranızdan mankafa olmayanlar asgariden "ne var lan bunda anladık işte biz de yapabiliriz bunları" diyor olmalılar zaten. ben bu başlığa bu tip saçmalıklar için ayırmıyorum bu güzel yirmi dakikamı.

    iyi kötü 3 paragraf bağlamışım, buraya kadar okutmuşum şimdi tam buraya "ego yaptığın iyiliğin kaydını tutmamayı becerdiğin an, onu o anda bir iyilik olarak değerlendirmeden ve karşılık beklemeden değil, karşılık alamayacağını bildiğin halde yaptığın an, vazgeçmek zorunda olmadığın değil, vazgeçmemek zorunda olduğun bir hakkından vazgeçtiğin an aşılmış olur" diye vurucu bi slogan yazıp entryi samimiyetinden asla emin olamayacağınız bi yalama, ezme blog yazısına çevirebilirim. yok niyet bu da değil.

    "ben size burada herkes için geçerli bir doğruyu yazmaya geldim. ister öğrenir faydalanırsınız ister siklemez geçersiniz" diye başlayacak bir final paragrafını hiç üzerinde düşünmeden hızlıca ve asgariden "iyi ki okumuşum lan" dedirtmeye yetecek şekilde tasarlayacak bin farklı kurgu var şu an zihnimde, bu son söylediğimin çok inanılır durmamış olabileceğine yazarken ben de kani oldum, yalan söylüyorsam en adi adamım ki var. bunları yapmayacağım.

    neden mi bu başlıktayım? paparazzi falan izliyodum tv'de, gribim, hafif ateşim var, iki zap yaptım, hoşuma giden bişey yok tv'de, azıcık eğleniyim diye takılıyorum, gönlümü hoş eğliyorum, işim bitince aşağıdaki yolla'ya basıp çıkıcam. shaolin soccer seyredicem sonra da eğer film cem'de kalmadıysa. beni bu kadar eğlendireceği garanti değilken, kendimi sorgusuzca teslim etmiş olmaktan bir kez daha memnun kaldığım egom beni buralara getirdi. hiçbir fikrim yokken varmış gibi yaptım. üç-beş insanın merakını uyandırdım. belki bi ikisi şukelaya da basar, "ben" de "ben"e basarım, "ben"i "ben"im doğru bildiğimi, doğru bildiğimi iddia ettiğimi, öylesine çalakalem yazdığımı, uğrunda yıllarımı yediğim araştırmamın bu sonucunu beğenen varmış oh ne ala, taam yeter sikerim sözlüğünü, şimdi de başka eğlence bulayım der , çıkarım. ego denen bu sevimli, sempatik, gıcık, eğlenceli, dürüst, haksız, aptal, şaheser hakkında sade bi tasvir yapmış gibi yaptıktan ya da tam üzerine bastıktan sonra bu entry de istersem burada biter istersem tam şurada biter. (bkz: oh)
  • ego hakkında iki asır boyunca türlü yorumlar yapılmış, cilt cilt kitaplar yayınlanmıştır. özellikle, psikanalizin üç devi sayılan freud, jung ve adler, ömürlerinin önemli bir bölümünü, bilinç ve bilinç dışı davranışlarımızı incelemekle geçirmişlerdir. ego, bilinç dışı boyutlarımızda yaşar ve varlığının etkisini pek çok alanda gösterir. bencildir, tatminsizdir; her zaman ilgi odağımız olmak ister. o, hayatımızı yönlendiren/biçimlendiren, bilinç altı boyutumuzun en önemli öğelerindendir.

    egomuzu tatmin etmek uğruna, gerektiğinde çevremizdeki insanları ezer, geçeriz. her defasında kendimizi haklı görebilmemize yardımcı olacak nedenleri/bahaneleri de hayatımızdan hiç eksik etmeyiz. egomuz, bizim için sonsuz bahaneler üretebilir, bu konuda oldukça eli açık sayılır.

