• evet sürekli yazalım ki yanlış kullanımı azalarak bitsin. hümanizm "insan sevmek" değildir. bambaşka bir şeydir. sizin hümanizm dendiğinde algıladığınız şey tam olarak şudur;

    "yaradılanı severim yaradandan ötürü" bu da yunus emre'nin bir sözüdür ve hümanizmle uzaktan yakından alakası yoktur. "yaradan" kelimesi geçtiği için de taban tabana zıttır denilebilir.

    skolastik düşünceye karşı ortaya çıkan bir akımdır. tanrı-merkezciliği reddedip, insan-merkezciliği ele alır. insanın her şey yapabilecek güçte olduğunu, yüce bir varlığa ihtiyaç duymadığını söyler. aslında temelini "bilimden", "bilimsel yöntemden" alır. bir şeyleri çözmek, doğruyu bulmak için mantığı bir kenara koyup, inancı (herhangi bir şeye) merkeze almaz. sorunların çözümünü, doğruyu bulmayı gerektiği kadar şüphe duyarak ve belli bir mantığa oturtarak aşmanızı ister. insanlığın gelişiminde bu akımın etkisi çok çok büyüktür.

    tarihini, nasıl çıktığını ve dünya tarihinde nelere etkisi olduğunu da siz araştırın bakın. ben sadece en temel şekilde ne olduğunu yazdım. son olarak tekrar;

    hümanizm "insan sevmek" değildir.
  • öncelikle (bkz: #10383685) (bkz: #16489142) (bkz: #20832361) özellikle de (bkz: #24781834)

    şimdi, aynılarını tekrar yazmaya gerek yok. okuyan zaten anlayacaktır. gelelim benim derdime;

    ben ne zamandır hümanizm üzerine bir şeyler yazmak istiyorum ama "ulusalcı, nihat atsızcı, yobaz, gözü kör marksist" falan gibi hepsi birbirine uzak köşelerde yer alan, fakat hümanizmin "ne olduğunu" ve "ne olmadığını" anlatmaya çalıştığınızda, okuyanın ne köşede durduğuna bağlı olarak hepsinin birden aynı anda üzerinize yapıştırılabileceğinin farkında olduğumdan ve bununla uğraşmak istemediğimden erteliyordum.

    öncelikle şu yanlış anlaşılmadan başlayalım, hümanizm bir felsefi akımdır ve "insan sevgisi, insanları çok sevmek" falan değildir. kastettiğiniz bu ise bir zahmet hümanitarizm terimini kullanıp "ben hümanitaristim" deyin, anlam kirliliğini yaratmayın. bazen bir iki harfçik gayet büyük anlam kaymaları yaşatabilir, bunu unutmayın.

    gelelim hümanizme. özellikle rönesans sonrası kendini öne çıkarmakla birlikte, kökenlerinin antik yunan'a dayandığı aşikar. o antik yunan ki, en ünlü devleti olan atina devletinde "demokrasinin altın çağı"nın yaşanmasını köle emeğiyle geçinmesine, yani savaşlarda diğer "insan"ları köle olarak yurduna getirip çalıştırmasıyla bunu başarmış. "insana dair olan hiçbir şey bana yabancı değil" lafı kağıt üstünde pek güzel, ama dur bakalım "insan" kim? atina sınırları dışında, mesela ormanda yaşayanları da "insan" kabul ediyor muyuz? aaa etmiyormuşuz! haliyle onları "avlayıp" köle yapıp çalıştırttığımızda, "insanlık" sınırlarına çıkmış olmuyoruz çünkü onlar zaten "insan değil".

    bunun, sonrası için önemli bir örnek olduğunu düşündüğüm için buraya ekledim. gelelim rönesans sonrası hümanizme. basitçe, evrenin merkezine artık tanrıyı değil, insanı koyan bir felsefi akım. (gördüğünüz gibi sevgi filan yok işin içinde) kilise'nin her şeyi tanrı üzerinden anlamlandırdığı ve modellediği o "kilise evreni"nin ne kadar acayip bir hal olduğunu düşünmeden bu cümle pek anlamlı gelmiyor "tanrı'nın yerine insanı koymuş, eee yani?" gibi bir soru çıkıyor. yanisi şu, mesela artık "doğuştan günahkar" olduğunu düşünmek zorunda değilsin, artık "alnına yazılmış bir kader" olduğuna inanmak zorunda değilsin, kendi aklını kullanıp kendi seçimlerini belirleyebilirsin, kilise'ye itaat etmek zorunda değilsin. pek güzel, pek ala, nitekim akılcılık denen akımla kolkola gidecek buralar. bunlara bir lafımız yok, elbet evrenin merkezi din değil, akıl olsun; olsun da, akılcılık ile hümanizm de büsbütün aynı şey değil. evrenin merkezine akılı ve rasyonelliği koymayı abarttığınızda, bugün adına "merhamet, vicdan, ahlak" dediğiniz değerler de olamaz, zira bunlar "ortak doğruların var olduğu" önermesine dayanır, halbuki hümanizm ortak bir vicdan, ahlak, yani evrensel determinizm ilkesi ile çelişir. eğer "ben zaten ahlak denen şeyin varlığına inanmıyorum, keza vicdan denen olguya da..." diyorsanız problem yok. ama hem "hümanistim" deyip hem sonra ahlaktan, efendime söyleyeyim evrensel değerlerden falan bahsederseniz kendinizle çelişir, felsefi anlamda tutarsızlık yapmış olursunuz, benden söylemesi...

    şimdi biraz daha düşünelim hümanizm üstüne... mesela evrenin merkezine "insan"ı koymak ne kadar doğru? neden hayvanları koyamıyoruz? onlar neden bizden daha aşağı? ya da neden kabaca "doğa" diyemiyoruz? nedir bu kendimizi beğenme merakı? neden bizim aklımız her şeyden üstün? francis bacon'ın yeni atlantis'ini hatırlayın, doğaya az buçuk söz geçirince kendini bir halt zanneden insan soyunun kibri var o kitapta. ki, "ağaca karşı metal" diye özetleyebileceğimiz bu söz geçirme yarışı insanın uzun vadede ne kadar hayrınadır, o ayrı tartışma konusu...

    sonra başka ne gibi delikleri olabilir hümanizmin? mesela hümanizmin bizatihi kendisi bir araç olabilir mi? kilise'nin egemenliğinin kırılmasının özellikle rönesans sonrası parlayan burjuvazinin en büyük isteği olduğu malumdur. özgürce ticaret yapabilmek, bir çok sefer ödemek durumunda bırakıldığı ağır vergileri ödememek uğruna, burjuvazi nasıl ki kral-devleti, yani merkezi devleti desteklediyse, kilise'nin hegemonyasının kırılmasını da öyle desteklemiştir. haliyle, kilise'ye karşıt gelişen bu felsefi akımın en büyük destekçilerinden biri burjuva kesimidir, zira çıkarların uyuştuğu muhakkaktır. ha, burada şunu demek istemiyorum "felsefeciler burjuva takımından para aldı, hop hümanizmi attılar ortaya" haşa! amacımız dandik komplo teorileri üretmek değil. sadece şunu göstermeye çalışıyorum, dini baskıdan azade bilim ve felsefe yapabilmek isteyenlerin çıkarlarıyla, kilise baskısından azade ve ticari sebeplerle kral-merkezli-devlet yapısını tercih eden burjuvazinin istekleri uyuşmuştur ve bunu görerek birbirlerine destek olmuşlardır. budur. neticede felsefeciye o zamanlar da ekmek yoktu pek, "hami"siz de bir yere kadar yürürdü bu işler.

    gelelim bir başka deliğe, bu da o antik yunan örneği ile ilintili, hani kendi sınırları dışındakileri insan saymayan atina devleti... hani amerika "demokrasi götürmek için", avrupa "insani yardım için" gitti ya hep ıraklara, afganistanlara, bu hümanist burjuvamız da işte hep o amaçla gitti latin amerika'ya, afrika'ya, asya'ya. bunun iki fazı vardı, birinci fazda oradaki insanlar zaten "insan değildi" ve "insan olan avrupalılar" elbette oralardaki doğal kaynakları kullanma hakkına sahipti, ki "asyalı, afrikalı, amerikalı insana benzeyen ama insan olmayan yaratıklar" da "iş gücü" olarak bu doğal kaynakların bir kısmını oluşturmaktaydı. latin amerika'ya giden misyonerlerden peder xavier (ki latin amerika üzerine epeyce yazmıştır), "oralı"lara yapılan muameleler karşısında "insanlığından utandığını" yazdığında bu hiçbir etki uyandırmamıştı. çünkü "oralı"lar basitçe insan değildiler. ne acıdır ve ilginçtir ki, "hümanist" burjuvazi ve sömürgecilerin yanında, kilise'nin pederleri daha "insancıl" kalmıştır. ("hümanist" kelimesini "insancıl" anlamında kullanmamak için alın bir sebep daha!) hümanizm merkezine "insan"ı koyar ve "rasyonel"dir, rasyonellik oradaki kaynakların avrupa'daki "insan"ların iyiliği için sömürülmesini gerektirdiğinde, gittiği yerlerdeki canlıları "insan" sınıfına sokmayarak davranmak tipik bir "hümanist" davranıştır. çünkü insan "avrupalı ve beyaz"dır. (ki bu bile aslında tam bir tanım değil, en büyük hümanistlerden biri olan thomas more, koyu bir katolik olarak açıkça protestanları "insan" sınıfına sokmamış ve cayııır cayır yakmakta beis görmemiştir. yine anlıyoruz ki, hümanist olmak "insan sevmek" değildir. ki ütopya adını verdiği -benim bizatihi korkutucu bir distopya olarak gördüğüm- eserinde de zaten insan sevicilikle alakası olmadığını göstermektedir.)

    bunun ikinci fazında söylem biraz değişir. artık o canlıları insan olarak kabul etmiştir hümanizm, zira büyük tepkiler de gelmiştir, açık açık "insan nedir, kimdir?" diye sorular gelmeye başlamıştır. skolastik dönemde, kilise'nin temel tartışma konularından biri "kadınlar gerçekten insan mıdır, yoksa insana çok benzeyen bir başka canlı türü müdür?" idi ve kilise'nin skolastikliğiyle dalga geçen "akılcılıktan nasibini almış" hümanizmimizin niyeyse kilise'den pek de öteye gidemediğini görürüz. kadınlar elbette ki hala insan değildir, "siyah-kızıl-sarı derililerin de erkekleri insandan sayılmalı mıdır?" meselesi ise şaibelidir. onların da insandan sayılması gerektiğine kanaat getirildiğinde ise bu sefer avrupalı "kardeş"lerimiz "oradaki insanlara da hak ettikleri insani değerleri götürebilmek için" harekete geçmişlerdir. aborjinlerle ilgili izlediğiniz üzücü filmleri hatırlayın ya da kızılderililer. avrupalı kardeşlerimizin "insana hak ettiği insanca değeri götürmek" dediği şey, zorla din değiştirtmek, zorla kendi dilini öğretmek, zorla kendi kıyafetlerini giydirmek, zorla kendi hayat tarzını benimsetmektir. çünkü "en iyi yaşam tarzı" onların yaşam tarzıdır. böylesine mükemmel bir hayat tarzı dururken kim aborjin gibi konuşmak, kızılderili gibi giyinmek, japon gibi yaşamak isteyebilir ah lütfen?!

