• pink floyd u dinleyen,anlayan,seven insanlar grubuna verilen isim.
  • yıllarca bon jovi dinler, apocalyptica ile co$ar, utanmadan manowar $arkılarını bile ezberlersiniz de -afedersiniz- bir bok olamazsınız da, iki tane pink floyd $arkısının nakaratını söyleyip floydian olup çıkarsınız.
  • hayattan anlayan güzide insanların sıfatı.
  • hepinizi doverim ulen adlı müsveddenin aslında haklarında ikisini asacaksın bak bakalım bir daha dinleyebiliyorlar mı? diye düşündüğü ama iş entry girmeye gelince ukalalık switchleri on gelir bunların diye bok atmayı yeğlediği müzik severlerdir.

    şahsım adına illa ki bir müzik kendini tanımlamakta kullanılacaktıysa, bu müzik kullanılsın derim. kendini böyle tanımlayan erkeklerin alınlarından öper helal olsun der, kızlara ise gördüğüm yerde yazar, abi grubun canlı performansları neydi ya öyle diye kralcılık yapar, ardından da senin msnin neydi ya falan derim.
  • pink floyd'u anlayan adama denir.

    anlamak için tanımak gereklidir. özellikle meddle, dark side of the moon, wish you were here, animals, the wall ve the final cut albümlerini iyi analiz etmek lazımdır. pf'nin zirvesi bu albümlerdir. animals ve the wall albümlerinin çoğu eserinde bariz roger waters etkisi hissedersiniz. roger etkisinin bu iki albümde sivrilmesi fazla rahatsız etmez, çünkü pf ruhu hala bedendedir. ama the final cut albümü, ki zirve albümlerin en zayıf halkası olarak görülür, tamamen bir roger albümüdür ve grup ruhundan uzaktır. tabi bu uzaklık albümün mükemmelliğine zarar getirmez.

    daha sonra çekirdek kısma geçilir. yani syd'nin ruhuna. the piper at the gates of dawn ve a saucerful of secrets albümleridir bunlar. saykedeliğin damarıdır bu albümler. bu albümleri iyi sindirmek lazımdır. çünkü akabinde gelen deneysel albümler (ummagumma, atom heart mother), bu çekirdekle beslenmiştir.

    ve en sonunda david gilmour dönemi albümlere geçilir. bunlar; a momentary lapse of reason ve the division bell'dir. iliklerine kadar david kokar.

    süreç sonunda floydian olmamak elde değildir. çok daha sıkı bir floydian olmak isterseniz obscured by clouds, more ve relics albümlerini de yalayıp yutmanız gerekmektedir.
  • herkese hitap eden , tam anlamiyla milyonlara malolmus bir grubu dinlerken "hayir ben daha cok dinliyorum, ben daha cok anliyorum ben var ya ben" moduna girebilmek icin munasip yerlerden skilmis ortaya cikarilmis bir sifat.

    - abi muzigin sesini kis o geliyor
    - ne hani kim, ne guzel pink floyd dinliyoduk
    - floydian abi geliyo, arabada dinlerken yeterince hissedemiyoruz diye oyar valla

    (bkz: x my ass)
  • kişinin roger waters'la sorunu olmamasını beraberinde getiren kavramdır. floydian'ların genelde bir the final cut'a mesafeli yaklaşma ve albümü waters'ın solosu olarak görme gafletine düşenleri de vardır. the final cut'a üvey evlat muamelesi yapmak bırakın floydian'ları müzik kulağı birazcık olan kişinin bile yapabileceği bir yanlış değildir. iyi ki waters o albümde hakim roldedir. zira david gilmour'ın ilk çıkardığı solo albüme bakarak gilmour'ın o dönem pek de verimli, üretken bir halde olmadığına kanaat getirilebilir. waters domine bir albümü, açıkçası gilmour domine olanına tercih ederim ki a momentary lapse of reason'da buna tanıklık ettik. waters sonuna kadar hakediyordu 70'lerin sonu itibariyle bu dominant rolü. iyi ki de öyleydi. hatta 1985'te pink floyd'dan ayrıldıktan sonra keşke açtığı davayı da kazansaydı da 1987'deki albüm pink floyd etiketiyle çıkmasaydı ve tabi ki sonrakiler de. zira waters olmadan pink floyd asla pink floyd olamazdı, olamadı da.

    the final cut'a gelince 1983'te çıkmış en iyi albümdür. pink floyd'un büyüklüğü diğer dönemdaşı olduğu büyüklerin de 1983 itibariyle geldikleri konum ve çıkardıkları albümlerle de kendini göstermiştir. bunu ne kadar içim kan ağlayarak belirtsem de yes 1983 itibariyle bir pop grubuna dönüşmüş owner of a lonely heart gibi dans parçalarıyla listeleri sallarken(!) genesis, steve hackett'ın 1977'de ayrılmasını takiben geçirmiş olduğu evreler sonucu 1983'ü kendi adlarını taşıyan bir pop albümüyle karşılamıştır ki bir genesis die hard fan'ı olarak ne kadar yes'in de genesis'in de 1983'teki bu albümlerini her şeye rağmen sevsem de, geldikleri nokta açısından acı vericidir dinleyicileri için. pink floyd ise 1983'teki dönemin müzikal kaosundan alnının akıyla çıkmasını bilmiş, utanç duyulabilecek bir evreyi oldukça başarılı şekilde atlatmıştır. tamamiyle roger waters'ın sayesinde.

    teşekkürler roger waters, kendin olduğun için hep.
  • "madem gencim, madem bluğ çağımın zirvesindeyim neden birilerini (bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak mı desek) hedef alıp ilk entryimden cellalemeyeyim? farkedileyim, ben de bir bireyim (vi don niid no ecikeyşın)" demiş, bir şeyin manyağı olmaktan öte bir zihin duruşuna geçmesi için topaç misali evrimine kırbaç muadili ivme beklediği görülen bir çatlak ses sahibi. bluğ çağı gereği çatlayan sese şifa niyetine, boğazından aşağı günübirlik ılık bir şeyler akarsa modüllerin şifa bulur, nodülsüz bir hayat geçirebilir.

    çaya ne dersin?

    çay ocağında harikalar yaratacağı günleri bekliyoruz.
  • artık göz yormayacak olan süper theme. bu fikrinden ve resimlerin yerleşmesinden ötürü zalambodontun ellerine sağlık.
  • bir fan tanımından ziyade bir felsefedir. sıkı pink floyd fanları tarafından, "pink floyd dinlenmez, deneyimlenir." şeklinde yüceltilir bu tabir. pink floyd grubunun kurulması ve günümüze gelene kadar yaşanan süreçte; felsefî şarkı sözleri ve müzikal anlamda
    çığır açan ve müzik otoriteleri tarafından bile pek eleştirilemeyen tarzı ile fanları tarafından floydian tabiri türetilmiştir çünkü pink floyd müziğine hakim olunan süreçte özellikle grubun piyasaya saldığı birkaç albüm ve o albümün içerisindeki
    birçok müzik, dinlemenin ötesinde bir özel zaman ve anlarda deneyimlenen bir 'şey' haline geliyor. bu 'şey'i hala tanımlayamıyorum. tanımlamaya kalkınca mantık silsilesinin dışına çıkıyoruz.
    peki bu müziklerde deneyimlenen şey ya da şeyler nedir?

    rastlantısallık, yaşam akarken ona tepeden yüksek farkındalık ile bakmak; alaycı ve sırıtarak. yüksek farkındalıktan kasıt bir anlığına ya da belirli bir anlığına köşene ve yalnızlığına çekiliyorsun, yaşama herşeye dışarıdan bakıyorsun, o an yaşanırken
    belki bir dağı, belki bir okyanusu seyrediyorsun, ya da bir flanör gibi bir şehrin ortasında kalabalıklar içindesin,
    ve bira içiyorsun yahut sadece bir sigara ve an bitiyor, geri dönüyorsun o boktan
    yaşama ve çelişkinin içine.
    göçebeliğin, yerleşik hayata dair sistemli reddiyetin güven vermeyen korkutucu yanı ama akabinde özgürleştirici yanı, yaşamaya dair hissedilen müthiş arzu ama aynı oranda yaşanan ve içte derinlerde hissedilen o hayal kırıklığı, yaşam istencinin körelmesi ve tüm bunlar arasındaki o amansız çelişki, sonsuzluk hissinde kaybolmak, tüm sisteme, kurumlara, otoritelere, erklere, ideolojik ve sosyolojik aygıtlara, unsurlara siktir çekerek bir başına yola koyularak yürümek; düşünmeden,
    yorumsuz, sadece anda kalarak;
hesabın var mı? giriş yap