• sözümona muasır medeniyete kilitlenmiş, medeniyeti de yunanistan ve ötesi olarak belleyen dejenere "batılılar" için pek de bir değeri ve önemi olmayan sinema. oysa öyle değil. ordaki malum teokratik yönetimin tam tersi yönde, özellikle son elli yıldır birçok dünyalıyı şaşırtmış bir çizgide yürüyor sinema. her ne kadar popüler sinemasına bakamayıp, değerlendiremiyorsak da, çoğu yönetmeni ve çoğu filmiyle ilginçlikler alemidir gerçekten.

    benim için her zaman en ilgi çekici kısmı, varoluşu çekinmeden dert eden, bunu felsefi okumalar üzerinden yapan çalışmaları. kierkegaard'ın korku ve titremesi'nin senaryolaştırıldığı başka kaç teokratik ülke vardır!

    çoğu kişinin üzerinde kani olduğu bir tespit var: katı teokrasi, insanların sindiriyor olabilir. sindiriyor da gerçekten. fakat bu insanlar, rahat rahat konuşamadıkları için (s)imgelerle iletişime geçiyorlar bu durumda da. hücre cezasına çarptırılan bir insanın farelerle iletişim kurma yeteneği kazanması gibi, iranlı yönetmenler zihinsel hücreyi (s)imgelerle kırmaya çalışıyorlar bence.

    bazen bir kız çocuğunun çevresini zehir eden, ona dünyayı dar eden, hasılı, onu açıkhava hücresine sokan toplumsal kurumlara ve kişilere karşı savunu için yarattığı (aslında yaratmak zorunda bırakıldığı) incelikli kaçamaklara tanık oluruz bu sinemada. bazen de, kendini ünlü bir yönetmen yerine koyup ortalığı karıştıran laylaylomik kurgulara. ve bazen de bütün kurgusu bir çocuğun evini bulması sürecine ayrılmış minimalist çalışmalara.

    bilinen yönetmenleri için:

    abbas kiarostami, iran sinemasını dünyaya duyuran, dünyanın bakışını buraya çeken insan olarak bilinir. kimilerine göre iran sinemasının şairi.

    dariush mehrjui en ünlü çalışması "ga", ya da "öküz"... lakin, yaşlılığına doğru iranlıların sempatisini yitirdiği söylenir. (kendi bilecekleri iş tabii)...

    muhsin mahmelbaf iran sinemasının okul'unu evinde kuran kişi. öncelikle solcu kimliğiyle bilindi. yamulmuyorsam, bir zaman sonra bundan uzaklaştı. hatta bu minvalde bir solcunun marksizmle olan yeniden hesaplaşmasını konu alan bir filmi de bulunuyor. iki yıl önce çektiği kandahar isimli filmle ise amerikancı olmakla eleştirildi. bi defasında şöyle demiş: ''çocukken camiye gitmeye başladığımda insanlığı kurtarmak istiyordum. biraz daha büyüdükten sonra ülkemi kurtarmak istedim ve şimdi düşünüyorum da sadece kendimi kurtarmak için film yapıyorum. film yaparak kendimin bir temsilini yaratıyorum ve böylece kendimi sonradan inceleyip 'şimdi nerelere gelmişim' diye sorabiliyorum." neyse işte, kendisi iran sinemasının hocası.

    bahman farmanara, amerika'da eğitim görmüş, iran sinemasının en pahalı işlerine imza atmış zat. yamulmuyorsam iran'da yaşamakta yeniden. iran'ın sansürcü yönetimi elbet filmlerini sansürlemekten başka bir halt etmemiş.

    ayrıca bakmak istiyorsanız (bkz: bahman ghobadi) ve (bkz: samira mahmelbaf) (bkz: bahram beizai)

    ha, ne diyorduk; evet, iran sineması (s)imgeler sinemasıdır.
  • 1944-1954 arasında italya'da etkili olan yeni gerçekçilik (bkz: neo realismo) akımının bitmediğinin çağdaş kanıtı.

    çoğu profesyonel olmayan oyuncular, doğal mekanlar, doğal ışık, hümanist bakış açısı ve düşük bütçeli yapımlar bu sinemanın yeni gerçekçilikle çok yakından akraba olduğunu gösterir.

    eklemeden geçemeyeceğim, adamlar basit bir sinema diliyle sıcacık ve dopdoğal öyküler anlatırken bizimkilerin büyük işler başarma tutkusu ile bir yığın zevzeklik arasında gidip gelen ürünler ortaya koyması çok üzücü. bir kısım yüzakı sinemacımız bunun dışında tabii.
  • anladığım kadarıyla üstelerindeki sansür baskısı iranlıları acaba bunları nasıl analatabiliriz diye bol bol düşünmelerine, bu arada yaratıcılıklarını zorlamalarını sağlamış. birkaç iran filmi izlemiştim ve gerçekten tatmin olmuştum bu filmlerden.
  • arşivlik filmleri içinde bulunduran, dünya üzerindeki güçlü sinemalardan birisidir iran sineması.

    bir martı gelir önce urumiye’den, sonra bir salıncak maviye karışır isfahan’da. gökyüzü ikiye ayrılır tebriz’de. perdelere karışır bir tebessüm kupayeh’de. şahitlik eder tahran. doğuya uzanır bir el. orada bir yaşanılmışlık vardır. iran’dır avuçlarda olan : acı ve sevinç. bir çocuk bakışındadır dünya artık. sinema perdelerine, oradan da dünyaya açılır bu yeşil ışıklar. naif ellerde harmanlanır, acıyla servis edilir çoğu kez bu zaman dilimleri.

    kalbi güçlüdür doğunun, iran’ın, özbekistan topraklarının. perdede çoğu zaman bir çocuktur insanları ağlatan ya da bir recmdir insanın içine işleyen. bir kırmızı balıktır, sarhoş atlardır, bir çift ayakkabıdır yönetmenlerin kalbine duhul eden. kahverengi bir gökyüzü altından majid majidi, abbas kiyarüstemi, bahman ghobadi gibi yönetmenlerini dünyaya sunmuştur iran. iran sineması’nın kilometre taşlarıdır, tahran’ın toz toprak kokan yüzleridir bu isimler. ellerinden çıkan; ağustos böceği ritmlerinin, kızıl atların, sonsuz kalplerin şiirsel, pastoral senfonisidir, gökyüzüne düşme denemeleridir, allah’ın rengini vicdanlara hatırlatmaktır kimi zaman. “kaplumbağalar da uçar” (lakposhtha ham parvaz mikonand) ile; iran sınırında, bahman ghobadi’nin yaşadığı köyden kesitler sunulur izleyiciye. ghobadi bunu yaparken kaplumbağa metaforunu filmin iki kıyısında verir. ayrıca film afişinde agrin’in çocuğunu sırtında taşıması da kaplumbağa imgesini göstermektedir. agrin’in mavi ayakkabılarını çıkartıp çıplak ayaklarıyla intihar ettiği sahne de buraya atıfta bulunur. bir diğer gönderme de, 13 yaşında olan agrin’in amerikan askerlerinin tecavüz etmesi sonucu dünyaya gelen çocuğunu göle taş bağlayıp attığı sahnede gözükür. gölün içindeki bir su kaplumbağasının yüzme hareketleri, kaplumbağanın o gölde değil de mavi bir gökyüzünde uçuyormuş gibi gözükmesini sağlamaktadır. bahman ghobadi, bu imgeler ile insanın maddi doyumsuzluğunun paralelinde gittikçe uçurum gibi büyüyen manevi tatminsizliğini aktarır. bu filmde agrin ve abisi hangao arasında geçen şu diyalog ile bahman ghobadi, içe yöneltmektedir:

    agrin: bu piçe bakacak değilim artık!
    hangao: ne agrin?! yine mi piç dedin?!
    agrin: eğer piç değilse, ne peki? annemizi, babamızı, kardeşlerimizi öldüren insanların çocuğu değil mi, benim mi?! şimdi o benim çocuğum mu?!

    yönetmen, teknolojinin ve modernitenin de yardımıyla, küreselleşen bu yeryüzüne yaklaşmaya çalışırken günlük yaşamda hemen hemen herkesin yaşayabileceği hikayeleri seçmekte ve yalın bir sinema diliyle “basit” bir teknik kullanmaktadır. yani, kendisi hiçbir zaman gösterişe kaçmamaktadır. bu perdelerde gözükenlerin çoğu çocuktur yani iran sineması’nın kalbidir. zira çocuk fıtratı temizdir. bu özel bir seçimdir. majid majidi, çocuk öznesinin güçlülüğü hakkında şunu söyler:

    “fıtrat diline yakın bir sinema yapmak istediğim için senaryolarımda çocuklara geniş yer ayırıyorum. onların fıtratlarının henüz kirlenmemiş olması tercihimde belirleyici oluyor. bizim dinimiz her zaman iyiyi, ferahı görmeyi tavsiye ediyor. bütün peygamberlerin amacı, insanlara iyiyi göstermek ve güzele yöneltmekti. ben de bir yönetmen olarak insanları iyiye davet etmeye çalışıyorum. peygamberlerin izinden gitmek gibi algılanabilir çabam.”

