• kanada turku bir rap muzik sanatcisi , kanada'da cok tutulan bircok reklam muziginin yaraticisidir .
    ozellikle do i go sarkisi cok basarili .
    http://www.evrenmusic.com/…ia&song=11&title=do i go
  • evrene dair her türlü düşünce temayülünü inceleyen herkes birçok ortak veya farklı yan bulabilir; bakış açıları farklı zeminlerden beslenerek insanları farklı düşünce alemlerine iter. mesela kozmoloji açısından evreni incelemek, bir şekilde insanı dünyadan soğutur. çünkü insan düşünden uyanmış olur. günümüz insanı (burada kastım elbette ki konforlu yaşayan modern insandır), ilkel dinlerin egemenliğine boyun eğen yerlilerin evren ve doğa yaklaşımlarını unutmuş değildir. hala ve hala mocheuygarlığında olduğu gibi güneş'i yaratıcı güç olarak görür, çoğu kere bunun farkında değildir ve hiçbir zaman bir sabah doğmayıp kendisini terk edeceğini düşünmez, ama yine de güneş'i kendisi için var olan bir ısı ve ışık gücü olarak düşler; bunu farkında olmadan yapar. çünkü bu düşünce, yani insanın kendisi dışındaki her şeyin bizzat kendisi için var olduğunu düşünme temayülü ilkel dinlerde, uygarlıklarda kalmamıştır. farkında olmadığı, damarlarında gezinen kan gibi her an yalnız bırakmadığı bu düşünce üç büyük tek tanrılı dinin de ana konusu olmuştur. insan, yaratılmışların en yücesidir. böyle durumdaki insan için, en nihayetinde iç içe girmiş sarmallardan oluşan büyük bir küre yaratıcı gücün, yani tanrı'nın elindedir. bu kürenin tam orta noktasında bir yuvarlak vardır: işte o yuvarlak insanın kendisidir. bu durumda şöyle bir kompozisyon çizilmiş oluyor: sarmalların en ortasındaki yuvarlak merkezdir; tıpkı sarmalların hepsini kapsayan en büyük yuvarlağın kendisi gibi yuvarlaktır, yani sarmallar bütününe benzer; merkez noktasında olduğu için de yaratıcı gücün merkez statüsünden pay almıştır. bu söylemi islam ilahiyatında şöyle görebiliriz kimi yorumlarda: "her varlık tanrı'dan pay almıştır; insan ise tanrı'dan en değerli payı alan mahlukattır: yani düşünce/akıl" yani en nihayetinde aristoteles evreni/1'de geçtiği gibi, merkez insan olduğunda, insana ait ne varsa temel değer haline gelmiş oluyor. o halde insanın yaşadığı yer yani dünya da mukaddestir. "dünyada önceden üstün güç tarafından belirlenmiş akıllı bir düzen vardır" düşüncesi bu yüzden rahatlatıcıdır insan için; en temelde imanlı insanın, çileci dahi olsa, dünyada huzuru yakalamış olması; kendisini düşünen bir sistemin içinde yaşadığını ve hatta öldükten sonra da imanından ötürü sonsuz mutluluğa ulaşacağını kabullenmiş olmasına bağlıdır. bir nevi kendisini rahata alan, güvenli bir dayanakla geleceğe bakabilen insan için dünya hem manalıdır, hem de manalı kalmak durumundadır: çünkü o sadece bir araçtır, sonsuz mutluluğa ve kutluluğa ulaşan bir araç. o halde evren, her türlü acının da ilahi bir boyutunun bulunabileceği, rahatlatıcı bir yerdir. çünkü merkez insan kimliğiyle kendisinindir.

    hiristiyanlıkta kilise, hem aristoteles hem de ptolemaios'un dünya merkezli evren temayülünü, dünyayı tanrı'nın yarattığı en yüce değer olan insanın mekanı olması açısından mukaddes gördüğünden, kabullenmişti. sadece ilkellerde kalmamış bir kabul durumudur buradaki, açık. insanı insan kılan dinler, düşünüşler hep o'nu temel alır. insan, insan kimliğiyle evrenin kendisi için yaratılmış olduğunu düşündükçe rahatlar. buna mukabil evrenin kendisi için yaratılmamış olduğunu anladığında ya da önüne dünyanın diğer gezegenler gibi, fiziki boyutuyla ezelden ebediyete mekanik devinimlerle sınırlı, sıradan bir cisim olduğuna dair kitaplar düştüğünde rahatı kaçar. çünkü sadece yaşarken huzura kavuştuğu, her şeyin kendisi için olduğuna dair kabulü sarsılmakla kalmamış, öldükten sonra ebediyete uzanacağını düşündüğü merdivenler de buhar olup uçmuştur. bu, hazin bir yitiriş demek. yaşamın hiçleşmesi, dünyanın ve evrenin salt fiziki açıdan bir değer taşımasıyla birlikte, insanın kendisinin de değersizleşmesi demek. herhangi bir hayvanın ya da bitkinin canlılığını asla düşünmemiştir; öldükten sonra da hiçbir değerinin olmadığını; toprağa, suya, havaya karışıp bir şekilde yaratıcı kudretin özünden kopmuş kendisininkine göre daha değersiz bir parça olarak dünyeviliğini sürdüreceğini sanmıştır: ama artık kendisiyle birlikte, bütün sevdiklerinin ve hatta sevmediklerinin de sadece dünyevilikleri, maddi yaşamdaki mekanik tükenişleri, birer hayvan veya bitki gibi değersizleşmeleri acı bir tokattır. bu tokat, insanı kendine getiriyor; ama bazen gerçekleri duymak istemeyiz; çünkü huzur veren düşten uyanmak istemeyiz. düş, insanın tek mutluluk kaynağı olmuşsa, o insan için uyanıklık bir mana ifade eder mi?

