74 entry daha
  • son dönemde ilginç iddialarla gündeme gelen "belgesiz" bir zat bu.

    sayın murat belge 'nin de içinde bulunduğu 'cevat şakir / halikarnas balıkçısı' nı neredeyse faşistlikle suçlayabilecek kadar kendilerini anoia'ya kaptırmış bir grup insan evladının iddiası söz konusu: "hümanist mavi anadolucular meğer milliyetçiymiş/ırkçıymış." (nokta, y:1, s:7)

    böyle desteksiz sallamalar (destekli sallasalar keşke), klasik filoloji ruhunu, o koridorun ruhunu, sinanoğlu kardeşlerin çabalarını, cevat şakir 'in o heyecan verici soluğunu anlamadan, ona bir şekilde saygı gösterip fakat peygamber gibi tapınmadan yeri gelince onu eleştirebilen ardıllarının aşırı milliyetçilikle suçlanması, yunanca ve latinceden bihaber, yunanistan ve ionia kültürlerinin iç içeliği ve kimi zaman karşıtlığını, homeros ve hesiodos arasındaki medeniyet ve kültür karşıtlığını bilmeden atıp tutan başta murat belgesiz'in, a. ömer türkeş'in, semih gümüş 'ün çok samimiyetsizce, o havayı solumadan saldırdıkları çok net.

    önce iddialara bakalım; okumayan, karşılaşmayan varsa henüz, mevzuyu kavrasınlar, tabi iddiaları yerinde keseceğim ki, bu konu hakkında yetersiz kişilerin abuk iddialarının her birine cevap verebileyim;

    "mavi anadoluculuk, mustafa kemal atatürk'ün "ne mutlu türk'üm diyene" sözünü "ne mutlu anadoluluyum diyene" şekline çeviren, tarihsel ve kültürel birlikteliği öne çıkarıp milli olandan uzak duran türkiye'nin en popüler edebiyat ve kültü akımı..."
    *****

    şimdi bir kere, m.k. atatürk 'ün "ne mutlu türk'üm diyene" ifadesinin tamamı şudur: “türk demek türkçe demektir; ne mutlu türküm diyene.” yani ifade başlı başına bir dil birliğini işaret etmektedir. bakın bu kısmı tartışabilirsiniz, "hayır dil birliği değil, en ince ayrıntılarına kadar azınlıkların (hatta lozan'a göre azınlık olmayan grupları da azınlık olarak görebilirsiniz, başka bir tartışma konusu o.) kendi dillerinde eğitim ve kullanım hakkı mevcuttur, ben buna inanıyorum." diyebilirsiniz. bu, işte bu başlıkta inelenecek bir konu değildir. o ayrı. fakat burada bir kere altını çizmekte fayda var; mustafa kemal 'in türk milliyetçiliği ve millet kavramı üzerinde #9853523 no'lu entirimde bir hayli durmuştum, ona değinmiyorum o yüzden, burada şöyle bir şey var; büyük kurtarıcının "ne mutlu türküm diyene" sözü dil birliği üzerinde durduğu gibi, asla ve asla "mavi anadolu 'cular" diye tanımlanan edebiyatçı ve fikir adamları tarafından "ne mutlu anadolu'luyum." şeklinde değiştirilemez. bir kere mavi anadolu'cuların düşünce biçimlerinin temelinde yunanistan - ionia karşıtlığı söz konusudur. temel çıkış noktası da her ne kadar herodotos , homeros ve hesiodos'un adlarını birlikte anmış olsa bile, ayrılıklar ve ionia'nın, yunanistan'a olan bilgece üstünlüğüdür. bu entiride ileride bu konuya daha ayrıntılı değineceğim. asıl murat belgesiz'in sözlerine saklıyorum vurucu darbeyi. dergiden devam edelim;

    " ne var ki edebiyat ve edebiyat araştırması çevrelerine son zamanlarda bu akımla ilgili olarak kaleme alınan ciddi makaleler, mavi anadoluculuk'la ilgili bilgilerimizi ciddi ciddi göz den geçirmemiz gerektiğini gösteriyor. antik yunan'dan bugüne dek anadolu'ya uğramış veya bu topraklarda yaşayan tüm kültürleri "biz"den sayan, türk-müslüman kimliğini önemsemeye mavi anadolucuların esasında öyle olmadıkları, bırakın milliliği reddetmeyi, basbayağı milliyetçi oldukları kanısı giderek güç topluyor. halikarnas balıkçısı'nın öncülük ettiği, devamını azra erhat ve sabahattin eyuboğlu gibi entelektüellerin getirdiği akımın yarım yüzyıldır deşilmemiş, bilinmeyen yanlarını, türkiye'nin saygın edebiyat araştırmacılarının bulgularına dayanarak sunuyoruz..."

    "şimdiye dek yazılanlar arasında en sert eleştiri prof. murat belge'den geldi. birikim dergisinin ekim sayısında halikarnas balıkçısı'nın romanlarını analiz eden belge, okurlarının bugüne kadar sadece 'hümanist' yanıyla tanıdığı halikarnas balıkçısı için 'ırkçı' ve 'milliyetçi' sıfatlarını kullanmaktan çekinmiyor. belge, tespitini balıkçı'nın romanlarından yaptığı alıntılara ve o alıntılara uyguladığı metin analizlerine dayandırıyor."

    "konuyla ilgili olarak murat belge'den önce ;son bir-iki yılda daha çok akademik sayılabilecek eleştirel metinler kaleme alınmıştı. özellikle iki genç akademisyen barış karacasu ve kaya akyıldız'ın mavi anadolucuların kemalist yanlarına dair yazıları bu tartışmanın içinde önemli bir toplama denk geliyor. yanı sıra edebiyat eleştiri dergisi pasaj'da reyhan tutumlu : nermin yıldız imzalı eleştirel metinleri de bu çerçevede anmak gerekiyor. 1930'lu yıllardan başlayarak 1960'lara kadar uzanan süreçte türkiye edebiyat ve sanat yaşamının en merkezi yerlerinde bulunan akımın sözcülerilerinin bu yönleriyle neden eleştirilmedikleri sorusunun yanıtları çeşitli. bir yanda, bu yazarların milliyetçi veya ırkçı metinler yazabileceklerini katiyen kabul etmeyen veya böyle bir eleştiriyi hak etmediklerini söyleyenler; bir tarafta da akımın içindeki yazarların edebiyatçı çevresiyle kurduğu ahbaplık nedeniyle şimdiye dek eleştirilerden muaf tutuldukları kanısını taşıyanlar."

