• --- spoiler ---

    filmdeki zihinsel engelli rolündeki kızın aslında sağlıklı olduğunu ve oyunculuk dersleri aldığını öğrendikten sonra, filmde en iyi rol yapanın kendisi olduğuna karar verdim.

    --- spoiler ---
  • kürt sorunu
    eşcinsellerin sorunları
    çocuk esirgeme yurtları
    insan kaçakcılığı
    80 ihtilali

    sorunlarına değinmiş film. bu sorunlara eğilmesi güzel. fakat küresel ısınmayı es geçmesine bir çevreci olarak çok kırıldım. bu da, bir sonraki filme inşallah.
  • önyargısız bir insanım. fikrim şu:

    içinde her şeyden biraz konmuştur evet, ama olmuştur. sen bir filme bütün ağır mevzuları sığdırırsan aşure de derler çorba da derler, karışmadığın bi şey kalsaydı be baba da derler. ama mevzu izlence ise eğer, olabileceği budur. o kadar da tatminsiz olmamak lazımdır, beklentiyi makul seviyede tutmak lazımdır. çekilen dramdır, yarattığı etki dramdır. verdiği mesaj amatör de olsa profesyonel de olsa sinematografiktir, ki vazifesi de budur. o kadar.

    --- spoiler ---
    o çamaşır makinesi çalıştığı anda çıkan sesle uykusundan sıçrayan bebe bile yeter bana. fazlasını aramam. italiğe takılmam.
    --- spoiler ---

    not: yaylı sazlar bağır deler.
  • her şey annemin gecenin bir köründe arayıp "ben güneşi gördüm'e gitmek istiyorum" demesiyle başladı. "o, mahsun kırmızıgül filmi diil mi be" diye tepki gösterecek oldum ama tepkim annnemin "evet ama kendini çok geliştirmiş, onun için yeni yılmaz güney diyorlar" sözleri ile savruşturuldu. "peki madem "diyip kaderime razı oldum. vizyona yeni girmiş bir türk filmine haftasonu bilet bulmaya çabaladığımız o uzunca sürede ben kafamda yılmaz güney ve mahsun kırmızıgül'ün kişiliklerini aynı karede resmetmeye uğraşıyordum. bundan yıllar yıllar önce haftalık haber dergilerinden birinde gördüğüm bir fotoğraf belirdi gözümde. sünnet kıyafetinden bozma bir kral kostümüyle, tıfıl bir mahsun, boğaza karşı durmuş "alem buysa kral benim" diyordu. zihnimin photoshoplarında yılmaz güney'in kafasını çirkin kral affetmez posterinden kesip azıcık sola yatırdım. plastikten olduğu apaçık o tacın altına montajlamaya çalıştım. sanki biraz küçük geldi o taç. yılmaz güney taştı o karenin her yerinden. hayır, henüz bu eşlemeye hiç de hazır değildim.

    film ilerleyen sahnelerde daha nicelerini göreceğimiz bir ağır çekim koşma sekansıyla başladı. gülümseten birkaç sahne, bolca dağ manzarası ve "izleyici anlamaz şimdi" kaygısıyla kör göze parmağım bir anlatımla geçip gitti ilk yarı. teknik anlamda beklentilerimin çok üzerindeydi. yine de belli ki "dur, şimdi iş açmayalım başımıza" diyerek söylemek istenenler tam dile getirememiş. yöre halkını dağlara süren sebep çok önplana çıkartılamamış. karakterler biraz fazla idealize edilmiş. yine de burnunun dibinde patlayan bombaların gürültüsüyle ağlayan çocukları, onları sakinleştirmeye çabalayan çaresiz ana babaları görmek, bunun sadece bir film karesi değil yıllardır, binlerce kişinin yaşadığı bir çile olduğunu bilmek yürekleri burkmaya yetiyor. bir oğlu kışlada bir oğlu dağda olanların hayal kahramanı olmadığı hatırlandıkça insanın"bir şeyler yapın ulan artık, bir çözüm bulun şu işe" diye bağırası geliyor.
    kim kimin nesi pek anlayamadığım alienin istanbul'a gelişiyle film ne yazık ki biraz ivme kaybetti. belli ki anlatmak istediği çok şey var mahsun'un ama yaşın kaç başın kaç aslanım dur hele. madem bu işe gönül verdin çekersin daha üç beş film. elindeki sayfanın boyutu belli. sen böyle her şeyi anlatacağım diye küçük küçük yazıp sığdırmaya çalıştıkça birbirlerine giriyor, okunmuyor yazın. gözün gördüğünü dilin söylediği norveç sahneleri de, travesti kardeşin dramı da fazlaydı bu filme. bir üçlemeye yetecek malzemeyi tabldot tepsisine doldurunca karışıyor hepsi birbirine.
    ikinci yarıyı rahat izleyemeyişimin diğer bir nedeni göstere göstere gelen demir bebek vakasıydı. o lanet çamaşır makinesinin ilk göründüğü karede annemim kulağına eğilip "bekir yıldız'a bir selam çakmak üzereyiz sanırım" dedim o da aynı fikirdeydi. filmin ilerleyen dakikaları bu kaçınılmaz olayı beklemekle, o da olup bitince "ee şimdi nereye bağlayacak" demekle geçti. yine de beklentilerimin üzerinde, ayırdığım zamana ve paraya kayıp gözüyle bakmayacağım güzellikte bir filmdi.

