• sene 1999...

    sleepless 48 saattir uyumadığı ve işten çıkıp sabah 10'da derse geldiği için uyumaktadır. (dinleyeceğinden değil, yok yazılmamak için)

    ferhat kentel: ... (anlayamadım, uyuyordum)

    sınıftaki çocuklar: ... (evet, doğru tahmin ettiniz)

    ferhat kentel: ...

    sınıftaki çocuklar: ...

    yakındaki çocuklar: sleepless, uyansana.

    sleepless: (nihayet ayılmaya başlar) ha? hı? ne oldu?

    yakındaki çocuklar: horluyordun ya.

    ferhat kentel: bir şey yok. uykunu alamamışsın galiba. sen git boş bir sınıf bul, orada uyu. biz devam edelim.

    sleepless: tamam hocam, özür dilerim.

    ferhat kentel: önemli değil. hadi iyi uykular.

    sleepless: teşekkürler, iyi dersler.

    sleepless çıkar sınıftan, aşağı inip boş bir sınıf bulur ve deliksiz iki saat uyur*.

    böyle tatlı bir adamdır ferhat hoca.
  • madem oyun böyle oynanıyor, biz de karikatürleştirelim o zaman. tophane yazısını "daha otantik olan daha hakikidir ve bu hakikat otantik olana kendisini koruma hakkını verir" diye özetlesem mırın kırın edecek. niye, çünkü bunu kabul ederse muhtemelen biz modernistlerin diskuruna düşecek. sanki oradan hiç çıkabilmiş gibi, sanki bu mümkünmüş gibi. tasarımına sahip olduğunuz otantikliğin, bu daha gerçek olanın, kriteri var mı hocam, yoksa dolayımsız sezgiyle mi ulaştınız bu hakikate?

    bu yazısıyla, nostaljik olana bu hayranlığıyla, biz modernistlerin favori kavramlarından olan gerici’nin içini nasıl da doldurmuş. ille de bkz. gerici/@conatus. üstelik bir de alakasız bir örnekten yola çıkıp nostaljiyi modernist iyi imgesinin içinde zorunlu öğeymiş gibi sokuşturmuş. ben sana söyleyeyim hoca, modernistler geçmişe dair romantik imgeyi kendi kendilerine aşalı 150 seneden fazla oldu. alman idealistleri var, karl marx diye bir adam var ilgini çekerse. tekrar nostaljik imgeye sarılanlar modernizmin postmodern kritikleriydi. onlara bakmak daha havalı olduğu için mi, diğerleri zor geldiğinden mi, yoksa daha 'trendi' marksizmlere bel bağladığınızdan mıdır bilinmez, onları bir nesilce atlamışsınız. şimdi ona yapışmaya devam edip bir metafor olarak sınıftan devam ediyorsunuz. kolayınıza geliyor. size parti olarak bir etkinlik önerim var. oturun manifesto ve kapital’de geçen fortschritt, entwicklung gibi ifadelerin türkçe ve ingilizce çevirilerinden ilerleme, gelişim, progress, development gibi karşılıkları temizleyip yerine yenilerini koyun. hem katiyen ilerici bir etkinlik de değil işte.

    karambolden dozerlerle sanatçıları modernizmin aynı hin projesinin farklı ajanları yapıvermiş. modernizm dediği şey soylulaştırmak, bunun da bu bağlamda içeriği kenti güzelleştirmek. evet abicim, bu yollar kaldırımlar kenti güzelleştirmek için yapıldı hep, estetik kaygılardan yani. şimdilik sınıf kartını sürmeyelim, işimize gelince “metafor olarak” çıkarırız. iktidarın insanları evlerinden edip toprağı sermayeye pazarlamasıyla galeri açmak aynı büyük oyunun parçaları. orta ve üst sınıfların, “işte sanatçı, entelektüel kesimlerin işine yarayan bir şey.” modern tin nelere kadirsin, komplo teorileriyle alay edenler ne haldeler.

    kendi dışına çıkamayan, doğasını terk edemeyen, korumacı şiddetin dilini de “daha gerçek" olarak nitelendirirken insanı nasıl aşağıladığının farkında bile değil. "keşke olmasa" şiddet, ama işte, şiddete maruz kalmamak için “eşitleyerek” konuşulması gerekiyormuş. böylesi radikal farkı bizzat koyarak hangi eşitlikten bahsettiğini anlatması gerekiyor bize.

    sanat kavrayışı da ilginç. sanatı yaratan şeyin insanın doğayla dolayımsız birliği değil halihazırda kopmuşluğu ve o birliği imgelemde yakalama çabası olduğunu es geçiyor: “tophane'nin kendisi aslında bir sanat” derken oradaki yaşamı nesneleştiriyor, kendi dolayımsızlık tasarımının kopyası yapıyor, farkında değil. orayı bir hayvanat bahçesi olarak gören tam da bu görüş oluyor.

    sınırlara dair de kafası karışıkmış sosyolog hocamızın. sınıf nerde başlar nerede biter bilemiyormuş. bunun çözümü de modernizmin kendisinde hoca. fichte oku marx oku, göreceksin ki sınırları kendin koyuyorsun. bir zahmet geç de o sınırı, o zaman sınıfını bulacaksın orada. ha geçtin mi zaten, pardon pardon.

    gözünü sevdiğimin diyalektiği, işlemeden duramıyorsun. dün birlikte yaşam derlerdi ne dediklerini bilmeden, şimdi varlığını muhafaza eden şiddete geldik birden bire. neyse siz önce kankalarınızla yaratın da "orta alan"ı, biz uğrarız bir ara.
  • radikal gazetesinden ismail saymaz’ın kendisi ile yaptığı röportajı okudum ve en mülayim tabirle… neyse, boş verelim şimdi mülayimi falan da, röportajdan bir-iki alıntı yapalım gelmişken.

    tutuklanması söylentisi ile ilgili:
    - bana haber yollandı birileri tarafından. istihbarat birimleri gibi bir yerlerden.
    - aferin sana! aydın dediğin böyle olacak, her yerde kulağı olacak, istihbarat birimleriyle içli dışlı olacak.

    başbakanın devreye girmesi ile ilgili:
    - okulda konuştum. ali bayramoğlu ile konuştum. bu bir şekilde başbakan’ın kulağına gidiyor.
    - aferin sana! aydın dediğin böyle olacak. başbakana haber uçurabilecek gerektiğinde, aracıyı da yad edip hatırını hoş kılacak.

    veeee muuuuuhhhteşem bir cemaat eleştirisi:
    - stv’de “şefkattepe” gibi saçmasapan diziler de var.
    - aferin sana! aydın dediğin böyle sert eleştiri yapacak, “tanzanya’dan kazakistan’a kadar okullar da var, ‘abant platformu’ gibi demokrasi de ön açmış bir alan da var” gibi övgü kelamını anca böyle sert ve amansız eleştiriler dengeleyebilirdi.

    kısacası, ferhat kentel’i tam 88 “aydın eveti” ile uğurluyoruz. finalde başarılar ferhatım kentelim.
  • “ak parti organik aydın arayışında bazı arkadaşlar da bu role hevesli” demiş.
    hayat size güzel be abi! çökmekte olan tarihsel blok içinde organik aydın işlevi pek kalmadı be abi. akp önderliğindeki tarihsel bloğun inşasında organik aydın rolünü kimler üstlenmişti biliyor musun? sizler! tahminen bugün itibarıyla kastettiğin markar esayan, yıldıray oğur, nagehan alçı, oral çalışlar falan gibiler organik aydın işlevi görmüyorlar artık, iktidarın propaganda merkezinden yönetilen birer muktedir kuklalarıdırlar bunlar. iktidar ve iktidarla bütünleşmiş gruplar/sınıflar dışındakilerin nazarında hiçbir itibarları yoktur artık bunların. oysa organik aydın mensubu olduğu grubu/sınıfı temsil eder, ait olduğu grubun nazarında itibarının olması lazım ve itibarı nedenyle muktedirle kendi grubu arasında bir aracı işlevi görür. kısacası, organik aydın rolü için itibar önemlidir. markar’ın, ceren’in, oral’ın, yıldıray’ın ve benzerlerinin itibarı falan kalmadı be abi, sümeyye’nin trolleridiler bunlar artık. ama eskiden içinden geldikleri gruplar nazarında bunların ve de sizlerin itibarı vardı ve akp de sizleri organik aydın olarak kullandı, hem de tepe tepe. organik kriz sürecindeki bir hegemonyada klasik organik aydın kavramı çok havada kalır, hele hele markar, haşmet, ceren gibilere hiç uymaz. bence bu mevzularda kaz çevirmekten ziyade sağlam bir özeleştiri içine girelim ki gelecek kuşaklara faydalı olalım.
  • bu sevgili abimiz, su bulandirma konusunda pek basarilidir. konuya vakif olamama durumunu can simidi misali sarildigi uc bes lafla kotarmaya calisir. an itibariyle de tv'de temcit pilavi isitmaktadir. eril dilden bahsederken, akademisyeni oldugu universitenin ve beraber hareket ettigi guruhun ozelliklerini gormezden gelmesi safligindan kaynaklanmaz elbette.
    bu taktigine yazilarinda sikca rastlamakla beraber, canli kanli denk geldigim iki ornekten bahsetmek istiyorum.

