• türkiye'de siyasetin, kültürün belirleyicisi insan kitlelerinin yaşadığı coğrafya. geriliğin, yozluğun, lumpenliğin kaynağı. merkez ve aşırı sağ partilerin politikalarını oluştururken her daim, ülkenin çağdaşlaşmasında ve gelişmesinde takoz vazifesi gören ilkel hassasiyetlerini önplana aldıkları insanlar kitlesinin habitatı.

    bu ülkede, çok partili hayata geçişle birlikte siyasette en dominant unsur, bu coğrafya insanlarının hassasiyet ve beklentileri olmuştur. (bu noktada çok partili demokrasiye karşı olmadığımı da ifade edeyim. ama ne yazık ki reel durum budur. çünkü nasılsanız öyle yönetilirsiniz) bu bölgenin demografisi yüzyılların köhneliğiyle yoz, geri ve lumpen-faşist bir görünüm arzetmektedir. kendi inançlarından olmayanlar düşmandır ve yok edilmelidirler. zaten yakın tarihte de bunun örnekleri mevcuttur. ataerkil zihniyet bütün benliklerine sinmiştir. din yorumu ise ortodoks ve skolastiktir. ilkel toplumların klasik yabancı düşmanlığı ve dışarıdan gelen herşeye karşı paranoyak bir tavır içinde olmaları nedeni ile içekapanık bir yaşam standartları vardır.

    son yüzyıldaki sosyal gelişme ve hareketler bu coğrafyada yaşayan kitleyi de hareketlendirmiş ve çevrenin merkezi kuşatması hesabı metropollerin varoşlarına akın etmişlerdir. tabi ilkel benlikleri, korkuları, paranoyaları, çıkarcılıkları ve kabile dayanışmalarıyla. örneğin istanbula giden birine söylenen klasik replik: "amman gözün açık olsun; kimseye kanma" bu bağlamda zaten hepsinde her taraftan puştluk bekleyen anadolu çocuğu sendromu belirgindir. kendi sözleri ile ifadesi ise, "alem puşt olmuş" şeklinde formüle edilmiştir. kendi yaşam tarzları ve zihniyetleriyle akın ettikleri merkezi de çevreden kuşattıkları için bu yoğun istila karşısında merkezi de yozlaştırmışlardır.

    son olarak bu yazının amacının bölgecilik yapıp bir bölgeyi ve insanını aşağılamak olmadığını da belirtmek gerekmektedir. burada bahsi geçen bir zihniyettir ve bu mentalitenin etki alanı sadece adı geçen bölgeyle sınırlı değildir ama en karakteristik örnekler bu coğrafyadan çıkmaktadır.

    not: bu yazıya ilham veren perihan mağden'in bugün radikal'deki yazısında kullanmış olduğu "orta anadolu tıkaçları" tabiridir. mecliste ab uyum yasalarını engellemeye çalışan bu tıkaçlara (mhpliler) değiniyordu mağden.
  • ayrıca bu coğrafyanın organizmalarının genlerine sinmiş devlet fetişizmi ve erk yalakallığı da ayrı bir inceleme konusudur.

    bu bağlamda karşımıza çıkan anahtar cümleler şunlardır:
    "ya devlet başa ya kuzgun leşe,
    allah devlete millete zeval vermesin,
    ulul emre itaat farzdır"

    aslında türk ulusunun tarih sahnesine çıkışından beri yöneticilere körükörüne itaat, kutsiyet atfetmek hep olagelmiştir. kaan ailesinin kutu vardı ve bu kut onlara tengri tarafından bahşedilmişti. islamiyeti kabul (gerek zorla, gerekse gönüllü olarak) ile birlikte özellikle sünni islamın siyasal yorumunda egemenlerin kullandığı " ulul emre itaat farzdır" hadisi türk ulusunun zaten islamlaşmadan önce içinde olduğu egemenlere sorgusuz sualsiz itaat psikolojisini daha bir cilalamıştır.

    kutun kaan sülalesinin bütün fertlerinde olduğu görüşü ayrıca türk devletlerinin parçalanmasına da neden olmuştur. örneğin bu anlayışın yansıması olarak kılıçarslan'ın devleti onbir oğlu arasında paylaştırması devletin kısa sürede parçalanması sonucunu doğurmuştur. bu risk de gayet insalcıl(!) bir biçimde fatih kanunnamesinde getirilen "siyaseten katl" müessesesi ile çözümlenebilmiştir. bu insalcıl düzenlemenin sonucu, kundakta boğdurulan şehzadeler, öldürülen hamile cariyeler gerçekleri tarihin sayfalarına yazılmıştır ama devlet baki kalmıştır.

    yukarıda anlatılanlar devletin bilinçaltındaki kutsalllığının etnik-dini kökenleri hakkında bir fikir verebilir. bu kayıtsız şartsız devletin kutsallığı anlayışı faşizm için çok mümbit bir zemin sağlamaktadır. faşizmde en kısa ifadesi ile toplumun devlet için olduğu ilkesi caridir. devlet anadır bu anlayışta döver de sever de. kemal tahirin devlet anasının satır aralarında da bulabiliriz bu anlayışı.

    bu topraklarda marksist anlamda bir kapitalizm sürecinin yaşanmamasının nedeni de devletle toplum arasındaki ilişkinin tarih boyunca izlediği seyirdir. fransız sosyolog le play'in kamucu bireyci toplumlar ayırımı bu konuda aydınlatıcı olabilir. doğu toplumlarını kabaca kamucu toplumlar olarak ayırır le play. görüşüne göre bu toplumlar göçebedir ve bireycilik diye birşey sözkonusu değildir. bireyler toplum içinde erimişlerdir ve sadece toplumda basit birer unsurdurlar. dolayısıyla bu toplumlarda yaratıcılık ve müteşebbis zihniyet gelişemez. zaten kurdukları devletlerde modern anlamda bir devlet değildir. çünkü istihsale (üretim) dayanmamaktadırlar. yerleşik toplumları istila etmişler ve onlardan koruma karşılığında haraç almışlardır. korumaktan kasıt ise kendilerinden korumaktır:) tarih boyunca kurulan türk devletleri buna örnektir aslında. ancak bir nebze osmanlı kırmıştır bu yapıyı. bu gerçekleri gören marks da asyatik üretim tarzı görüşünü geliştirmiştir zaten.

    türkiye cumhuriyeti ise modern bir cumhuriyet olarak kurulmuş olmasına rağmen binyılların şekillendirdiği insan malzemesini miras olarak aldığı için seksen yılda bir arpa boyu yol gidebilmiştir. çeteleşmeler, mafya ilişkileri, emek harcayarak hakkıyla birşey kazanmadan gaspederek, haraç alarak ihya olmalar hep bu zihniyetteki insanların tarzıdır. belki cumhuriyet var ama bu defa da siyasi partiler yapıları itibari ile kutlu yöneticiler zümresinin yönetimindeki oluşumlar görünümünü vermektedirler ve tam bir saltanat sürmektedir parti yöneticileri. ekonominin de yağma ve talan ekonomisi olması göçebe kültürün yağmacı özelliklerinin günümüze yansımasından başka birşey değildir.

    aslında yazıya başlarken amaç bu kadar dallandırıp budaklandırmak değildi. yazıda bahsedilen çoğu şey açılmaya ve daha detaylı açıklanmaya muhtaç; belki kopukluklar da oldu ama orta anadolu konusuna dönersek, bu coğrafyanın geri bıraktırılmış halkı için tek kurtuluş kapısı devlet kapısıdır. amaç devlete kapılanmaktır. bu zihniyette özel teşebbüs kapitalizm filan olmaz; olamadı da zaten.
  • karşıt olarak yazılmış çoğu hatırlatmayı reddetmemekle beraber geçmişe takılıp kalmadan, halihazırdaki durumu ele aldığımızda giriş entrisinde yazılanların bir durum tesbiti olduğunu ya da bir olgunun fotoğrafını çektiğini kimsenin yadsıyamayacağı açıktır.

    oradaki köy gerçekliğini yakup kadri karaosmanoğlu yaban isimli romanında çok güzel anlatır. hiç de ilkokul kitaplarında yazdığı gibi ideal yerler değildir bu köyler. insanların yokluk ve yoksulluk içinde insanlıktan çıktığı, riyakarlığın, geriliğin insanlarının ruhuna sindiği köhne yerlerdir bu köyler.

    pir sultanlar, abdal musalar ve bilumum abdal ve dervişler buradan çıkmıştır ama orta anadoluya indiğimizde bunların ne kadar hürmete şayan (!) olduklarını görürüz. bu coğrafyanın ana kitlesinin gözünde "gızılbaştır" bunlar.

    evet alevilere has cemler semahlar vardır ama ana kitlenin gözünde "mumsöndüdür" bunlar. daha dokuz yıl önce sivas'ta olanları hatırlatmak yeterlidir. halk müziği ve bozlaklar ise bu güruhun gözünde en hafif ifadesi ile "günahtır".

    milattan önce kurulmuş uygarlıklar, roma, kapodokya ile hiçbir bağıtı yoktur bu toprakların günümüzde. misafirperverliği, canayakınlığı ise artık tam bir riyakarlık göstergesidir sözkonusu insanların. ufak hesaplar, çıkarcılık ve sinekten yağ çıkarma sendromu....
  • ahlaksizligin zirve yaptigi mekan. musluman gecinip de hem ticari hem sosyal hayatlarinda bu kadar cigrindan cikmis bir grubu dunyanin baska hic bir yerinde bir arada bulamazsiniz.
  • türkiye'nin en az yatırım alan ve yine de en az şikayet eden bölgesidir. cahil, köylü, cehaletin kaynağı diye dalga geçilse de buraların cahil olmasını suçu buranın insanı değil, ta osmanlı'dan beri devam eden bu bölgeyi önemsememe politikasıdır. yahu hiçbir yatırım yoktur burada, osmanlı'dan kalma tek tük sikindirik kalıntıdan ziyade bir şey yoktur geçmişten kalan. birkaç tane şanslı ilin şanslı bölgesine serpiştirilmiş cumhuriyet dönemi fabrikası hariç ne osmanlı'dan kalan ne de cumhuriyet'ten kalan bir tane çakılı çivi yoktur neredeyse. eğer ankara başkent yapılmasa idi, buranın hali çok daha kötü olacaktı muhtemelen.

    osmanlı zamanında rumeli ve arap yarımadasıvakıflarla, hanlar hamamlarla, demiryollarıyla, çeşmelerle donatılıp, medreseler, eğitim kurumları açılıp gelişmesine uğraşılırken, burada yapılan tek şey tarım yaptıracak ve zamanı gelince savaşta kullanılacak insan gücü sağlamaktır.

    cumhuriyet döneminde gelişmesine önayak olunmayıp açılan birkaç sikko fabrikadan ibaret yatırımdan başka hiçbir yatırım görmemiş bir yerdir.

    bu bölgeye fayda sağlamış, biraz olsun çehresini değiştirmiş tek şey köy enstitüleri idi ve emeği geçen kısa sürede bile gerek öğrenci vasfıyla yetiştirdikleri gerekse öğretmen vasfıyla bölge insanına öğrettikleriyle bu bölgeye müthiş bir yatırım sağlamıştır. beyin yatırımı sağlamıştır.

    saftır buranın insanı. ne doğunun insanı gibi devlet bize bokmir der ne de karadeniz insanı gibi çığırtkanlık yapar da cürmünün iki katı yer yakar. yatırım görmemiş, hor görülmüş, kas gücünden ve savaşlarda ölecek insandan başka hiçbir şeye layık görülmemiş garip bir coğrafyadır. o yüzdendir ki, bu bölgenin isnanına kızarken öncelikle bu bölgeyi böyle bırakanlara sövün biraz da.
  • sevr antlaşmasında itilaf devletlerinin ( ingiltere, fransa) bile çekinip osmanlı devletine yaşam alanı olarak sadece buraları sunmasından bile anlayabiliriz nasıl bir habitat olduğunu. adamlar bile anlamış buranın nasıl bir yer olduğunu "ne bok yerseniz yiyin" diye bırakmışlar.
  • turkiye'nin ic ve/veya dis dusmanlari bu bolgeden hic hazzetmez.

    mesela sorun herhangi bir stratejistimize [valla ulusalci olur, atsiz ekolunden olur, mhp'li olur hic farketmez] hepsi de "doguda kurt ve ermenilerin, karadeniz'de yunan'in, guneyde eskiden fransiz'in ve italyan'in simdi ise israil'in, batida yine yunan'in gozu var. oralari isgal edecekler, hele bir turk ordusu zayiflasin, hepsi ususur" diye gorus bildirirler. su caaanim orta anadoluyu isteyen yok.

    ne pis dusmanimiz varmis yahu arkadas, toprak seciyorlar. nesi var lan gul gibi orta anadolu'nun?
  • genelde, coğrafya derslerinde "iç anadolu bölgesi" olarak öğretilen bölgenin diğer adı olarak kullanılsa da, iç anadolu'dan temel farkı, çorum, tokat gibi karadeniz bölgesi'nde; ısparta, kahramanmaraş gibi akdeniz bölgesi'nde; afyon, kütahya gibi ege bölgesi'nde sayılan illeri de içeren bir yer olmasıdır, bu illere istenirse başka adlar da eklenebilir.
  • "şu bizim orta anadolu köyleri yok mu? şu tek katlı, küçük, dört köşe pencereli, samanlı boz toprakla sıvalı, düz toprak damlı evlerin köyü. o köyler, o evler ne güzeldirler! çünkü onların ne tabiatı, ne gözü zorlayan bir yanı var. benim kavlimce bu, onların tabiatının harcının, bu tabiatın gösteriş sevmeyen, düz ve uz zevkinin yapısı olmalarından"

    hikmet birand, anadolu manzaraları, tübitak yayınları, sayfa 25
  • büyük kentlerde gelişme sürerken, en başta çiftçi milletin efendisi denmişken, sanayileşme ve değişken politikalarla çoğununun elinden çifti çubuğu alınmış, hayvancılık ve şehirler bazında özel bazı zanaatlar dışında kendi halinde bırakılmış, sesi de çok çıkmayan kocaman coğrafya. ne batı kadar renkli, ne doğunun uç kesimleri kadar sorun çıkaran bölge. böyle olunca dayıları kahvelerde hazırda bulmak, bir düşünceniz varsa onları buna inandırmak daha rahat olabilir belki de. samsun'u, sivas'ı, erzurum'u düşünüyorum, mustafa kemal neden oralardan başlamıştı halka birşeyleri anlatmaya?

    insanların ellerinden herşeylerini alınca geriye sadece dua ve inanma ihtiyaçları kalıyor. orta anadolu mütevazi bir coğrafya, sesini duyuramadığında birinin sesi olmasına ihtiyacı var, o ses ona gidene, kendi inancına yakın olana. size inanınca saf bir inançla davranması gayet doğaldır ( masum insanların güveni yalancıların en büyük silahıdır demişti biri) ama bilmemek, öğrenmemek, öğretememek, kullanmak da kabul edilemez .

    orta anadolu'nun ülkenin ortasında olduğu, eğitime, fırsatlara batı kadar ihtiyaç duymakta olduğu, bunu göz ardı ederseniz başka yerlerde ne olursa olsun, kendini pasifize sandığınız için gözardı edemeyeceğiniz hale geleceği işte aşikar, ben de varım der.

    orta anadolu eğitim, tarım, enerji yatırımlarıyla ülkenin gerçekleri içine alınmak zorunda.

    yoksa sen burada okuyacağım, çalışacağım, üreteceğim, bakamayacağım için az çocuk yapacağım bilincinde yaşarken, gün gelir karşı karşıya gelirsiniz isyan edip birbirinize...oysa biz aynı geçmişin, aynı toprakların kardeş çocuklarıyız.
hesabın var mı? giriş yap