    meraklısına notlar:
    altan erkekli'nin oyunculuğu filmi sırtlayıp norveçlere kadar götürmeye yetecek kadar iyiydi. mahsun yönetmen olarak baktığımızda, dağ tepe manzarası fetişini yenip hikaye anlatımını geliştirdiğinde gayet başarılı olabilecek gibi. oyunculuğu da çok sırıtmıyor ama gerdan kırma, kafayı sağa sola yatırma hastalığına bir çözüm bulunmalı. kendisi bir yılmaz güney değil belki ama adını duyduğumda artık gözümün önüne "kızlar kızlar gelem mi? yanağınızdan öpem mi?" diyen komiden çok daha farklı bir şey geliyor.

    cemal toktaş kanımca son derece sağlam bir oyunculuk ortaya koymuş. bu arada, izlemediği bir film hakkında, bu kadar uzun bir yazıyı okumaz diye umduğum kız arkadaşımınkinden bile düzgün bacakları varmış. keşke son sahnedeki türkçesi de bacakları kadar düzgün olmasaydı. peruğu takar takmaz istanbul ağzıyla konuşmasaydı.

    mahsun, mevsim değişmiş ama istanbula gelirken de, memleketine dönerken de aynı tren aynı tünele aynı açıyla giriyor. bir ara istanbul'da çakmağını unuttun almak için geri dönüyosun sandım.

    erol günaydın, köşe yastığı, kamil sönmez, iskele babası rölünde çok başarılılardı.

    sonsöz: filmde birinin peşinden koşmayan ya da koşup birbirine sarılmayan karakter kaldı mı bilmiyorum. bu sahneler ağır çekim olmasaydı film yarım saat önce biter ben de haftasonu trafiğine kalmazdım. bi onu biliyorum.
  • afişindeki bebeğin türkiye olduğunu düşündüğüm film. şekil olarak çok benziyor.
  • "buradaki çocukların kaderini kendileri yazmıyor" gibi dilbilgisi bozuk bir tanıtım cümlesine sahip film.

    edit 1:
    zamanın ötesine gitmiş madem, neden bozuk açıklayayım: burada özne-yüklem karmaşası var, "buradaki çocuklar, kaderlerini kendileri yazmıyor" olmalıydı. ha sonuçta ne dediği anlaşılıyor ama fragmanda geçen bir cümle olduğu için dikkat çekici bir hata.

    edit 2:
    "yazmıyor" değil "yazmıyorlar" olmalı demiş coffee, aslında her ikisi de doğru kullanımdır bence.
    "kaderlerini" değil "kaderini" olmalı demiş knulp, ama ben hâlâ çoğul olması gerektiği kanaatindeyim.
  • isveç, norveç, danimarka
    holanda holanda, meksika 1
    isveç, norveç, danimarka
    holanda holanda, meksika 2
    diye çok eğlenceli, gerzek bir tekerleme söylerdik çocukken. kırmızıgül de bu tekerlemeden etkilenmiş olmalı ki, filmin hepsi türkiye'de değil, bir kısmı da bu ülkelerde çekilmiş.
    peki şimdi ne olacak? çok sıradan bir senaryo, görsel efekt desteğiyle anlatılacak. izleyici film sonunda gözyaşı döküp farkındalık(?) yaşayacak, adeta 2 saatte aydınlanacaklar. hıncal uluç filmi yere göğe sığdıramayacak, demirkubuz'la nbc'ye kapak olsun diyecek. ahmet hakan, 'yeni bir yılmaz güney' müjdeleyecek.

