• çok dakikalık kaygı duruşu.
  • yaygın anksiyete bozukluğu:

    baslıca özelliği en az 6 ay sureyle hemen her gün ortaya çıkan, bir çok olay ya da etkinlik hakkında aşırı kaygı, endişe, evham ya da huzursuzca bir beklenti içinde olmaktır. kişi gerilimini ve kaygısını kontrol etmekte zorlanır. bu kaygı durumuna huzursuzluk, kolay yorulma, düşüncelerini yoğunlaştırmada güçlük çekme,kaslarda gerginlik hissi ve uyku bozukluğu belirtilerinden en az 3 u de eslik etmektedir

    yaygın anksiyete bozukluğu olan hastalar nasıl kişilerdir

    kişi halk arasında evhamlı olarak tarif edilen bir yapıya sahiptir. huzursuz, genellikle sabırsız,çabuk heyecanlanan ve ürkek kişilerdir. yüzünün ve vücudunun görünümü gergindir. ciltleri soluk olup, el, ayak ve koltuk altları gibi ter bezlerinin olduğu bölgeler terlidir. bas ağrıları olup,alin ve ense bölgelerinde ağrı bulunmaktadır. bunlara boyun ve sırt ağrıları eslik etmektedir. pek çok kişiye önemli gelmeyen konularda bile endişelendikleri ya da bu konuların olumsuz olabilecek sonuçları hakkında düşünmeden edemedikleri görülür. korku duyulan olayın gerçek olabilme olasılığına ya da ortaya çıkabilecek etkilerine nazaran, kişinin bunlar olmadan hissetimi endişe ve üzüntüsünün yoğunluğu, suresi ve miktarı çok daha fazladır. herhangi bir olayda, olası en kotu olayın basına gelebileceğini düşünüp, kendilerini devamlı olarak diken üzerinde ve ağlamaya hazır hissederler. kabus benzeri korkulu rüyalar görülebilmektedir.

    bu kişilerde rastlanabilecek baslıca endişeler

    bu kişiler islerinde yeni ortaya çıkabilecek sorumluluklar, parasal sorunlar, aile bireylerinin sağlıkları, çocuklarının basına gelebilecek kazalar ya da diğer küçük konular (günlük ev isleri, arabanın onarımı ya da randevularına geç kalma gibi ) günlük, sıradan yasam olayları hakkında çoğu zaman üzüntü duyar ve endişelenirler. endişelerinin konuları zaman içinde değişebilmekte, biri bitip,oburu başlayabilmektedir.

    endişeyle birlikte yaşanabilen diğer belirtiler

    kas gerginliğine bağlı olarak titreme, seğirme kendini sarsak hissetme, kaslarda ağrı olabilir. çoğu kişinin çeşitli vücutsal şikayetleri vardır.

    bunlar arasında soğuk, nemli eller, terleme, mide-bağırsak yakınmaları (ağız kuruluğu, aşırı geğirme hissi, bulantı ya da ishal, ,yutma güçlüğü,),solunuma ait yakınmalar (nefes alma güçlüğü, hızlı nefes alma, boğazda bir yumru hissi ,nefesin yetmediği hissi gibi), idrar yolları ve cinsel sistem ile ilgili (idrara gitmede artış, kadınlarda adet bozuklukları ve cinsel isteksizlik, erkeklerde sertleşme ve boşalma sorunları gibi cinsel işlev bozuklukları), kalp-damar sistemine ait (göğüs üzerinde ağrı,kalp atışlarının hızlanması gibi) ve fazla bir şekilde, sese karsı irkilmeleri ,bulanık görme, el ve ayakta uyuşma ,kulak çınlamaları görülebilmektedir.

    hastalıkta saptanmış olan bulgular

    endişe ve gerilim eğer hafif düzeyde ise beyne giden kan miktarında artış olmakta, ancak gerilim arttıkça ,şiddetli kaygı anında beyne ulasan kan miktarında azalma olduğu gözlenmiştir. yaygın anksiyete bozukluğunda beynin bazı bölgelerinde (oksipital, temporal ve frontal loblar) metabolizma dediğimiz oksijen ve kan ile gelen diğer besleyici maddelerin kullanımının arttığı, o bölgelerdeki çalışmanın arttığı gözlenmiştir. beyinde noradrenerjik sinir hücreleri sisteminin aşırı çalıştığı , gaba sisteminde işlev azlığı, serotonin sisteminde ise reseptör düzeyinde değişmeler saptanmıştır.

    kaynak: http://www.psikiyatrist.net/

    davranışçı görüşe göre anksiyete öğrenilmiş bir süreçtir. koşullu uyaranlar koşulsuz tepkilere neden olur. ayrıca sosyal öğrenme ile ailenin tepkileri de model olarak alınır. (bir öğrencimde bizzat yaşadığım bir süreçtir.)
  • ben.

    ben sebepsiz korkularınım. ben midenin ortasında duran yumruyum. ben, herkes gülerken durduğun an'ım. zamanın yavaş geçiyorsa sebebi; benim.

    ben, herkes gibi olamamanın tek nedeniyim. onlara özenmenin sebebi benim. alıp verdiğin nefesi işkence haline getirdim. bunu zevkle yapıyorum. aciziyetin hoşuma gidiyor. kurtuluşunu seni uyutan, sersemleten, aptal eden küçük, beyaz haplarda aramandan hoşlanıyorum. benden kurtulma umudunu seviyorum. biraz olsun seni rahat bıraktığım günlerdeki geleceğe bakışın, kendinde güç bulman, her şeye yeniden başladığını düşünmen bana çılgınca bir zevk veriyor. seni uzaktan seyrediyorum. o kadar acizsin ki...

    yoluna tekrar çıktığımda anlıyorsun ki; yolundan hiç çıkmadım. küçük çalıların arkasına saklandım, göremeyeceğin yerlere. görsen bile bana ''çık ortaya'' diyemeyeceğin zamanlarda. ben kafanın arkasındaki sesim.

    ben her şeyin ufalanıp dağılışıyım. yere düşüp kırılan cam bardağım. parçalarım seni kanatmaya devam ediyor. ben seni acıtan küçük cam parçasıyım. kanının süzülüp akmasını seviyorum. yaralarının kabuk tutmasını, sonra onları tekrar kanatmayı seviyorum.

    seni sıktığımda ağlaman, mutluluğu sana benden daha çok zarar veren şeylerde araman hoşuma gidiyor. çektiğin duman bana daha çok güç veriyor. ah...sık sık yap bunu.

    ben umudunun tükenişiyim. her şeye rağmen iyimser olman beni daha çok eğlendiriyor. terapiler alman, doktorlara gitmen, onlara derdini anlatman. onların sana verdiği umut...onlar beni bilmiyor. kitaplara yazılan bir kaç şey var hakkımda. ''sebepsiz kaygı hali''. ah. işte bu tanıma bayılıyorum. onlar bilmiyor ki; ben sebebin ta kendisiyim. ve sen.

    ben ''tükeniş''im. ben ''bulantı''yım. ben ''daralma''yım.

    en güzeli de ne biliyor musun; daha çok gençsin.

    ve kendini öldüremeyecek kadar aciz ve korkaksın...
  • depresyonda hayata dair flashback'ler vardır...

    anksiyete de ise flashforward vardır, sürekli geleceğinize dair kötü şeyler hissedersiniz, yaşarsınız, görürsünüz.
  • tıbbi yaklaşımla değil, mühendislik yaklaşımıyla bakıldığında kolayca düzelen bir hastalık. bende öyle oldu.

    insanların nasıl bir ağrı eşiği varsa, bir de sinir bozuculara dayanma eşiği var. bu eşik geçilmeye başlandığı andan itibaren, anksiyete yavaş yavaş kendini hissettiriyor. liseden sonra, gittikçe artan bir sinirbozuculuk katsayısına sahip insanlarla uğraştım. atsan atılmaz satsan satılmaz. ailen çünkü. dırdır kapasitesi tavana vurmuş anne, birbiriyle anlaşamayan akrabalar,tüm bu hengamede sevilen tek kişi olmak, herkesin "bu senin iyiliğin için" deyip düşüncelerini sormaması.... okul, dersler, sınavlar, maddi kaygılar, yıpratıcı duygusal ilişkiler.... tüm bunlar gittikçe artan bir sinirbozuculuk katsayısıyla geliyorsa, anksiyeteye merhaba diyebiliriz.

    anksiyete bence vücudun "ağır ol güzelim, kendini öldürüyorsun" demesi gibi bir şey. en başta tabii... sonrasında, insan kaygılandıkça kaygılanıyor. olayların iyi yanları püf diye uçuyor. güzel şeyler görülemiyor. özellikle de etrafınızdaki insanlar da rahatsız olduğunuzun farkında olmayıp üstünüze üstünüze geliyorsa... felaket....

    doktorumla görüşmelerim sonucu, hafif seviyede bu illetin bende senelerdir var olduğunu ortaya çıkardık. dediğine göre herkes kaygılanmakta haklıymış. endişe edilecek çok fazla şey varmış. yaşadığım onca şeyden sonra normalmiş... iyi güzel... peki artmasına sebep ne? tabii ki herzamanki stres kaynaklarının dozajı artırması...

    annemin saatler süren monologları sırasında, hissizce halıya bakmak yerine kalbimin hızla çarpıp öfke nöbetlerine kapılmalarım... uzunca bir inzivadan sonra edinilen erkek arkadaşın kelimenin tam anlamıyla can yemesi sonucu bayılmalarım... ablamla herzamanki kavgalar sırasında kalbimin sıkışmaya başlaması.... bunların oluşu ve sıralamasından korkup kendimi kanser, beyin tümörü, kalp yetmezliği çeker bir halde hastanede yatar hayal edip geceleri ağlamalarım. kabuslar, uyku bozukluğu, insanlardan kaçma, en ufak şeylere alınıp ağlama... kimseye yeterince güvenememe....

    tamam güzel, doktora gitmen gerek. gittik. ancak, tavsiyeler de ilaçlar da herşeyin daha kötüye gitmesinden başka bir şeye yaramadı. ilaçların uykusuzluk yapmasıyla birlikte artan gerginlik... zaten normalde 4 saat anca uyuyabilen insanın uyku süresinin birden 2 saate düşmesi... sinirlilik, saldırganlık, kabuslar... tüm bu süreçte etraftaki kimsenin anlayışlı olmaması...

    tıbbi süreç, ilacını al ve kafanı bir şeye takma şeklinde işliyor. doktor seni dinliyor, tavsiyeler veriyor. ama hepsi, seninle ilgili. yani: "yapsın boşver, takma"

    arkadaşım, bu zımbırtı "yapsın, sen takma" felsefesi ve ilaçlarla iyileşmiyor. ilaç, bir hafta bulutların üstünde gezdirip sonra yere çaktırıyor. sorunlar hala oradayken, nasıl iyileşebilirsin ki düşünmeyerek? beyin lan bu, dakka durmuyor ki....

    mühendislik eğitimindeki bilimsel problem çözme teknikleri, efenim balık kılçığı diyagramıymış, swotmuş falan... işte işe yarar şeyler bunlar. ana sorun nedir, niye canımız sıkılıyor, ortadan kaldırmak için neler yapabiliriz? hepsini buldum. bulmak için sordum. beni senelerden beri tanıyan insanlara sordum. hiç tanımadıklarıma sordum. beni sevenlere sordum. zerre sevmeyen insanlara sordum... en önemlisi, ben ne istiyorum, beni hasta eden ne diye kendime sordum.

    sonuç? aileme yaptığım tüm dallamalıkları anlatıp onların desteğini aldım. biraz da tesadüf eseri oldu bu. nasıl anlatılır, bu işten nasıl kurtulnur diye kafa patlatırken, yakalanıverdim. sonuçta ortaya çıkması halinde büyük gürültü koparacak her şeyi, göte giren şemsiye açılmaz misali ortaya döktüm. olayı dramatize etmek için bir de sinir krizi taklidi yaptım. bunun için kendimden utanmıyorum. gerekliydi.

    ailem artık dırdır yapmıyor. sevmediğim insanlarla görüşmek, onlara şirinlik yapmak zorunda bırakmıyor. dırdırsız bir hayat o kadar güzel ki. kaldığım yurdu değiştirdim. artık tek kişilik bir odada kalıyorum ve odamda tv bile var. kimse yattığım kalktığım saate karışmıyor. hayır demeyi de öğrendim. biri fazla ileri gittiğinde, orda dur bakalım arkadaşım, üzerime gelme diyebiliyorum. maddi problemlerin büyük kısmını hallettim. bunun için çok ağlayıp sızlamam gerekti ama, değdi sonuca. erkek arkadaş mazide kalan bir kavram oldu. onunla daha çok uğraşacakken, geçmişteki tüm stres kaynaklarını geride bırakma kararıyla hayatımızdan bir gecede tüm anılarıyla sildik attık. daha önce de yapılmıştı, tekrar oldu. ancak bu ikinci olduğu için daha çok acı verdi. hala seviyorum sanırım çünkü hala atlatamamışım. onu başkasıyla düşünmek beni hala çıldırtırken, kendimi başkasıyla düşünürken midem bulanıyor. buna rağmen, düşünmek istiyorum. düşünmeye de çalışıyorum. üstüne gittikçe, düzeleceğine inanıyorum. üstelik, hala onun fiziksel acı çektiğini hayal edip çılgınca bir zevk alabiliyorum ki bu bana yaptıklarının fena koyduğunun ve unutamadığımın göstergesi. ama, başa çıkıyorum. çıkmak zorundayım. çünkü yaptığım mallıkları düşününce de midem bulanıyor.

    kısacası, kendimden örnekleyerek vardığım sonuç şudur ki: anksiyete sadece ilacını yut, kafana takma ile çözülebilen bir şey değil. stres kaynaklarını ortadan kaldırmak lazım. çevreyi değiştirmek lazım. bir takım fiziki tedbirler almak lazım. önleyici tedbirler lazım. tamam, kafaya takmamak da lazım. çevre desteği lazım. ailenin yardımı lazım. etrafında "sen hastasın, hastasın, hastaaa" diyen insanlar olmaması lazım. "bibokun yok sen dayak istiyorsun" diyen insanlar da olmaması lazım. seni hoş tutacak, akıl verebilecek, kafa sikmeyecek insanlar lazım. küresel ısınma, terörizm, ölüm, aşk acısı, maddi zorluklar, yaşlılık vs gibi iç karartıcı konular yerine seyahat, futbol, sinema gibi insanı daha az gerecek konular konuşmak lazım. belki daha çok film izlemek lazım. diyet yapmaya çalışmak yerine o çikolatayı yemek lazım. kendini hiç bir zımbırtı için çok fazla sıkıntıya sokmamak lazım. en önemlisi de, bir şeyi kırk kere söylersen olur misali, günde en az yüz kere kendi kendine "dünya sikime minare götüme" demen lazım.