    insan algısının, ömrün ilk on beş yılı boyunca edilgen olduğu saptanmış. bu zaman zarfında, dışarıdan gelen her türlü bilgiye açık oluruz. daha ileri yaşlarda ise, duyduklarımızı, okuduklarımızı öğrenir, bilgi bankamıza ekleriz fakat nesnel ya da tinsel bir kavramı algılayabilmek/özümseyebilmek için kişisel deneyimlere gerek duyarız. o nedenle çocuklarımızdan, davranışlarının açıklamasını yaptıklarında, içinde ‘ama, fakat, lâkin, çünkü...’ türünden, bahanelere yataklık eden eklere yer vermemelerini isteyebiliriz. bununla birlikte, aynı talebi büyüklerimize yöneltemeyiz, onlar bizi değil, kendi seslerini dinleyeceklerdir.

    egonun başımıza ne işler açtığını birlikte inceleyelim:

    adımızın her zaman saygıyla anılmasını bekliyoruz. herkesin gıpta edeceği, mükemmel bir mesleğe sahip olmaya çalışıyoruz. ölürken arkamızda, gelecek kuşakların da paylaşacağı, dolayısıyla bize saygı duyacağı, maddi ya da manevi eserler bırakmaya gayret ediyoruz. giyimimize, davranışlarımıza, sözlerimize özen göstererek çevremize örnek olmak istiyoruz. dikkatlerin üzerimizde toplanması için kimi zaman sıra dışı olmaya çabalıyor, kimi zamansa, bizde saygı uyandıran birini taklit etmeye kalkışıyoruz. çevremizdekilerin bize değer vermesini istiyoruz. herkes tarafından beğenilmek ve sevilmek istiyoruz. en önemlisi ise: anlaşılmak istiyoruz, daha doğrusu, egomuzun uygun gördüğü biçimiyle anlaşılmak!

    bu liste daha uzar, gider. anlaşılan o ki bizim kendimize yakıştırdığımız ya da başkalarının bize giydirdiği kimliklerden öteye gidemiyoruz egomuz sayesinde. bu durumda şöyle bir soru geliyor akla: günün birinde, bütün bu yakıştırmaların ötesine geçmek ve yalın halimizle kendimiz olmak istersek ne olacak? egomuzu besleyip büyütmeye devam etmemiz hâlinde, böyle bir düşünceyi aklımızdan dahi geçirmemeliyiz. egonun hizmeti, göründüğünün aksine, bireye değil, topluma yöneliktir. birey egonun emrindedir, ego ise toplum bilincinin.

    burada amaç, kitaplarda zaten var olan bilgilerin tekrarını yapmak değil. bununla birlikte, bazı bilgileri aktarmak gerek. örneğin, kişi kendi özüne, egodan arınabildiği oranda yaklaşır. öte yandan, egodan arınabilmek için de kendimizi tanımamız, kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeyi ve her şeyden önemlisi, sevmeyi öğrenmemiz gerekiyor. egodan arınmanın türlü yolları saptanmış. bu yolların çoğu anlamsız ve yetersiz bulunabilir. içlerinde en berbat olanı, toplumdan uzaklaşmak, mümkünse dağ başında bir mağaraya, bitimsiz görünen bir çöle, karanlık bir ormana ya da ıssız bir adaya sığınmak ve belki yıllar boyu başka insan yüzü görmemek! bu, sadece berbat değil, aynı zamanda saçma bir görüş. dünyada yaşayan herkes bu yöntemi uygulamak isterse, ne ıssız ada kalır, ne mağara, ne de bir ağaç kovuğu. bunun yerine, yaşadığımız konutlarımızda kalırsak, en azından çevre bilinci açısından daha akıllıca davranmış oluruz.

    gerçekte egodan arınmak, çoğunluk için gerekli bile değildir. insanlar, egolarıyla birlikte, çok da mutlu bir ömür geçirirler. egodan arınmak bir tek kendi özünü bulmak isteyenlerin işidir. büyük olasılıkla düşünürler, bu esastan yola çıkarak mağaraları, ağaç kovuklarını önermişler. ben yine de, toplumdan soyutlanmadan bu işin üstesinden, önemli ölçüde gelinebileceğine inanıyorum; en azından, bizleri özümüzle, biraz olsun yakınlaştırmaya yetecek kadar. bunun için de gerekli alt yapıya sahip olmak gerekiyor: tarafsız, yorumsuz inceleme ve gözlem yetisi, kişisel deneyim ve bunların toplamını oluşturan bilgi dağarcığı. bilgi bitimsiz olduğundan, öğrenmenin de sonu yoktur. o halde öğrenmek, ömür boyu sürecek bir uğraştır ve her adımda bizi özümüze yaklaştırır.

    egodan arınmanın yolu, onun varlığını tanımaktan, onu kabul etmekten geçer ki bunun için onu görebilmemiz şarttır. bunu gerçekleştirmek için öncelikle artılarımızla, eksilerimizle kendimizi sevmeyi başarmalıyız. yola, ne olduğumuzu belirlemekle değil, ne olmadığımızı keşfetmekle çıktığımızda, yanılgısız, en doğru ve kestirme biçimde varabiliriz özümüze. kendi öz kimliğimizi bir kez ortaya çıkardıktan sonra, egonun üzerimizdeki etkilerini daha kolay görebilir, onunla başa çıkmayı öğrenebiliriz. ne olmadığımızı nasıl bileceğiz? elbette araştırarak, öğrenerek ve tanıyarak yapabiliriz bu saptamayı. odamızda/algımızda ne kadar çok pencere varsa, o kadar kolaydır bunu başarmak. ancak, pencerelerimizin oyalı, dantelli süslerle değil, salt ardındaki manzarayla donanmış olmasına da dikkat etmek gerekir. bizler, bize giydirilenlerden ibaret değilizdir. önemli olan, bu farkı anlayabilmektir.

    anlaşılan o ki egodan arınırsak özümüze varabiliriz, buna karşın egodan arınmak için de önce özümüze varmalıyız. karmaşa sözcüğü ego için geliştirilmiş olabilir mi? her iki ucu birbirini hem iten hem de çeken, bu özelliği nedeniyle mıknatısı andıran, garip bir sorun bu. bu sorunun bir ucunu çözebilmek, diğer ucunu çözmekle doğru orantılı... akla uygun tek çözüm, bilgi seviyemizi, elden geldiğince yüksek tutmaya çalışmaktır. boşuna düzinelerce kitap yazılmamış ego üzerine! boşuna ömürler tüketilmemiş bilinç altı boyutumuz uğruna.

    egoyu algılamak, zor ve acı veren bir süreçtir. ne bilgi, ne yetenek, ne de deneyim bu işi başaramaz; önemli olan, özümsemektir. başkaları adına özümseyebilir miyiz? herkes bu işi kendi başına başarmak zorunda; kimsenin kimseye, örnek olmak dışında, herhangi bir yararı dokunamaz. karşımızdaki bizim sahip olduğumuz gücü/sevgiyi hissedebilir ama özümseyebilmesi için yine de kendi pencerelerini oluşturması gerekmektedir.

    genelde bu pencereler yanlış yorumlanır. sevme yetisi şeklinde algılanır. dünyaya açılan pencerenin sevgiyle ilişkisi yoktur. pencereler yalındır, içlerinde duygu barındırmazlar. onlar sadece bilgi ve deneyimlerden oluşurlar. bir çiçeği sevmek, bir insanı sevmek, hayvanları sevmek bizleri sevgi dolu bir insan yapmaz. kendimizi, çürük, eksik ya da çirkin bütün özelliklerimizle sevmeyi başardığımız an gerçek sevgi ile tanışmış oluruz. sevgi ise egoyu dizginleyebilecek en güçlü silahtır. onunla kuşanalım!

