• bir deney yapılmış: aynı yaşlarda, aynı kiloda aynı şartlarda iki kuzu kafese konmuş. yan kafese ise bir kurt. kurdu kuzulardan yalnızca biri görebilmekteymiş. aylar sonra kurdu gören kuzunun zayıfladığı gözlenmiş. kurt kuzuya bir şey yapmıyor olmasına rağmen kuzu yaşadığı korku ve beslenme yetersizliği nedeni ile ölmüş. kurdu görmeyen diğer kuzu ise sağlıkla yaşamaya devam etmiş. bu deneyi yapan ibn-i sina’nın amacı zihinsel durumumuzun, duygular ve tutumlar üzerinde etkilerini araştırmakmış. aslında güvende olmasına rağmen kuzuyu öldüren korkuyu büyütmesi imiş. belli ki varsayımlar ve olma ihtimali ile büyüttüğümüz korkularımız ölümcül olabiliyor.
  • korkuyorum anne al beni içine
    alisamadim anne al beni yine
    büyüdüm anne evler büyüdü
    büyüdü papuçlar yollar büyüdü
    orduya istiyorlar savas çikar diyorlar
    silah veriyorlar anne bana öldür diyorlar
    yat diyorlar anne kalk diyorlar
    beynimi yiyorlar anne beynimi yiyorlar

    kapat televizyonu anne seni de kandiriyorlar
    oyunu verme anne
    oyuna gelme anne
  • can sıkıntısıyla uzun süre dışarıda sürttüğüm bir akşam bir olay geçti başımdan. (aslında buna olay bile denemezdi.)

    yürümekten sıkılıp yakındaki bir büfeden iki bira aldım, hemen yandaki parka girip bir banka oturdum. oturduğum anda da pişman oldum. on beş on altı yaşlarındaki iki tinerci çocuk, tam karşımdaki bankta oturmuş sırıtarak bana bakıyorlardı. saçlarımdan ayakuçlarıma kadar ürperdim.

    korku!

    oturur oturmaz kalkıp dikkatlerini çekmek istemediğim için ilgisiz görünmeye çalışarak birayı açtım ve içmeye başladım. çocukların bulunduğu tarafa hiç bakmıyordum ama onların sürekli beni süzdüklerini biliyordum. ilk birayı aceleyle içip ikinciyi bankın altına doğru sürdüm ve kalkıp yürümeye başladım. arkamdan seslendi bir tanesi.

    “abi! abi baksana! biranı unuttun.”

    “senin olsun.”, dedim.

    dönüp yürümeye başlamıştım ki tekrar seslendi.

    “bu sigarasız gitmez be abi.”

    pis pis sırıtıyordu. ondan korktuğumu biliyordu ve bu çok hoşuna gidiyordu. yanına gidip cebimden çıkardığım paketi verdim. “al”, dedim. “ben büfeden alırım birazdan.” sigarayı aldı, küçümseyerek yüzüme baktı.

    “arkadaş için bira parası vermeyecek misin?

    sinirlendim. “ortak için”, dedim. “o kadar param yok.”

    allah kahretsin nereden çıkmıştı bunlar şimdi? nasıl kurtulacaktım bu serserilerden? bir şeyler yapmalıydım. verdiğim sürece istemeye devam edeceklerdi çünkü.

    “biranız var, sigaranız var. keyfinize bakın işte. hadi iyi akşamlar!”

    dönüp hızla yürümeye başladım. arkama bakmaya cesaret edemiyordum. uzun süre seslenmelerini bekledim ama vazgeçmişlerdi anlaşılan. korkudan dizlerim titriyordu. orada, o karanlık ve rüzgarlı caddede kendi ayak seslerimden ürkerek ve kalp atışlarımı kulaklarımda hissederek yürürken tuhaf bir şey oldu: kendimden nefret ettim bir anda!

