• kendine ait evreler var bu hamileliğin. zamanında sağlıklı hamilelikler geçirmiş hangi anneye sorsam işlerin 5.-6. aydan sonra değiştiğini söylüyor.
    gecenin bi vakti içeride beden eğitimi dersine ya da bir sirk gösterisine hazırlanırmış gibi çoşan bıdılık hakkında ilk olarak "aha çocuğun boğazına göbek kordonu dolandı ondan kurtulmaya çalışıyo" yorumu yapıp tekrar manyağa bağladım. manyağa bağlama hamilelikte çok olağan söylemişimdir. bu hoplamalar zıpalamalar tekmeler bi saat kadar devam edince hanfendinin sadece oyun oynadığını var sayarak uykuya daldım. gecenin 12sinde bu kadar hareketli olan bi veletin gün içerisinde de langur lungur takılması çok normal tabi. feryat figan en deneyimli bulduğum anneyi aradım. * artık geri dönüşü olmayan bir yola girdiğimi, bu zıplamaların hoplamaların bağımlısı olacağımı, esas hareket etmezse saykoya bağlayacağımı bu işin sonsuza kadar evrim geçirip "üstü örtülü mü, karnı tok mu, sırtı pek mi, sınavı iyi geçti mi"ye kadar devam edeceğini, bundan zinhar kurtuluş olmadığını söyledi. kısacası klübe hoşgelmişmişim.
  • eskiden hamilelikle ilgili şahane tanımlar vardı kafamda be sözlük. öyle örnekler verebilirdim ki yazdığım duygusal cümleler karşısında için çekilirdi..

    şimdiyse bütün ruhum kaçtı. artık bir kalas hassasiyetinde yaklaşıyorum olaya.

    hamilelik mütemadiyen çiş yapılan bir dönem artık benim için.
    arkadaşım, bir insan gecede beş kez kalkar mı çişe? bu hangi insan evladının normal sayabileceği bir şey?

    ellerim büyüdü ayrıca be. nikah yüzüğümün etime gömüldüğü bir dönem olarak da tanımlayabiliriz hamileliği.

    ya da bu olmadıysa, migrenden geberdiğim ama ilaç alamadığım bir dönem diyelim.

    bu da olmuyorsa, aklı 7/24 içindeki küçük insanda olan, başka hiçbir şeye kafasını veremeyen, takıntılı, vesveseli bir insana dönüştüğüm birbirini kovalayan aylar diye özetleyelim.

    ya da günde yedi ayrı şeye ağlayabiliyor oluşumdan dem vuralım.

    olmadıysa 9 ayın çok uzun bir zaman dilimi olduğundan bahsedelim, hamilelik çok uzunmuş diyelim, o göbek cart diye büyümüyormuş, o insan fırt diye doğmuyormuş, uzuun sancılııı pipirikliii bir kuluçka dönemi varmış diyelim.

    diyelim yani bunları evet.
    insanın kendini aynı anda hem ingiltere kraliçesi hem de yer bezi gibi hissettiği yegane dönemmiş diye de belirtelim hatta.
  • gelin itiraf edelim; hamilelik çok boktan bir şey! hatta dünyanın en boktan şeyleri listesi yapsak rahat ilk ona girer. yoo yoo hemen tüyleriniz dikelmesin. siz ve sizin gibiler yüzünden her şeyi çok daha ağır yaşıyoruz zaten. bu cümleyi kurduğun andan itibaren, anneliğin, güdülerin, anneliğe hazır olup olmadığın sorgulanmaya başlar bu ülkede. bilmiyorum belki başka ülkelerde de. zira öyle bir tablo yaratılmıştır ki hamilelik = bebek, hamileliğe laf etmek = bebeğe laf etmek, sevmemek ki gerekirse bebeğe de laf ederim lan, sinirliyim gelmeyin üzerime.
    ne diyorduk, hamilelik ve bebek iki ayrı şey dostlarım ve sonuç güzelse çekilen çile kutsal falan değil. evet bu lanet 9 ayın sonunda ortaya şahane (ki aslında artık ondan da şüphe ediyorum yaşamadan inanmamak lazım)(ama hamileliğin tek güzel tarafı o şu an gerçekten, bebeği hayal etmek) bir şey geliyor olabilir, ama arkadaş gelen şeyin şahaneliği o 9 aylık zulmü sıfırlamıyor maalesef. peki elinizi vicdanınıza koyun. bu ülkede kim çocuk doğurmanın, hamile kalmanın ve hatta cinselliğin detaylarını deneme yanılma yöntemiyle değil de, algımıza göre hazırlanmış net bilgiyle öğrendi??

    bizlerin en büyük bilgi kaynağı ne biliyor musunuz? televizyon dizileri, sinemalar. onları izlediğimizde de hamileliğe dair ilk öğrendiğimiz şey: bir kere seviş hamilesin! hayatında ilk kez, tecavüze uğra cart hamilesin! evlen gerdek gecende seviş kocanla; hamilesin. demek ki neymiş, hamile kalmak dünyanın en kolay işiymiş. peki sonra pratikte nasıl oluyor bunun karşılığı; çocuk sahibi olmaya karar veriyorsun, bir ay geçiyor: olamaz!!! hamile değilsin. kesin bir sorun var, kesin çocuğun olmuyor!!! sağdan soldan konuştuğun bir iki kişi, “olur öyle ya, hemen olmayabilir” der, biraz yatışırsın, ikinci ay geçer, yine hamile değilsin. artık eminsindir. doktora gitmek gerekir. ulan tvlerde üfleseler hamile kalıyor kadınlar!!!! ya doktora gidersin, ya okumaya, araştırmaya başlarsın ve görürsün ki koskoca bir ayda kadının yumurtası sadece 1 gün çiftleşmeye müsait oluyor. o gün de stresti, hava durumuydu bilmem neydi, hamile kalamayabiliyorsun bile. ne???? 1 gün mü? lan o adamlar kadınlar hep gerdeği o 1 güne mi denk getiriyorlar. tecavüzler hep o vakitte mi gerçekleşiyor. bir ton küfredersin o senaristlere de, yapımcılara da, okulda gereken eğitimi vermeyen eğitimcilere de…

    bu kademeyi aştık diyelim ki, hamileyiz artık. yine tv’den, kitaptan, sağdan soldan, eş dosttan (ki en gıcık olunacaklar bunlar aslında, niye doğruyu söylemiyonuz lan????) öğrendiğin kadarıyla hamilelik çok şahane bir şey. aman da kutsal bir görev. bir bebek taşıyorsun karnında, her anın çok mutlu. miden bile bulansa sen mutlu olmalısın zira bu bulantı sana bebeği hatırlatmalı. manyak mısınız lan!!!! bluantının, ağrının, sızının güzeli mi olur??? sonra dışarıdan iyi hoş da yaşayana kadar kimse fark etmiyor ki hamile kalmak demek içinde bir yaratık olması demek!!! canlı lan?? bildiğin beslenen, büyüyen minyatür bir yaratık oluşuyor. bu bilgi de daha önce konuştuğun, öğrendiğin, sindirdiğin bir şey olsa belki daha sakin karşılayacaksın. ama şu koşullarda dehşete düşebiliyor insan. ya da yine öğrenilmişlikle gayet normal yaşıyor bilmiyorum ama şöyle bir iddiam var; o hamileliğin ilk aylarındaki bulantılar gayette bu acayip duruma kadının şok olması yüzünden yaşanıyor. doktorum bana ultrasona bakıp “hah sırt oluşmuş.” dediğinde adamın üstüne kusacaktım resmen. “allahım içimde bir sırt oluşmuş.” neyse bir süre sonra alışıyorsun, kanıksıyorsun ve normalleştiriyorsun iyice durumu.

    sonrasında bir sürü şeyden biri olarak doğum şekli geliyor gündeme. normal mi sezeryan mi? bugüne kadar bir kez olsun denk gelmedim ki hamile kadınlar ya da doğurmuş kadınlar “doğum şöyle olur, şu sırayla gerçekleşir, şu aşamada şöyle yaparsan şöyle rahat edersin, sezeryanda ise şöyle şöyle bir yol izleniyormuş…” falan desinler. yoook nerde. gerek yok ki. bugüne kadar nasıl gelmiş: “ normal doğum acıtıyor şekerim ben sezeryan ile doğum yapıcam.”, “ aa öyle diyorsun ama normal en sağlıklısı. hem sezeryan da sonra ağrı yapıyor.” kazara bir öğrenmeyi denediğinde bakıyorsun ki mesela, normal doğum esnasında kemikler çatır çatır ayrılıyor. hayır bu sağlıksız ya da riskli değil. ama alışılması gereken bir bilgi. bu bilgiyi doğum esnasında öğrenseydim ya da çatırtıları duysaydım, panik atak geçirip bayılmam işten bile olmazdı. yine doğum esnasında hangi kasın ne yaptığı, hangi kasın güçlü olmasının işi kolaylaştırdığını, nefes alma işinin bir doğumun 5 dakika mı 5 saat mi süreceğini bile belirlediğini öğrendiğinde, yaşayacağı travmanın önüne geçebilir insan. hayatı kolaylaştırır.