    artık ilaç kullanmıyorum. yaşadığım için mutlu hissediyorum. kendime güvenim var. canımı sıkan insanları tersleyebilitem var. sürekli "neden neden neden" diye soran insanlara "çünkü eşeğin zikinden" veya "ben öyle istiyorum da ondan" diyebilitem var. var oğlu var. henüz pollyanna olmadım. allah saklasın olmıyım da. hala endişeleniyorum. ama normal seviyelerde. hala olayların olumsuz taraflarını görüyorum, ancak bunlar için kendimi perişan etmiyorum. yani, testinin kırılma ihtimali yüzünden ağlamıyorum. testi kırılırsa ağlayabilirim. olayların iyi yanlarını görmekte hala biraz zorlansam da, bunu yapabiliyorum. hala kabus görsem de, 4 saatlik uyku ritmime geri döndüğüm için mutluyum. arada "her şey güzel gidiyo lan bak doğruyu söyleyin ölücem diye yapmıyosunuz dimi" desem de, bu gerçek bir kaygı değil şaka içeriyor.

    tüm bunlar kısa süre içinde oldu. üstelik, cinayet çıkmadan bir sınav dönemi atlattığıma göre de, normal seviyede stresle baş edebiliyorum. henüz kendimi normal üstü streslerde test etmedim. veya aynı anda bir çok sorunla da test etmedim. ancak, henüz iyileşme aşamasında olduğum için motoru rölantide çalıştırmak en iyisi.

    şunu farkettim ki, anksiyete beni sekiz ay geriye götürmüş. ağustos ayındayken ben mutluydum. hayattan keyif alıyordum. insanlara kaba davranabiliyordum. sadece bana nazik olanlara nazik oluyordum. güzeldi her şey.... şimdi, o kaldığım yerden devam edeceğim. kalan aradaki sekiz aylık süreyi ise keşke hiç yaşanmamış sayabilsem.
  • of abi ya gün geçmiyor ki su sozlukte her boku bildiğini sanip da gotunden catir catir sallayan birine denk gelmeyelim.

    buyrun şurada bir örneği mevcut:
    (bkz: #38523033)

    bu arkadaşa gore herkeste olan sıkıntı ve kaygı halinin son 25-30 senede hastalık olduğuna insanların ikna edilmesi imiş. vay anasini.

    canim benim, sen daha önce hic panik atak krizine girmiş birini gördün mu? ya da sosyal anksiyetesi olan birinin, sirf kendi düğününe gidebilmek için sürüyle anksiyolitik almak zorunda kaldigini? iskembe-i kubradan sallamak kolay geliyordur orasi kesin ama inan bana bunlar yasayan bilir. umarim sen yasamazsin bunlari.
  • hayattaki en temel gerçeğin, ölümün, öleceğinin bi anda kafana dank etmesi. sonra da korkmak, çok korkmak. içinde dipsiz, sonsuz, karanlık bi boşluk varmış da düşüyormuşsun gibi, sonunda aklını kaybedecekmişsin gibi. düşünmek, çok düşünmek. o kadar çok düşünmek ki, artık hiçbir şey düşünmemeyi istemek. uykuya kaçmak. ama düşünmekten uyumayı bile becerememek. kimse sana yardım edemez gibi, derdine dermanı bi tek sen kendin bulabilirmişsin gibi. ama kendi aklına bile güveninin kalmaması. sokakta yürüyen insanlara bakmak ve nasıl bu kadar rahat yürüyebiliyor olduklarına şaşırmak. sanki senin bildiklerini kimse bilmiyormuş, senin yaşadıklarını kimse yaşamamış gibi. delirmeye korkmak. annenin koynuna kaçmak istemek. sanki ilacın ondaymış gibi.
  • önüne geçilemeyen düşünceler,gecenin bir vakti mideye giren kramplar, patlıycakmış gibi çarpan kontrolsuz bir kalp, gözlerden boşalan yaşlar,kaçıp giden uyku.derinlerden çok derinlerden gelen devasa bir huzursuzluk.
    can acıtır,düşünülenden daha çok hem de.
  • insana benim derdim ne diye sorgulatan sevimsiz hastalık. sağlıklısınızdır, aileniz sağlıklıdır, mutludurlar. ortada elle tutulur, gözle görülür bi şey yoktur. ama siz durmaksızın olumsuz, kaygılı, özgüvensiz yürürsünüz hayatta. siz böyle oldukça da hayat sizi dünyaya bağlamaz, negatif negatifi çeker. benim şahsım açısından, korkudan çok kaçıp gitme isteğidir. başta asosyallik diye tanımlasam da ilaca başladıkça ve şu anda birden kesip bıraktığım haliyle, ilacın bastıramadığı bi düşünce tarzı olduğunu iyice anlıyorum.

    öyle ki kalabalık sokaklarda her şeyin üstünüze geldiği, ben burada ne yapıyorum, benim hayattaki amacım, misyonum ve yerim ne, ben neden her şey birçok insanın hayallerindeki gibi giderken hep mutsuzum, kulaklarımda, içimde, beynimin en ücra köşelerinde hissettiğim amansız basınç ve gözlerimden süzülen her damla ne için, eğer hep böyle gidecekse ben nerede ya da ne zaman mutlu olabilirim ki diye sorgulatan; geçmeyen, hep büyüyen, ilaçların sadece basit fiziksel tepkileri bastırdığı ama düşünsel olarak hep aynı noktada sektirdiği boktan bi hastalıktır. ya da dediğim gibi bir düşünme biçimi, bakış açısıdır.

    sanki dünyaları verseler, yine de olmayacak gibi hissettiğiniz bi nevi şımarıklık durumudur belki de. çünkü sebebini anlayamadıkça, herkes, her şey iyiyken bu kadar mutsuz, bitkin, umutsuz hissetmek artık şımarıklık gibi geliyor. ama anamlarda suç yok, ben doğuştan böyleydim.
  • bu illet dünyanın en kötü hastalıklarından biri olabilir kanımca, ilk 10'a rahat oynar.
    başınıza acayip bir olay gelir (oda arkadaşınız kendini peygamber ilan eder mesela). olaydan bir zaman sonra sizde de değişiklik olmaya başlar. ara ara ''ne yapıyorum lan ben, ben niye yaşıyorum, ben var mıyım, bunlar gerçek mi?'' gibi sorular sormaya başlarsınız kendinize.
    ilk başta gelir geçer bu haller.
    sonra birden yine üşüşmeye başlar ve olay patlar, ağlarsınız, delirme korkusu, ölüm korkusu, korku korkusu...
    yavaş yavaş kendinizi yitirmeye başlarsınız, 1 hafta içinde başka bir insan olursunuz. lan ne insanı! insanlıktan çıkarsınız.

    haaaaa sonra işin bonusları var. favorim iki tanedir benim: depersonalizasyon ve derealizasyon...
    depersonalizasyon bokunda kendinizi hissetmezsiniz, yaşayan ben değilim, şu an başka bedendeyim gibi düşüncelere sahip olursunuz, korkmayın.
    derealizasyon ki işte bu da ikinci boktur; yabancılaşmadır bu. gördüklerim gerçek değil, dünya gerçek değil, herşey benim kafamda, hayat boş ve anlamsız gibi ergenliğe yeni girmiş gibi düşünürsünüz, elinizden gelen birşey olmaz.

    iyileşme süreci; işte ben bunu çok merak ediyorum yani bana prozac verdiler, gerçekten işe yaramıyor. bu zımbırtının geçeceğine dair ümidim yok aslında. kaç kere intiharın eşiğinden döndüm, düşünün ki hastalığım başlayalı bir buçuk ay oldu. geçmeyecek lan!

    hayatımda bir entry'i hiç bu kadar yemek istemedim, umarım iyileşirim de şu alta edit yazıp ''iyileştim lan, abartmışım biraz, hayat ne güzelmiş oysa ki, siz siz olun fazla büyütmeyin, benimki de geçtiyse sizinki rahat rahat geçer. içiniz rahat olsun!''u kopyalayıp yapıştırırım
hesabın var mı? giriş yap