    majidi, sözünü ettiği fıtrat dilini kullanmaya çalışırken sadelikten yana tercihini kullanmaktadır. cennetin çocukları (bacheha-ye aseman) ile majidi, küçük ve yoksul bir çocuk olan ali’nin zengin bir mahallede zile basıp gelen ses karşısında yüzündeki o duruşun sadece yoksullara ait olduğunu kanıtlamıştır. ali’nin kardeşi zehra’nın babasına çay götürdüğü sahne ile bu filmin defalarca izlenilmesine, unutulmaya yüz tutmuş dini hassasiyetlerin, vicdanların yine aynı basit bir teknik ile aktarılmasına olanak sağlamıştır:

    baba : kızım, git şeker getir.
    zehra : önünde var ya bir ton şeker, baba.
    baba : bunlar camiden gönderildi. bizim değil onlar. sen git bizim şekerlerimizden getir.

    şiirsel teknik ile izleyiciye verilen mesaj arasındaki köprünün temelleri sağlam atılmaktadır. yönetmenler bu tekniği uygularken, her zaman “sadelik” ile sessizlik senfonisine çağırmaktadır perdenin ardındaki özneleri. iran sineması’nın bugünkü geldiği konum, aslında kendi gerçekliğinin bir dışavurumu olmuştur. kiyarüstemi ile hayatın kurgusuna daha doğrusunu hayatın bam tellerine küçük dokunuşlar verilmekte, insanın içinde bulunduğu acizlik gözler önüne serilmektedir. insanın “ölüm” ile imtihanında bile birilerine muhtaç olunabileceğini, yaşamın her seviyesinde bir noktayı dert edip onun etrafında dönmek mi yoksa ilerlemek mi sorusunu kullandığı imgelerle özetlemektedir. kullanılan farsçanın kibarlığı daha doğrusu toplumun kendi içinde oluşturduğu alt kültür ile hedef kitleyi atmosferine rahatlıkla sokabilmektedir. “kirazın tadı” (ta m’e guilass) filminde abbas kiyarüstemi bunu hedeflemiş, toprak metaforunun yaşam verdiği gibi, geri aldığını da salt bir kahverengilikle sunmayı başarmıştır.

    bedii bey: sabah 6'da buraya geldiğinizde iki kez “bedii bey! bedii bey!” diye bağırın. eğer size karşılık verirsem, elimi tutun ve bu çukurdan çıkmam için bana yardım edin. şayet size cevap vermezsem, üzerime 20 kürek toprak atın.
    yaşlı adam: tüm bunlardan vazgeçmek mi istiyorsunuz? her şeyi bırakmak mı istiyorsunuz? kirazların lezzetini bırakmak mı istiyorsunuz?

    kiyarüstemi, yaşamın derinden anlamlandırılmasında bir “kiraz” ile u dönüşü yapılabileceğini, yaşamda fark edilmeyenlerde her zaman bir mesaj olduğunun altını çizmektedir. en kötü karakterin sevgiye ve hoş görüye çağrıldığı, bu karakterin de sonunda güzele ve sevgiye döndüğü ünlemler ile belirtilmektedir.

    bir korkuluk gibi içeri dikilmek değildir hayatın kendisi. her şey doğal seyri içindeyken satır aralarındaki tozlanmış vicdanlara üflemektir perdelerin işlevi. rüzgar sürükleyecektir bütün taşları doğuda. ateşte yıkanmış atlar ile kilometreleri arşınlamaktadır doğunun kalbi. kalbi yönetmenleriyle, toprakla, manevi hissiyatın paralelinde büyüyen çocuklarla, onların temiz fıtratlarıyla, fıtrat dili kaygısıyla yoğrulmaktadır iran’ın kalbi ve sineması. gizli özneleri, kalpleri nakşedilen ilhamlarıyla çevreler; hayatın acımasızlığını bir kez daha yaşatarak öğretirler. kalbe ve içe yolculuğa sevk ederler. urumiye’deki martılar artık uzaktadır, isfahan’daki kırlangıçlar yine yasta. kupayeh’i hüzün sarmıştır, tebriz’deki çocuklar kafilededir, kırıntıları bırakıp gitmişlerdir avuçlara. boğazda bir kör düğüm kalır geriye tüm bunlardan.
  • iran sinemasının neden başarılı ve özgün olduğu sürekli tartışılagelmiştir. iran topraklarının köklü devletlere ev sahipliği yapması elbette sinemalarına yansıyan kültürel dokunuşlara faydası olmuştur. bir diğer etken olarak ise, iran devriminden sonra uygulanan sansür ve baskının sinemalarının özgünleşmesine yol açtığı gösterilir. istedikleri gibi film çekmelerine izin verilmeyen iranlı yönetmenler diğer ülkelerdeki meslekdaşlarına nazaran farklı yollar izlemek zorunda kaldılar. anlatmak istediklerini sembollerle veya daha yaratıcı yöntemlerle ifade etmeye çalıştılar. ve bunda da gördüğümüz üzere çok başarılı oldular.

    asghar farhadi, iran sinemasının son zamanlarda parlayan ve kıskanılan yüzü. en iyi film oscarını alarak uluslararası alanda müthiş bir başarıya da imza attı kendisi.

    (bkz: forushande) suçlu ve kurbanın kısa süreler içinde nasıl değişebileceğini göstermiş müthiş bir film.
    (bkz: jodaeiye nader az simin) en sevdiğim filmlerdendir. insan neden yalan söyler bu kadar güzel anlatılır. insan evladı hiç bu kadar çıplak bir şekilde anlatılmamıştı.
    (bkz: darbareye elly) bir kadın mı kaybolur yoksa değerler mi onu siz filmi izleyince karar verin.
    (bkz: chaharshanbe-soori) üstadın bilinmeyen ilk filmlerinden. mutlaka izleyin.

    majid majidi, sembollerle ve çocuklarla dolu filmleriyle bilinir. sinemanın saflığı ve derinliğini onda bulabilirsiniz.

    (bkz: beed-e majnoon) gözleriniz açıldığında ilk kimi görürsünüz. güzelliği mi yoksa size karşı güzel davrananlar mı?
    (bkz: avaze gonjeshk-ha) baba olursam umarım böyle çocuklarım olur.
    (bkz: baran) aşkın en saf ve temiz hali. sevdiğinizden geriye bazen yalnızca bir ayak izi kalabilir.
    (bkz: rang-e khoda) görmek için gözlere ihtiyacınız yoktur.
    (bkz: bacheha-ye aseman) bir çift yeni ayakkabı için ayakkabılarını eskitmen gerekebilir.

    abbas kiarostami, iran sinemasının bilge insanı. onun filmlerini izlemek hayata anlam katmaktır.

    (bkz: dah) film çekmek için bir araba ve birkaç insan yeter mi demeyin.
    (bkz: bad ma ra khahad bord) sembollerle dolu harika bir film. köylü kızdan süt istenilen sahne kim bilir kaç yönetmene parmak ısırttırmıştır.
    (bkz: ta'm e guilass) arabasına aldığı yolculardan ölmesi için ona yardım etmesini isteyen bir adamın hikayesi.
    (bkz: khane-ye doust kodjast) arkadaşının defterini çantasında bulan ve defteri geri arkadaşına vermeye çalışan bir çocuğun tatlı ve özverili yolculuğu.
    (bkz: nema-ye nazdik) ünlü bir yönetmene özenen basit bir adamın hikayesi. iranlılar sinemayı gerçekten çok seviyormuş diyeceksiniz.

    jafar panahi, ülkesinin cezalandırılmış yönetmeni. sanırım hala ev hapsinde ama bu onu durduramıyor. hala üretmeye devam ediyor.

    (bkz: taxi) ünlü yönetmen taksi şoförü olursa ne olur? taksisine kimler biner ve neler konuşulur. kurgu yalanının en masumane hali...
    (bkz: talaye sorkh) toplumsal film mi çekmek istiyorsunuz. buyrun bu filmi izleyin.
    (bkz: dayereh) iranda veya dünyanın herhangi bir yerinde kadın olmak basit bir döngüden mi ibarettir acaba.
    (bkz: ın film nist) sanatçıyı eve hapsetmekle onu durduramazsınız. imkanlarım yok o yüzden film çekemiyorum diyenler bu film olmayan filmi izledikten sonra neler düşünecek merak ediyorum.
    (bkz: ayneh) kurgu ve gerçeğin iç içe geçtiği harika bir film.

    bahman ghobadi, iranın siyasi ve aykırı yönetmeni.

    (bkz: zamani barayé masti asbha) doğanın mı yoksa insanın mı daha acımasız olduğuna siz karar verin.
    (bkz: lakposhtha parvaz mikonand) sanırım insan daha acımasız.

    iran sinemasından çıkan müthiş bir korku filmine de yer vermezsek ayıp olur

    (bkz: under the shadow) sürekli cin filmleri çekmeye çalışan bizim yönetmenlere bu filmi kafalarına vurdura vurdura izleteceksin. korku sineması salt korkutmayı değil, ayrıca toplumu geçmişiyle de sarsarak tokatlamayı amaçlar.

    not: yönetmenlerin iranda çektikleri veya iran toplumunu anlattıkları filmleri koymayı tercih ettim. diğer ülkelerde çektikleri ve başka ülkelere ait hikayeler anlattıkları filmlere burada yer vermedim.
  • iran sineması insancıldır, çocuksu masumiyet tasvirleri, barışçıl imalar, varoluşsal sorgulamalar, etik değerler ve kırsal güzelliklerle tanınır. tabii burada büyük bir kültür mirasından da bahsetmek gerekiyor. iran medeniyetinin nüanslarını yansıtması açısından sineması belki de bu alanda en iyi sanat biçimidir. 3-5 günde oluşan bir sinema hafızası değil elbette tüm bunlar.

    pek çok ulusal sinemanın yanında, iran sinemasının özellikle akademisyenler ve eleştirmenlerce sürekli mercek altında tutulması ve yüzlerce tez ve makaleye konu olması bu büyük sinema kültürünün çeşitliliğini ve gizemini ortaya koyuyor zaten. örneğin, önemli yönetmenler asghar farhadi, abbas kiyarüstemi ve muhsin mahmelbaf hakkında çok sayıda kitap vardır. tutankamon mezarı gibi kazdıkça altından hazineler çıkan bir sinema kültürüdür. ruhani ve dini fikirlerin izinin sürülmesi, batı felsefi teorilerinin ele alınması, alegori ve toplumsal cinsiyet rollerinin araştırılması, varlığın ve hayatın anlamının en basit, sıradan detaylarda yakalanması diye uzar gider. lafı çok fazla da uzatmadan iran sinemasının yukarıda saydığım tüm özellikleri kapsadığını düşündüğüm en iyi 10 filmini paylaşmak istiyorum. kişisel bir tercihtir, şimdiden iyi seyirler.

    (bkz: an shab ke barun amad) / kamran shirdel / 1967

    ilginç bir belgesel tarzı kısa bir filmdir ama şuan için aşık olunan iran sinemasının temellerinin atıldığı yapımlardan biridir.

    (bkz: sooteh-delan) / ali hatami / 1978

    lirik yönü hiçbir zaman anlaşılamayan geçmişin bir başka nostaljik hatırası.

    (bkz: hamoun) / deryuş mehrcui / 1990

    bir şüphe ve umutsuzluk yolculuğudur.

    (bkz: nassereddin shah actor-e cinema) / muhsin mahmelbaf / 1992

    iran sinemasından bir isyancı tarafından anlatılan ve siyasi göndermelerle dolu şefkat dolu bir hikaye.

    (bkz: badkonake sefid) / cafer penahi / 1995

    günlük hayatın dramını keşfetmek gibidir.

    (bkz: ta'm-ı gilas) / abbas kiyarüstemi / 1997

    yıldızlı pekiyi verdiğim film. yaşamak ya da intihar etmek şu yaşamın tek sorunudur herhalde.

    (bkz: bacheha ye aseman) / mecid mecidi / 1997

    yoksulluğun en derin duyguları.

    (bkz: boodan yaa naboodan) / kianoush ayari / 1998

    ''olmak ya da olmamak'', hem içerik hem de tarz olarak gerçekliğin özü.

    (bkz: bad ma ra khahad bord) / abbas kiyarüstemi / 1999

    insanın iletişim kurma arzusudur.

    (bkz: codayi-i nadir ez simin) / asghar farhadi / 2011

    iran sinemasını öncesi ve sonrası olmak üzere iki döneme ayırır nitelikte.
  • sırf iran sinemasını izlemek için bile farsça öğrenilebilir.
  • muhsin makhmalbaf ve abbas kierostiami gibi ustaların başını çektiği, son dönem dünya sineması. özellikle geçtiğimiz yıllarda batı avrupa dolaylarında ciddi prim yapmışlardır. 'arkadaşımın evi nerede?', 'kirazın tadı', 'hayat devam ediyor' gibi, insanın içini ısıtı ısıtıveren, yapım maliyetleri son derece düşük filmler üreterek imkansızlıktan yakınan türk sinemacılarının asabını bozmuşlardır.
hesabın var mı? giriş yap