    'halikarnas balıkçısı için rahatlıkla 'ırkçı' diyebilen murat belge, sabahattin eyuboğlu, azra erhat, vedat günyol veya melih cevdet anday gibi isimler için daha temkinli. belge, bu yazarların daha çok kemalist-milliyetçi yanlarıyla öne çıktığını vurguluyor. hümanizmi savunan arkadaşlarının halikarnas balıkçısı'nı eleştirmeme nedenlerine ise ilginç bir yaklaşım getiriyor: "bu yazarlar adeta bir tapınma içindeler. e, bir şeye tapınıyorsan o tapındığın şeyin nebileri (peygamberleri) vardır. işte o nebinin de cevat şakir oiduğu anlaşılıyor. yoksa çok mümkün değil ki benim cevat şakir'le ilgili görüp rahatsız olduğum özelliklerinden onlar habersiz olsun. ama birini nebi kabul ettin mi, o zaman herhalde onun kusurlarını da görmüyorsun." '

    'gerçekten de, insanı ve doğayı öne çıkaran, bunların çevresinde betimlemeler yapmaya ayrı bir özen gösteren halikarnas balıkçısı, murat belge(siz)'in vurguladığı gibi 'tarihi' içerikli romanlarında dudak uçuklatan milliyetçi ve ırkçı cümleler kuruyor. uluç reis ve turgut reis adlı romanlarında halikarnas balıkçısı avrupai olan hemen her şeyi aşağılamaya çalışıyor.
    örneğin; avrupalı korsanlar türk topraklarını işgal ettiğinde hunharca türk kadınlarının ırzına geçerken, türk savaşçıları akdeniz ülkelerinden birini fethettiğinde avrupalı kadınlar büyük bir sabırsızlık ve şehvetle türk erkeklerini bekler oluyorlar. yazar, uluç reis'te bir hıristiyan kadını olan dona inez'in ruh halini şöyle anlatıyor: "ateşli dona inez, için için ispanyol kadırgasının korsanlar tarafından zapt edilmesini istiyordu. şehvet yangınını söndürmek için bir gemi dolusu korsan değil, bir donanma dolusu pala bıyıklı haydut ve ızbandut bile yetmezdi. kadın yarı kapalı mahmur gözlerle ve titriyen kirpiklerle korsanlar tarafından nasıl esir edileceğini düşündükçe zevk ve imrenişle yutkunuyordu." '

    "mavi anadolucularla ilgili sözünü sakınmayan yazarlardan barış karacasu, iletişim yayınları'ndan çıkan ansiklopedik-kitap dizisi modern türkiye'de siyasi düşünce'nin kemalizm cildindeki makalesinde "mavi anadoluculuk ile kemalist tarih tasarımı arasındaki benzerlik kaba bir benzetmeyle aynı tarihin yazımında türklüğün geçtiği yerlere anadolu'nun konularak yazılması biçiminde özetlenebilir" diyor. karacasu, ************ kemalist tarih yazımına göre mavi anadoluculuk'u 'daha az gülünç' bulsa da ************* bu akımda da "dünya tarihini türklüğe indirgeyen milliyetçi yaklaşımın daha yumuşak ama bir o kadar da seçkinci, kendini öteki karşısında yüceltici biçiminin izlerinin görülebileceğini" söylüyor.
    *********mavi anadolucular çevirilerde "tahrifat" yapmakla da suçlanıyor.********** bu konuda ilk uyarı yazar leyla erbil'den geliyor. erbil, sabahattin eyuboğlu'nun montaigne çevirilerinde materyalizme yakın bölümleri sistemli biçimde atladığını yazıyor. barış karacasu ise bir başka örneğe dikkat çekiyor: "hiçbiri tam olmayan ve üç çevirisi bulunan francois rabelais'nin gargantua'sının bir çevirisi de sabahattin eyuboğlu, azra erhat ve vedat günyol tarafından yapıldı. yazarların bu çeviride gereksiz gördükleri yerleri atladıklarını söyleyen bir çıkma bile var. 67. sayfada çevirmenler şöyle bir çıkma düşüyorlar metne: "rabelais'nin ses benzetmeleri ve oyunları ile yaptığı bu tekerlemeler daha birkaç satır sürer gider. biz bu kadarı ile yetindik." [çıkma 55, sayfa 247] ilginç olan şudur: atlanan benzetmeler arasında devlet görevlileri ile askerlere laf söylenen bir bölüm çevrilmiyor."

    'öte yandan sabahattin eyuboğlu'nun eleştirilere konu olan bir başka yönü de militarizm övgüsü. eyuboğlu, mavi ve kara isimli kitabında türk ordusunu sivillerden daha sivil ve ilerici gördüğünü yazıyor: "yeni türkiye'nin en büyük özelliklerinden ve yaşama sırlarından biri büyük askerlerinin sivilce, hatta çok kez sivillerden daha sivilce düşünmeleri, halktan, haktan ve barıştan yana olmalarıdır." '

    şimdi de gelelim konuyla alakalı, murat belge'yle yapılan söyleşiye;

    s: mavi anadolucuları, şimdi sizin yaptığınız gibi, milliyetçi ve ırkçı yönleriyle eleştiren yazılar çıkmamış mıydı daha önce?

    c: hatırladığım kadarıyla hayır. çünkü zaten bu grupta adı geçen insanları ırkçılıkla bir arada düşünmemiştir kimse. o gruptaki çoğu yazar-çizer için zaten ağır bir suçlama olur böyle söylemek. vedat günyol, melih cevdet anday için kimse ırkçıdır diyemez.

    s: şahsi tanışıklığınız oldu mu onlarla?

    c: hayır, ama halikarnas balıkçısı'nı tanıyanlarla tanıştım. onu tanıyanlar da zaten yücelterek anlatırlar. fakat halikarnas balıkçısı'nın bu romanları neden yazdığını da düşünmüyor değilim. acaba para kazanmaya ihtiyacı vardı da popüler roman yazmak durumunda mı kaldı, yoksa hakikaten ruhundan geçenleri mi yansıtıyor? korkarım ikincisi geçerli. o zaman da demek ki, ruhundan çok iyi şeyler geçmiyormuş.

    s: cevat şakir'in arkadaşlarına göre daha köşeli bir üslubu ve tavrı olduğu bilinir. gerçekten de onu azra erhat veya sabahattin eyuboğlu'ndan bu yönüyle ayrı tutabilir miyiz?

    c: evet, öyle diyebiliriz...

    s: peki, erhat ve eyuboğlu'nda milliyetçi veya ırkçı sayılabilecek yönler var mı?

    c: önce genel bir şey söyleyeyim: bu tür sözleri erken söyleyen kişi bildiğim kadarıyla cevat şakir'dir. cevat şakir de bunu ağır bir milliyetçilik dozuyla söylemiş görünüyor. onu izleyen, ondan daha genç olan insanlar da ona bu yolu açıyorlar. hani bu kelimelerle olmasa da ona "aramızda ilk öten horoz sensin" der gibi bir saygı gösteriyorlar. onların daha kemalist olduğunu söylemek mümkün. eyuboğlu ve erhat öyleydi. aslında marksist olan melih cevdet de marksist olarak kemalizm'e olabileceği kadar yakın bir yerde dururdu. bu durumunun özellikle yaşlandıkça daha fazla öne çıktığını söylemek de mümkün. makalelerinde vardı hep bu. şimdi bu anadolu, ortadoğu, yakın doğu, buralarda yetişmiş, serpilmiş inançlar, medeniyetler, mitolojiler vs içinde "biz aslında bunların yoğurduğu insanlar olmalıyız" bilinci vardı. bu bence çok yanlış bir tez de değil. ama bu öncüllerden yola çıkıp atatürk'ün tamamen akıl dışı, bilim dışı olan güneş dil teorisi, uygarlıklar, oklar, orta asya gibi teorilerini sanki olabilecek rasyonel bir temele oturtmak gibi bir iş yapıyorlar. ********yani kemalizm'i rasyonalize etmek gibi bir iş yapıyorlar.********* bununla belki en az ilgisi olan cevat şakir, bu genel alanda ilk konuşan olduğu için işin içinde. marksist olarak buna en uzak görünen melih cevdet de sonuçta bu medeniyetlerle bir bağ kurmanın önemine inandığı için gene bu çevrede. ama bunun merkezinde bir "kemalizm'i rasyonelleştirelim arkadaşlar kampanyası" diyebileceğimiz de bir şey yatıyor. eyuboğlu kardeşleri, azra erhat'ı falan bu grup içinde değerlendiriyorum. tabii azra erhat'ın bir de cevat şakir'le başka türlü yakınlığı var. mesela bir hayranlığı söz konusu.

    s: mavi anadolucular gibi, önceden okuyup da dikkate almadığınız ama şimdi çalışırken sizi şaşırtmış kitaplar, yazarlar var mı?

    c: bolca var tabii. okuduğumuz pek çok şeyde pek çok şeyi ıskalamışız. bu hepimiz için geçerli, benim için de. mesela kemal tahir, devlet ana'yı yazdığı zaman bu bana klasik anlamda milliyetçi denemese de milli takıntıları olan bir kitap gibi görünmüştü, o tarihte de bunu yazmıştım. ama başka kitaplarını okuduğumda benim beklemediğim oranda milliyetçi olduğunu gördüm yakın zamanda. ama gene de kemal tahir'i, mesela ermeni soykırımı konusunda doğru söyleyenler safına koymak gerekiyor. samım kocagöz için mesela milliyetçi bir yazar değil de solcu bir yazardır derdik. ama şimdi bakıyoruz; bazı kitaplarında epey milliyetçi olduğunu görüyoruz. ya da talip apaydın...

    s: mavi anadolucuları veya cumhuriyet'in ilk yıllarındaki edebiyatı bugünün milliyetçilik algısı ve fikriyle değerlendirmeme ğini savunan bir tutum var. ne dersiniz?

    c: bu sorunun cevabı az önce söylediğimde var; bizim de bir sürü şeyi fark etmemiş olmamız, kendimizi o milliyetçiliklerden ayırmadığımızın kanıtı. ama sonuçta ben ve benim gibi adamlar milliyetçi değiliz de. bugün karşılaştığımız seçimler o gün karşımıza çıksaydı gene üç aşağı beş yukarı hangilerini seçeceğimiz belli olurdu.

    s:yani özü itibariyle, mavi anadolucu ya onların dönemindeki diğer yazarların milliyetçilikleri bugünkü milliyetçilikle benzer mi? nihayetinde bir "türklük" fikriyle hareket ediliyor mu, edilmiyor mu?

    c:ediliyor tabii. onun için de onlar şimdiki gibi değillerdi denecek bir durum yok demek ki. "fark etmemişiz ne olacak canım" da diyemeyiz. halt etmişiz, fark etmemişiz.

    s:günümüz türkiye edebiyatı milliyeti bahsinde ne vaziyette?

    c:türkiye'de milliyetçilik hiçbir zama durmadı, hatta yavaşlamadı. şimdi de öyle. yalnız milliyetçiliğin kendi içinde sorunları, sanıyorum artacaktır. bugüne kadar doğrudan doğruruya milliyetçi diyeceğimiz edebiyat çok ilkel. bundan sonra gene milliyetçilik yapmak için bile biraz incelmesi gerektiğini düşünüyorum. bu kadar kaba saba olması artık fazla geliyor.

    evet röportajın tamamı bu murat belge'yle.

