• berlin duvarı yıkıldığından beri dünyadaki tek bölünmüş başkent olma özelliğini taşıyan şehir.
  • kıbrıs gezisine çıkmadan önce beklentim oldukça düşüktü. çevremdeki bir ton insandan "abi ne yapacaksın lefkoşa'da, orada hiçbir şey yok" şeklinde başkenti kötüleyen söylemler duydum. bence öyle değildi. gezdiğim 35 şehir içerisinde açık ara en güzel restaurant (yemek anlamında, dizayn veya tasarım, servis değil) buradaydı. ismini belirtmeden önce yazı okumanız için şehirden bahsetmek istiyorum. :))

    ercan havaalanına iner inmez, kaldığım 4 gün boyunca türkiye'den gelenlere karşı olan sıcak davranışları gözlemleme şansı elde edebildim. kıbrıs'a türkiye'den gelenlere karşı, yerel halkın çok sıcak bir bakış açısına sahip olmadığını söyleyen "göçmenler" ile de konuşma fırsatı yakaladım. oldukça şaşırtıcı geldi.

    ülkeye giderken pasaporta sahip olmanıze gerek olmadığını vurgulmam lazım. kıbrıs'a türkiye cumhuriyeti nüfus cüzdanınızla giriş yapabiliyorsunuz. kontrol noktasındaki polisler genellikle, neden geldin? tanıdığın var mı? kaç gün kalacaksın diye dünyanın her yerinde sorulan soruları aktarmalarının ardından 30 günlük vizeni veriyorlar. verilen vizeyi (kağıt parçası) ülkeden çıkana kadar yanında taşımak zorundasın.

    havaalanından hemen hemen her şehir yaklaşık 45 dakika sürüyor fakat lefkoşa 25 dakika. adada tren bulunmuyor. bu yüzden tek yöntem ya otobüs ya da taksi. alternatif arıyorsanız herkes araç kiralamanın çok ucuz olduğunu ve petrolün de aynı şekilde ucuz olduğunu belirtiyor fakat kıbrıs'ta trafiğin ingiliz usulü yani tersten ilerlediğini belirtmekte fayda var.

    şehri gezmeye nereden başlayalım diye düşünürken bizim için en önemli noktanın birleşmiş milletler tarafından ayrılan, koruma altındaki sınırı gezmek olduğunun farkına varıyoruz. ilk hedef arabahmet bölgesinin sonunda bulunan park. adını şu anda hatırlayamasam da bu park içerisinden rum tarafına görebiliyorsunuz. o kadar yakınız ki yoldan birine sesinizi duyurabilir ve onunla yüksek sesli bir konuşma yapabilirsiniz.

    şehirde irili ufaklı bir çok tarihi mekan var. cami, kilise gibi yerlerden sıkılanlar için çok fazla alternatif yok fakat yazıyı okuyanlara selimiye camisi'ni gezmelerini öneriyorum. gotik bir yapıya sahip olduğu için türkiye'deki cami mimarisinden çok daha farklı bir yapıya sahip selimiye. bunun dışında önerebileceğim tarihi başka bir mekan yok. elbette büyük han, bedesten gibi yerler var fakat bunların aynılarını hayatınızda en az 100 defa görmüşsünüzdür.

    alternatif seçenekler bu noktada devreye giriyor. ilk hedef mücadele müzesi. burayı görmeden önce kıbrıs tarihini bu kadar detaylı bilmiyordum. müze sayesinde bugün az da olsa bilgim var. mücadele müzesi kışlanın içerisinde yer alıyor ve giriş askeri alandan. içerisinde rum savaşından kalma silahlar, bayraklar, savaşa dair görebileceğiniz o dönemde kullanılan eşyalar var. müzeyi savaşın dönemlerine ayırmışlar ve kronolojik şekilde savaşın nedenlerini, gelişmelerini ve sonuçlarını anlatmışlar. gerçekten etkileyici. milliyetçi veya ırkçı falan değilim fakat rumlar'a karşı nefret sahibi olmadan çıkmak çok zor. neyse ki hemen atabildik.

    bu arada kıbrıs'ın türkiye'den gelen askerler ile nüfusunda oldukça hareketlilik olduğunu belirtmekte fayda var. özellikle askerlerin çarşı izninde etraf bir anda "sivil asker" doluyor. erkek nüfus bir hayli fazla görülüyor.

    yazının başında belirttiğim yeme içmece sefasına gelecek olursak... size yemin ederim eğer yediğiniz yemeklerden memnun kalmazsanız beni bulun, o hesabı ödeyeceğim. selimiye camisinin arkasında dar bir ara sokak sonrası çıkılan meydanda el sabor, bu kadar çok övdüğüm restaurantın adı. tekrar edeyim, kesinlike hayatımda yediğim en güzel yemekleri yapıyor. kırmızı sangriayı kesin için. yanlış hatırlamıyorsam menüdeki 7, 14, 42 ve bir de makarna söylemiştik. toplam ödediğimi rakam sanırım 100 liraydı. fiyatlar, sunulan yemeğin lezzetine göre çok uygun.

    bunnun dışında girne kapısı'nın önündeki bahçeyi geçtikten sonra sola dönün, osman paşa caddesi'ne doğru yürüyün hemen caddenin başında hamburg diye bir mekan var. hamburgeri gerçekten çok güzeldi. aynı sokak üzerinde birçok bar ve yeme içme mekanı görebilirsiniz fakat favori mekan cadının evi.

    kıbrıs'ın meşhur hellimini ise hamur adlı mekanda tadabilirsiniz. oranın yolunu anlatamam fakat kıbrıslılar'ın tercih ettiği bir nokta.

    son olarak eğer otelde değil, bir evde kalırsanız su sıkıntısı çekeceğinizi bilin. su kesinlikle tayzikli gelmiyor ve hatta biz yıkanmadan 1 saat önce aşağıdaki depodan daireye su çıksın diye elektrikli pompayı çalıştırmak zorunda kalmıştık.

    ve en önemli konu; alkol. gerçekten cenette olduğunuzu unutmayın. kesinlikle şehir içerisindeki büyük marketlerden alacağınız alkoller, duty freelerden çok daha ucuz. rakı hariç. beni dinlemezseniz yanılırsınız, siz bilirsiniz.

    son not: lefkoşa'nın dünyada iki ülkeye ayrılan son şehir olduğunu biliyor muydunuz?
  • adanın her iki halkının da başkenti olan ikiye bölünmüş şehir.
    ayrıca şehir yakınlarındaki dağlara * * çıkarsanız, rumlar sarı, türkler beyaz sokak lambası kullandığı için şehri bölen sınır çizgisini çok net bir şekilde görebilirsiniz.
  • resmiyette kktc devlet olarak tanınmadığı için, mersin'in ilçesi olarak geçiyor.
  • son 5 yıl içinde inşaat sektöründe ilerlemeyle ameleler diyarı olup çıkmış, kktc başkenti..
    haftasonları sokaklarda sadece ameleleri veya izine çıkmış askerleri görebilirsiniz.. kktc nin sap potansiyeli en yüksek şehridir..
    yakın dogu ve uluslararası kıbrıs olmak üzere iki universiteye sahiptir..
    dereboyundan baska düzgün bi caddesi yoktur..
    rum tarafındaki lefkoşa ile türk tarafındaki lefkoşa arasında 3 asır fark vardır..
    kısaca baskent olmayı haketmeyen kktc baskentidir..
  • denize kıyısız irice bir şarköy türü. girne'ye yakınlığı ile göz dolduruyor.
  • kıbrısın en büyük şehri, yaşadığım şehir. gittikce bozulan şehir.
  • askerlik vesilesiyle geldiğim ve ilk çarşı iznimde kısmen gördüğüm kadarıyla yaşanabilir bir kent görüntüsü veren bir il.

    herşeyden önce tarihi evleri ve yapılarıyla öne çıkıyor. hamamları, camileri ve çarşısıyla dikkat çeken lefkoşa'ya gelmek istiyorsanız hafta sonunu tercih etmemenizi öneririrm. zira etraf asker kaynıyor. fabrika üretimi gibi saç ve giyim şekli hemen hemen aynı olan bu kadar çok abazayı bir arada görmek mizahi açıdan keyif verse de şehrin iç açıcı görüntüsünü yok ettiği aşikar.

    rum sınırına geldiğinizde ise çifte sıtandartın en kralına hazır olun. zira siz daha ortada sınır dahi görememişken kenarda bir sandalyede oturan polis memuru "nereye gidiyorsun hemşerim" li bir ifadeyle sizi durduruyor. oysa karşıdan patır patır insan akıyor türk tarafına. çünkü karşıdan giriş serbest ama siz karşıya geçemiyorsunuz.

    içki ve bilimum şeylerin ucuzluğuna zaten değinmeye gerek yok.
  • 1500'lu yillardan beridir ayakta olan luzinyan surlari, ve surlar ici binalari, konaklari, eserleri ve yollari elimizden geldigince korunmaya calisilmistir, kulturel bir miras olduklar icin. bazi lafazanlar bu kulturel mirasin korunmasindan yola cikarak lefkosanin yollari dar oldugu icin koy oldugunu iddia eder.

    lefkosa 1910'lu yillardan sonra tabi ki surlarin disinda dogru buyumeye baslamistir ve bugun surlarin disinda epeyi genislemistir. ozellikle guney'de kalan kismi cok daha gelismistir ve gorulmeye deger. kisaca lefkosa bizans, luzinyan, venedik ve osmanli kulturleri ile yogrulmus dunyanin en guzel tarihi kentlerinden biridir.
  • güneye geçmesi yasak bir türkiye vatandaşı olarak, kuzey yarısının kktc'nin en sevdiğim yeri olduğunu belirteyim.

    girne küçük bir ege kasabasını andırıyor. ege'de öyle yer kalmadı diyorsanız, kuzeyindeki küçükkuyu'ya gidebilirsiniz.

    lefkoşa ise kendine özgü bir yer. öncelikle bölünmüş olduğu için. ancak bunun dışında rum ve osmanlı'nın yanısıra venedik ve ingiliz mimarisi de hakim şehre. bunun dışında sur içi çok aktif ve ülkenin bir şehir denebilecek belki tek yeri. belki güneye geçebilen kktc vatandaşları için şehrin aslında türkiye vatandaşları için olduğundan daha büyük olmasının etkisi ile.

    girne'nin aksine şehirde görebileceğiniz mekan sayısı epey fazla. sur içinde dolaşmak bile doğrusu bana keyif veriyor. samanbahçe evlerini, selimiye camisini (ki ortadoks kilisesini andıran klasik türkiye camiilerinden farklı olarak bu camii katolik kilisesinden dönüştürülmüş, o nedenle kimi ziyaretçilerin camiiye benzemediğini düşündüğünü de ekleyeyim.) büyük han ve civarı kktc'nin bence içinde dolaşılması en güzel yerleri. büyük han ile ilgili bir not yazayım. hanın alt katı tipik turist hediyeleri satan klasik dükkanlarla dolu, orijinal bir şey yok. handaki dükkanların asıl güzel olanları üst katta. üst kattaki dükkanların büyük çoğunluğunda dükkan sahipleri zanaatkar sattıkları şeyleri bizzat yapıyorlar ki dükkanın içine girdiğinizde dükkan sahibini örneğin bir resim üzerinde çalışırken görebiliyorsunuz. benim favori dükkanım, kıbrıs sınırları içinde çıkmış antik eserlerin örneğin ms 2. yüzyıldan kalma yağ lambalarının benzerini aynı tekniği kullanarak yapıldığı dükkan.

    büyük han civarının aynı zamanda kktc'de en fazla turist görebileceğiniz mekanlardan olduğunu da yazayım. (belki kimi büyük otellerin içi hariç) güneye yakın olması muhtemelen sadece güneye gelmiş olanların birkaç dakikalığına da olsa kuzeye geçtiklerinde zaman geçirdikleri yerin burası olmasına neden oluyor. zaten buradaki dükkanlarda ingilizce yazılar da var. ki türk kahvesini ingilizceye cyprus coffee yani kıbrıs kahvesi olarak çevirdikleri dikkatimi çekti.

    güneyi izlemek için en iyi yer zahra caddesidir, ki burada bir kafe de vardır oturabilirsiniz. 3 ay kadar önce sanırım son gittiğimde rum tarafında kıbrıs cumhuriyeti bayrağı ile yunan bayrağı vardı, ab bayrağı yoktu, başka bir arkadaşın yazdığı gibi. bir de ara bölgede ziyaret edebileceğiniz bir nokta var, ledra palace otelinin yanında birleşmiş milletlerin işlettiği bir kafe var. türkiye'den gelenlerin uğrayabileceği bir yer. rum tarafını çok gelişmiş olduklarını anlayacak kadar gözlemleyemediğimi ama yazayım. ancak ağaçları ve çan seslerini duydum rum tarafını görebildiğim yerden. ama kktc vatandaşlarından veya avrupa vatandaşlarından farklı olarak benim açımdan karşı taraf bir yer yasak ülkeydi. o nedenle zahra caddesinde oturmak sanırım kktc vatandaşlarına verdiğinden daha fazla tad verdi bana. bu haftasonuna da doğumgünümü kutlamak için gideceğim. pasta varsa, orada kutlarım diyorum.

    şehrin içinde çok güzel butik oteller olduğunu da belirteyim, çoğu restore edilmiş rum evleri 3-4 odaları var sadece. güzel de bir avlusu vardı gittiğim evlerin. özellikle denize girilecek mevsimde gelmediyseniz kktc'de kalabileceğiniz en güzel mekanlar buraları olabilir. bellapais belki bir parça yarışır buradaki mekanlarla, gördüğüm kadarıyla.

    lefkoşa'nın kuzeyde sur dışında, daha modern ve klasik bir aktif caddesinin olduğunu belirteyim. daha doğrusu girne kapısından kanlı dereye doğru giden, sonra kanlı dere boyunca yukarıya çıkan l şeklinde iki cadde. bu bölgeye dereboyu deniyor. bağdat caddesi'nin daha küçük ve mütevazisi. barlar, alışveriş mekanları, lokantalar vesaire var. ben sur içi kadar sevmiyorum burayı. ama bir parça daha büyük şehir aktifliği arayanın kısmen de olsa tatmin edebilecek bir yer.
hesabın var mı? giriş yap