• tübitak yayınlarından çıkan bir çocuk kitabı vardı bilimsel gaflar diye..
    bilimsel gafların ne olduğunu şöyle anlatırdı önsözünde..

    "bilimsel gerçekler için hah derken; bilimsel gaflar için hahahah diyoruz.."
  • gülme efekti olarak kullanıldığında, karşımdaki insan tam gülerken bi şekilde öldü de gülmesi yarım kaldı gibi geliyor bana.
  • birgül oğuz' un öykü kitabı. yanlışım yoksa 2. kitabı olması lazım. dün hakan bıçakçı' yı, barış bıçakçı ile karıştırıp yanlışlıkla barış bıçak' çının bir kitabını aldım. hakan' ı da alacağım ilk fırsatta, bahane ile barış bıçakçı da okumuş olacağım böylece.

    bir de bu kitap geldi aklıma ve bunu da aldım. zaten uzun süredir bir göz atmak istediğim yazarlardandı birgül oğuz. ilk kitabı fasulyenin bildiği' nin bulmak oldukça zor sanırım, ama bu kitap yeni çıktı zaten ve her yerde var.

    barış bıçakçı' nın herkes herkesle dostmuş gibi kitabıyla beraber bu kitabı alıp bir bara gittim ve arkadaşımı beklemeye başladım. o gelene kadar kitaplara göz atıyım hatta birine başlayayım diye düşündüm ve birgül oğuz' un bu kitabı öykü olduğundan buna başlamak istedim. kitap şu ithafla açılıyor; bir ihtilal var deyip de giden babam' a...

    sonrasında ilk paragrafı okudum ve kapattım kitabı. dedim ki eyvah! çok acayip bir yazar, burada okunacak kitap değil bu. konsantre olmadan, sessiz ortam olmadan okunamaz, anlaşılamaz bu. bunu söyletebilen çok az yazar vardır. seversin sevmezsin o ayrı ama aslında asıl edebiyat budur bana kalırsa. sonra barış bıçak' çının kitabına döndüm ve akıp gitmeye başladı hemen kitap.

    iki yazarı ya da kitabı kıyaslamak için yazmadım bunları zaten belli ki birbirlerinden çok farklı tarzda yazarlar ve kitaplar. ama ben böyle bir başlangıç beklemiyordum hah' dan. cidden şaşırdım. hasan ali toptaş, yusuf atılgan, orhan pamuk ayarında bir yazar olabilir gibi bir izlenim uyandı bende. tabii bunu sadece bir paragraftan yola çıkıp yazıyorum, kitabın sonunda ''ne lan bu!'' da diyebilirim, kitabı okuyunca gelir editlerim bunu artık.

    edit: yeni neslin umut vaat eden yazarlarından. romanını görene kadar ne çok övmek ne de çok yermek istiyorum kendisini. bu yazarın ikinci kitabı, ilkini bulmak pek de kolay değil zaten. önce nesnel bilgi; 80 sayfalık, kaybetmek temalı bir öykü kitabı bu. babanın ölümünün ardından hissedilenlere ilişkin, babaya ilişkin bölük pörçük ama aslında -benim anladığım o yani- tek bir öykü var kitapta. kitabı bir barda okumaya başlamıştım ki ilk sayfanın ortalarında bu kitap bu ortamı aşar deyip bıraktım. aslında başlangıcıyla oldukça heyecanlandırdı beni kitap ancak yer yer o heyecanımı depreştirse de çoğunlukla oflamalarla sürdü kendisiyle olan birlikteliğimiz.kitap aynı hikayeyi farklı yaklaşımlarla anlattığı kadar farklı bakış açılarıyla da anlatıyor aynı zamanda. bir bütünlük kurmak gerçekten zor bu yüzden. nasıl tarif etsem, sanki iki farklı kitap yazılırken sayfalar bir rüzgarla dağılmış, sonra karışık olarak toplanmış ve basılmış gibi. bu bir eleştiri mi yoksa övgü mü inanın ben de bilmiyorum. önce şunu söyleyeyim pek çoğunuzun bayıldığı benimse çok yapay bulduğum popüler türk yazarların-özellikle yeraltı edebiyatı denen türde- kitaplarının yanında dimdik duran bir kitap bu. üslubu bambaşka ki zaten bu yüzden bir üsluptan bahsedebiliyoruz. ilk başlarda farklılaşmak uğruna zorlama gibi geliyor ama bir şekilde üstelik o karmakarışıklığa rağmen size bu üslubu kabul ettiriyor birgül oğuz. ''ya şiir gibi öykü yazıyor ya da öykü gibi şiir'' demişti bir ekşi sözlük yazarı bu kadın için. ben biraz yamultuyorum o ifadeyi; şiir gibi öykü yazdığı bölümlere kıyasla öykü yazdığı bölümler çok daha şiirseldi.
    kitabın son bölümünde, diğer bölümlere kıyasla kafiye arayışından ve ünlemlerden vazgeçip uzun cümlelere başlıyor birgül oğuz ve ben buraları çok sevdim işte. bir adamın bir yere gitmesi defalarca anlatılmıştır önemli olan bunu nasıl anlattığındır. birgül oğuz bu kitapta tam olmasa da gelecekte bir adamın bir yerden bir yere gidişini çok farklı bir şekilde anlatabileceği izlenimi uyandırdı bende. mesela bir bölüm var kitapta. ölen babasının devlet dairesindeki ölüm işlemlerini yaptıracak kızımız. yani şöyle düşünün; bir saat önce ölen bir adam aslında devlet için hala hayatta olan bir adamdır. emekli maaşının yatma günü ayın ikisi diyelim, ayın birinde ölen adamın maaşı ayın ikisinde yatacaktır. ancak belli işlemler sonunda, belki bilgisayar programındaki bir değişiklik, belki bir evraktaki düzeltmeden sonra o adam devlet için de ölmüş olacak ve artık o maaş yatmayacaktır. biliyorum harika bir örnek verdim ama bana bu örneği verdirten birgül oğuz işte. babasının cesedini(ölümüne ilişkin evrakları yani) çantasında taşıyışını bir anlatışı var ki işte kurgu bu, yaratıcılık bu diyorsun. yine kitabın başlarında bir cenaze evi anlatımı var ki adeta o evde taziyeye gelenlerden biri oluyorsunuz. ama aldanmayın bu kadar övdüğüme, kitapta öyle sayfalar var ki on kere okuyorsun, eviriyorsun çeviriyorsun yine de bir anlam veremiyorsun. cümle güzel tamam ama bir önceki ve bir sonraki cümle ile bir türlü bağlantısını kuramıyorsun. bu kadar kapalı anlatım bana göre fazla ya da ben yetersizimdir belki bilmiyorum. kitabı çok sevdiğim bir yönetmenin filmlerine benzettim. kendisi muazzam şeyler yakalar, ama bunları aktarırken illa ki gereğinden fazla karmaşıklaştırır olayı ve bir yerden sonra siz ya anlattıkları düşündüğümden çok daha fazla ya da düşündüklerimden çok daha az ama asla düşündüklerim değil hissine kapılırsınız. yönetmenin adı bana kalsın. bu kitap da tam olarak bu hissi uyandırdı bende. bir de kitapta italik halde yazılmış cümleler var ki bunlar kimi zaman bir şiirden, kimi zaman bir şarkıdan, kimi zaman da benim de nereden olduğunu internetten aramaktan sıkıldığım için öğrenemediğim alıntılar.
    tek bir alıntı ekleyeceğim çünkü cidden çok sevdim o benzetmeyi. bir de kitapla ve üslupla ilgili bir fikriniz olsun diye rastgele seçtiğim paragrafını ekliyorum;

    --- spoiler ---

    akşam kapıya dayandığında, tak tak, göz kapaklarımdaki tozu silkeleyip kim o? derdim. o zaman kapıdan baba girerdi. dünyanın uğultusu girerdi. kapkara ve kocaman türbinlerin uğultusu, asitli sıvaların fokurtusu, eğe ve çekicin sesi, yanmış yağ ve polyesterin kokusu girerdi. ayaklarını sürüyerek girerdi. tanıyarak büyürdüm. sofraya tuzkarabiberekmek götürürdüm.

    --- spoiler ---

    bu da beğendiğim cümle;

    --- spoiler ---

    aklımın çatalında makas değiştirir upuzun bir cümle, geniş zamandan geçer, mıhlanmış zamana devrilir. (sf: 41 - metis yay. - 3. baskı)

    --- spoiler ---
  • hangi ara kaçırdım farkında değilim ama son zamanların cümle arası efekti olmuş bu yazı dilinde. ikide bir "hah"layanları gördükçe ne anlama geldiğini tam olarak kestiremediğimden, salak salak bakıyorum. benim bildiğim, naha şu tepede de yazdığı gibi "tamam işte, oldu" anlamına geliyor bu. dahi anlamındaki de formülünde yerine koyuyorum, tutmuyor. adam hah diyor, heh diyor, devam ediyor konuşmaya. lol diye de bitiriyor.
  • isteme, isteyiş *

    hah hah (ister ister) bağlacından söz etmek mümkün.

    "bu imiş kısmet fuzûlî, hah ağla hah gül"

    (bkz: hah nahah)
  • akabinde "şimci zıçtık" kelamını da kullanırlar..
  • mardin midyatta ören yeri.
  • karşı taraf alışkanlık haline getirince, bir süre sonra insanı çileden çıkartabilen bir tepkiymiş; ben bugün bunu gördüm.
  • yıl bindokuzyüzeylül. bütün noktaların birleştiği yerde bir ölü, upuzun yatıyor. tek tek çekilen "ah"lar birleşip toplumsal bir yasa dönüşüyor; "hah"a.

    birgül oğuz minicik gövdesiyle yüklenmeye çalışıyor yası. çünkü zaman sanıldığının aksine ağırlaştırır ceseti, kaldırmak güç. ama şiir var diyor, acı varsa en çok şiir var.

    darbe karşıtlığının islamın beş şartı arasına dahil olduğu, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde zor olanı seçiyor birgül oğuz. onlara dönüşmeden anlatmak, anlatabilmek güç. başarıyor. çünkü biliyor ki, yası tutmak için önce anlamak sonra hesaplaşmak gerek.

    tadımlık bir cümleyle bitireyim o vakit.

    "gölge, ağacın yere düşen düşüncesidir."
  • belki de beklentinin yükseltilmeden okunması gereken yazarın kitabı.

    evet, farklı bir tarzı var. edebi bir gusto'su da mevcut, lakin göndermeler ile örülmüş bu kitap beni (oldukça şahsi bir yorumdur) tatmin etmedi. okuduğum yorumlar beklentilerimi had safhaya çıkarmış olsa gerek, o yüzden bendeki yeri hayal kırıklığı oldu.
hesabın var mı? giriş yap