    şimdi geçelim cevaplara;

    murat belge"siz", belgesiz konuşurken; halikarnas balıkçısı hakkında atıp tutarken;

    1- “halikarnas balıkçısı'nı tanıyanlarla tanıştım. onu tanıyanlar da zaten yücelterek anlatırlar. fakat halikarnas balıkçısı'nın bu romanları neden yazdığını da düşünmüyor değilim. acaba para kazanmaya ihtiyacı vardı da popüler roman yazmak durumunda mı kaldı, yoksa hakikaten ruhundan geçenleri mi yansıtıyor? korkarım ikincisi geçerli. o zaman da demek ki, ruhundan çok iyi şeyler geçmiyormuş.” dediğine göre;
    a/ balıkçı'yla kişisel husumeti var. eğer böyle bir şey varsa ki yazdıklarından böyle bir şeyin olmadığını, ve biraz mantık çerçevesinde düşündüğümüz zaman olamayacağını (çünkü herhangi bir münasebet olsaydı, hb'ye getirdiği eleştirilerde biraz daha elle tutulur şeyler bulunabilirdi. zira saldırganlığın boyutu böylesine saçmasapan bir boyutta kalmazdı.) anlıyoruz.
    b/ balıkçı'yı sadece eserlerinden tanıyor. bunu zaten kendi ifadesinden de anlıyoruz. o halde;

    b1/ balıkçı'nın romanları ve romanlarındaki ideolojik saplantıları üzerine konuşabilir
    b2/ balıkçı'nın düşün yazıları ve ionya uygarlığı temelinde oluşturduğu söz konusu akıma has düşünceleri üzerine konuşabilir.

    ve genel itibariyle; murat belge'nin, halikarnas balıkçısı ile ilgili getirdiği eleştirilerin tamamı, yani verdiği örneklerin hepsi romanlarından alınmış. başa dönelim ne deniyordu:
    "uluç reis ve turgut reis adlı romanlarında halikarnas balıkçısı avrupai olan hemen her şeyi aşağılamaya çalışıyor." yani balıkçı'nın romanlarından alınan verilerle onun ırkçı olduğuna değiniyordu.

    o halde bir soru kafamızda canlanıyor;

    "ey murat belge, elif şafak hanımefendi'nin romanındaki bir karakterin söylemleri yüzünden mahkemede sürünmesini nasıl kınamıştın sen hatırlıyor musun, ne oldu da sen de romanındaki karakterlerden yola çıkarak, o romanın yazarının kellesini istiyorsun, onu faşistlikle, ırkçılıkla suçluyorsun?"

    aşağıdaki sözler kime ait sanıyorsunuz:

    "ama en azından bir ilk duruşma adına hadise yaratabilme imkanı için dava açıyorlar. işte en son okuyoruz; elif şafak’ın romanı için dava açmışlar. yazan arkadaşlar da var, basında, sağda solda... demek ki roman kahramanlarının söylediği laflardan ötürü bir türklük aşağılaması mahkemesi izleyeceğiz. gene orada aynı adamlar olacaklar, şehit anneleri gibi insanlar... "
    http://www.birikimdergisi.com/…/makale.aspx?mid=182

    veya;

    "ben isveç'teyken elif şafak'ın, daha doğrusu, yazdığı romandaki kişilerin 'türklüğü aşağılama' davası beraatle sonuçlanmış. bu sefer daha ilk duruşmada bu karar verilmiş. herhalde savcılar ve yargıçlar bu davaların açılması için sağa sola koşuşan muhbir zevatı daha iyi tanıdıkça, duruşma sayısı da düşüyor. "
    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=199711

    yani bir yazarın romanındaki karakterden ötürü yargılanması, o yazar senin düşünce sisteminden biri olmadığı zaman makul karşılanmalı ama biri elif şafak hanıma dava açtığında, aynı sebepten ötürü o zaman vur abalıya. şimdi bu işin birinci boyutu, çok net; murat belge, haksızlık yapıyor, hak yiyor. sebebi nedir, onu başkaları araştırsın, ben sadece gördüğümü ve gerçekten samimiyetsizlik olarak algıladığımın altını çiziyorum.

    gelelim olayın diğer bir boyutuna.

    murat belge diyor ki; "önce genel bir şey söyleyeyim: bu tür sözleri erken söyleyen kişi bildiğim kadarıyla cevat şakir'dir. cevat şakir de bunu ağır bir milliyetçilik dozuyla söylemiş görünüyor. onu izleyen, ondan daha genç olan insanlar da ona bu yolu açıyorlar. hani bu kelimelerle olmasa da ona 'aramızda ilk öten horoz sensin' der gibi bir saygı gösteriyorlar."

    bir kere burada eserler ve eserlerin biçimleri arasında bir kavram karamaşasına düşüyor murat belge"siz". yukarıda da görüldüğü gibi sayın belge'nin üzerine düştüğü hb eserleri aslında romanları, yani romanlarındaki birkaç karakteri eleştirmekte. fakat burada söylemi değişiyor, halikarnas balıkçısı'nın hiçbir görüşünü, teorisini ortaya koymadan, bilgisizce ona saldırıyor. hem de havasını yutmadığı bir alanda; klasik filoloji ve klasik çağ kültürü üzerine böylesine saygısızca dalabiliyor. bakın burası çok önemli, cevat şakir 'in romanlarından düşün yazılarına geçtik. o halde murat belge"siz" nasıl ki, cevat şakir'e böylesine desteksiz saldırabiliyor, o halde şu ana kadar ben duymadım, herhangi bir savunma gelmedi, aynı derginin, aynı sayısında cengiz bektaş'ın yarım sayfa savunmasından başka, o halde ben de bu akşam, ekşi sözlük üzerinden murat belge'ye cevap vereceğim, tabi ki verdiğim bu cevabı da, başka cevaplar gelirse onları da murat belge'nin okuması ve algılayabilmesi mümkün değil. çünkü bu kültürün içinde değil bir kere. eğitimini almamış, metodolojik bir yaklaşıma sahip değil, eski yunan uygarlığı üzerine kafa yormamış, sadece ona birileri çık kemalizmin arkasında durup da -hani kemalizmi rasyonelleştirmeye çalışıyorlarmış ya- günümüz liboşları, abecileri ve din bezirganları tarafından saldırılmamış tek grup olan mavi anadolu'culara saldır demiş, o da görevini yerine getiriyor. ama bu sefer meydan boş değil, sesim ne kadar duyulur hiç umrumda değil, ben burada bunu yazacağım. o ırkçı nitelendirilen halikarnas balıkçısı ve onun peşinden gidenler neler düşünmüşler, nasıl koşullarda nasıl çabalamışlar onlardan bahsetmeye çalışacağım. tabi halikarnas balıkçısı gibi adamların arkasında belli odaklar olmadığından, avrupa'dan sürekli para akışı gerçekleşmediğinden, onları savunmak bana düşüyor, ben kendi gayretlerimle birşeyler karalayacağım.

    evvela bakalım; halikarnas balıkçısı ve öğrencileri neler demişler, nasıl bir ırkçılıkmış onlarınkisi;

    2.homeros

    homeros'un ilk filozof olduğunu söyleyen aristoteles bu savında haklıdır ; çünkü homeros bir dünya görüşünün habercisi, dünya ve hayatın bir yorumcusudur. şüphesiz, homeros'un kullandığı şekil bir şiir şekli, bir bilim - öncesi şeklidir. burada bir de ilias — aşağı yukarı i. ö, 750 de bitmiştir — ile odysseia — bitişi aşağı yukarı i. ö. 700 — arasındaki hem motiflerde hem de düşüncelerde kendini gösteren nesil ayrılığı açık olarak işe karışmaktadır. sonraları bilimsel felsefenin inceden inceye ele aldığı sorunlar bu destanlarda kapalı bir şekilde ortaya çıkmaktadır. nitekim bu destanlarda, ilk madde'nin ne olduğu hakkında bir soruşturmayı, tektanrıcılığa doğru bir eğilimi, olan bitenin anlamı üzerine bir araştırmayı buluyoruz. ozan, insanlar ve insan hayatı üzerine yaptığı sayısız gözlemleri çok kere birleştirerek genel bir yargıya varıyor. onun daha o zaman tanrı istencinin insan istenci karşısındaki durumunun ne olduğu sorusunu aydınlatmağa çalışması pek önemlidir (bu, sonraki felsefede istenç özgürlüğü diye adlandırılan sorundur). homeros'un dünyası baştan aşağı tanrılarla dolu olan esrarlı bir dünyadır ; ancak burada insan istenci'nin de büyük bir önemi vardır, bu istenç kahramanca davranmada olduğu gibi acılara katlanmada da kendini gösterir. bundan dolayı ozan olan-biteni tanrı ile insanın ortaklaşa yaptıkları bir iş olarak anlıyor — bu, zamanımıza kadar yaşayagelmiş bir düşüncedir. hatta odysseia'nın girişinde baş tanrı insanların kötülüğün nedenini kendilerinde, kendilerinin işledikleri günahta arayacaklarına tanrılarda aramaya kalkışmalarını yerer. — eski hellen mythoslarında pek çok zulüm hareketleriyle karşılaşılır ; bunun yanında homeros'un, insanlık şerefi ve onuru, evliliğin yüksekliği, çocuğun önemi — bunu bize babanın, çocuğunun kendinden daha değerli olmasını özlemesi gösteriyor — üzerine söylediği sözlerin parlaklığı bir kat daha artıyor. bundan dolayı şair horatius (horatius, epistulae i, 2, 1-4; “troiani belli scriptorem, maxime lolli, dum tu declamas romae, praeneste relegi; qui, quid sit pulchrum, quid turpe, quid utile, quid non,plenius ac melius chrysippo et crantore dicit. ” “..ey aziz dostum lollius, sen roma'da inşaat ve hitabet işleriyle meşgulken, ben praeneste'de yeniden troya savaşı'nın yazarını okudum. güzel, ayıp, faydalı veya faydasız olan şeyleri, homeros, chrysippus ile censor'dan daha iyi ve daha açık söylüyor.”), homeros'un ahlâkı stoalı filozofların birçoğundan daha açık olarak öğrettiğini söyleyebiliyor. (walther kranz, antik felsefe, sosyal yayınlar, sf: 1-2, çev: suad y. baydur)

    platon'a değin homeros'u anmayan bir tek yunan yazarı yok gibidir. bu yazarlardan bir kısmı bütün yunan destanlarını homeros'un yazdığını öne sürerken, bir kısmı eserin bütünlüğünün onun sayesinde ortaya çıktığını söyler. bazıları homeros'tan 'khios'lu adam' diye söz ederken bazıları 'khios'lu ve izmir'li der ona.

    edebiyat ve yazın alanında olduğu gibi aynı zamanda görsel sanat ve süslemelerde de homeros'un ilyada ve odysseia'sı yaygın olarak kullanılmaktadır. ilyada ve odysseia'nın birçok sahneleri yedinci yüzyıldan beri vazo resimlerine konu olmakta, homeros destanları ionya'da olduğu gibi, yunanistan yarımadasında da tanınmaktadır.

    homeros'un felsefe dünyasında tartışılması platon ile başlamaktadır. platon'un homeros hakkındaki görüşleri bir bakıma herodotos'un görüşlerine benzer. platon'a göre de homeros, yunan dünyasında bütün inanışların babasıdır, bu dünyada dile gelen ne varsa, onunla dile gelmiştir.

    yunanistan'da eğitim homeros destanlarının üzerine kurulmuştu. sadece atina değil, bütün yunan devletleri homeros'u her türlü bilginin özü olarak benimseyip, bir kutsal öğreti olarak kabul ediyorlardı. antik yunan'da din, politika, askerlik, gemicilik ve hekimlik gibi çeşitli alanlardaki bilgileri öğrenmek için homeros destanlarına başvurulur ve bunları öğrenen insanlar birer canlı kitaplık gibi ezberlediği destanları içinde taşırdı.

    platon da homeros okulunda yetişmişti ve bu yüzden eserlerinde homeros destanlarından sık sık alıntılar yapmaktaydı. ne var ki platon ilk defa olarak bu eğitime karşı çıkıp eleştirmekle geleneğin ta kendisine bir ayaklanma başlatmış oldu.

    platon sonrası hellenistik çağda artık homeros destanlarını safça okuyup benimseme sona ermiştir. buna karşılık bergama, iskenderiye okullarında homeros destanları üzerine pekçok filolojik araştırmalar yapılmış ve bu uğraş roma ve bizans dönemlerinde devam etmiştir. homeros destanları üzerine çalışmalar böylece kuşaklar boyu yüzyıllar süren bir devri kuşatır. yapılan filoloji araştırmalarında bergama, iskenderiye, miletos, roma, bizans bilginleri bir yandan homeros destanlarında metin araştırmaları yaparken, diğer yandan metnin yazarı üzerinde incelemelerde bulunuyorlardı. ( küken, gülnihal; a.g.e. , sf: 240-241) homeros metinleri iki başlık altında toplanabilir; birincisi ilias, ikincisi odysseia destanı.