    şimdi, sömürgeci ekip ve burjuvazi en yakın bağlarla kardeştir. bir çoğu da hümanisttir, çünkü hümanizm "evrenin merkezine insanı koymak" yani dini değil insan aklını, muhakeme yeteneğini baz almaktır. bu kesim de dini dogmalardan uzak, rasyonel, kendini gerçekleştiren, kendi seçimlerini kendileri yapan insanlardır. ahlak, evrensel değer gibi determinist olguları reddettiklerinden yaptıkları ile düşündükleri çelişmez, ortada bir tutarsızlık yoktur. kısaca buradan bile anlaşılabilir ki hümanist olmak sömürgeci olmaya engel değildir, neden, çünkü defalarca söylediğimiz gibi hümanist olmak insan sevmek demek değildir. tanrıyı evren algısının dışına çıkarmak, insanı her şeyin tek belirleyicisi yapmaktır.

    işte hümanizmin bu felsefi boyutu ve tarihinden sonra "ay ben insanları çok severim, çok dost canlısı bir insanım" manasında "ben hümanistim" demek cahilliktir. "bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak"tır ki, şu hayatta da en tahammül edemediğim şeylerden biridir. hümanist iseniz ne ala, göğsünüzü gere gere "hümanistim" deyin tabii, ama rica ederim, anlamını bilerek deyin. sağda solda "hümanistim" diyen herkese "hümanist nedir, ne değildir" diye soracak halimiz yok, anlamını bilerek kullandığınızı varsayıyoruz, sonra "beni çok yanlış anlamışsın" diye gelmeyin, önce siz kendinizi doğru ifade etmeye dikkat ediniz lütfen.

    hümanizm de başka felsefi akımlar gibi gelişir, değişir, dönüşür. tarih sahnesinde ortaya çıkan pek çok şeyden etkilenmiştir ve etkilenecektir. ilginizi çektiyse, hümanizmle karşıt ya da yanyana konumda bulunan ve fakat her halükarda dirsek temasında olan şu konular da ilginizi çekebilir ve hümanist olup olmamanıza göre onlara vereceğiniz cevaplar değişebilir:

    (bkz: protestan ahlakı)
    (bkz: evrensel değerlerin varlığı meselesi)
    (bkz: ahlak)
    (bkz: vicdan)
    (bkz: merhamet)
    (bkz: sosyal darwinizm)
    (bkz: uluslararası hukuk)
    (bkz: liberalizm)
    (bkz: marksizm)

    esen kalınız.
  • insancıllık biçiminde türkçe'ye çevirebiliriz humanizmi. insanilik, insan hakları gibi çeşitli yansımaları da içinde barındıran insancıllık salt anlam açısından "insana saygı gösterilmesi ve insana refah, huzur, mutluluk sağlanması gerektiğini savunan bireyci rönesans ideali" olarak tanımlanır. tarihsel olarak da ilerici bir işlevi vardır. insanın üretiminin, kendisinin ve eylemlerinin her bakımdan yüceltilmesini içerir, insan oma mücadelesinin, insanlık onurunun idealidir.

    ancak masum bir kavram olarak kalmamıştır:

    üç dönem ve anlayışta inceleyelim humanizmi:

    1.kapitalizm öncesi hümanizm
    2.burjuva hümanizm
    3.marksist hümanizm

    kapitalist toplum öncesi humanizm, düşünsel yetileri geliştirmeyi hedefleyen ve egemen sınıflarla direk bir çatışmaya girmese dahi, düşünsel etkinlikleri yücelten bir felsefi akımdır

    burjuva hümanizmi: rönesans ile feodal, dinsel gericilik ve otoriteyi hedef alarak başlayan bir anlayış olmasına rağmen, bugün egemen sınıfın gerici zulmüne karşı tavır olmaktan hayli uzaktır.

    bilimin, kilise baskısına karşı asvunulmak durumunda olduu bir dönemde, insan ve insana dair olanı yüceltir. gericiliğin otoritesine karşı, insanın haklarını savunur ve feodal ve gerici engellerin ortadan kaldırılması gerekliliğinden bahseder. bu yönü ile ilericidir.

    öte yandan içeriği sadece burjuvazinin haklarını savunmaktan ibarettir. kiliseye karşı "insan hakları" savunulurken bile, temelde savunulan burjuvazinin kendi hareket alanıdır. ortaçağ gerçekliğinde bunun sonucu hemen tüm halk kesimlerinin hak kazanımları olduğundan ilerici sayılmasına rağmen, burjuvazinin gelişmesi ile birlikte ve yeni baskı otoritesi ile kendini konumlandırmasıyla birlikte, humanizmin de içeriği değişmiş, yeniden tanımlanmış ve sömürücü aracı olarak konumlandırılmıştır.

    burjuvaziye göre fabrikada çalıştırılan bir işçiye iyi davranmak insani bir davranıştır ancak söz konusu davranış, ortadaki sömürü gerçeğini değiştiremediğinden, insanlık dışı olan sömürünün kendi insanlık düşmanlığını dengeleyemez, gayri insanidir.

    burjuvazinin humanizmi, sömürü araçlarını kullanmak için bir yol veya sömürüyü gizlemenin yada kabul edilebilir kılmanın bir yoludur. örnekleri çoğaltalım:
    fabrikada çalışan bir işçiye belirli zamanlarda kar payı vermek, çeşitli armapanlar almak ve hastalanınca evinde ziyaret eden bir patron olarak ortaya çıkar. öte yandan işçilerin tamamının koşullarını düzeltmeyi ve emeklerini sömürmekten vaz geçmeyi içermez.
    emperyalistler, somali'de emperyalist askeri müdahaleye "insani yardım" adını verir ve gönderdiği öndü heyetleri de "insani yardım heyeti" biçiminde isimlendirir.
    irak işgalinin hemen öncesinde türkiye'ye gelen amerikan heyetinin adı "insani yardım heyeti"dir.
    afganistan'a savaşmak için değil "insani yardım" için gider emperyalistler.
    amerika'nın irak işgali öncesi açıklama yapan türkiye genelkurmayının, "kuzey irak'a girersek, insani amaçlarla gireceğiz" demesi, amerikan ordusunın afganistan işgal'i devam ederken uçaklardan attığı "insani yardım paketleri"... örnekler çoğaltılabilir ancak hemen tamamının altında halkla alay etmek yatar. bugün burjuvazinin dilinden dökülen her "insani" kavramın ardında halklara karşı girişilmiş yada girişilecek bir saldırı yatar.

    hiroşima'ya atom bombası atan da, vietnam'ı japonya'yı, kore'yi, küba'yı, ortadoğu'yu işgal eden de, işkence aletlerini tasarlayan da, sayısız kimyasal, biyolojik ve balistik silahı ve kitle imha yolunu tasarlayanlar da insanilik laflarını ağızlarından hiç düşürmeyen ancak adil bir dünyada asla konuşamayacak olan emperyalistlerdir.

    emperyalistlerin bir başka kurumu olan birleşmiş millterler güvenlik konseyinin, 96'dan itibaren irak'a koyduğu ambargoda sınırlanan gıda ve sağlık malzemeleri kadardır burjuvanın insancıllığı. ambargonun ilk 5 yılında yetersiz beslenme ve ilaçsızlık nedeniyle ölen çocuk sayısı 567 bindir irak'ta.

    emperyalizm, mevcut sömürü ve talan düzenini sürdürmek için her tür katliam, işgal ve vahseşeti uygularken, bilinen her yolla da demagojiyi sürdürür. humanizm de bu demagojilerin öncelikli olanlarındandır. "burjuvazinin hümanizminin sınırları, tekellerin çıkarları ve emperyalizmin dünya egemenliğinin sözkonusu olduğu yerde biter."

    bizim anladığımız humanizm ile emperyalizmin, burjuvazinin humanizmi arasında dağlar var.

    humanizm, bugün insanlık onurunu parçalayan ve her halktan, her kesimden insana sayısız zulüm vaad eden emperyalizme karşı doğrudan, dolaysız tavır almak zorundadır.

    burjuvazinin humanizmi aynı amanda, insan ile ilgili olandan uzaklaşmış ve insan dışı canlıları, çiçeği, böceği, kediyi, kuşu da korumaya başlamıştır. amerika'da ise toplumun en alt kesimini korumakla sınırlıdır humanizmin içeriği (evsizler) ki bu da genelde göstermeliktir. bunun dışında genelde hayvan eziyetlerine karşı çıkmak, çevreyi korumak gibi tali konulara yönelir. bir başka deyişle, burjuvanın humanizmi içinde insan kalmamıştır. zira insanı korumak tehlikelidir, bir anda örgütleyiverir halkları emperyalizme karşı... burjuva ve küçük burjuva humanizminin gayesi sistem içi olmaktır, bu yüzden de savruldukça savurulur. bu yüzden de faşist devletin, emperyalizmin ve kapitalizmin terörüne karşı ses çıkarmaz. afrika'daki açlar der durur ama afrika'da insanlar kendi kendilerine aç kalmış gibi davranır, sebebi olan emperyalist politikaları görmezden gelir.

    tekelci burjuvazi kameraların karşısında "önce insan" der, ancak insanı sömürerek onu son sıraya koyan da bizzat kendisidir. insana gerçek bakışı "köle" kavramı etrafında şekillenir.

    kölecilik döneminde zincirli kölelik, feodalizmde serflik olan, kapitalizm ile birlikte "ücretli kölelik" olarak bulmuştur yerini ancak kölelik bakidir ve bu hakikat doğrultusunda daha gayri-insani ne olabilir ki?

    humanizm, bu yüzden burjuvaziye karşı çıkmak zorundadır.

    gelelim direniş-teslimiyet dengesine.

    küçük burjuvazinin, burjuva hümanizminden ve yine burjuvazinin akıl hocalığından çıkardığı en büyük ders, "hiçbir düşünce uğruna ölmeye değmez" teorisidir. ki aynı mantık içinde çıkış noktası da "insana verilen değer"dir bunun. temel yaklaşımı "insan yaşamı kutsaldır, herşeyin üstündedir" olan bu zihniyet gerçekten insan yaşamını mı savunur, sorgulayalım.

    açlıktan, iş kazalarından ölüyor, sağlık hizmetlerinin yetersizliğinden, emperyalizmin işgallerinden, faşizmin zulmü altında ölüyor insanlar ve "hiçbir düşünce uğruna ölmeye değmez" diyen zihniyet dişe diş direnmediği için emperyalizme ve faşizme, kitleler halinde, binlerce ve binlerce ölmeye devam ediyorlar. ölüyorlar. bu bedelden kaçmak adına, kendi canını kurtaran ise dünyanın dört bir yanında sinekler gibi ölen milyonlara da onay veriyor, insan yaşamının yokedilmesini meşrulaştırıyor. gerçek bir humanist, insana değer veren, insanı yücelten ve herşeyden önde gören biri, buna onay verebilir ve kabullenebilir mi?

    insanları aşağılayan sistem, onaylayan burjuva humanisti.
    insanları öldüren sistem, onaylayan burjuva humanisti
    insanlara işkence yapan, tecrite maruz bırakan sistem, ses çıkarmayıp onaylayan burjuva humanisti.
    işgale karşı çıkmayan burjuva humanisti, işgali yapan emperyalizm ve tekelci burjuvazi.
    devrimcilerin feda eylemine humanizm ve yaşamın kutsallığı adına karşı çıkan da burjuvazi, ama tüm bunları onaylayan bizzat kendisi.

    insana gerçekten değer veren biri, sistemle çatışmak zorundadır. insanların can güvenliğini yok eden sisteme karşı durmak durumundadır. bu noktada yapacağı en geri hareket ve eleştiri dahi ilerici bir nokta olur.

    humanizm tam tanımını ancak sosyalizm içinde bulabilir. gelelim marksist humanizme veya marksist-leninist hümanizme.

    marksist-leninist hümanizm, sosyalizmin nesnel içeriklerinden biridir. erken dönem insanllığının veya burjuva humanizminin aksine, tüm insanlığın gelişimini sağlayacak bir düşüncedir. sosyalizmin her gerçeği gibi tarihin nesnel yasalarına dayanır.

    marksizm-leninizm, "insanın özgürce gelişebileceği ve bütün insanlığın hızla ilerleyebileceği bir insanlık çağına geçiş"in maddi koşulları ve yasalarıdır. sosyalizm, hümanizmin en gelişkin ve en üst boyutta gerçekleşmesidir.

