71 entry daha
  • eskiden halifelere "allah'ın yeryüzündeki gölgesi" denirmiş. insanların çoğu, bunu islâm sultanlarının kıçından uydurduğu bir şey zanneder. hâlbuki bunun mesnedi bir hadis-i şeriftir. hadis-i şerif der ki: "sultanlar, allah'ın yeryüzündeki gölgeleridir. çünkü hakkını bir zalime kaptırıp da geri almak isteyenler, muhakkak ki bir sultana sığınırlar." melikler, yeryüzüne adalet ile nizam vermekle bizzat allah tarafından yükümlü kılındıklarından onlara bizim politik teoloji literatüründe "allah'ın yeryüzündeki gölgesi" denilir.

    aslında avrupa'daki politik teoloji de bundan farklı değil. ingiltere'de bugün hâlen, "the king can do no wrong", yani: "kral asla hata/yanlış yapmaz, suç işleyemez" ilkesi câridir. nitekim geçmişte kralın melez bir varlığı, kişiliği olduğuna inanılırdı. kral; gerçekteki hakikî bedeni ve varlığı bakımından bir insan, ancak tacı giydiği an ise ruhânî olarak insanüstü bir varlıktı. çünkü tacı bir insan, ancak "ilahî bir lütufla" elde edebilirdi. bu ilahî talih ve lütuf, onu insanüstü bir şey hâline getiriyordu. avrupa'da krallar, tac giyme töreni esnasında mukaddes yağla yağlanır ve hem başrahip ve inancın koruyucusu olurken hem de devleti idare ve temsil eden monark olurdu. bu sebeple kralın iki farklı varlığı hemen gözümüze çarpar: insan olan hakikî bedeni ve tanrısal olan ruhânî bedeni. "kral öldü, yaşayasın yeni kral" sloganı bizim insanımızın sandığı gibi kitlelerin bağlılığının kırılgan olduğunu ya da işte kralı şeylerine takmadıklarını filan değil, işte bu anlayışı gösterir. kral aslında asla ölmez. hakikî bedeni toprak olsa dahi ruhânî varlığı, atalarının ruhları ile birlikte o tacın bilgeliği içinde yaşamaya devam eder ve tacı devralana yardımcı olur.

    bu konu hakkında bizde de meşhur darb-ı mesel vardır. bu darb- meseli, ii. mahmud'a layiha veren bir bürokrat yazıyor, şimdi ismini unuttum: "melikler, ilahî ilhama tâbîdir." yani meliklere allahü teâla yardım eyleyip doğru olanı kalplerine ilham eder. bu sebeple bizde de osmanlı sultanlarının evliya olarak bilinmesi ilginç değildir. avrupa'da da monarkların dokunuşunun şifalı olduğuna itikad edilirdi.

    bu politik teolojinin ve dünyamızın büyüsünün bozulduğu bir çağda artık başbakanımıza, cumhurbaşkanımıza, meclis başkanımıza filan hayran olup onları velî ya da tanrısal yapamadığımızdan gidip neye tapıyoruz? devlete tapıyoruz. işte bu, kanaatimce dünyanın başına gelmiş belki de en büyük felakettir. kimse devleti için filan ölmez. başbakanı için de ölmez. ama kralı için, kayzer'i için, sultan babası için, napolyon'u için ölür ve ölmüştür. bugün askerler, meselâ ruslar ne için öldüklerini biliyorlar mı? bu bela, ancak siyasetin yeniden şahsîleştirilmesi, mekaniklikten kurtulması ile def edilebilir. şahısların güçlenmemesi için (kral), tüm gücün şahıslardan alınıp onların yönetim aygıtına (devlet) aktarılması yüzünden kurulan modern devletler, aslında faşizmin en büyük taşıyıcısıdır.

    ilahî varlığımızın ve politik geleneklerimizin, asırların bilgeliklerinin şu adına cumhuriyet denen fukara rejimleri tarafından yok edilmesi karşısında metanetimi uzun yıllardır koruyamıyorum.
15 entry daha
hesabın var mı? giriş yap