    bu makalenin yazarını belirtmeden geçiyor olmam kimseyi rahatsız etmesin, zira zamanında bizzat tarafımdan yazılmıştır kerata.
  • kişiliğin gerçekci,akılcı,mantıklı yönüdür.gerçeklik ilkesine uyarak işler.gerçek dünya ile id arasında aracı işlevini görür. id "hemen şimdi istiyorum", ego ise " koşullar uygunsa sana istediğini verebilirim" der.ego akılcı ve pratiktir.temel işlevi uyumdur.aslına bakacak olursak id ile süperego arasında kalmış bir canbaza benzetilebilir.hem id'i memnun etmeye hem de süperego tarafından azarlanmaktan kurtulmak ister.
  • "if there is anything more important than my ego around, i want it caught and shot now" (bkz: zaphod beeblebrox)
  • ego var olabilmek için çatışmaya, kavgaya, dramalara ihtiyaç duyar.

    karşısındakini suçlamak, itham etmek, eleştirmek, yargılamak hep egonun var kalmaya devam etmek ve kendini korumak için geliştirdiği taktiklerdir.

    egosunu aşmış biriyle bir ego sahibinin sohbeti veya evliliği oldukça tehlikelidir. egosunu aşmış olan kişi muhatabını yargılamadığı, suçlamadığı için ego sahibi bir anda açıkta kalır. bu onda çok büyük bir korkuya ve endişeye sebebiyet verir. bir anda vesvese ve evham yağmuruna tutulur. yok olma korkusudur bu. zira ego çatışmasız var olamaz.

    egonun çözülmeye başlaması, dehşetli ve dayanılmaz bir süreçtir. kişinin kıyametini yaşamasıdır adeta. bu şiddete, daha doğrusu ölüm sürecine tahammül edemez pek çok kişi ve kaçma eğilimine girer. her türlü dramaların yaşanabileceği dünyasına geri döner.

    artık orada istediği kadar acılar, kavgalar yaşayabilir. ego cehennemin özü olduğu için ancak cehenneminde zebanileriyle birlikte var olabilir.
  • sandıran(!). sanma, bilmeye çalış! önünde dümdüz yollar varken sana engebeli sandıran, korkutan, gerçek bilgiyi de kirleten saptıran o. işte koridorlar bunlar. sana çizdiği koridorlar. hepsi sanma, düşünme ve yorumlama üzerine kurulu sınırlar. bir şey göremiyor ve duyamıyorsun esasında. gördüğünü, duyduğunu, hissettiğini zannediyorsun. gerçek orada öylece duruyor. sen ona bakmak, görmek, anlamak ve bilmek yerine kafanda yorumlayan ve düşünen şeye uyuyorsun. bilmek, öğrenmek yerine düşünüyorsun yani sanıyorsun. işte cesaret burada gerekli. sandığının, korktuğunun, düşündüğünün, yorumladığının üstüne giderken. akıl sanmaz ve düşünmez! akıl bilir, öğrenir, görür, duyar, anlar! ego(yani seni taklit eden şey, sahte merkez) aklı örter ondan gelen doğru bilgileri yorumlar, geçmişten örnek verir, geleceği planlar, böyle mi der, şu olabilir der, kesinlikle böyle der, eski deneyimlerde yaşadığın duyguları önüne pişirir koyar, seni koruduğunu söyler, tehlike var der, düşünmeni öğütler, genelleme yapar, alakasız olaylardan silsile düşünceler yoluyla çok daha alakasız sonuçlar çıkarır, seni çepeçevre sarar ve "ben"i hissettirir, sebep ister sonucu merak eder. hızlı olsun, tek atımlık olsun ister. tahammülsüz ve sabırsızdır. ama aynı zamanda çok hızlıdır, aptalca sonuçlar olsa da size anında bir şeyler sunar, sonuç verir, sebebi sonuca bağlar. peki meanwhile yapsak, gerçekte ne oluyor tüm bunlar olurken? hiçbir şey! gerçek öylece duruyor, bekliyor, bakacak, görecek birini bekliyor. akıl da öyle. kullanacak birini arıyor. sanmadan bilecek! tek tehlikenin bu sinsi düşman olduğunu görecek! ama yok! ego onları ele geçiriyor. kaybediyorlar ve en kötüsü kazandık sanıyorlar. yazık. çok yazık.
hesabın var mı? giriş yap