    sosyalizmin öncelikli hedef, insanlığın en büyük sorunu ve insanlığa karşı yapılan en büyük saldırı olan, "insanın insanı sömürmesini" sonlandırmaktır ki bir insanı yaşadığımız gerçeklikte, evrende daha fazla yüceltebilecek başka bir yol da yoktur. marx sosyalizme dair "insanı aşağılanmış, uşaklaşmış, horgörülmüş bir varlık olarak tutan tüm ilişkileri alaşağı eder" der.

    son olarak yine başka bir marx alıntısı ile bitireyim: "[işçi sınıfı] bütün toplumun insanlık dışı yaşam koşullarını ortadan kaldırmadan kendi yaşam koşullarını ortadan kaldıramaz".
  • hümanizm terimsel tanım açısından sevgi içermez. türkçe karşılığı "insan-merkezcillik"tir. bu yüzden güzide ülkemizde insan seviciliği olarak bilinir. tanrı-merkezcillik geri plana atılır ve bir anlamda reddedilir, insan-merkezcillik esas alınır. bu kavram felsefi temelli objektif bir kavramdır. bu açıdan da sekülarizmle sıkı bir ilişkisi vardır.

    genelde deizm, ateizm ve agnostisizm ile bütünleşebilir ama hümanist anlayış bunlar için değildir. hümanizm, bu tür doğaüstü güçlerin varlığıyla ilgilenmeyen etik tabanlı bir görüştür. her otorite karşısında insanı özgürleştirme çabasıdır esasen.

    hümanizmde doğruyu bulma esastır. fakat yönteminde gizemcilik, mistisizm, gelenek ve bunlar gibi genel geçer kanıtlarla ve mantıkla bütünleşmeyen yöntemler izlenemez. doğrunun ve yanlışın bilgisine kişisel ve ortak bilincin en doğru biçimde algılanmasıyla ulaşılabileceğini savunur.

    ayrıca hümanizm insanın tüm diğer canlı türlerinden daha özel olduğu düşüncesini reddeder. hümanist filozof peter singer “birçok istisna olmasına rağmen, hümanistlerin çoğu kendilerini en büyük dogmadan özgürleştiremiyor… önyargılı türcülük… hümanistler diğer canlı türlerine karşı düşüncesizce istismarlara karşı durmalıdır.” diyerek hümanizmin doğalcılığını ve hayvanseverliğini belirtir. bizim diğer canlıların üzerinde tanrı vergisi bir hüküm hakkımız olmadığını ekler. yani hümanizmde insan tüm diğer canlılardan üstün değildir. ben insanım en üstün benim diye ortalarda dolaşmıyor görüldüğü üzere..

    lütfen biraz araştırıp sonra çemkirin orda burda..
  • gecenlerde mesajtv'de eski yunan ve romadaki ahlak disi iliskileri onaylayan ve benimseyen dusunce diye tanimlanmis bir ideoloji.
    (bkz: çüş daha neler)
  • hümanizm türkçe'de en yanlış yorumlanan, anlaşılan kavramlardan biridir. hele ki insansevicilik gibi anlaşildiği durumlar vardir ki kaçasin gelir oradan.
    hümanizm kavrami basit bir şey anlatır: tarihin merkezinin insan olduğudur. insanmerkezcilik de diyebiliriz fakat tam bir karşilik olur mu emin degilim (yani ceviri bakimindan olur ama istilahi olarak olur mu).
    örneğin felsefede hümanizm geçtiğinde, mesela "bu dönemde marx'in hümanist olduğu ve yapitlarinda ..." ifadesinde anlatilmak istenen marx'in o dönem olay ve olgularin insan merkezli degerlendirdigi, şimdinin ancak insan eylemliliğinin tarihsel - toplumsal şekillenişiyle (praksis) anlaşılabilecegidir.
    x çok hümanist bir insandir, şeklinde cümle kurmak ya da antropomorfolojik her objeyi "hmm... hümanistik bir sanat eseri" olarak damgalamak iyi bir şey degildir.

    ancak son sözümüz homines quod volunt credunt: insanlar, sadece inanmak istediklerine inanırlar, olsun. sevgi dolu kalplere selam.
  • hala insan sevgisi, insanı yüceltmek, yunus emre style thinking falan zanneden lise felsefe dersi terk zihniyetler olan akım.

    hümanizm (kimisi seküler hümanizm deyip vurgulamaya çalışır ama aslında aynı şeydir) tam olarak şudur:

    -dünyayı akıl, mantık ve deneyim yoluyla anlamlandıran,
    -kendi davranışlarının sorumluluğunu alan,
    -ahlaklarını evrensel insani değerler üzerine kurmuş,
    -muhtemelen hiçbir dini inanca bağlı olmayan,
    -hayatını refah içinde geçirmeyi ve toplumun refah düzeyini artırmayı amaçlayan,
    -sanattan ve doğal güzelliklerden zevk alan ve bunları korumayı tercih eden,
    -doğaya saygı duyan,
    -bilimsel yaklaşımı benimsemiş, bilimi temel alan bilinçli kişilerin hayat tarzıdır.
  • hümanizmi sevgi pıtırcıklığı olarak gören insan ya gerizekalıdır, ya art niyetlidir ya da hümanizmin tanımını bilmiyordur.

    bir taraf sürekli, özellikle de suruç katliamında ölen gençlere karşı gelişen duyarlılıktan sonra, "şehitler ölürken neredeydiniz?" lafını ağzına sakız etmiş. buradaydık güzel kardeşim, şehitlere de üzüldük.

    diğer taraf ezilenlere sırt çevirdiğimizi, seslerini duymadığımızı söyleyip nerede hümanizminiz diyor. burada güzel kardeşim. emin ol senin hakların için de, şehitlere karşı nasıl duyarlıysak öyleyiz.

    trans bireylerin yaşama haklarını savunduğumuzda uygur türkleri için neredeydiniz diyorlar. buradayız. uygur türklerine dair bütün dezenformasyonu ortadan kaldıralım, hakları için mücadele edelim.

    hrant dink'in ölüm yıldönümlerinde "bir ermeni öldü diye ermeni oldunuz, şehitler..." diyenlerin cevabı da aynı: buradayız.

    sizin bencil ve ırkçı karakterleriniz belki anlamakta güçlük çekebilir ama suruç'ta ölen gençlere de, aynı gün adıyaman'da şehit edilen askere de aynı oranda üzülüyoruz. siz birbirinizin boğazına sarılma telaşı içindeyken, suçu hep başkasında arayarak kendinizi rahatlatma çabasındayken hümanistler iki saldırının da faillerinin gereken cezaları alması için mücadele ediyor.

    madem böyle anlatınca işe yaramıyor, madem sizin dilinizden konuşmak lazım, o zaman soruyorum; şehitler için çok duyarlısınız ya, diskoda ölen askerler için neden ses çıkarmıyorsunuz? sevag şahin balıkçı, ki kendisi askerdi, öldürüldüğünde sizin sevginiz neredeydi?
  • "dünyanın en namussuz sömürüsü olan burjuva sömürüsünü örtbas etmek için ileri sürülmüş bir duman perdesi"

    kemal tahir.
  • hümanizm'in insancıllıkla, merhametle hiç alakası yoktur.. insanizm anlamına gelen bu kelimeden kasıt insan aklıdır.. insan aklını merkez alıp, vahyi reddeden bir anlayıştır hümanizm, yani ateist bir akımdır. kilisenin "papa ne derse o" şeklini almış vahiy dayatmalarına bilimin cevabıdır, eğer ispat edilemiyorsa geçerli değildir" demektir hümanizm.
    hem hümanist hem de teist olamazsınız..vahyi reddettiğiniz anda, her şeyi ispata dayandırdığınız anda ortada din falan kalmaz. mevlana'ya hümanist yakıştırması da yapılması büyük hezeyandır!
hesabın var mı? giriş yap