    ilyada ile odysseia kuşkusuz sözlü bir geleneğin ürünleridir. homeros yazmalarına ilkçağda 'vulgata' deniyordu ve bütün vulgata'lar bir tek kaynağa dayanıyordu. homeros vulgatası isa'dan önce yedinci yüzyıl dolaylarında ionya'dan yunanistan'a getirildi. kaynaklar destanların ilkin sparta'ya kral lykurgos veya ilkin atina'ya solon ya da tyran peisistratos veya oğlu hipparkhos'un getirmiş olduğunu belirtiyorlar. homeros'un atina devlet dinine, devlet eğitimine sokulması ve atina'nın büyük bayramı panathenaia yortusunda okunması karar altına alınıyor. romalı hatip cicero'nun da belirttiğine göre; "önce karmakarışık bir halde olan homeros metinlerini ilk düzenleyen ve elimizde bulundukları biçime sokan peisistratos'tur."

    bu konudaki araştırıcıların vardıkları sonuçlara göre peisistratos, metinleri ionya'dan getirtip, atina'da kopya ettirmiştir, elimizdeki vulgata, o zaman kaleme alınmış bir yazmadır. yazıcılar, aslında ion-aiol lehçesiyle yazılmış destanları attika lehçesine uygulamışlardır. peloponez savaşında atina ile komşu megara kentinin arası açılınca, megaralı tarihçiler, solon ve peisistratos'un ilyada'nın bazı bölümlerini kendilerine göre değiştirdiklerini ileri sürmüşlerdir. peisistratos'un bir bilirkişi komisyonu toplayarak, bunlara büyük bir bütün olan destan metinleri arasından bir seçme yaptırdığı hatta homeros metnini sansür ettiği bile yapılan iddialar arasındadır. peisistratos zamanında yapılan bu sansürde, akhaların tarafı tutulmuş, bir anadolulu ozan olarak homeros'un, asıl troyalı'lardan yana olduğu halde, akhaları vahşi, kan dökücü gösteren parçalar eserinden çıkarılmıştır. bununla birlikte ilyada'yı okuyan dikkatli bir okuyucu, akhaların troya kenti ve civarına yaptıkları akınların aslında buralardaki büyük zenginliği yağmalamak amacını güderek büyük kan döktüklerini rahatlıkla anlayabilir. eserden o zamanlar çıkartılan parçalar arasında bulunan akhilleus'un ırzına geçip de öldürdüğü troilos, alçakça aldatılıp öldürülen palamedes, kurban edilen polyksene, amazon penthesileia efsaneleri ise sadece başlıkları ile bile şiddet ve vahşet içeren özelliklerdedir." (cicero, de oratore, 111, 34, 137)

    homeros şiirlerinin peisistratos tarafından sansür edildiği hakkında j. b. bury 'nin çeşitli düşünceleri vardır.( j. b. bury, history of greece, s:190) halikarnas balıkçısı söz konusu düşünceleri şöyle aktarır: “atina ünlü ion festivalini özel bir ilgi ve özenle korumuştur. eski ve modern zamanlarda birçok kimselerin inandığı ve söylediklerine göre, pisistratos ya da aydın, bir kişi olan oğlu hipparkhos iki büyük ion destanı, ilyada ve odise konusunda çok önemli bir girişimde bulunmuşlardır. anlatılan şu ki, atina tyran'ları, edebi bir komisyon kurarak, bu komisyonu ilyada ve odise metnini derlemeyi, kaleme almayı ve gözden geçirmeyi bu komisyona havale etmişlerdir. böylece atina tyran'larının girişimi ve okumuş kişilerin çabası sonucu, iki büyük destan ilk kez yazılı olarak ortaya çıkmıştır. bu doğru ise, bir kuşak önce atinalıların lesbos adası ile sigeion'u elde etmekteki kavgalarında, atina'nın ilyada destanının tanıklığına baş vurup, kendisinin troya savaşında oynadığı rolü ileri sürmesine inanmak güçtür, madem ki daha önce yazılmış ve genellikle kabul edilmiş bir metin yoktu ortada. gene atina'nın megara kenti ile salamis adası hakkındaki kavgasına kanıt olarak gösterdiği katalog dizesi ne gelince megara bu dizenin düzme olup atina tarafından kurulan komisyon tarafından kendi çıkarlarını korumak amacıyla ilyada metnine alındığını ileri sürmüştür. bu suçlamanın bir tutar tarafı yok değildir, çünkü komisyonun ileri gelen üyelerinden onomakritos'un düzme metin kurmakta usta olduğu biliniyordu. tyran'ın ilk oğlu hippias'a düzmece bir tanrısözleri koleksiyonu kurmakta yardım ettiği bilinir.

    / ionya fonetik harflerle yazıp okumayı nefs yunanistan'dan (yani yunanistan'ın kendisinden) iki asır evvel biliyordu. hatta solon okuma yazmayı anadolu'dan öğrendi. binaenaleyh mutlaka metin vardı, fakat hasır altı edildi. /” (halikarnas balıkçısı, düşün yazıları, bütün eserleri:6, bilgi yay., sf: 187-188)

    halikarnas balıkçısı 'nın homeros ve destanlarının anadoluluğu üzerine saptamaları da söz konusudur: “mesele, homeros'un hangi tarafa (akhalar mı, troyalılar mı) sempati gösterdiğini belirtmek değil mi? ilyada'nın bugünkü sansür edilmiş metninde bile bu gerçek apaçıktır. yine şu gilbert murray'ye dönüyorum, onun başka bir kitabında «the literature of ancient greece»'inde şunları yazıyor: ' hektor jle andromakhe'nin ayrılmaları sahnesi ilyada'yı bir zafer ve kahramanlık destanından çok daha yükseklere, savaşın ün ve şanının ötesinde yüce bir tragedya seviyesine çıkarmaktadır, biz burada insan gerçeğinin derinliklerine varıyoruz.' iyi ama bu gibi «humain» insanca özelliklerin hemen hepsi troyalılara özgü olarak gösterilmektedir homeros tarafından. «savaşın ün ve şanının ötesinde gerçek» bunu ancak minoen ve eski ege kültürü ile beslenmiş bir homeros, ya da homeros bir kişi değil de birçok homeros'iar yani rhapsodlar, ozanlar, bizdeki âşıklar görebilirdi. «homeros'un kendisi kendinden önceki şiir zenginliğine dayanıyor ve gününde destanın birçok büyük temalarının artık eskimiş olduğunu biliyordu.» bu şiir zenginliği kime aitti? akhaların mı? ki onlarda öyle bir şey yoktur, yoksa bu şiir zenginliği homeros'un mensup olduğu, eski ege ve anadolu kültürünün müydü? bittabi anadolu kültürünün idi. yoksa homeros mykene ve argos'ta doğar yaşardı yahu! «temaların eskimiş olduğunu biliyordu.» dediği zaman, anadolu'ya ait temalar demek istiyor, homeros'un bu fikirlerini theta 74, mü 70, delta 331 'de (ilyada kitaplarının numarası grek majüskülleri, odysseia kitaplarının numaraları grek minüskülleri ile gösterilir).bulacaksınız... homeros ister zenci olsun, ister başka ırktan, ege ve anadolu kültürüne ait bir adamdı.”

    2.1.6 hesiodos

    homeros ve hesiodos'un eserlerini türkçeye kazandırmış olan, mühim çevirmen ve araştırmacı azra erhat hesiodos bahsinde şöyle diyor: “hesiodos, homeros'tan sonra yunan ilkçağının en büyük ozanıdır. tanrı soylarını sayan, tanrılar arasında yetki ve şeref alanlarını saptayan ve tanrıların kişiliklerini belirten, bu iki ozandır, der yurttaşımız halikarnassos'lu herodotos. bunu söylerken de, her iki ozanın kendinden 400 yıl kadar önce yaşamış olduklarını ekler. oysa birçok yerlerde olduğu gibi, burada da yanılmış olsa gerek tarihçimiz. çünkü homeros ile hesiodos arasında yalnız çağdaşlıkta değil, yaratıcılıkta da önemli bir ayrım vardır. besbelli ki, hesiodos bir iki yüzyıl arayla izlemektedir homeros'u, ama onu izlediği de su götürmez bir gerçek: hesiodos, homeros'un silik bir kopyası, esini doğadan gürül gürül fışkıran büyük şairin yaya yürüyen bir çömezidir... yontulmamış bir öykünmeydi hesiodos'unki, bir köylü yapıtı, taşra yazısına örnek. ozanların ozanı homeros'tan aldığı biçimleri hesiodos başka özler, içeriklerle doldurmuştu gerçi, destan dili ve ölçüleri ile destandan ayrı bir tür yaratmış, öğretici denilecek yeni bir türe çığır açmıştı, ama ışığı doğudan alan bu şiir bugüne dek geçerli sanıların, kanıların tam trsine yunanistan'ın üstünlüğünü değil, geriliğini yansıtıyor, açığa vuruyordu. homeros ile hesiodos arasında bir iki yüzyıllık ara bulunduğu sonucuna varmıştı bilim... kendilerinden önce yazılı yapıt bırakmış başka dil yaratıcıları yoktur. homeros ile hesiodos, yunan din ve tanrı düzenini hepten uydurmuşlardır ya da yaratmışlardır demekle yanılmış değildir herodotos.” azra erhat, ionya ile yunanistan karşıtlığı hususunda, haliakrnas balıkçısı'nın izinden gitmektedir: “ne var ki onlarla iki ayrı çağ, iki ayrı dünya, iki ayrı insan görüşü, daha ileri giderek iki ayrı sınıf çıkıyor karşımıza diyeceğim. ilk bakışta - çevirirken izlenimimiz buydu - iki ozanın yapıtları değer ölçülerine vuruldu mu, daha yeni olanı daha eski, daha sonra geleni daha geri sayılabilir. homeroa'tan hesiodos'a değin bir gerileme olmuştur sanki. bir buçuk yüzyıllık önyargılı, yanlış değerlendirmelere karşın halikarnas balıkçısı'nın bayrak açtığını hep biliriz. haklıydı saldırı ve direncinde. ionya'ya kıyasla yunanistan bir çağdaş aydınlık dönemi karşısında bir ortaçağ karanlığını simgelemekteydi. diniyle, yaşayışıyla, töreleri ürünleri ile de kanıtlanabilir bu gerçek, hele i. ö. beşinci yüzyılda atina kentsel uygarlık ve kültür aşamasına varmazdan önceki süre için. balıkçı'nın deyimiyle hellenistan asya'nın - o zamanları kısaca asya diye adlandırılan küçük asya'nın, yani anadolu'nun — silik, buğulu bir aynası gibi görünüyordu, bu gerçeğe homeros ile hesiodos arasındaki ilişkiden daha iyi örnek bulunabilir nıiydi? biri şairlerin, şahı, öbürü hantal, soluğu kıt, becerisi az bir köylü ozanı.”( azra erhat, hesiodos eseri ve kaynakları, sf: 2)

    yani homeros'un anadoluluğunu, halikarnas balıkçısı, belli bir anlatım biçimi açısından ve kültürlerin karşılaştırılmasıyla değerlendirmiş ve ortaya dökmüştür. biri çıkıp da aksini söyleyebilir. fakat ırkçı biri şöyle şeyler söyleyebilir mi onu da anlamak mümkün değil, ama murat belge illaki kemalizme geçirmek istiyor, ona zaten "m.a. lular, kemalizmi rasyonelleştirmeye çalışıyorlar" diyerek saldırırken, cebinde taşıyabileceği tek verisi güneş dil teorisidir ki, halikarnas balıkçısı'nın veya azra erhat'ın hiçbir yazısında, eserinde güneş dil teorisine atıf yoktur. onun tartışma platformu da başka bir başlıktır. görüldüğü üzre murat belge, olabildiğince boş bir şekilde mavi anadolu'culara saldırıyor, ama asıl hedef kemalizmdir. oysa çok basit bir sağlaması var yaptığı çıkarımların antitezinin. bunun için de çok fazla araştırmaya gerek yok, sabahattin eyuboğlu'nun yaşadıklarına bakmak yeteri kadar "belge" sağlardı ona. peki yaşanmışlığa nasıl bakılır? asla beylik ifadelerle, kaynağı belirsiz ithamlarla değil (tabi yazılmış romanlardaki kurgu kahramanlar ve yapılmış çevirilerdeki anlatım metotlarıyla yazarları yargılamak istemiyorsak). o sabahattin eyuboğlu ki, bu rejimin eli en ağır tokatları hazırladığı dönemlerde feleğin değilse de yasaların, konmuş yasaların uygulayıcılarının, postala taparların altında ezilmemiş miydi? vedat günyolüstadımız (ki murat belge'nin giriştiği edebi & siyasi kıyımda kısmen de olsa kayırdığı o üstad! bkz. ilgili ifadeler) boş yere yazmadı şu satırları: "... 12 mart diye anılan bir dönemde (1971), sıkıyönetimin hışmına uğrayarak, otuzu aşkın genç yaşlı aydınlarla birlikte maltepe askerî cezaevinde dört ay konuk edildik. suçumuz, sözümona yasaya aykırı gizli bir örgüt kurmaktı. bunu, tutuklu olduğumuz günlerin sonunda, yani dört ay sonra öğrenebildik, öğrenir öğrenmez de serbest bırakıldık. örgüt kuranların başında s. eyuboğlu, a. erhat ve ben vardım bir üçlü (trio) olarak... üç buçuk ay geçiyor aradan, birbirimizi göremiyoruz koğuşlarda, son günlere dek. bu süre sonunda, savcının suçumuzu açıklayan iddianamesi çıka gelince, yerlere yatıyoruz gülmekten, kasıklarımız çatlarcasına. suçlama öylesine gerçek dışı, uydurma ve gülünçtü çünkü. ne var ki, daha önceki günler, anlatılmaz tedirginlikler, bilmeceler, ne olacağız kaygıları içinde geçiyordu. bu ara, haftada bir gün, avukatlarımız gelip bizi kabul odasında, görevlilerin gözetimi altında, yüreklendiriyorlardı. s. eyuboğlu'nun savunmasını, yakın dostu mehmet ali cimoz üstlenmişti danışman olarak. o gün, avukat gurubu (galiba üç kişiydiler), yazılı bir savunma ile gelmişlerdi. sabahattin'le azra adına hazırlanan savunmayı okumaya başladılar. savunmalar «ben komünist değilim» diye başlıyordu. ardından da bir sürü sözler sıralanıyordu. sol yanımda duran sabahattin'e bakıyorum. bir elinde sigara, gözleri yukarılara dikili, öyle duruyordu kımıldamadan. gözlerini yaş bürümüştü. tedirgin bir hali vardı. kendi hesabına, kendi ağzından çıkması uygun bulunan bir savunmayı dinliyordu. «beni bir an önce hapisten kurtarmak için, benim söyleyemiyeceğim sözleri, bana nasıl maledebilirler?» diye düşüp içlendiğini sandımdı o anda." (vedat günyol, giderayak, yaşarken 1, sf.208-209, çağdaş yayınları nisan 1989) üstadımızın alıntı yaptığım eserinde biz okuyuculara çizdiği özellikle yakından tanıdığı, dostu, dava arkadaşı sabahattin eyuboğlu resmiyle murat belge'nin çizdiği sabahattin eyuboğlu resmi arasında dağlar kadar fark yok, bizzat karşıtlık var. öyle ki murat belge'nin kemalizm'in süngülerinden kabul ettiği sabahattin eyuboğlu bizzat bu rejimin en sol & solcu düşmanı günlerinde kahır çekenlerinden olmuştur. ayrıca çok merak ediyorum, bir okuyucu herhangi bir edebiyatçının düşün dünyasını onu yakından tanıyan, beraber çeviriler yapmış aynı (siyasi) suçtan yargılanmış bir başka edebiyatçının kaleminden mi daha net öğrenebilir yoksa, o edebiyatçıyla tanışıklığının olmadığını baştan kabul edip, "feşmekan eserin çevirisinde x ile y arasındaki bölümü atladı" dan öteye gitmeyen verilerle hareket edip, bir başka edebiyatçıya eleştiri getirmediği vesikasını kabullenip başka da bir dayanağı olmadığı halde ideolojisini kritiklerine yedire yedire bir şeyler karalayan bir başka edebiyatçı, düşün adamından mı? biz olması gereken kaynaktan, yani vedat günyol'dan biraz daha yararlanalım, beslenelim: "duruşma günü geldi çattı. mahkemede, sabahattin yine solumda, azra da sağımda oturuyorlardı. harun karadeniz'in bir saat süren ve davayı kıyasıya çürüten, iddianameyi paçavraya çeviren o nefis, o soylu ve mertçe konuşmasından sonra iki kişiye daha söz verildi. sonra sıra sabahattin'e geldi gelecek. onu bir telaştır aldı. dirseğiyle dürttü beni:
    «vedat, bu ne böyle? kim yazdı, nasıl yazabildi? ver bir kurşun kalem, çabuk ol, düzeltmem gerek bunları» dedi ama, iş işten geçmişti. yargıç, seslendi kürsüsünden: «sabahattin eyuboğlu, sıra sizde» diye." (vedat günyol, a.g.e.) vedat günyol üstadımıza göre; sabahattin eyuboğlu'na "ben komünist değilim" dedirtmek zulümdü. murat belge'nin kemalizmi rasyonelleştirme çabasında olarak gördüğü bir edebi akımın en önemli temsilcisinin askerin önünde düştüğü duruma bakın hele!

    onun hakkında son sözü yine vedat günyol'a bırakıyorum, günümüze mesajı var üstadın!

    "sabahattin zaten temiz ve namuslu bir adamdı. bütün yaşamı, o onurlu yaşamı, bunun tanığıdır. amacım, kimi atgözlüklü kimselerin, kuş beyinlerinde yer etmiş olabilecek kuşkuyu lanetlemektir. sabahattin eyuboğlu saygın bir solcu aydın olarak yaşadı ve öyle öldü. ona saygı, tüm namuslu ve anlayışlı solcu aydınların, kendilerine olan saygılarıyla başlamalı, o saygıdan kaynaklanmalı derim. sizler ne dersiniz, ey namuslu solcu aydınlar?" (vedat günyol, a.g.e.)

    bu konuda konuşmaya devam ederiz.

    edit @: üşenmedim bu kadar yazı yazdım, onca destek mesajına rağmen bir tane karşı cevap almadım, karşıt entiri de girilmedi ama bu entiriyi zamanın ötesine yolladınız.burada yazılanların aksi yönünde fikir sunabilme yetisine sahip bir insan evladı aranıyor.
923 entry daha
hesabın var mı? giriş yap