• tehlikeli oyunlar'dan:

    "artık sanki yaşamıyorum, yaşayan birini seyrediyorum. daha önce bildiğim romanı okur gibiyim. bir roman kendini okumaya başlasaydı herhalde bu kadar sıkıcı bulurdu kendini."

    önce sessizleşir, sonra, nereye olursa olsun, gitmek ister bu insan.

    (bkz: depresyon)
  • mesela bir insan uzun süre biriyle vakit geçirirse, her gün aynı arkadaşla buluşursa artık bir yerden sonra konuşacak, yapacak bir şey kalmaz, bir süre uzak kalırlar geçer, ama insan sıkılır haliyle.. şimdi bir insan her gün kendiyle baş başa, kafasının içinde sürekli kendiyle konuşuyor. o zaman bir yerden sonra çekilmez bir hal almaz mı bu durum?
    sabah kalk ben, işe git ben, işten çık eve dön ben, yatağa yat ben, sabah kalk yine ben.. ve sonsuz bir döngü gibi bu rutine bağlamış hayatta "ben"den başka kimse yoksa o insanın hayatında, o zaman işte insan kafayı yeme durumuna gelebilir bence. atsan atılmaz, satsan satılmaz. herkesten kaçma şansın varken kendinden yok. bahanen yok, nereye kaçacaksın. sonsuza kadar kendinle takılma cezası verilmiş sana.

    bir de bu duruma hayattan hiçbir beklentin olmaması durumu eklenince her şey iyice garip bir hal alıyor. bu konuyu da açmak gerekirse, insanın hayatta normal şartlarda amaçları oluyor. ne bileyim en basitinden haftasonu gelsin de şunu yapayım. aman bir ay geçsin de izin alıp tatile çıkayım.. yaz gelsin de bilmem ne.. çocuklarda daha basit bir hesapla, yatcam kalkcam, yatcam kalkcam pelin'i* görücem, gibi sözler hep dönüyor kafamızda.. ya da insanların kafasında..
    heh işte bu kendiyle olmaktan sıkılmış insanın hayatında bu amaç da yoksa. her gün bir öncekinin aynısıysa, her günün sonunda oh bugün de bitti deyip sonunda bir gün ee ben niye her gün bu lafı ediyorum, bir yere varmıyor ki, hayattaki amacım günleri bitirebilmek mi sadece gibi bir sonuca vardığında, işte o zaman anlıyor bu işte bir gariplik olduğunu.

    ama elden de pek bir şey gelmiyor. kendinle birlikte bu hayatın içine hapsolmuşsun, tek görevin günün sonunu getirmek.. böyle bir döngü.. sıkılmaz mı insan? çok sıkılır. patlar hatta, ama neye, kime?
    yine kendine işte. başka biri yok ki! yine kendinle baş başasın.. zaten seni de senden başka anlayan var mı ki bu hapishanede?

    (bkz: çok sıkıldım be sözlük)
  • uzun zamandır, konuşacak kimseleri bulamayan bünyenin, git gide içine kapanmasıyla ve sürekli aklından geçenlere yine kendi aklıyla yorum yapmasının sonucu. kendini hiçbir zaman tam olarak ifade edememenin verdiği sıkıntı. yaşamak istenenlere cesaret bulamamak, adım at(a)mamak, iyi mi oldu şimdi kötü mü oldu diye kıvranmak ama yine kimseyi rahatsız etmeden kendi kendine söylenmeye devam etmek. kendinden kurtulmak isteyip de becerememek. nedenleri ve sonuçlarıyla birlikte kendinden sıkılmak..
  • insanın kendisini, istemediği gibi yaşarken ve bundan kurtulmak için çaba sarfetmediği için kendine sinirlenirken bulması ve beraberinde gelen iç sıkıntısıyla karışık bulantı hissi.
    "bir bayana en yakışan meslek öğretmenliktir" diyen biriyle sevişiyormuş gibi yani.

    (bkz: tanrim burda ne isim var)
  • bir dönem kendi kendime konuşmak konusunda çok ileri safhalara vardığım için suyunu çıkardığım bir durum olmuştu benim için. özellikle kendimle polemiğe girmek hadiseyi iyice fişekliyordu. hatırlıyorum tüm bunlardan vazgeçişim kendimle olan en büyük ve sonuncu kavgam sonrasında sarfettiğim bir cümleyle olmuştu: (herhalde olayın ciddiyetini o an kavramıştım.)