    sonra ne olacak? insanlar, ah türk kardeşim, vah kürt kardeşim diye birbirlerine sarıldıkları 15 dakikadan sonra; kurtlar vadisi'ndeki, her bölümde vatan için 5 kişiyi öldüren kahramanları izlemeye devam edecek.

    samimiyetle, 'bu film, yapımcısının mali durumu dışında bir şeyleri düzeltecek' diye umabilecek kadar aymaz var mı bu memlekette?

    yahu, ülkede yazılmayan, konuşulmayan şey kalmadı. hepsi gözümüzün önünde oldu. hatta aç televizyonu; her ana haber bülteninde, kuyulardan çıkan kemikler filan konuşuluyor.
    ama; gözlerimiz var, görmüyoruz. kulaklarımız var, duymuyoruz.
    ----------
    üç tane de tanım yapalım:
    1) filmin kendisi değil de, filme verilecek farkındalık reaksiyonunun ne kadar kısa sürede söneceği merak uyandıran film.
    2) daha henüz girmiş olduğu uzun tünelin sonundaki ışığı yılmaz güney sanan, popüler kültür treni.
    3) aidiyet diye bir kavram oldukça, sadece doğudaki çocukların değil, dünyanın her bir yanındaki çocukların kendi kaderlerini kendi belirleyemediklerini bilerek gözardı etmesiyle gişeye oynadığı ayan beyan olan film.

    edit: yahu isa'dan önce 300lerin roma'sında yaşamıyoruz. 21. yüzyıl türkiye'sindeyiz. -25 değil- 80 senelik doğu/kürt sorunuyla ilgili yüzlerce kitap yazıldı, onlarca film, onlarca belgesel yayınlandı. ortak hafızalar var. gazetede hemen her gün bu konuyla ilgili makale okumak mümkün. milli güvenlik kitaplarında bile işleniyor bu konu.
    bunlar aklın bir köşesinde durduğunda, tek bir film ile 'zihinsel devrim' yapacağı iddiasındaki biri size inandırıcı geliyor mu hakikaten?

    şu anki sorunun ana nedenleri olan; batı yakasındaki 'türkiye türklerindir' zihniyeti ile doğu yakasındaki feodal düzen, film boyunca hep teğet geçilecek. bütün 80 senelik sorun, sadece ve sadece 'birbirimizle iletişim kuramamamıza', 'bir konuşsanız, birbirinizi bir dinleseniz, her şeyler çok güzel olacak' gibi kerameti kendinden menkul, fantastik nedenlere bağlanacak. savaşın, ölen onca insanın vebali de büyük bir kıvraklıkla, yetkililerin hepsi teğet geçilerek, bir takım güç odaklarına bağlanacak. biz de hüzünlenip ağlayacağız. aydınlanacağız. vay be!, diyeceğiz.
    bu filmi sinemada izlemek demek, kabaca, 'bu zihniyetle sonsuza dek sürecek çözümsüzlüğü görüyorum ve 10tl artırıyorum' demektir.
  • mahsun kırmızıgül'ün yönetminlik deneyimini beyaz melek de takdir etmiştim ama bu filmi izledikden sonra yönetmenliğinden çok oyunculuğunu takdir ettim. oyuncu seçimleri gerçekten çok yerinde, çok başarılı bir ekiple yapılmış film. filmden çıkartılmak isteyen asıl amaç barış ve kardeşlik olmuş olsada şimdiden bazı kesimlerce mahsun teröristleri ve terör örgütünü haklı göstermeye çalışmak ve desteklenmek ile suçlandı. halbuysa o filmde sadece bir ayna tutuyor kim, nereden, ne görmek istiyorsa onu görücek.