    kendimi önemsiz, üzerine basılıp geçilecek bir sürüngen gibi hissettim. o kadar güçlü bir duyguydu ki bu başka her şey anlamını yitirdi.
    hayatım boyunca kaçmış, saklanmıştım. hiçbir şeyle yüzleşmeye cesaretim olmamıştı. sokak çocuklarından, köpeklerden, kapı eşiklerindeki cinlerden, aklımı karıştıran şeytandan…
    yağmurda saklandığımız o saçak altında onu öpmem için bana neredeyse yalvaran gözlerle bakan melek yüzlü o kızdan…
    onun ruhumun derinliklerine bakan gözlerinden…
    korkularım bir örümcek ağı gibi sarmıştı beni.
    çocukken yukarı mahalledeki bakkala gitmekten korkmuştum yıllarca; sataşan, laf atan, sopa gösteren, taş fırlatan çocuklardan.
    herkesin eğlence konusu olan, ağzından salyalar akan o zararsız deliden, onun gözlerindeki tuhaf ışıktan…
    mezarlıktan, ölülerden, okula giderken her gün yanından geçtiğim -üzerinde yüzlerce hayaletin izlerini taşıyan- musalla taşından, her gece rüyalarıma giren beyaz saçlı ikiz kardeşlerden…
    karabasandan…
    camide kuran kursu veren hocanın adresini hiç şaşrımayan sopasından…
    kız arkadaşıma asılan serseriden, lisede üç yıl boyunca bana asılan güzel gözlü o kızdan…
    trafikten, gürültüyle yanımdan geçen araçlardan, sokak lambalarından yansıyan parlak ışıktan, gölgelerden…
    sarhoşlardan, aptallardan, iki kelimeyi bir araya getiremeyen devlet memurlarından...

    durdum!

    hırsla geri dönüp çocukların oturdukları banka doğru yürümeye başladım. daha çocuklar ne olduğunu anlamadan banktaki sigarayı alıp cebime soktum. sonra çocuğun elindeki bira kutusunu kapıp çimlerin üzerine fırlattım. hiçbir şey söylemeden yüzüme bakıyorlardı. dönüp yürümeye başladım tekrar. rahatlamıştım. bu sefer arkamdan kırık, mahcup bir sesle bağırdı benimle konuşan çocuk:

    “eyvallah abi, ona da eyvallah!”

    yüzümde kendimden memnun bir ifadeyle gülümsedim.

    “ben sokakların kralıyım!”, dedim içimden. "bütün korkuların canı cehenneme!"

    sonra ancak bir krala yakışan heybetle belediye otobüsüne binip evime gittim.
  • herkes farketmiştir, eğer köpekler korktuğunuzu anlarlarsa hepten saldırganlaşırlar. ama cesur davranırsanız saldırmakta tereddüt ederler.

    geçenlerde bir kurt köpeğinin yanından geçiyordum, bana delirmiş gibi havlamaya başladı, surat korkunç, yakalasa beni çiğ çiğ yiyecek sanki. tabii zincirli olduğu için kendimi emniyette hissediyorum. hiç istifimi bozmadan taş aramaya başladım. elime kocaman, yarım bir kaldırım taşı geçti. taşı köpeğe atacakmış gibi yapınca, köpeğin halini görecektiniz. hemen viyaklayıp kulübenin ardına kaçtı. deminki canavar bir anda süt dökmüş kedi oldu.

    tabiatta korku zaaf olarak algılanır. bunun maddi sebeplerini ele alabiliriz. lakin ben işin orasında değilim çünkü diğer yandan madde planında korku, hayatta kalmak için lüzumlu bir duygu/reflekstir.

    tasavvufta ise korku bir tür şirk manası taşır.(buradaki korku bildiğimiz korku, havf değil). çünkü korkmakla aslında önce kendimizde, sonra da hasmımızda bir tür güç vehmetmiş oluyoruz.

    elbette kendinde güç vehmeden kimse, otomatikman etraftaki her bir birime de güç atfedecek ve kendindekinden üstün bir güçle karşılaşınca da korkacaktır. işte şuurumuz bu noktada, kendini toprak seviyesi, tabiat seviyesine kitlemiş olur. neticede bütün şuurlar tahakkuk ettiği mertebeye göre muamele görürler.

    bu tür bir itikad içindeki kimse, ömrünü kendinden güçlülere kuyruk sallayarak ve zillet içinde, kendinden zayıf gördüklerini ise ısırarak zalimane geçirir.

    halbuki gerçek şudur;

    "lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah", yani "allah'tan başka davranış ve güç sahibi yoktur". allah kimseye güç, kuvvet vermemiştir. bu, el an böyledir. sadece biz aksi yönde ve boş bir zan içindeyiz.