    "git basimdan ya."
  • birinci tekil sahisin "allahim cok sikiciyim" modunda bunalim yapmasi durumu, "gidiyim atiyim kendimi bi yerlerden" cumlesi en az uc saniye beyinde yer eder.
  • arayışların, bulmaktan cayışların

    "...
    boşversene sen niye beklemeli
    sıktı artık bu kent beni
    çekip gitmeliyim hiç düşünmeden
    bulmalıyım aradığım o yeri
    şiirmiş, bilgelikmiş her neyse
    ne varsa benden kalsın geride
    kalsın o yalanlar, o yalan ilişkiler de
    ve ölümler ki sevdanın ikiz doğurduğu
    yetsin, taşımak istemiyorum hiçbirini yedeğimde"

    derken buluvermenin anlamsızlığında

    "yürek bir kez görür, sonra hep gözler görür
    ben o yüreğimle görmüşüm anlaşılan
    çözüldü artık o büyü, yanımda
    sıcaklığı parmaklarımı acıtan bir haziran
    üstelik çoktan buldum aradığım o yeri
    tam yedi kez doğan güneşlerin altında
    bir yitip bir yükselen sıradağların ardından.

    yıkansam, yıkansam, hep o güneşlerle yıkansam
    dişleri tenime geçse yaz rüzgarlarının
    izine pek rastlamasam
    ama kalbini sert ve serin tutan bir denizciye
    bunu bir daha sorsam
    ne çıkar bir daha sorsam
    sonra hiç konuşmasam, sonra hiç konuşmasam
    ve bu yoğun, bu üzünçlü yüreği
    benim değilmiş gibi, benim değilmiş gibi
    kimse görmeden şöyle bir yol kenarına bıraksam"* diye düşündüren histir.
  • iç sese fazla yüz verirseniz sonunda olacağı budur. konuşur da konuşur, o öyle olsaydı da bu böyle olsaydı, keşke öyle demeseydin, şu tipine bir bak, bu çok güzel yok yok şu çok güzel, biraz daha iç, niye bu kadar içtin, vıdı vıdı gıdı gıdı.. en sonunda insan kendinden sıkılır ve yalnızlığa karşı hassaslaşır.
  • aynaya baktığımda hep aynı meymenetsizle karşılaşıyorum. "bugün elinde ne var," diye soruyorum, "şikayet etmek üzere?" yok hayır, emo filan değilim. birkaç hafta öncesinde tesadüfen öğrenene dek emo'yu hep emine'nin kısaltılışı sandım. üstelik ergenlik bunalımlarımın üzerinden asır geçti, kamyon geçti, tır geçti..

    sıkıntımın boyutları ise, kozmik sınırları bile aştı.

    biri kalkıp, satürn'de iş kurmayı teklif etse düşünmeden atlayacağım bu renkli öneriye. yıldırdınız lan dünyadan! hep aynı yüzler, aynı gülüşler, aynı sokaklar, kuşlar, reklamlar, şarkılar, birbirinin kopyası mesajlar, hikayeler, masallar.. kendini durmadan tekrar eden bir kısır döngünün de kısır olur elbet içindeki elemanlar. en vasıfsızı da benim üstelik. bahar gelmiş, çiçek açmış; kılımı kıpırdatmaya mecalim kalmamış. dışım taş çatlasın on yedi, içim seksene merdiven dayamış. biri ortasına çomak soksun artık lan şu tekdüzeliğin?!

    neblim, ajdar anık gibi saçmalar saçması bir insan bile olmak istiyorum. kim bilir ne renklidir hayata bakış açısı! sabah yataktan, poflayarak değil de ütü masasına şarkı besteleyerek uyanma fikri ayaklarımı yerden kesiyor.
    ü tüü ü ü tüü
    masasıııı
    açılıp kapanır
    aa çılıp kaa panır..
    (açılıp kapanır kısmı, ilkokul çocuğu embesilliğiyle mırıldanacak)

    hiç kasmadan cool olmanın kitabını yazar herif yea.

    lost da finalé demiş zaten. 2010, kaç ışık yılı uzaktadır acep? bebekkene 2000'li yıllarda mekiklerle uçacağımıza, yemek niyetine kapsüllerden alacağımıza inandırmıştım kendimi halbüse. şimdi 2010'un kapısına dayanmışız, hala aynı lan dünya! sadece dicital ekranlardan bakıyoruz artık çoğumuz zat-ı alilerine. bir de yılbaşında, bayramda kart filan atmıyoruz. hepsi bu.

    bu mudur yani? daha da gelmem dünyaya.
  • bir süre inkar edilir. etrafta olmasından hoşlanılan kişilere yaklaşılır; mesaj atılır, telefonla konuşulur en kötü ihtimal. sonra yavaş yavaş farkına varılır. sıkan şey durum değil, kişinin kendisidir. beş on dakikalık mutluluklar bitirmez bu sıkkınlığı. hani o az önceki konuşmalardan birinde farkında değildir kişi ama, aslında ne sevilen arkadaşlar alır bu duyguyu, ne uğraşılan şeyler. sadece bir süreliğine unutturur bunlar.
    nasıl çıkılır bu durumdan derseniz, içinde olunca çıkış yolu gözükmez pek.
hesabın var mı? giriş yap