binboğalar efsanesi
-
romana bir yörük obasının insanlarının, paralel akan, birbirinden naif hikayelerini okuyarak başlarız. sonra birden bu hikayelerin aslında yörüklerin bitişi ile birlikte bir çağın kapanıp yeni bir çağın başlamasını, aslında bizi ve geldiğimiz acınası noktayı anlattığını fark ederiz. yeni dünya düzenine ve mülkiyet kavramına müthiş bir eleştiridir esasında. işin en basit özeti şu:
--- spoiler ---
bu sulara biz ad verdik, bu dağlara, bu yerlere... çukurovanın her taşı, toprağı,
kayası bir yörük obasının adını taşır. şu çukurova bizim değil miydi? nerden
sahip oldular, ne için, nasıl sahip oldular kışlaklarımıza, ne zaman, nereden
geldiler? kimden istediler, kimden aldılar, ne kadar para döktüler, ne kadar
koyun verdiler de sahip çıktılar kışlaklarımıza? biz çukurovada var iken bunlar
nerdeydiler? süleyman kahya güldü:
bizimleydiler. oğlumuz, kızımız, elimiz obamızdı bunlar. tükene tükene
nereye gittik, ne olduk, dersin? onlar biziz. biz bize zulmediyoruz çukurovada.
kınını kesen kılıcın kendisidir. kınını kesen, aramızdan tezikip gidenlerdir. beş
yıl sonra, beş yıla kalırsak, varırsak köyünün yakınına sakarcalı alinin, elinde
sopası ilk kovalayan bizi o, olacak. bize ilk vuran o, o olacak.'
--- spoiler ---
en can alıcı yerlerinden biri, bir zamanlar binlerce çadırdan oluşan, binlerce koyunları, altınları zenginlikleri olan dillere destan iki obanın artık iyice azalmış, her şeylerini kaybetmiş, çadırları çamur içinde kalmış bir halde yağmur altında karşılaşmaları ve birbirlerinin haline ağlamalarıydı.
kuşkusuz en etkileyici bölümü (şehirliler olarak asıl bizi ilgilendirmesinden olacak) ise demirci haydar usta adana'ya indiğinde edindiği izlenimlerdi. şehirde her gün gördüklerimizi, yaşadıklarımızı bir de onun gözünden görmek ve yaşamak çok 'enteresan, enteresan' (diyebileceğimiz sadece bu!). işe ustaya acımakla başlarız. okudukça asıl kendimize acımamız, kendi düştüğümüz hallere, farkında bile olmadan kaybettiklerimize yanmamız gerektiğini fark ederiz.
usta uzaydan ya da atlantis'ten gelmiş gibidir, etrafında olan biteni anlamamakta, etraftakiler de onu anlamamaktadır. oysa orada atlantis diye bir yer, bir hayat ve o hayatın naif insanları gerçekten de vardır ve göz göre göre tükenmekte, elden gitmektedir. kurtarmak için kimsenin kılını kıpırdatacağı yoktur. çok, çok acıdır. karnımıza bir ağrı saplanır.
bizim için ise artık öyle geç ki! kaybedilen çoktan kaybedilmiş artık, geri dönüşü yok. bizler avuç dolusu para saydığımız içler acısı, kutu kutu evlerimizde ve aslında bizim dahi olmayan beton sokaklarımızda hapis yaşamaya mahkumuz artık.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap