5 entry daha
  • gücdevani hazretlerinin bahislerinde geçen tasavvufun dördüncü düsturu. bir mecliste bir toplulukta, halk içre, cemiyet içindeki yalnızlık. nasıl bir yalnızlık bu? allah ile halvet olma hâli. "yolcu"nun yolculuğunda -giderek daha da burgaç haline gelen- kalabalıklar içindeki yalnızlığını ifade eden tasavvufî esaslardan biri. zahiren, "halk" içindeyken, batınî dünyanda "hakk" ile beraber olmak. bütün asırların, dehrin mütecaviz kandırmacaları karşısında tebessümlerinin ardında saklı hüzünle arz-ı endam eden insan numunelerinin "eyvallah" ettiği. fıtrat özlemi. yalnızlık: halvet. bırak gafleti; "nefes" al, nefes ver: huş der dem. her nefes kurar hayy'dan hu'ya uzanan bir köprü. nazarın, nazar ber kadem sonra sefer dem vatan ve her dem halvet der-encümen...

    ayrıca "halvet der encümen" bir sadık yalsızuçanlar hikâye kitabı. modern zamanların mütevazı dervişi, edip cansever'den alıntıladığı birkaç mısra ile başlıyor şiir tadındaki şiir gibi öykülerine:

    "giderek siz oluyorsa bütün bir kalabalık
    yüzünüz yüzlerine benziyorsa, giysiniz giysilerine
    ansızın bir hastanın kendini iyi sanması gibi
    gücünüz yetse de azıcık bağırsanız
    bir yankı: durmadan yalnızsınız
    durmadan yalnızsınız"

    ve kalabalıklar içindeki "yalnızlık", yalnızlık içindeki kalabalıklar hakkında "bir şeyler" söylüyor:

    "...konuştukça içimdeki uğultu büyüyor, dedi kadın. büyüdükçe daha çok konuşuyorsun, dedi adam. insanlara karıştıkça yalnızlığım artıyor, dedi kadın. yalnızlaştıkça daha çok karışıyorsun, dedi adam.yaşadıkça acılarım çoğalıyor, dedi kadın. acıların çoğaldıkça yaşadığını sanıyorsun, dedi adam. sana yaklaştıkça uzaklaşıyorum, dedi kadın. uzaklaştıkça yaklaşıyorsun, dedi adam. yalnızlığın uğultusu.. diye fısıldadı kadın, buna dayanamıyorum artık. dayandıkça koyulaşacak, dedi adam. pencereden usançla baktı kadın. sokakta her zamanki can sıkıntısı ve telaş. satıcılardan, tüpgazcılardan ve çocuklardan yükselen bağırtıya, bariyerlere, inşaat artıklarına, betonla yaprağın kaynaşmakta gösterdiği çaresizliğe baktı..."

    "...koyulaştıkça dayanılmazlaşıyor, dedi. ötekini dinlemenin dayanılmazlığına baktı bu kez, konuşmanın ağırlığına. sokakta pervasızca yürüyen köpeğin yılgınlığına. kendilerini satılığa çıkarmış gibiydiler. bir tellal gibi bağırıyordu yalnızlıkları. efendisine yakarıyor, 'siz benden daha iyi bir köle bulabilirsiniz fakat ben sizden daha iyi bir efendi bulamam' diyordu. evlilik, arkadaşlık, akrabalık, komşuluk sanılan beraberliklerin yakarışına bakıyor, yüreğine dokunan sözlerden gözyaşlarını tutamıyordu yalnızlık. kölesini satmaktan vazgeçiyordu."

    sonra hüseyin hatemi'ye kulak veriyoruz hep birlikte; "olgunluğa hasret"ine:

    "ammâ ne inziva? dediğin kûh-u gaar değil,
    'halvet der encümen' oda ister bu pişmede.

    'halvet der encümen' ki demir leblebi demek,
    ağyar her taraftan görünce üşüşmede.

    gel hâtemi bu hüznü bırak, fahr-i âlem'in
    çağlar aşan sesiyle gönül aşka düşmede."

    kûh-u gaar ya da kûh-u gâr: dağlarda bulunan sığınılacak mağara.
    ağyar: yabancılar, el.
    fahr-i âlem: kâinatın iftihar tablosu, islâm peygamberi.
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap