22 entry daha
  • tıbbi yaklaşımla değil, mühendislik yaklaşımıyla bakıldığında kolayca düzelen bir hastalık. bende öyle oldu.

    insanların nasıl bir ağrı eşiği varsa, bir de sinir bozuculara dayanma eşiği var. bu eşik geçilmeye başlandığı andan itibaren, anksiyete yavaş yavaş kendini hissettiriyor. liseden sonra, gittikçe artan bir sinirbozuculuk katsayısına sahip insanlarla uğraştım. atsan atılmaz satsan satılmaz. ailen çünkü. dırdır kapasitesi tavana vurmuş anne, birbiriyle anlaşamayan akrabalar,tüm bu hengamede sevilen tek kişi olmak, herkesin "bu senin iyiliğin için" deyip düşüncelerini sormaması.... okul, dersler, sınavlar, maddi kaygılar, yıpratıcı duygusal ilişkiler.... tüm bunlar gittikçe artan bir sinirbozuculuk katsayısıyla geliyorsa, anksiyeteye merhaba diyebiliriz.

    anksiyete bence vücudun "ağır ol güzelim, kendini öldürüyorsun" demesi gibi bir şey. en başta tabii... sonrasında, insan kaygılandıkça kaygılanıyor. olayların iyi yanları püf diye uçuyor. güzel şeyler görülemiyor. özellikle de etrafınızdaki insanlar da rahatsız olduğunuzun farkında olmayıp üstünüze üstünüze geliyorsa... felaket....

    doktorumla görüşmelerim sonucu, hafif seviyede bu illetin bende senelerdir var olduğunu ortaya çıkardık. dediğine göre herkes kaygılanmakta haklıymış. endişe edilecek çok fazla şey varmış. yaşadığım onca şeyden sonra normalmiş... iyi güzel... peki artmasına sebep ne? tabii ki herzamanki stres kaynaklarının dozajı artırması...

    annemin saatler süren monologları sırasında, hissizce halıya bakmak yerine kalbimin hızla çarpıp öfke nöbetlerine kapılmalarım... uzunca bir inzivadan sonra edinilen erkek arkadaşın kelimenin tam anlamıyla can yemesi sonucu bayılmalarım... ablamla herzamanki kavgalar sırasında kalbimin sıkışmaya başlaması.... bunların oluşu ve sıralamasından korkup kendimi kanser, beyin tümörü, kalp yetmezliği çeker bir halde hastanede yatar hayal edip geceleri ağlamalarım. kabuslar, uyku bozukluğu, insanlardan kaçma, en ufak şeylere alınıp ağlama... kimseye yeterince güvenememe....

    tamam güzel, doktora gitmen gerek. gittik. ancak, tavsiyeler de ilaçlar da herşeyin daha kötüye gitmesinden başka bir şeye yaramadı. ilaçların uykusuzluk yapmasıyla birlikte artan gerginlik... zaten normalde 4 saat anca uyuyabilen insanın uyku süresinin birden 2 saate düşmesi... sinirlilik, saldırganlık, kabuslar... tüm bu süreçte etraftaki kimsenin anlayışlı olmaması...

    tıbbi süreç, ilacını al ve kafanı bir şeye takma şeklinde işliyor. doktor seni dinliyor, tavsiyeler veriyor. ama hepsi, seninle ilgili. yani: "yapsın boşver, takma"

    arkadaşım, bu zımbırtı "yapsın, sen takma" felsefesi ve ilaçlarla iyileşmiyor. ilaç, bir hafta bulutların üstünde gezdirip sonra yere çaktırıyor. sorunlar hala oradayken, nasıl iyileşebilirsin ki düşünmeyerek? beyin lan bu, dakka durmuyor ki....

    mühendislik eğitimindeki bilimsel problem çözme teknikleri, efenim balık kılçığı diyagramıymış, swotmuş falan... işte işe yarar şeyler bunlar. ana sorun nedir, niye canımız sıkılıyor, ortadan kaldırmak için neler yapabiliriz? hepsini buldum. bulmak için sordum. beni senelerden beri tanıyan insanlara sordum. hiç tanımadıklarıma sordum. beni sevenlere sordum. zerre sevmeyen insanlara sordum... en önemlisi, ben ne istiyorum, beni hasta eden ne diye kendime sordum.

    sonuç? aileme yaptığım tüm dallamalıkları anlatıp onların desteğini aldım. biraz da tesadüf eseri oldu bu. nasıl anlatılır, bu işten nasıl kurtulnur diye kafa patlatırken, yakalanıverdim. sonuçta ortaya çıkması halinde büyük gürültü koparacak her şeyi, göte giren şemsiye açılmaz misali ortaya döktüm. olayı dramatize etmek için bir de sinir krizi taklidi yaptım. bunun için kendimden utanmıyorum. gerekliydi.

    ailem artık dırdır yapmıyor. sevmediğim insanlarla görüşmek, onlara şirinlik yapmak zorunda bırakmıyor. dırdırsız bir hayat o kadar güzel ki. kaldığım yurdu değiştirdim. artık tek kişilik bir odada kalıyorum ve odamda tv bile var. kimse yattığım kalktığım saate karışmıyor. hayır demeyi de öğrendim. biri fazla ileri gittiğinde, orda dur bakalım arkadaşım, üzerime gelme diyebiliyorum. maddi problemlerin büyük kısmını hallettim. bunun için çok ağlayıp sızlamam gerekti ama, değdi sonuca. erkek arkadaş mazide kalan bir kavram oldu. onunla daha çok uğraşacakken, geçmişteki tüm stres kaynaklarını geride bırakma kararıyla hayatımızdan bir gecede tüm anılarıyla sildik attık. daha önce de yapılmıştı, tekrar oldu. ancak bu ikinci olduğu için daha çok acı verdi. hala seviyorum sanırım çünkü hala atlatamamışım. onu başkasıyla düşünmek beni hala çıldırtırken, kendimi başkasıyla düşünürken midem bulanıyor. buna rağmen, düşünmek istiyorum. düşünmeye de çalışıyorum. üstüne gittikçe, düzeleceğine inanıyorum. üstelik, hala onun fiziksel acı çektiğini hayal edip çılgınca bir zevk alabiliyorum ki bu bana yaptıklarının fena koyduğunun ve unutamadığımın göstergesi. ama, başa çıkıyorum. çıkmak zorundayım. çünkü yaptığım mallıkları düşününce de midem bulanıyor.

    kısacası, kendimden örnekleyerek vardığım sonuç şudur ki: anksiyete sadece ilacını yut, kafana takma ile çözülebilen bir şey değil. stres kaynaklarını ortadan kaldırmak lazım. çevreyi değiştirmek lazım. bir takım fiziki tedbirler almak lazım. önleyici tedbirler lazım. tamam, kafaya takmamak da lazım. çevre desteği lazım. ailenin yardımı lazım. etrafında "sen hastasın, hastasın, hastaaa" diyen insanlar olmaması lazım. "bibokun yok sen dayak istiyorsun" diyen insanlar da olmaması lazım. seni hoş tutacak, akıl verebilecek, kafa sikmeyecek insanlar lazım. küresel ısınma, terörizm, ölüm, aşk acısı, maddi zorluklar, yaşlılık vs gibi iç karartıcı konular yerine seyahat, futbol, sinema gibi insanı daha az gerecek konular konuşmak lazım. belki daha çok film izlemek lazım. diyet yapmaya çalışmak yerine o çikolatayı yemek lazım. kendini hiç bir zımbırtı için çok fazla sıkıntıya sokmamak lazım. en önemlisi de, bir şeyi kırk kere söylersen olur misali, günde en az yüz kere kendi kendine "dünya sikime minare götüme" demen lazım.

    artık ilaç kullanmıyorum. yaşadığım için mutlu hissediyorum. kendime güvenim var. canımı sıkan insanları tersleyebilitem var. sürekli "neden neden neden" diye soran insanlara "çünkü eşeğin zikinden" veya "ben öyle istiyorum da ondan" diyebilitem var. var oğlu var. henüz pollyanna olmadım. allah saklasın olmıyım da. hala endişeleniyorum. ama normal seviyelerde. hala olayların olumsuz taraflarını görüyorum, ancak bunlar için kendimi perişan etmiyorum. yani, testinin kırılma ihtimali yüzünden ağlamıyorum. testi kırılırsa ağlayabilirim. olayların iyi yanlarını görmekte hala biraz zorlansam da, bunu yapabiliyorum. hala kabus görsem de, 4 saatlik uyku ritmime geri döndüğüm için mutluyum. arada "her şey güzel gidiyo lan bak doğruyu söyleyin ölücem diye yapmıyosunuz dimi" desem de, bu gerçek bir kaygı değil şaka içeriyor.

    tüm bunlar kısa süre içinde oldu. üstelik, cinayet çıkmadan bir sınav dönemi atlattığıma göre de, normal seviyede stresle baş edebiliyorum. henüz kendimi normal üstü streslerde test etmedim. veya aynı anda bir çok sorunla da test etmedim. ancak, henüz iyileşme aşamasında olduğum için motoru rölantide çalıştırmak en iyisi.

    şunu farkettim ki, anksiyete beni sekiz ay geriye götürmüş. ağustos ayındayken ben mutluydum. hayattan keyif alıyordum. insanlara kaba davranabiliyordum. sadece bana nazik olanlara nazik oluyordum. güzeldi her şey.... şimdi, o kaldığım yerden devam edeceğim. kalan aradaki sekiz aylık süreyi ise keşke hiç yaşanmamış sayabilsem.
692 entry daha
hesabın var mı? giriş yap