    ama ne gerek vaaaar, ezberden yaşayıp gidiyoruz işte. hem allah ne derse o olur. hem de işin ucunda bebek varsa tüm çileler çekilebilir. anne babalarımız biliyorlar mıydı ki? vs vs vs…

    demem o ki, yarın bir gün hamile kalacak olan arkadaşlar. her adımı öğrenin sonra yaşayıp yaşamamaya karar verin. yaşadığınızda ambale olmayın. he belki hiç sorunsuz bir 9 ay geçirirsin, şahane. ama aksi ihtimal için oku, öğren, baba adayına da öğret her bi şeyi.

    olur da yarın bi gün bunu okursa diye, doğacak bebeğe not: len trip yapma. sana bir şey mi dedik! senle ne ilgisi var söylenmelerimin. dur, senle ilgili olan doğduktan sonra.
    hamileliği böyle yaşamayan, araştıran, öğrenen, çilesini kabul eden arkadaşlara not: size demedim, size demediiim.
  • gelelim işin sosyal kısmına. hamile olduğunuzu öğrendiğiniz ve kamuya açıkladığınız andan itibaren, kamuoyu bu açıklamayı: “ey ahali şu andan itibaren aklımı, mantığımı yitirdim. düşünemiyorum, karar veremiyorum, noolur benim yerime bilin, düşünün, öğretin, karar verin.” olarak algılıyor gözlemlerime göre. birden herkes her şeye dair söz sahibi oluyor:

    - ne pizza mı yiyeceksin, deli olma. balık söyle hemen.
    - calsiyum almaya başla hemen.
    - ne folik asit sadece günde 1 kez mi alıyorsun?
    - senin pantolonunun altında kalın çorap var mı bakayım?
    - ne eyleme mi gideceksin bu halinle!
    bu sonuncusuyla ilgili en şahanesini ankara’da bir tekel işçisi kadın yaptı sağolsun: “aa hamile misin? yola mı çıktın? deli misin? düşer bu çocuk!!!!!”

    bir de bunların tam tersi var:
    - yaa bırak yaaaa eskiden ilaç – vitamin – mineral mi varmış. takıl kafana göre.
    - ya istediğini ye, zararlıysa kusarsın zaten.
    - eyleme de git, gezmeye de git. hamilelik hastalık değil, özgür özgür dolaş.
    farkında değiller ki iki tarafın da tek yarattığı şey; suçluluk. bir şey yersin suçlusun, yemezsin suçlusun, evde kaldın suçlusun, dışarı çıktın suçlusun… bir oldurun be kardeşim. bir rahat verin allah aşkına. şükür okuyabiliyoruz, doktor var sorabiliyoruz, düşünebiliyoruz. hem ben bir şey merak edersem sorabiliyorum da inanmazsınız. bak terelelli temcik şahit misal sorularıma. çok rica ederim; sakat gibi de davranmayın, hiçbir şey yokmuş gibi de.

    sonracığıma; inanın her gelenin elini göbeğe atması hiç hoş bir durum değil. henüz ortada doğru dürüst göbek yokken bu kadar el uzanıyorsa, biraz daha büyüdüğünde ben kesin birkaç el kıracağım gibi gözüküyor. manyak mısınız yaaaa dokunmayın kardeşim karnıma. bebek çıkınca seversiniz aaaaaa.

    şimdilik bu kadar, yazarım daha. “hamal”ım çok doluyum, sinirliyim.
  • kadının yarı tanrısallığının göbeklenmiş hali.. çekilir şey olmadığı yönünde çook ciddi gözlemler/yorumlar mevcut ama, fakat, lakin yine de çekim gücü var.
  • (bkz: hamileyiz)
  • hayatımın en göbek dekolteli dönemi..

    karnım açık dolanıyorum sürekli. bi yere mi uzanıyorum, hoop sıyrılıveriyor tişört, karnımı izlemeye başlıyorum. nasılsa son haftalarım bu halde, doyamıyorum onun hareketlerini izlemeye.

    sağa pıt pıt yapıyorum parmağımla, içerdeki güzellik "hüüe? bana mı dedin" şeklinde cevap veriyor..karnımın sağında bi yığılma oluyor..
    sola pıt pıt yapıyorum sonra, bu kez de karnımın solunda bi dalgalanma oluyor.
    azıcık yukarı dokunuyorum, "e bokunu çıkarttın ama hee" diye bi celalleniyor miniğim, çakıyor iki tekme..

    tekme de tekme ama he.
    bebek hareketlerine laf olsun diye "tekme" dendiğini sanırdım ben..oysa böyle bildiğin, kelime anlamıyla tekme deniyormuş yani.
    boş boş otururken biri gelse ensene çaksa bi tane, ya da biri koluna vuruverse nasıl irkilirsen, öyle irkiliyorsun içindeki şeyin hareketine.
    özellikle 30. haftadan sonra, bildiğin içten dışa doğru bi dayak yeme hali oluyor hamilelik.

    nasıl da güzel oluyor.
    biri bana vuruyor, karnım tuhaf tuhaf dalgalanıyor, göbek deliğimin üstünde belli belirsiz bi ayak izi silüeti çıkıyor ve ben zevkten ölünse şu an ölürdüm diye düşünüyorum.
  • bu etap sürerken burun kanamaları normal imiş, neymiş vücut doğum anında bebeğe ve anneye lazım olur diye kan basıncını iki katına çıkarıyor imiş, eh vücut da adapte olana kadar burun kanaması refleksi verebiliyor imiş.

    zaten korkarım hamillekte bacağın kopsa "normal normal hamilelikte normal" diyecekler.
  • hamilelikte başlayan mide yanmaları, soluk borusu erimeye başladı galiba paranoyaları için mucizevi çözüm: rennie

    bir gece önce yanmalardan neredeyse ağlayacak olan, ertesi gün rennie aldıktan iki dakika sonra tüm acıları sona eren saryade hamileliğin 22. haftasından bildirdi. ugh.
  • ilk gecesi en güzeli.
    sevinçten uyuyamaz insan, dünyanın en huzurlu rüyasını görür uykuya daldığı o kısacık anda... istanbul'un tapusunu almış edasıyla kalkar yataktan sabah..

    takip eden sonraki ilk üç ayı mütemadiyen uyumak, kusmak ve değişen bünyenin yarattığı yeni kadına alışmakla geçer.. bu arada bebeğin sağlığını ölçen testlere girip çıkmak, rutin kontrollere girmek, ve ilk endişe dalgasıyla tanışmak nedir öğrenir anne adayı.

    sonraki üç ay farklı testler, farklı endişeler, "neden henüz hiç tekmesini hissetmedim", "neden cinsiyetini göstermedi", "gelişimi normal mi", "amniyosentez ne ola ki" buhranlarıyla geçer..

    son üç aysa, dalgalanan bir göbek, varlığını artık her dem hissettiren bir bebek, alışveriş telaşı ve önceki dönemki "gelişimi normal mi" endişesinin on milyon katı ve "sağlıkla doğsun n'oolur" dualarıyla geçer..

    ve son gecesi ise ayrı alem..
    yaratılan, büyütülen canla tek vücut olunan son gece, insan hem saatler su gibi akıp geçsin ve bebek doğuversin ister, hem de "hep kal içimde, ben böyle korurum seni, ama kollarıma verdiklerinde ya beceremezsem" endişesi baskın çıkar..

    velhasıl uzun yolculuk hamilelik...
    ama sıkıcı bir otobüs yolculuğu ya da ürkütücü bir uçuş değil..
    filmlerdeki gibi öyle yeeemyeşil ormanların, şelalelerin, tepesi kar tutmuş dağların, ovaların arasından yapılan, havası mis gibi kokan yerlerden geçen, insanı yenileyen, çoğaltan, ardında ömürlük anılar bırakan tıngır mıngır bir tren yolculuğu..
hesabın var mı? giriş yap