    1. taksim'in 1 mayıs gösterilerine henüz acilmadigi bir yil, sanirim 2008, nisan ayinin son gecesi f. kente, ü.zileli, adini hatirlamadigim bir liberal ve d.ülke aribogan trt'de tartisiyorlar. program bitiminde sunucu, yarin da 1 mayis, yine kavga kiyamet kopacak, ne diyorsunuz, diye soruyor.
    liberal, hadi hayirlisi gibisinden bir laf ediyor, d.ü.aribogan provokasyon ihtimali uzerinde duruyor, ama emniyet mensuplarini da sagdyuya cagiriyor, ferhat bey ise sunu soyluyor:

    "renklerin bir araya gelmesi onemli. bir turbanli ile bir escinsel ayni alanda yer alirsa birbirini anlayabilir, tum renkler bir arada gokkusagi.."

    bahar bayrami demenin post modern versiyonu, ne afilli masallah..

    sonunda ü.zileli gibi bir tipe kaliyor "isci bayrami tum emekcilere kutlu olsun, umarim sorunsuz gecer" demek.

    2.istanbul'da referandum oncesi bir panel, bir boykotcu (erdogan aydin), bir hayirci (alper tas) bir de evetci (f.kentel)konusuyor.
    e.aydın uzun uzun anayasanin degistirilecek maddelerinden, bu degisim neticesinde sinif hareketinin alabilecegi yaralardan falan bahsediyor.
    a.tas, akp iktidarinin neo-liberal politikalari uygulamak adina uyguladigi pek cok noktaya isaret ediyor.
    peki f. kentel ne yapiyor?
    bir katilimcinin sorusuna " valla ben maddelere bakmadim, ama askeri vesayet..." diye baslayan cumleler kuruyor, sonra hegamonya kavramini carpitarak bizim gramsci'yi sivil toplumcu yapiveriyor.

    evet, iki eli kanda olsa, temcit pilavi isitiyor, yaninda da bir bardak bulanik su, hamidiye marka, istanbul buyuk sehir üniversitesi tesislerinden, yersen.

    ha bi de gramsci demisken (bkz: organik aydin)
  • genç sivillerin şeyhi olmuş kişi. insan kendi dersinde sivil kavramını sadece asker karşıtlığı olarak anlatırsa olacağı bu tabii.
  • mümtaz'er türköne'nin çalışma arkadaşı.

    nuff said.
  • ehess yetişmesi sentetik demokrat, organik aydın.

    ah be bourdieu, ölmeyecektin.
  • bu arkadaşı cidden insan haklarına saygılı, demokrat falan sanıyordum ben. ama bir baktım neredeyse polis şiddetini ve işkenceyi savunur noktaya gelmiş. ya bu ülkeden tek bir vicdanlı, yürekli aydın çıkmayacak mı? nedir bu korkaklığınız, kendinizi düşünür haliniz?
  • samimi insan. yüzündeki sert ifade dinlerken ve konuşurken nice gülen surattan daha yumuşak, daha anlamlı. sıra kendisine gelsin diye değil, sizi anlamak için dinlediği ve ne söylediğinizi anladığı belli gözlerinden, sözlerinden. bayraklı fotoğrafın bizi şahlandıran haline rağmen "içlerinde değildim kafalarından geçeni bilemem" diyebilecek kadar sağduyulu. ah klonlamak mümkün olsa ve her üniversiteye o'ndan birkaç tane serpiştirebilsek.
hesabın var mı? giriş yap