3 entry daha
  • hakkında bu kadar çok konuşulunca gelip masaya 3 posta(l) vurduğunu sandığım putsal ruh. eleştirel kalemleşmeden önce bir örnek vereyim de, mesele daha net anlaşılsın.

    arkadaşım robinson diye enfes bir film var. izleyenler bilecektir, izlemeyenler de bilsin diye anlatıyorum. robinson-cuma yakınlaşmasını cuma'nın gözünden anlatıyor. tabi gürcan yurt bunun iğrenç bir robinson türk olsa, cuma türk olsa nasıl olur çeşitlemesini yaptıydı (bkz: yerelleştirme mizahı), ama aklınıza lütfen o gelmesin. bu bildiğin kurgusu içinde, biraz anakronoloji içerse de, robinson ile kruzo yakınlaşmasına kültürel bir okuma getiriyor. robinson kendi kültürü içinde çok mantıklı gelen şeyleri yaptıkça cuma robinson'un haline hem şaşırıyor, hem üzülüyor, hem de kızıyor.

    misal cuma bir gün robinson'u kendini kırbaçlarken görüyor. olay nedir diye sorunca, robinson, adada abazan geçen 30 yılın da etkisiyle olacak, rüyasında eşekten düşüp, hamamcı olduğu için saflığını yitirdiğini, günahkar olduğunu, o yüzden kendini ve nefsini cezalandırdığını söylüyor. cuma da, abicim allah'ın ıssız adasında kırk yılın başı rüyana karı girmiş tanrılara şükredeceğine kendini kırbaçlıyon diyor. robinson hadiseyi anlamıyor, ilkel, milkel diyor, kırbaca devam.

    bunun gibi bir dolu örnekle dolu olan filmde bu entray'a uyumlu bir yerde robinson gayet atletik, pırlanta gibi dinç olan cuma'yı spor ile tanıştırmaya karar veriyor. diyor ki, hadi senle koşu yarışı yapalım. cuma anlamıyor. diyor ki: yarış? robinson da diyor ki, ya yarış, spor yani. spor ne? spor işte insanın bedeniyle bir bütün olması, koşmak, zıplamak gibi insanca faaliyetleri yerine getirerek hayattan kam alması, bütünlük, dostluk, olimpiyat ruhu. sallıyor bi dolu. tamam diyor cuma, sevdim bunu. robinson da diyor ki, tamam, o zaman şu ilerideki noktaya kadar koşacaz senle. okey diyor cuma. koşmaya başlıyorlar. robinson götünü yırta yırta burunundan soluya soluya finiş çizgisine varıyor. birinci geldiğini görünce de zıplıyor, seviniyor. ama bir bakıyor cuma arkada dingil, mingil sallan sikim, sallan taşşağım koşuyor. robinson buna çok bozuluyor, diyor ki: lan cuma, bu ne biçim koşmak? hani olimpiyat ruhu, hani spor? cuma da diyor ki, e sen demin bana ne anlattıysan onu yapıyorum. hayattan, koşmaktan ve kendimden keyif alarak koşuyorum. sen ise götünü yırtıyon, bir sikim keyif almıyorsun. robinson o zaman çıkarıyor baklayı: abi *asıl* olay kazanmak, birinci gelmek diyor. cuma tabi anlamıyor, zira o zaten herkesin aynı anda kazanabileceği bir eylem içinde. herkes kazanabilecekken, ancak başkalarının kaybıyla anlamlanan bu kazanmak, neyi kazanmak?

    olimpiyat ruhu denen şaklabanlığı, ve nezdinde, miitarizm'den kapitalizme devşirme rekabetten ibaret çalışma kurgu, ahlak, yönelim, ve ideolojisini en güzel anlatan hikayelerden birisi sanırım budur. skor sayan hakem masasına sık sık çağırılan, antik medeniyetler geçmiş'indeki niyet ve muratlarından soyutlanmış, alt-yapı ahlakıyla olumlamaya çalışan bir boş formalizm-ideoloji tabanında 'felsefe'lendirilmiş olan olimpiyat ruhu da bu anlamda rekabetçi hırs toplumlarında sadece ve sadece karşı takımı, ötekiyi yenmeye yönelik bir sınırlı muktedir işi kolektivizme (ki buna proto-faşizm de diyebiliriz), ve 'ortak galibiyet parolası', 'ülkemiz kazandı', 'formasını teriyle suladı' gibi zort militarizmden devşirme fetih, ilhak, işgal ucubelerine yontulacak derinlikte işlenen bir yalan olagelmiştir.

    ya ama açılışı çok süperdiiiiee, olimpiyatlar çok zevkliii?! değil ulan çok zevkli falan? değil! de-ğil! zevk parametrenin buna uyumlanması ile beraber değerlendirdiğin zaman, bu seçimde hiç bir fırsatın olmamışlığını hesaba katınca, o zevk karşılığı yarattığı ve yaşattığı ayrımcılık, agresyon, gerilim'in muhasebesini yapınca, çok zevkli falan değil. anasının karnından eroinman doğan çocuğa kendi kontrolü dışında alıştırıldığı, ve öncesiz sonrasız bir 'şimdi' için zevk verdiği kesin madde de 'çok zevkliiie' geliyodur eminim. ama onu norm bellemek, ona bir de böyle çakma ruh üflemeye çalışmak? nesi zevkli bunun teres? hangi ara kendiliğinden zevkine inandın bunun düdük? olimpiyat ve ruhunun ne zaman bu sikin insanları mevcut karşıtlıkları aşacak şekilde bir araya getirdiğini gördün susak ağızlı? 100 sene olmuş olimpiyalar başlayalı, araya 10larca soykırım, 2 tane dünya savaşı almış bu organizasyonunun ne sike derman olduğunu gördün kapçık ağızlı?

    neyse, sinirlenmeyeyim de hikayeye kaldığım yerden devam edeyim. cuma sonra bu anısını kabileden arkadaşlarına anlatıyor. ateşin başında duran heriflerden birisi duruyor duruyor diyor ki. ya aslında biz de yapsak süper olur. köylüler, yaşlılar, kimse anlamıyor. niye diyorlar? diyor ki, en hızlı koşan kim, en yükseğe zıplayan kim bilmiş oluruz. herkes birbirine bakıyor, bizim popüler kültür sıkışıklığında south park sessizliği diye bildiğimiz ama ismi comedic pause olan şey yaşanıyor. yaşlılardan birisi diyor ki: ya karısızlık senin başına vurmuş. ateşin başındaki kızlardan birisi geliyor, herifin koluna giriyor, uzaklaşırken herifin de aklından bu ucube fikir ve onu meşru ve kutsal kılmaya kavisli olimpiyat ruhu da idrar türevi atıkların çıktığı kanaldan sıvışıp gidiyor. doğaya karşı tüm insanlığın savaşını, insan doğasının insana karşı savaşına çeviren ruha ihtiyaç duyan herkese de aynını tavsiye ediyorum.
13 entry daha
hesabın var mı? giriş yap