6 entry daha
  • ayrıca bu coğrafyanın organizmalarının genlerine sinmiş devlet fetişizmi ve erk yalakallığı da ayrı bir inceleme konusudur.

    bu bağlamda karşımıza çıkan anahtar cümleler şunlardır:
    "ya devlet başa ya kuzgun leşe,
    allah devlete millete zeval vermesin,
    ulul emre itaat farzdır"

    aslında türk ulusunun tarih sahnesine çıkışından beri yöneticilere körükörüne itaat, kutsiyet atfetmek hep olagelmiştir. kaan ailesinin kutu vardı ve bu kut onlara tengri tarafından bahşedilmişti. islamiyeti kabul (gerek zorla, gerekse gönüllü olarak) ile birlikte özellikle sünni islamın siyasal yorumunda egemenlerin kullandığı " ulul emre itaat farzdır" hadisi türk ulusunun zaten islamlaşmadan önce içinde olduğu egemenlere sorgusuz sualsiz itaat psikolojisini daha bir cilalamıştır.

    kutun kaan sülalesinin bütün fertlerinde olduğu görüşü ayrıca türk devletlerinin parçalanmasına da neden olmuştur. örneğin bu anlayışın yansıması olarak kılıçarslan'ın devleti onbir oğlu arasında paylaştırması devletin kısa sürede parçalanması sonucunu doğurmuştur. bu risk de gayet insalcıl(!) bir biçimde fatih kanunnamesinde getirilen "siyaseten katl" müessesesi ile çözümlenebilmiştir. bu insalcıl düzenlemenin sonucu, kundakta boğdurulan şehzadeler, öldürülen hamile cariyeler gerçekleri tarihin sayfalarına yazılmıştır ama devlet baki kalmıştır.

    yukarıda anlatılanlar devletin bilinçaltındaki kutsalllığının etnik-dini kökenleri hakkında bir fikir verebilir. bu kayıtsız şartsız devletin kutsallığı anlayışı faşizm için çok mümbit bir zemin sağlamaktadır. faşizmde en kısa ifadesi ile toplumun devlet için olduğu ilkesi caridir. devlet anadır bu anlayışta döver de sever de. kemal tahirin devlet anasının satır aralarında da bulabiliriz bu anlayışı.

    bu topraklarda marksist anlamda bir kapitalizm sürecinin yaşanmamasının nedeni de devletle toplum arasındaki ilişkinin tarih boyunca izlediği seyirdir. fransız sosyolog le play'in kamucu bireyci toplumlar ayırımı bu konuda aydınlatıcı olabilir. doğu toplumlarını kabaca kamucu toplumlar olarak ayırır le play. görüşüne göre bu toplumlar göçebedir ve bireycilik diye birşey sözkonusu değildir. bireyler toplum içinde erimişlerdir ve sadece toplumda basit birer unsurdurlar. dolayısıyla bu toplumlarda yaratıcılık ve müteşebbis zihniyet gelişemez. zaten kurdukları devletlerde modern anlamda bir devlet değildir. çünkü istihsale (üretim) dayanmamaktadırlar. yerleşik toplumları istila etmişler ve onlardan koruma karşılığında haraç almışlardır. korumaktan kasıt ise kendilerinden korumaktır:) tarih boyunca kurulan türk devletleri buna örnektir aslında. ancak bir nebze osmanlı kırmıştır bu yapıyı. bu gerçekleri gören marks da asyatik üretim tarzı görüşünü geliştirmiştir zaten.

    türkiye cumhuriyeti ise modern bir cumhuriyet olarak kurulmuş olmasına rağmen binyılların şekillendirdiği insan malzemesini miras olarak aldığı için seksen yılda bir arpa boyu yol gidebilmiştir. çeteleşmeler, mafya ilişkileri, emek harcayarak hakkıyla birşey kazanmadan gaspederek, haraç alarak ihya olmalar hep bu zihniyetteki insanların tarzıdır. belki cumhuriyet var ama bu defa da siyasi partiler yapıları itibari ile kutlu yöneticiler zümresinin yönetimindeki oluşumlar görünümünü vermektedirler ve tam bir saltanat sürmektedir parti yöneticileri. ekonominin de yağma ve talan ekonomisi olması göçebe kültürün yağmacı özelliklerinin günümüze yansımasından başka birşey değildir.

    aslında yazıya başlarken amaç bu kadar dallandırıp budaklandırmak değildi. yazıda bahsedilen çoğu şey açılmaya ve daha detaylı açıklanmaya muhtaç; belki kopukluklar da oldu ama orta anadolu konusuna dönersek, bu coğrafyanın geri bıraktırılmış halkı için tek kurtuluş kapısı devlet kapısıdır. amaç devlete kapılanmaktır. bu zihniyette özel teşebbüs kapitalizm filan olmaz; olamadı da zaten.
29 entry daha
hesabın var mı? giriş yap