57 entry daha
  • king crimson'ın 10 ekim 1969 tarihinde yayınlanan, progresif rock öncülerinden biri olan albümü.

    in the court of the crimson king'in grubun ilk albümü olmasından mütevellit, üyelerin king crimson olma yolunda attıkları adımlardan biraz bahsedelim. öncelikle, 1967 yılında michael giles, peter giles ve robert fripp tarafından "giles, giles and fripp" adlı bir psychedelic rock grubu kuruluyor. ne yazık ki, çıkardıkları albümler pek satmıyor. hatta bir yerden sonra kayıtları evde tamamlıyorlar. haliyle başarısız oluyorlar. 1968 sonlarında ian mcdonald gruba dahil oluyor, peter giles ise ayrılıyor. greg lake ve peter sinfield'ın da katılımıyla; michael giles, robert fripp, ian mcdonald, greg lake ve peter sinfield kadrolu "king crimson" kurulmuş oluyor.

    5 temmuz 1969, 'the stones in the park' festivali. tahmini olarak 250.000-500.000 kişinin katıldığı, londra'nın hyde park'ında gerçekleşen bu festivalde yer alan gruplardan birisi de king crimson idi. grubun tanınmasında pozitif bir etkisi olduğu gibi, ünlerini kazanmalarındaki büyük etkenlerden biri olmuştur.
    bu festival gerçekleştiğinde, the rolling stones'un kurucu üyesi olan brian jones öleli iki gün olmuştu.

    21st century schizoid man (hyde park 1969)

    albümün ilk hazırlıkları, the moody blues çalışmalarıyla bilinen tony clarke ile yapılmaya çalışılmış. grup, sonuçtan memnun kalmayınca bu çalışma iptal edilmiş. albüm yapımcılığını da grup üstlenmiş.
    tamamlandıktan bir süre sonra, albümdeki seslerin yanlış hizalandığını fark etmişler. bu yanlış hizalanma, yüksek frekansların kaybına ve istenmeyen distorsiyonlara yol açmış. özellikle 21st century schizoid man'de bariz şekilde açığa çıkan bozukluklar, 2000'lerin başına kadar düzeltilememiş.

    gelelim yüzyıllar sonra bile güncelliğini koruyacak olan albüm kapağına. tasarım, grubun söz yazarı olan peter sinfield'ın arkadaşı barry godber 'a ait. kapaktaki çizim schizoid man, albümün içinde ise crimson king yer alıyor.
    robert fripp bu olayı, "barry godber ressam değil bir bilgisayar programcısıydı. bu onun tek resmiydi. godber, peter sinfield’in arkadaşıydı ve 24 yaşında kalp krizinden öldü. bize resmi peter getirdi ve grup olarak resmi çok sevdik. resmin orijinalini e.g. records’un ofisinden aldım çünkü orada resmi mahvetme pahasına yüksek ışık altında tutuyorlardı. dış taraftaki surat “şizoid adam”a ait; arkasında ise “crimson king” var. eğer gülen tarafını kapatırsanız gözler büyük bir üzüntüyü dışa vuruyor. daha fazla ne söylenebilir ki? kesinlikle müziğimizi yansıtıyor." şeklinde açıklıyor. ayrıca, resmin orijinali hâlâ kendisinde bulunuyormuş.

    albüm; 21st century schizoid man, i talk to the wind, epitaph, moonchild ve the court of the crimson king olmak üzere beş şarkıdan oluşuyor. hepsi ayrı birer şaheser. sırayla tek tek değinelim isterim.

    21st century schizoid man

    şarkı, üç dörtlükten oluşuyor. her dörtlüğün ilk satırında; "death seed", "blind man's greed" gibi iki ayrı şeyden bahsediliyor. ikinci satır, ilkine göre daha spesifik. kafamızda asıl kurulması gereken imge canlandırılıyor. üçüncüde ise cümle kurulup dördüncüde şarkının ismi tekrarlanıyor.
    albümün distopik havasının yanı sıra; bu şarkıda, süregelen vietnam savaşı ağır şekilde işleniyor. haliyle şarkının temalarından biri 'savaş çığlıkları'. politikacıların ve halkın savaşa bakış açısının çok farklı olması da diyebiliriz aslında.

    "politicians' funeral pyre
    innocents raped with napalm fire"

    bulunulan yüzyıldan değil, 21. yüzyıldan bahsediliyor olması ise karanlık bir gelecek tasvir etme amacı. "cat's foot, iron claw" derken bile teknolojiyle birlikte, organiklerin mekanikleşecek olması söz konusu.

    "poets' starving, children bleed
    nothing he's got he really needs"

    ozzy osbourne 2005 yılında, şarkıyı "welcome to the twenty first century" diye bitirerek cover yapmış.

    i talk to the wind

    albümün en sakin, en huzurlu şarkısı. öyle güzel başlıyor ki; o karmaşaya, çığlıklara ara verip teninize çarpan rüzgârı hissedebiliyorsunuz. bu havayı yakalayan en belirleyici unsur, ian mcdonald'ın flüt soloları sanırım. açılıştan itibaren tüm şarkıda devam ediyor. sözleri ise yine iç açıcı değil pek. 'straight man' var, toplumdaki her şeye uyumlu olan, vasıfsız olarak niteleyebileceğimiz birisi. karşısında ise, 'late man' var. burada olan, oraya giden, aralarda kalan. bu adam, içeriye dışarıdan bakan bir gözü temsil ediyor.

    "i'm on the outside, looking inside
    what do i see?
    much confusion, disillusion
    all around me..."

    bağımsızlığını korurken rüzgârla konuşmaya başlıyor. bu da, insanların içlerine dönüp yalnızlaşıyor olmasının duygusal bir dışa vurumu.

    "i talk to the wind
    my words are all carried away
    i talk to the wind
    the wind does not hear
    the wind cannot hear"

    epitaph

    bir epitaph vardır, bir de diğer şarkılar.
    dinlediğim en doğru hissettiren şarkılardan biri. ilk iki şarkıdaki kapalılığın aksine sözler ağır basıyor. art arda sıralanıyor söylenmek istenenler. güç sahibi kişilerin halka çektirdikleri, insanların sahip olduğu savaş korkusu, devletin yarattığı kafa karışklığı, "nereye gidiyoruz?", "yaptıklarımız ne kadar doğru?" sorgulaması ince ince işleniyor.

    tüm albüm bir cümleyle özetlenecek olsa, seçeceğim dize bu şarkıda olurdu:

    "confusion will be my epitaph..."

    ikinci dünya savaşı sırası sırasında yüz binlerce kişinin ölümüne sebebiyet vermiş olan atom bombasının, insanlar üzerinde ağır psikolojik sorunlar yaratmış olmasıyla, teknolojinin gelişiminin -kurallar olmaksızın- asıl zararının yine insanlara olduğu vurgulanmış.

    "knowledge is a deadly friend
    if no one sets the rules
    the fate of all mankind i see
    is in the hands of fools"

    haliyle, albümün en distopik şarkısı. 21. yüzyıla da pek uygun. maalesef.
    ülkemizde nedense 'aşk şarkısı' olarak anlaşılmış. hatta bir dönem düğün salonlarında çok çalınmış.

    moonchild

    vee, ay çocuk. albümü bilemeyenler için "ayy ne tatlıymış" denilebilecek bir şarkı. ama biz epitaph'ı dinledik, nehir kenarında dans eden yalnız ay çocuğun mutlu olmadığını biliyoruz. epey sakin bir ilerleyişi var aslında. yavaş yavaş, ağıt edasıyla canınızı yakıyor. gözlerimi doldurmuşluğu da çoktur... tam anlamıyla 'leziz' bir şarkı.
    şarkı iki parçaya ayrılıyor. ilki, sözlerin olduğu "the dream"; ikincisi, enstrümantal kısımların olduğu on dakikalık "the illusion".

    "call her moonchild
    dancing in the shallows of a river
    lonely moonchild
    dreaming in the shadows of the willow"

    the court of the crimson king

    muazzam albümümüzün sonlandığı nokta. bu şarkıda, samuel barber'in essay for orchestra'sından esinlenilmiş.
    öyle bir başyapıt ki bu albüm; robert fripp, ian mcdonald, greg lake, michael giles, peter sinfield gibi insanların birer dâhi olduklarına yürekten inanıyorsunuz.
    şarkıda -adından da anlaşılacağı üzere- her şeyin sonlandığı; kralın huzurunda yargılanıldığı anlatılıyor.

    "the black queen chants
    the funeral march
    the cracked brass bells will ring
    to summon back the fire witch
    to the court of the crimson king"
5 entry daha
hesabın var mı? giriş yap