    --- spoiler ---
    filmin bence en güzel düşünülmüş sahnesi norveçte altan erkekli ve ailesinin markette çalışırken bir norveçli adamın gelip norveçce keçi peyniri sorduğu sahneydi. dili bilmeyen ve anlamayan altan erkekli oğlunu çağırıyor o da anlamıyor ve sözlük yardımıyla buluyorlar lakin buarada soruyu soran insan kendi ülkesinde ana dilini anlamayan insanlara hiçbir tepki vermeden öylece bekliyor. sonra bunun türkiye de olabiliceğini düşündüm ve hatta kendimi koydum yerine utanarak yazıyorum ki hiçbirşey demesem bile uff bu ne ya diye söyleyeniceğimi itiraf ettim kendime. bu sahne ile aslında avrupalı olmaya ne kadar uzak bir toplumda olduğumu anımsadım.

    bir diğer güzel sahne altan erkeklinin ölen terörist oğlunu teşhis etmek için dere kenarına gittiği sahnedir ki orada oğlunun tanınmayacak haldeki cesedini tanımasına rağmen askerlerin yanında ağlayamayan fakat ne zamanki ahmet asker de şehit oldu dediğinde aslında her iki içinden içten şekilde ağlamaya başlamasıdır. akan gözyaşları gerçekten iki taraf için akmıştır.

    filmin en ne yaptın be mahsun dedirten kısmı çamaşır makinası ile alakalı olan biliyorum ki bu da gerçekte yaşanmış bir hikayeden geliyor o yüzden izlerken insanın mafediyor. makinayı takmayan gelen çocuk "bununla herşeyi yıkayabilirsiniz" dediğin de eyvah dedim ama bu kadarı aklıma gelmemişti. sahne tam gösterilmemiş olsa da ne zaman çocuklar "serhatı yıkayalım" dedi sinemada ki en az 20 kişi makina diye bağırdı ve nedense herkes kafasını olamaz diye yana çevirdi. yaşattığı gerilimden ötürü filmin en izlenilmeye tahammül edilmeyen bölümüydü benim için.

    ayrıca berfin kardelen demekmiş bilmiyordum bunu da öğrenmiş oldum.
    --- spoiler ---

    sonuç olarak izlenilebilinir bir film olmuş beyaz melek filmini eşleriyle izleyen rte ve abdullah gül filmi çok beğenmişlerdi ve hatta duygusal eşlerinin ağlamaktan kızarmış gözlerini görmüştük birde bunu izlesinler lütfen demek istiyorum bu sefer nereleri kızarıcak acaba.
  • çok iyi, çok kötü, ajite, mesaj kaygılı, taraflı, tarafsız , oportunist ,kürt propagandası vs... evet, bunların hepsi söylenecek bu film için. ama en önce söylenmesi gereken, bu film çok çok önemli film. diğer tanımlamalar görece ama gerçek olan bu film, türk sinema tarihinin en önemli yapıtlarından.
    ben filmi çok beğendim, belki beyaz melek'ten nefret etmiş biri olarak beklentim çok düşüktü belki daha 10 sene önce ahmet kaya'ya karşı onuncu yıl marşı söyleyen mahsun kırmızıgül'den suya sabuna dokunan bir film beklemiyordum. ama film suya sabuna dokunmamayı bırak köpürtüyor nerdeyse. öncelikle şaşkınlığım buna, evet sert bir film yapmış kırmızıgül evet çok fazla konuya değinmiş evet yer yer mesaj vermiş ,ajite yapmış kabul ama mahsun ,daha önce çoklu hikaye anlatmaya çalışan ''yazı tura'' gibi filmi dağıtmamış hatta nerdeyse yol başarısına ulaşmasına ramak kalmış ajitasyonlar ''kör gözüm parmağına''lar yol dan çok fazla da değil

    --- spoiler ---
    film türk ordusunun pkk kamplarına yaptığı hava saldırısı ile başlıyor ( burada çekimler gerçekten muhteşem) pkk'lılarla beraber kaçan mahsun'u gördüğümde yok artık pkk'lıyı da oynamış olamaz dedim ki yanılmamışım.. onlara tavuk satmaya giden köylüydü mahsun. helikopter alçak uçuş yapıp telsizden gelen '' vurmayın onlar köylü'' emriyle anlıyoruz bunu. görüntüler harika olsa da pek gerçekçi değildi kamptan kaçan iki insanın vurulmaması tam eyvah derken film kendini içine almaya başladı. hikaye doğumla başlayıp altan erkekli'nin iki oğlunun (dağda olan ve asker olan) çatışması hikaye örgüsünde çok da populist söylemlere girmeden aktarılıyor ve biz beyaz perde de ilk defa bir pkk'lıdan anasına babasına neden dağa çıktığına ilişkin bir tirad dinliyoruz ve bu sözler filmden sonra anlıyorum ki dar ve hafif faşizan görüşteki arkadaşlara filmden nefret etmeleri için ilk doneleri vermiş. ancak bu sözler çok sert değil bana göre, hatırladığım kadarıyla ''coğrafyanın ölü çocuklarıyız'' tarzı bir şey söylüyor.. filmin esas sert vurduğu noktalar bu sözleri eden pkk'lının öldükten sonra mahsunun, beş kızın arkasından gelen ve onun için çok önemli olan oğluna onun adını(serhad) vermesi. ailenin bu ölümü kutsallaştırdığını gösteriyor ya da en azından ölenin takdir edildiğini. baba altan erkekli'nin norveç'e gittikten sonra nerdeyse bir tören edasıyla fotoğrafını duvara asması ise bizim vadideki ve ülkedeki kurtları feci halde irite edebilir. bunları üzmeyi göze alması bile filme sempati nedeni. tabi cesur anlatım sırf kürt sorunuyla ilgili değil bir yumuşağın nasıl travestiye dönüştüğünü de çok sert ve cesur anlatıyor yan hikayede.
    gerçekçi olmayan bir kibarlıkla göçe zorlanan köyleri boşaltılan aile; mersin, oslo ve istanbul'a dağılıyor. mersin'e giden emre kınay ve ailesine bi daha dönmüyor film. bundan sonra istanbul'da ''devlet' baba''ya rağmen yaşamaya çalışan ve'' devlet ana'' sayesinde ayakta kalan mahsun, hasta karısı , kör babası, yaşları 1- 11 arası altı çocuk (ama en değerlisi olan bir erkek bebek) biri yumuşak iki erkek kardeşle tepebaşındaki hayatlarını idame ettiriyor ve yumuşak kardeşin travesti olma süreci başlıyor. bir yandan da aile içi sağlık ve stefan king'in aklına gelmeyecek ölümlerle trajedi başlıyor.
    norveç'teki altan erkekli, serif sezer askerden gelen abi ve mayına basan bacağı olmayan küçük oğullarıyla bambaşka bir devletle karşılaşıyorlar tabi hayvan nakliyatını andıran mülteci yolculuğundan sonra. seksen darbesiyle o ülkeye yerleşen ali sürmeli'nin de (tip olarak bu kadar cuk oturamaz gurbette yaşayan darbe öncesi solcusu) yardımlarıyla devlet insan içindir teorisinin gerçek olabileceğini yaşayarak öğreniyorlar ve film temposu düşmeden finale doğru ilerliyor

    --- spoiler ---

    bu kadar detaylı içerikten bahsetmeme rağmen daha üzerinde durulacak çok nokta var filmde gerçekten söylediğim gibi çok önemli ve üzerinde çok konuşulacak ve beyaz melekle de kıyaslanamayacak kadar da iyi bir film bazı söylemleri yumuşatmaya çalıştığı yerler var mesaj kaygısı da var ama bu ülkede yapılabilecek maksimum cesarette en azından ışıklar sönmesin in çok ilerisinde
    ve beğenmeyenlerden gelen tepkilerin menşeinden de anlayacağınız üzere barış yanlısı bir film.
    galiba da en önemlisi de bu...
  • --- spoiler ---

    1- abi kardeşine tokat atınca kan ve süt karışır.
    2- kardeş, bozulduğu için sütü lavaboya döker.
    3- abi kardeşi vurur. kamera kana odaklanır.

    hemen sonrasındaki güneşin doğma sahnesi olayı yumuşatmaya çalışsa da, gerçeğin acı tadını damaktan silmeye yetmez.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap