• theo angelopoulos kendisi ile yapılan bir konuşmada sonsuzluk ve bir gün'e işaret ederek; "bir insan yaşamak için bir tek günü kaldığını bilirse ne yapar? sanırım yaşamınıı gözden geçirir... bazen birisiyle birlikte iken yaşarken yaptığımız işe kendimizi öylesine kaptırırız ki, yanımızdakinin farkına bile vararnayız. aradan zamarı geçer ve bir de bakarız ki, daha iyi yaşama, daha iyi sevme fırsatını kaçırmışızdır. ...filmin kahramanı alexander, yaşamı tanımlamak için o kadar çok zaman harcadı ki, kendisi yaşayamadı." t. angelopoulos'tan bu sözleri duyunca "yaşamın anlamını yaşamın kendisinden çok sevmenin" bir suç olduğunu söyleyen dostoyevski anımsanmadan geçilmiyor...
  • annemi kaybetmeden bir gün öncesiydi. sabah sekizden akşam ona kadar yoğun bakım kapısında beklemiş, sonra hem aynı hastanede çalışan hem de babası da aynı hastanede yatan arkadaşımla beraber ona gittik, tekli koltuklarda oturup bira içerken konu bu filme geldi, eternity theme'i dinledik art arda iki üç kere. sonra çekyata yatağımı serdi, o da odasına gidip uyudu.
    sabaha karşı telefonum çaldı. aramayı görür görmez ona sadece ekranı ve arayanın ismini gösterdim, bu aramanın anlamını biliyorduk ikimiz de, ışık hızıyla hastaneye gittik.
    yarın oldu ve öldü annem. on gün sonra da arkadaşımın babası.
    her gün korka korka yatardım o bekleyiş zamanları, saatler korkunç hızlı ve korkunç yavaş geçerdi. bir yandan şu günü de stabil atlatalım diye dua eder, mucize bekleyip saniyeleri sayar, diğer yandan da içten içe sona yaklaştığımızı hissedip keşke zaman biraz daha yavaş geçse diye yakarırdım içimden, dualarım karman çormandı.
    annemi memleketimize götüren cenaze arabasını takip ederken bunları düşündüm, sonra tekrar filmi...
    " -yarın ne kadar sürer?
    +sonsuzluk ve bir gün kadar. "

    minik çiçeğim'e.
  • yunanlı üstad the angeleopulos'un yeni başyapıtı..
    -yarın ne kadar sürer alexander?
    -sonsuzluk ve bir gün kadar...
  • filmde geçen argadini kelimesi jean paul sartre'ın les jeux sont faits adlı romanı okunduğunda daha iyi anlaşılacaktır sanırım. zira hayat, her zaman bir şeyler için geç kalmaktır. dolayısıyla, yarının "sonsuzluk ve bir gün" kadarlık süresinin "bir gün" kısmında sonsuzluğu yakalamaya çabalamak ve "dar vakitlerde geniş zamanlar ummayı" bırakmaktır aslolan.
  • filmde ölen arkadaşlarının ardından tören yapan arnavut çocukların ağzından dökülen iç burkucu sözler çıkmaz bir türlü akıllardan...

    hey! sélim.
    what a pity you can't be with us tonight.
    hey, sélim!
    i'm scared, sélim.
    the sea is so big!
    what waits for us in the place
    where you're going, sélim?
    what does the place
    where we'll all go look like?
    mountains or ravines,
    police or soldiers,
    we never look back.
    all i can see is the sea, now,
    the endless sea.
    in the night i saw my mother
    in front of her door, in tears.
    it was christmas. the bells rang.
    the snow fell on the mountain.
    if you only were here
    to speak to us again
    of all those ports,
    marseille or naples,
    of this vast world.
    hey! sélim, speak, speak to us,
    speaks of this vast world.
    hey! sélim, speak, speak to us...

    hey! selim
    bu gece bizimle olamaman ne acı
    hey! selim
    korkuyorum selim
    deniz çok büyük
    gittiğin yerde bizi ne bekliyor selim?
    gideceğimiz yer neye benziyor?
    ya orda da dağlar, vadiler
    polisler, askerler varsa...
    biz hiç geriye bakmadık
    şimdi tek görebildiğim deniz
    uçsuz bucaksız deniz…
    gece annemi gördüm rüyamda
    kapının eşiğinde duruyordu gözyaşlarıyla
    noel’di ve çanlar çalıyordu
    dağların üzerinde karlar vardı
    keşke burada olsaydın
    bize eskisi gibi limanlardan
    marsilya'dan, napoli'den
    şu koca dünyadan bahsetseydin
    hey! selim, anlat, anlat bize
    şu koca dünyayı...
    hey! selim, konuş, konuş bize...
  • alexander kahramanın ismi, o bir şair. kansere yakalandığını öğreniyor ve çok az bir ömrü kaldığını. selanikte bütün ömrünü geçirdiği sahil kenarındaki evinden uzaklaşmaya ve başka bir yere gitmeye hazırlanıyor.işi yarım, ilişkileri yarım, hayatı yarım, eksik. dehşetle gözleri ardına kadar açık sokaklarda dolaşıyor. film, alexander’ın karısını, annesini ve eski günleri hatırladığı geri dönüşlerle geçirdiği son günü anlatıyor.

    tesadüfen arnavutluk’tan kaçak gelmiş 10 yaşlarında bir sokak çocuğu ile karşılaşıyor; onunla birlikte geçiriyor bu son günü. çocuk yunanca bilmediğinden, bölük pörçük bir dille acılarını paylaşıyorlar birbirlerinin.o’na , italya’da doğmuş bir eski yunanlı şairden bahsediyor alexander. osmanlı-yunan savaşında annesini rüyasında gören ve onu adasına çağıran ve bu çağrı üzerine yoksulluk, açlık ve savaştan nasibini almış adasına dönen eski şairin hikayesini. bu şair tek kelime yunanca bilmiyor. bir yunanlı olmasına rağmen; kendi adasında olmasına rağmen; kendi insanlarının arasında olmasına rağmen onların dilini bilmiyor, konuşmalarını anlamıyor ve konuşamıyor. bir taraftan savaş sürüyor. herkes bir şeyler yapıyor,herkes özgürlük için elindekiyle avucundakiyle direniyor.

    bir şair diyor....ne yapabilir ki? özgürlük şiiri yazmak geliyor aklına.içi kavruluyor. bu şiiri yazmalıyım; benim de katkım bu olmalı. ve kelime satın almaya başlıyor. kısa bir süre içinde adada, garip bir şairin kelimelere para verdiği yayılıveriyor. herkes gelip bir kelime satıyor şaire. hikaye bu işte.

    filmin sonunda, alexander çoktan ölmüş karısına bir soru soruyor. bir deniz kıyısındalar, yağmur yağıyor ve dans ediyorlar. alexander hastaneye yatıp yatmamak arasında bir ikilem geçiriyor o son gününde: tedavi olmak veya olmamak. o sahile geldiğinde, karısını görür görmez kararını veriyor; yatmayacağım anna diyor, yanına geliyorum. bir gün ama anna diyor, bir gün ne kadar sürer? yo hayır....yarın.....yarın ne kadar sürer? anna cevap veriyor
    sonsuzluk ve bir gün kadar.
  • izlediğim tüm filmler arasında izlerken en çok ağladığım film. evde yalnız olmak ve akşamın çöküyor olması mıydı bunun sebebi, yoksa fimin olağanüstü müziğiyle de desteklenen büyülü havası mı, bilemiyorum.
  • theo angelopoulos'un muhteşem yapıtlarından biri. filmde arnavut sokak çocuklarının elebaşları öldüğünde söyledikleri "hey seliim" şiiri unutulmazdır, unutulmaz hiç.
  • "izlediğim en güzel filmdi" iddiasını başarıyla kaldırabilecek, taşıyabilecek filmdir. gözleri dolu dolu yapması bir yana, bazı sahnelerde ani hıçkırıklara boğuyor insanı.
    hele adamın annesinin yanına gittiği sahne... günlerdir uykuda, uyanık, pencereden bakarken kafadan geçen binlerce "neden?"i soruşuyla parçalıyor:"neden anne, hiçbir şey umduğumuz gibi gitmedi?..neden mutlu olduğum anlarda evde duyduğum tek ayak sesi kendiminkiydi?..." tam biraz toparlanıp kendine gelmişken insan o son soruyu da sorar ya.. hani hatırlandıkça yüreğe can çekiştiren soru:"neden sevmeyi bilemedik?"

    "anne sözü dinler gibi" bir filmdir... izleyicisine yaşattıklarıyla, görüntüleriyle, konusuyla...eşsiz!
  • hayat denilen şeyin ufak ayrıntılarda yattığını ve bu ufak ayrıntıların mutsuzluk ya da tam tersi duygulara sebep olduğunu anlatan masalsı bir film. eleni karaindrounun muhteşem güzellikteki soundtrackı ile ("to a death friend" ve "eternity and a day" şarkıları) tek kelimeyle dünya klasikleri arasında yerini almıştır bu film. çekim adına söylenebilecek tek eleştiri panoromatik kamera hareketleri içine yapıştırılan zoomlar. 70'li yılların filmlerinden kalma bu çevrinmeler göze biraz batıyor. ancak filmin genel kurgusu ve anlatısı içinde eleştiriler pek de inandırıcı gelmiyor çünkü sinema sanatının doruk noktasında artık "bi susup izlemek" lazım gelir ki bu film de buna en iyi örneklerden biridir.. son olarak otobüs sahnesine dikkat.. modern bir masal görünümündeki bu sahne ancak bu denli gerçekçi bir dille ifade edilebilirdi.
hesabın var mı? giriş yap