• yasar kemal'in sözleriyle "bu bir yörük obasinin gercekci romanidir. obanin yok olusunun hikayesi, belki de agitidir. bu tükenen yörük obasi, koca osmanliyi, selcukluyu, daha nice devletleri kurmustu."
    cumhuriyet döneminde cikartilan iskan kanunuyla beraber cukurovayi kislak, aladagi da yaylak belleyen türkmen yörügünün yerlesik hayata zorlanmasi fakat yerlesecek bir karis dahi toprak parcasi bulamamalarinin dramidir anlatilan. yasar kemal okura yumusak bir roman sunmuyor, sert bir öykü anlatiyor, ama cok güclü ve inanilmaz güzellikte.
  • romana bir yörük obasının insanlarının, paralel akan, birbirinden naif hikayelerini okuyarak başlarız. sonra birden bu hikayelerin aslında yörüklerin bitişi ile birlikte bir çağın kapanıp yeni bir çağın başlamasını, aslında bizi ve geldiğimiz acınası noktayı anlattığını fark ederiz. yeni dünya düzenine ve mülkiyet kavramına müthiş bir eleştiridir esasında. işin en basit özeti şu:

    --- spoiler ---
    bu sulara biz ad verdik, bu dağlara, bu yerlere... çukurovanın her taşı, toprağı,
    kayası bir yörük obasının adını taşır. şu çukurova bizim değil miydi? nerden
    sahip oldular, ne için, nasıl sahip oldular kışlaklarımıza, ne zaman, nereden
    geldiler? kimden istediler, kimden aldılar, ne kadar para döktüler, ne kadar
    koyun verdiler de sahip çıktılar kışlaklarımıza? biz çukurovada var iken bunlar
    nerdeydiler? süleyman kahya güldü:

    bizimleydiler. oğlumuz, kızımız, elimiz obamızdı bunlar. tükene tükene
    nereye gittik, ne olduk, dersin? onlar biziz. biz bize zulmediyoruz çukurovada.
    kınını kesen kılıcın kendisidir. kınını kesen, aramızdan tezikip gidenlerdir. beş
    yıl sonra, beş yıla kalırsak, varırsak köyünün yakınına sakarcalı alinin, elinde
    sopası ilk kovalayan bizi o, olacak. bize ilk vuran o, o olacak.'
    --- spoiler ---

    en can alıcı yerlerinden biri, bir zamanlar binlerce çadırdan oluşan, binlerce koyunları, altınları zenginlikleri olan dillere destan iki obanın artık iyice azalmış, her şeylerini kaybetmiş, çadırları çamur içinde kalmış bir halde yağmur altında karşılaşmaları ve birbirlerinin haline ağlamalarıydı.

    kuşkusuz en etkileyici bölümü (şehirliler olarak asıl bizi ilgilendirmesinden olacak) ise demirci haydar usta adana'ya indiğinde edindiği izlenimlerdi. şehirde her gün gördüklerimizi, yaşadıklarımızı bir de onun gözünden görmek ve yaşamak çok 'enteresan, enteresan' (diyebileceğimiz sadece bu!). işe ustaya acımakla başlarız. okudukça asıl kendimize acımamız, kendi düştüğümüz hallere, farkında bile olmadan kaybettiklerimize yanmamız gerektiğini fark ederiz.

    usta uzaydan ya da atlantis'ten gelmiş gibidir, etrafında olan biteni anlamamakta, etraftakiler de onu anlamamaktadır. oysa orada atlantis diye bir yer, bir hayat ve o hayatın naif insanları gerçekten de vardır ve göz göre göre tükenmekte, elden gitmektedir. kurtarmak için kimsenin kılını kıpırdatacağı yoktur. çok, çok acıdır. karnımıza bir ağrı saplanır.

    bizim için ise artık öyle geç ki! kaybedilen çoktan kaybedilmiş artık, geri dönüşü yok. bizler avuç dolusu para saydığımız içler acısı, kutu kutu evlerimizde ve aslında bizim dahi olmayan beton sokaklarımızda hapis yaşamaya mahkumuz artık.
  • elimde bir tane var; 1976'da cem yayınevi basmış, fiyatı 40 liraymış. dağılmasın diye şeffaf, kalın bir defter kabı ile güzelce korunmuş. ilk sayfasında melih cevdet anday'a ait şu satırlar karşılıyor okurları;

    "ağlar bu mezarlıkta yörükler her gece
    bıkıp iri yıldızları davar sanmaktan
    düşünür eski günleri... iskandan önce
    geride kalmanın hüznü yamanmış yaman."

    beni ise, bu satırların hemen üzerindeki boşluğa yazılmış başka satırlar karşılıyor;

    "bu yaşar kemal öyküsünü okumak istemiştim, anama can yoldaşı olurken hastahane odasında. ama bir yaşam bitti bu akşam. bir ağıt, bir özveri, bir destan. canım anam, yattığın yerde rahat uyu. o mübarek ellerinden, ellerinden öperim. 25.10.1990 saat 22:15 perşembe"

    dayım yazmış bu satırları. kitabı okuyamadan da, anneme geri vermiş. ben de uzun zamandır, ilk sayfasını açıp bu satırları okuyup geri bırakıyorum. bir gün okuyacağım elbet. çünkü okuyan adamdan zarar gelmeyeceğini hepimize ananem öğretti. *
  • adana'da bir dönem arzuhalcilik yapmış olan yaşar kemal, romana arzuhalci kör kemal olarak kendini de katmıştır. kör kemal, yörüklere isteklerinin nasıl da bu devirde "olamaz", "kabul edilemez" olduğunu izah etmeye çalışmıştır. bir nevi sürü filmindeki devrimci genç karakteri gibi kurgunun içine, okurun gözüne gerçeği sokmuştur.
  • hic bir kitap okumadim ki beni hungur hungur aglatip, etrafima ofke kusmama neden olsun.

    yasar kemal, yoruklerin iyi niyetleri ve farkindasizliklari sebebiyle yillar sonra ugradiklari ayrimciligi o kadar carpici sekilde ele almis ki; devlet babalarinin kendilerini gormezden gelmesine ragmen, halen ismet pasa da ismet pasa diyerek, yuzyillarca yazin cukurova'da kisin toroslarda konaklayan bu garibanlarin zaten kendilerinin olan ovadan son kalan obaya bir ufak toprak bulmak icin dustukleri mucadele anlatilir.

    gozunu toprak, para hirsi burumus eski dostlar bir anda dusman oluvermislerdir. nitekim tum koyunlarina karsilik bile konabilecekleri bir toprak alamamaktadir. ustune ustluk cevre koylerinin saldirilarina maruz kalarak, gun be gun eriyeceklerdir.

    bir zamanlar asagidaki turkude oldugu gibi senliklerle gocen yorukler, istenmeyen birer yabanci konumuna dusmuslerdir.

    kozanoğlu

    göç başlardı gürül gürül
    türkmen göçü
    aşiretler konardı oba oba
    dumanlar tüterdi oylum oylum
    derim evleri al yeşil donanır
    al yeşil bir renk cümbüşüdür
    iner çukurova’nın düzüne

    kozanoğlu avdan gelir
    malını terkiden alır
    bize kozanoğlu derler
    yiğit ölür şanı kalır

    çıktım kozanın dağına
    yük bağladım bayrağına
    aşiretten haber geldi
    çıkalım kozan dağına
    feryal oney-bulutlar geçer

    ve gun gelmis devran donmus kozanoglu gibi nice yoruk asiretleri sahipsizce kapitalizmin kucagina birakilmistir.
  • başlangıcında şöyle bir şiir olan roman;

    ağlar bu mezarlıkta yörükler her gece
    bıkıp iri yıldızları davar sanmaktan
    düşünür eski günleri... iskandan önce
    geride kalmanın hüznü yamanmış yaman.
    melih cevdet anday
  • bir çukurovalı'nın kaleminden, çukurova denilen toprakların röntgenini çeken muhteşem romandır.

    yaşamak kavgasını anlatır, topraksız, malsız, parasız yaşamanın mücadelesidir. roman kahramanları koca bir oba'yı kurtarmak için uğraşlarını anlatır.

    her şey bir hıdırellez günü hızır beklerken başlar.

    beş yaşındaki kerem'den obayı kurtarması için hızır'ı beklemesi istenir, o yaşının gereğini ister hızır aleyhüsselam'dan.

    cerenden hayallerini satması istenir oba'nın ikbali için, zengin çocuğu oktay'ın peşinden köy köy gezdiği bu kız da bekler hızır aleyhüsselam'ı, ama oba değildir derdi ceren'in, ceren'in derdi halil'dir. ceren sevdası için direnen yiğit bir kadındır.

    demirci ustası dede'nin eren dedenin hızır'ı bekleyişi, olmayınca kendini en iyi bildiği şeye demir'e, ateşe ve kılıca verişini anlatır.

    oba başı'nın gözlerinin önünde heder olan obasının yok olması pahasına ceren kız'a duyduğu saygıyı anlatır.

    yaşar kemal toprağın üstündeki pamuğu, dağdaki hayvanı, gönüldeki sevdayı öyle bir anlatır ki bu romanda, bir bakmışsınız teker yaylasındasınız, bir bakarsınız payas'ta, bir bakarsınız kozan'da. yaşar kemal röntgen çekmiştir bu romanda, yoklukla, yok olmakla mücadele eden bir avuç insanın röntgenini çekmiştir.

    kısacası usta'nın en güzel kalemlerinden birisidir bu büyük efsane, yörükleri erenlerin kalbinden, çukurovayı yokluk gözünden, sevdayı da ceren kızın kalbinden anlatan muhteşem öyküdür. ayrıca ileride -kısmet olursa- doğacak kızımın da adını bulduğum romandır.

    mutlaka okunmalıdır, bu romanı okumadan çukurovayı ve yörükleri tanıyamaz, yok olmayı göze almanın ne demek olduğunu da anlayamazsınız.
  • böcekler ölmez, otlar da, çiçekler de ölmezler. kıyamete kadar böcekler, çiçekler, otlar ardı ardına ulanırlar, öylece ölmezleşirler.çiçekler uzun bir bir halkadır...
    ''yaa, uzun uzun bir halkadır... uyurlar, her yıl gene uyanırlar. ölmezler.''
    ama insanlar ölürler, insanlar, çünküleyim ki insan bir tektir. her insan bir tek doğar, bir tek ölür. ama böcekler kıyamete kadar doğarlar, sayısız, ölmezler.
    '' dünyada ölen bir tek yaratık vardır. dünyada ölümlü bir tek canlı vardır, o da insandır, insandır.''
    yaşar kemal- binboğalar efsanesi ''s. 29-30''
  • osmanli'nin coku$unden sonra sudan cikmi$ baliga donen, kentli olamayan koylulerin dramini anlatan bir roman.

    "ceren ötede durmuş, olup biteni kayıtsız, ağlamadan, kederlenmeden, kıpırdamadan seyreyliyordu. çadır getirilip odunların üstüne atılınca, odunlara yürüdü. süleyman kahya hemen onun önüne geçti: dur kızım, dedi. bu çadır beylik çadırıdır. onu yakmak da bana düşer. kibriti çaktı. odunlar ateş aldı. yalım yükseldi. acı bir kıl kokusu ortalığı kapladı.

    odunlar, çadır, öteberiler yanıp kül oluncaya kadar bütün oba suskun ayakta dikilip bekledi. gözlerini de ateşten ayırmadılar. her şey yanıp kül olunca süleyman kahya oracığa, bir taşın üstüne çöküverdi. yüzünü elleri arasına aldı. yağmur gibi döküyordu. bir anda sakalı yaş içinde kaldı, ıpıslak oldu. ceren uzun boynunu biraz daha uzattı. bakışlarını önce atın ölüsü üstünde dolaştırdı. sonra donmuş kalmış suskun kalabalığa derin derin baktı. sonra da vardı süleyman kahyanın karşısında dikildi, ona bir şeyler söyleyecek oldu, vazgeçti. halilin tüfeğini omzuna vurup koyaktan yukarı doruğa doğru yürüdü, çekildi gitti. obalılar orada, oldukları yerde kalakaldılar. cerenin ardından başlarını kaldırıp bakamadılar bile.

    işte her yıl böyle olur. beş mayısı altı mayısa bağlayan gece hızırla ilyas dünyanın bir yerinde buluşurlar. onlar buluştukları an dünyadaki bütün yaşam durur, tekmil canlılar ölürler. hemen sonra da daha gür, daha canlı, daha doğurgan dirilirler. ve biri mağrıptan, birisi de maşrıktan kopup gelen iki yıldız gökyüzünün ortasında tokuşur, birleşirler. birleşip ışık olurlar, yeryüzünün üstüne top top sağılırlar."
  • bana adimi veren roman. *
hesabın var mı? giriş yap