    tanrinin evrene mudahale etmesinin mantiksizligi/@jimi the kewl entirimde bu konuya değinmiştim; bir yerde insanın ana gündem konusu tanrı'nın evrene müdahalesi değildir. artık insan, kendi müdahalesini anlamlandırmakla meşguldur. renaissance'ta, 1543'te (kimi tarihçilere göre n. copernicus'un de orbium'u yayınladığı bu tarih "bilim devrimi"nin [scientific revolution] başlangıç tarihidir: o. gingerich, j. machlachan, nicolaus copernicus: making the earth planet, p.108, oxford university press, 2005), aristoteles'in organon'una karşılık novum organum'da, macchiavelli'nin devlet gücünde, hep o arayışı görürüz. evrene müdahale etmek istiyor insan; niçin? çünkü ilkel çağlardan bu yana damarlarına kadar nüfuz eden, onu hatta o kılan "merkezlilik" düşüncesi artık yüzyıllar, binyıllar öncesine göre zayıflamaya başladı. doğayı kontrol arzusu belki arttı, belki eskisine göre daha müsrif ve açgözlü; ama en nihayetinde bilimsel verilerin ışığında evrenin bütünü düşünüldüğünde dünyadaki bit kadar bile hacim kaplamadığını gördükçe; en başından beri bahsettiğim o huzuru artık ister istemez elinden kaçırıyor. 1543'te dünyanın merkez olmadığını belki kabullenmekte zorlandı; ama artık 2008'de bunu sine qua non bir hakikat olarak belleğine kazıdı; aksini düşünemez bile!

    bir exodus ve bir de genesis ama henüz bilmiyoruz nasıl. ibn tufeyl, hay ibn yakzan'da şöyle diyordu: "sakın hiç kimsenin kalbinden geçmeyen bu durumu tanımlama, niteleme sevdasına kapılma. düşün ki, insanın kalbine gelen şeylerin bile bir çoğunu tanımlamak, nitelemek mümkün olmuyor. böyleyken, kalpten geçmesi mümkün olmayan kalbin bulunduğu dünyanın dışında ve bu dünyada bulunanların eşi ve benzeri olmadığı şeyleri tanımlamak nasıl mümkün olabilir?" o halde çıkış ve yeniden kuruluş için ben henüz bilmediğim, bildiğim zaman da o güne kadarki kalbimde, zihnimde taşıdığım kadarıyla tanımlayamayacağım bir alemi düşlemek için uykuya dalsam; düşün kendisini görsem bile anlayamam, anlasam da uyandığımda anlatamam!
  • bir keresinde ben yaratmışım yanlışlıkla. rüyamda gördüm.

    zamanın ve mekanın olmadığı bir zaman ve mekanda sadece o ışık ve ben vardık. o kadar güzel ışıyor ve her tarafımı sarıyordu ki mutluluktan uçuyordum. aslında ben oydum. o da ben.

    peki ben ne yaptım? o ışık beni kör etmesin diye etrafımı kapkaranlık bir şey ile sardım. evrenin arka planı böylece oluşmuş oldu.

    bok yediğimi anlayınca da ne yapayım ne yapayım diye düşünüp o karanlığa zilyon tane delik açtım. ışığın içeri dolmasını izledim. her hüzmeye birer yuva verdim*. yıldızlar böyle oluştu.

    o ışığın, yeni oyun alanımın karanlık kalan her noktasına yayılmasını seyrettim mutlu mutlu. ama o karanlık kalan yerlerin beklemesi gerekiyordu. beklemek..lan!? demeye kalmadan zamanı da yaratmış oldum. neyse oldu bir kere..

    bu, çok uzun bir süre* böyle gitti. sonra* bir seferinde o ışık yuvalarının tekine yaklaştım. yakından ne de güzel görünüyordu. kendime küçük küçük yuvalar yaptım. gezegen koydum adlarını. o ışığın etrafında deliler gibi döndüm durdum. sonra böyle binlerce takım kurup evrenin her tarafına yaydım. hep dönüyordum ben o ışığın etrafında. ne de güzel bir aşk.

    daha sonra o yuvaları renklendirdim. garip garip şeyler ekledim her birine. dünya benim değil mi anasini satanzi, istediğim gibi renklendiriyordum aşk hayatımı. dünya ya.. en çok onu seviyordum ben. renklerin hepsi evladım, ayırt etmem ama mavinin yeri ayrı.

    mutluluğumu nasıl katlarım diye düşünürken aklıma değişik değişik fikirler geldi. daha çok istiyordum o ışığı.. daha çok. hep aşık olmalıydım ona.. bir daha bir daha aşık olmalıydım. ben de zilyonlarca varlık yarattım sonra. hepsinin içine bir parça ışık koydum, bir parça da ben. bir de özel göz verdim o ışığı görebilen. ama bu kadar kolay olmamalıydı. önce unutmlaydım aşık olduğumu.. sonra tekrar aşık olmalıydım. sonra yine unutmalıydım ve yine hatirlamaliydim.. allahım* ne güzel bir şey şu aşk.

    benim oyunum buydu. çeşit çeşit ben ve çeşit çeşit ışık yarattım. bazen zaman limiti koydum, bazen mesafe. bazen avans verdim, bazen zilyon tane engel. binbir şekle soktum, bazen de gizledim iyicene.. hevesler verdim, fedakarlıklar istedim. hepsine arama isteği aşıladım. arasınlar ki bulsunlar diye. nerede arayacaklarını da kendileri düşünsünler.. gerçi beyni o yüzden vermedim ya neyse. o kadarını da bulsunlar.

    kendimi her varlığın içinde tekrar tekrar doğarken buldum. ilk önce yarattığım ilüzyonların içinde kayboldum hep. sonra o gözümü açtım ve ışığı gördüm. her defasında yeniden aşık oldum. ne de güzel bir şey şu aşk.

    demem odur ki.. kurcalamayın lan şu evreni.. ya da ne bileyim kurcalayin. belki siz de orada bulacaksınız aradığınızı.
  • "belki de evren optik bir illüzyondur ve biz sandığımızdan daha yalnızızdır."
    (bkz: salvador dali)
  • tam olarak, ne bir köy ne de bir ilçe havası veren ankara ilçesi.
    adını kenan evren vermiş derler.
    asıl köy hirfanlı barajı altında kalmıştır. eski tepeler, yazın sular çekilince, ada olarak ortaya çıkarlar bazen.
  • hala genel gorelilik teorisi ile mi, yoksa kuantum mekaniği ile mi açiklanacaği bilinemeyen gizem yüklü sonsuzluk*
  • bir araştırmadan elde edilen bulguların genellendiği elemanların hepsidir.
  • saniyede 10^100 islem yapan 10^120 bitlik quantum bilgisayari.

    http://arxiv.org/…e/quant-ph/pdf/0110/0110141v1.pdf
  • her ne kadar simdilik tek sakini gibi gorunsek de, baska gezegenlerde baska canlilarin yasadigini ve kendi kendimizi yok etmeden onlarla iletisime gecip, onlari da yok etmeden iyi iliskiler kurabilmeyi umuyuorum. hatta onlarda da demokrasi olmasini umuyorum. yoksa maazallah bizimkiler oraya da demokrasi goturmeye falan kalkar.
  • insan zihninde var olan bütün kavramların tanımlı olduğu yegane kapsayıcı küme.
    yaratılmamıştır. yaratmak kavramı, herhangi bir olguyu, o olgu ortada yok iken başlayıp, ortaya çıkardıktan sonra biten bir süreçtir. yani yaratmak kavramı zamana bağlı bir kavramdır. önce - sonra ilişkisi vardır; "var olmadan önce ve var olduğu an..."

    zaman nedir? söylemesi güç, lakin zaman, evrende tanımlı bir fonksiyondur. hareket ve maddeye bağlıdır. moleküler düzeyde ve hatta atom altı parçacık düzeyinde tüm hareketin sıfırlandığını düşünelim. böyle bir ortamda, tek bir elektron bile hareket etmezken zamandan söz edilebilir mi? ya da hiçliği düşünmeye çalışalım elimizden geldiğince. hiçbirşeyin olmadığı, karanlık diyemem, karanlığı tanımlamak için ışık gerekir, ışığın ve hatta karanlığın bile var olmadığı bir yer düşünelim. herşeyden yoksun, benliğimiz bile düşünürken orada değil, zihnimizdeki hiçbir kavramın olmadığı bir yer. zamandan söz edilebilir mi? hayır.

    big bang'den önce ne vardır? bu soru anlamsızdır. big bang mutlak sıfır noktasıdır. öncesi yoktur,zira evren olmadan zaman, zaman olmadan "önce" kavramından söz edilemez, ancak sonrası vardır. eğer bir öncesi varsa o da bu evrenin geçirdiği sürecin tersini geçiren bir evrendir. ki bu da evrene bir döngüsellik, dolayısıyla sonsuzluk katar.
hesabın var mı? giriş yap