    "lâ havle" zikrini çok yapar ve istiridyenin içindeki inciye, kelamın içindeki saf manaya, zikrin özü nura ulaşırsak artık hiçbir şeyden korkmaz oluruz. lakin allah'dan çok korkmaya başlarız. ondan başka güç sahibi de olmadığından, mecburen ondan yine ona sığınırız.

    allah'ım,

    azabından affına,

    gazabından rahmetine,

    senden sana sığınırız.

    not: "korku, dark side/karanlık yüze giden bir yoldur. korku öfkeye, öfke nefrete, nefret acı çekmeye götürür" demiş master yoda. yoda üstadım! maalesef seni takdir edemeyeceğim. marifetin çok sığ ve yüzeysel kalmış. allah'a çıkmayan yol, yol değildir.
  • "korkmamalıyım. korku akıl katilidir. korku toptan yok oluşu getiren küçük
    ölümdür.
    korkumla yüzleşeceğim, üzerimden ve içimden geçmesine izin vereceğim.
    ve geçip gittiği zaman, geçtiği yolu görmek için iç gözümü ona çevireceğim.
    korkunun gittiği yerde hiçbir şey olmayacak.
    yalnızca ben kalacağım."

    korkuya karşı dua / dune - frank herbert
  • sizi korkutmak için kullandığı araçlara bakarak, düşmanınızın en çok neden korktuğunu anlayabilirsiniz.
    -eric hoffer
  • süfyân-ı sevrî şöyle mübarek demiş:

    "levh-i mahfûz'da şakî; bedbaht olarak yazılmış olmaktan ve ölüm esnasında imanımı kaybetmekten korkuyorum."

    zannederim ki işaret edilenden korkanlar başka hiçbir şeyden korkmazlar.
    işaret edilenden korkmayanlar ise başka her şeyden korkarlar.

    korkulacak şeyden korkmak, korkunun hakkını vermek.
    yok eğer korkulmayacak şeyden korkmak, korkuya da ihanet etmek.
    korku; hakikaten korkutucu mevzu.
  • evrimin insanlara (ve belki de tum canlilara) verdigi en onemli hediyelerden biridir. korku kotu bir seymis gibi gozukur ama aslinda bugun insan omrunu en fazla uzatan seylerden biridir.

    korku denen duygu, yeni dogmus bir canlida bulunmaz. yeni dogan bir bebek, ilk 1-2 yil boyunca hicbir seyden korkmamak bir yana, korku hissinin neye benzedigini bile bilmez. yaklasik olarak 2. yildan sonra bebekler korku sahibi olurlar, neden korkup neden korkmamalari gerektigini ogrenirler. isin ilginc yani, insan yaslandikca da korktugu seylerin sayisi azalacaktir. yani bir grafik yapmak gerekirse, ilk dogulan yil korkulan sey sayisi 0, 5 yasina gelince korkulan sey sayisi 500 (ocu bocu gibi seyler) ve 50 yasina gelince korkulan sey sayisi 50 gibi bir grafik ortaya cikacaktir.

    peki korkular ve fobiler nasil ortaya cikar? bir cocuk bir seyden korkmayi 3 sekilde ogrenebilir: 1) kendisine o seyden zarar gelmesi, 2) baskalarinin (ozellikle sevdigi saydigi kisilerin) o seyden korktugunu gormek, 3) o seyin korkulan baska seylerle baglantili gorulmesi (association). ilk maddeye ornek olarak bir kopek tarafindan isirilan birinin omrunun geri kalaninda kopeklerden korkmasi gosterilebilir. kucukken beni hic kopek isirmamisti ama cok kereler sokak kopekleri tarafindan kovalanmistim. bunun neticesinde kopeklerden korkmaya baslamistim. oyle ki, ufak bir kopek gordugumde bile yolumu degistiriyordum. yillar sonra kopek korkum tamamen kayboldu ve su anda evde 2 tane sibirya kurdu besliyorum. cogu zaman parkta filan kopek gorunce yanina gidip sevmeye basliyorum. yani bu tur korkular bir sure sonra yok olabiliyor.

    ikinci madde daha ilginctir. bu maddede cocuklar anne babalarinin korktugu seyden korkmayi ogrenirler. kucuk cocuklar icin anne baba super kahraman seviyesindedir. babalarin super gucleri olduguna, annelerin de yikilmaz birer kale olduguna inanilir. bu yasta annenin veya babanin bir seyden cok korktugu gozlemlenirse, cocuk da o seyden korkmaya baslayabiliyor. ornegin bir insan annesinin yilandan korktugunu gozlemlerse "annemi bile korkuttuguna gore gercekten korkunc bir sey olmali" deyip yilandan korkmaya baslayabilir.

    ucuncu madde biraz daha karisik. ortada korktugunuz bir sey var, onu normalde korkmadiginiz bir seyle iliskilendirince o seyden de korkmaya basliyorsunuz. ornegin buyuk kopeklerden korkan birinin kucuk kopeklerden de korkmaya baslamasi veya buyuk boceklerden korkan birinin karincalardan da korkmaya baslamasi gibi. ocu, bocu, hayalet gibi gercekte olmayan seylere duyulan korku da bu sekilde gelisir. ornegin ahsap bir ciftlik evinde gecen bir korku filmi izleyen biri bundan sonra bu tur evlerden korkmaya baslayabilir.

    korku neden onemlidir? korku insan omrunu uzatan en onemli etkenlerden biridir. insanlar hicbir seyden korkmuyor olsalardi cok daha fazla risk alacaklardi ve cok daha erken yasta oleceklerdi. korkusuz bir insan kullandigi arabayi daha hizli kullanacaktir, normalde yemeyecegi seyler yiyecektir, normalde gitmeyecegi yerlere gidecektir ve normalde yapmayacagi aktiviteleri yapacaktir. mesela amerika'da amerikan guresi veya amerikan futbolu gibi insanlarin vucutlarinin saga sola carpildigi, cokca sakatlik ve yaralanma riski olan sporlari yapanlarda yapilan bir arastirmaya gore korkulari az olan insanlarin omru daha az oluyor cunku bu kisiler daha cok risk aliyorlar (cogu zaman bundan zevk de aliyorlar).

    korku denen sey mantikli da olsa mantiksiz da olsa insanlari tehlikeli seylerden uzak tutmaya yarayan onemli bir etkendir. yapilan arastirmalarda bazi korkularin insanlarda cok daha yaygin oldugu gorulmus. ornegin dunyadaki her 3 insandan birinin yilan fobisi oldugu gorulmus. buyuk ihtimalle evrim surecinde yilan fobisi cok onemli bir rol oynamistir ve yilandan korkanlar korkmayanlara gore daha cok hayatta kalmis ve genlerini bir sonraki nesle daha siklikla gecirmistir. tek basina bu bile korku denen seyin hayatta kalmaya olan faydasini ortaya koyar.

    eskiden birkac defa denk geldigim, trt'de cikan, emniyet kemerinin onemini anlatan sıkıyordu be abi diye biten bir cizfi film animasyonu vardi. bilenler bilirler. bugun ne zaman arabaya binsem ilk is emniyet kemerini takiyor ve arabadaki herkes emniyet kemerini takmadan arabayi calistirmiyorsam bu reklamin bunda buyuk katkisi olmustur.
  • hayat takozu. yaşama engeli. insanı istediğini yapmaktan alıkoyan ağır zincir.
  • korkuyor muyum sahiden? bilmiyorum, belki korkuyorum… belki de, kim bilir umursamıyorumdur… umarsızlık çok benzer korkaklığa, öyle ki bu ikisini birbirinden ayırt etmek çok güçtür. her neyse. biricik tatil günümü bu uğurda yeterince heba ettim. sonuç; korkağım. hem de öyle böyle değil. bu tatsız mevzuyu kapatalım artık. lütfen!

    bazen öyle bir umutsuzluğa kapılıyorum ki, dün gece mesela; bir daha tek kelime yazmayacağım dedim sevdiğim kadına. (kahretsin ben niye hiç sözümde duramıyorum?) tek kelime yazmayacağım ve kendimi artık bu şekilde tatmin etmeyeceğim, okuduğum romanın sayfalarını parçalayacağım, kitaplığımdaki tüm kitapları(oğuz atay, barış bıçakçı, salinger ve dostoyevski hariç, celine’i saymıyorum çünkü hiçbir zaman kitaplığıma girmedi hep yatağımın yakınlarında durdu), gidip çöp kutusuna atacağım. sonra, sonra evlenip bir de çocuk yapacağım. sonra her şeyi bırakıp askere gideceğim ve geri gelmeyeceğim.

    gülünç….

    ufacık hayatıma kaldıramayacağı anlamlar yüklemek istemiyorum. migrenim var benim. öğün atlayamıyor ve şarap içemiyorum.

    korkuyorum ya da umursamıyorum, ne fark eder. iyi bir maaşım olsun, ölesiye aşık olduğum bir kadınla uyuyayım, pazar günleri dışarıda kahvaltı yapalım, evimize dostlarımız hayran kalsınlar, arabanın motorundan gelen sese canım sıkılsın, akrabalarıma gizliden kin besleyeyim hatta hiçbiriyle görüşmemek iyi olur, sokakta yanımdan geçen üniversiteli genç kızlara bakarak iç geçireyim(kaçınılmaz son), şiir yazmaya başlayayım(evet zıvanadan çıkıyorum), eşimin çalıştığı iş yerindeki yakışıklı adama sırf eşime çok yakın bir masası var diye dikkat edeyim(aşağılık olmanın sınırı yok), ikinci bir anne ve ikinci bir babanın akşam yemeğine katılıp “ne kadar da” efendi olayım. akrabalarım tarafından çok sevimsiz olarak hatırlanayım…

    çok gülünç….

    yazmayacağım dedim. çünkü bu beni oyalıyor. bir iş yaptığımı düşünüyor ve yorulduğum hissine kapılıyorum. okuduğum onca yüce yazardan hiç mi çekinmiyorum. nasıl cürret ediyorum ben buna?
    dün gece işten eve geliyorum. tam sitenin demir kapısını açtım, bir kedi patisini kaldırıp beni işaret ederek; şş bi gelsene şöyle” dedi. “ben mi” dedim, evet “sen, gel böyle” dedi. kedi önde ben arkada sitenin parkına doğru yürümeye başladık. masalardan birine oturduk. kedinin yanında gazete kağıdına sarılmış bir süt şişesi vardı. “evet, neden çağırdın beni?” “hiç öylesine, biraz canım sıkkın, konuşuruz diye düşündüm”. “eve gitmem lazım” dedim ve hızlıca masadan kalktım. hızlı adımlarla eve giderken arkamdan seslendi; korkaksın oğlum sen, koskocaman bir korkaksın”…arkamı dönüp bir taş fırlattım kediye. kaçtı gitti. eve girer girmez onu arayıp artık yazmayacağım, daha ciddi şeylerle uğraşacağım dedim. güldü.

    ne var gülecek….

    evet korkuyorum sevgili okur, hem de çok. korkaklar uzun yaşarlarmış. galiba ben çok uzun yaşayacağım. öyle bilinen bir korku değil bu; kavgadan kaçtığımı hatırlamıyorum mesela. kavga ettiğimi de. bir keresinde bir kangurudan yumruk yemiştim hepsi bu.

    evet gülünç….
hesabın var mı? giriş yap