• "beni şaşırtan, toplumumuzda sanatın bireyler ya da yaşam değil de yalnızca nesnelere değgin bir şey durumuna gelmesi. sanatın yalnızca sanatçı denilen uzmanlar tarafından gerçekleştirilen bir uzmanlık dalına dönüşmesi. neden her kişi kendi yaşamını bir sanat yapıtına dönüştüremesin? neden şu ev ya da lamba bir sanat yapıtı olsun da benim yaşamım olmasın? kendi kendimizi oluşturmalı, kendi kendimizi yapmalı, bir sanat yapıtı gibi düzenlemeliyiz."
    (söyleşiler'den)

    kitaplarından alıntılar:

    "erkeği kadına cinsellikle, yani bir köpeğin dişisine yaklaştığı gibi bağlayan arzunun doğası aşkı dışlar. dolayısıyla bir tek gerçek aşk vardır: oğlanlarla aşk. çünkü saygınlıktan yoksun hazların bu aşkta yeri yoktur. ve doğal olarak, erdemin ayrılmaz bir parçası olan bir dostluk içerir. nitekim, eğer seven, aşkının, karşısındakinde dostluk ve erdem uyandırmadığını saptarsa, ona gösterdiği ilgi ve bağlılıktan vazgeçer."

    "eğer bir bedenin tazeliği ve zarafeti aracılığıyla, bir ruhun güzelliği görülüyorsa ve bu güzellik, yukarıdaki görüntüyü andırarak, bizim ruhumuzu kanatlandırıyorsa, burada, yani yalnızca güzelliğin ve doğal haliyle mükemmelliğin söz konusu olduğu yerde cinsiyet farkı neden devreye girsin ki?"

    "neden cinsel davranış, neden buna bağlı olan etkinlik ve hazlar ahlaksal bir kaygı konusu olurlar? neden bu etik kaygı, en azından kimi zamanlarda, kimi toplumlarda ya da kimi gruplarda yemek yeme alışkanlıkları ya da yurttaşlık davranışları gibi, kişisel ya da toplu yaşam için çok daha önemli alanlara gösterilen ahlaksal ilgiden daha önemlidir?"

    "iktidar, ne bir yapı ne de bir kurumdur; daha çok, kişinin belirli bir toplumda karmaşık stratejik bir duruma taktığı isimdir."

    düzeltme: imla
  • topragi bol olsun, fuko, benim gozumde, kendine ozgu bir yontembilim anlayisi cercevesinde, verili paradigma ve dusunsel kategorilerce tanimlanmis akademik hareket alanin mumkun oldugunca kiyisinda durmaya calisarak, yine mumkun oldugunca az sayida kapsayici onkabulden hareket etme gayretiyle, kendisinden oncekilere hic benzemeyen ve askin gondermelere meyletmeyen bir tarih yaziminin pesine dusmus, bunu yaparken disiplinlerarasi bir anlayistan feyz almis, buyuk harflerle basladigi muddetce (postmodernizm de dahil olmak uzere) her turlu askin referans noktasina, her turlu evrensel onermeye nanik yapmaya calismis ve kendi amaclari dogrultusunda da istedigini herhangi bir guc odagina alet olmadan, maymun olmadan, kivirmadan basarabilmis, kendisinden sonrakilere ilham verebilmis sevimli bir alimdir..

    kendisinin de siklikla kullandigi bir deyimle aciklayacak olursak hikmetini, alana cikmis bir arkeologtur o ve bizim, oturdugumuz yerden, tek basina ‘politik pozisyon alma’ isleminin butun bir anlayis haritasini iktidar sahipliginin yararina yerle yeksan edeceginden endiselenen bir faniyi, seytani kahkahalarla onun bunun ekmegine yag suren bir adam olarak gormemiz ya da gostermeye calismamiz yalnizca o adama yapilmis bir saygisizlik olmaz, butun bir arkeoloji bilimine dil cikarmak olur, ki arkeolog dedigin adam guclu kuvvetli olur, koydu muydu ossurtur vallaha..

    tamamiyla 'neutral / tarafsiz' bir pozisyondan fuko veya herhangi birisi hakkinda konusmanin mumkun olamayacagini bize ogretenlerden birisi bizzat fuko'nun kendisi zaten.. pozisyon almak, biz istemesek bile, kendiliginden gerceklesecek ya da okuyan/izleyen tarafindan bizim icin bir pozisyon kurgulanacak, bundan kacis yok, anliyoruz bu meseleyi ama rahmetliyi ‘kacis felsefesinin teorisyeni’ olarak sunmak da hafiften kemiklerini sizlatiyor olsa gerek, oyle olmadigi icin degil (o baska mesele), yontembilimsel olarak sadece..

    benim bildigim fuko hicbir yazisinda, ‘gencler birakin bu politika islerini, gidin broker felan olup paranin amina koyun, aksamlari da popstar, televole felan seyredersiniz’ dememistir.. bunlari gectim, fuko yine hicbir yerde, ‘politik cozum’den soz edenleri entelektuel yetersizlikle de suclamamistir.. fazlaca basite indirgemek pahasina, o yalnizca, ‘arkadas ben yol gostermem, yol gostermek iktidar ve tahakkumden bagimsiz olamayacak girift bir iliskiler aginin icine girmekle esdegerdir, o bakimdan ben soylerim, dinleyen dinler’ demistir.. eh ben de bunu dinlerim ve gerekirse politik cozum doktrinime dayanak yaparim.. oteki de dinler, alir bunu allayip pullayip, ‘tarihin sonu geldi, hadi bakiyim dagilin’ diye propaganda yapar, bir baskasi da alir ustune besamel sosu dokup yer mesela.. ne zaman ki birisi kalkip fuko’nun anahtarina sahip oldugunu ve butun meselenin bu oldugunu aciklamaya kalkisir, iste tam da o zaman fuko amca’nin iktidar iliskileri devreye girer.. hayatin guzelligi ‘tenevvu’de degil midir, ben mi yanlis biliyorum?..

    son bir sey, edward said kulliyatinin fuko’yla paralel yeni bir okumasini deneyelim, kim nelerden nasil faydalanmis yeniden dusunelim.. sapkamiz hep onumuzde olsun.. rahmetli de oyle isterdi, bir gun bana, 'genc arkadasim bilir misin, kara koyun etli olur, kavurmasi tatli olur' demisti..
  • "neden her kişi kendi hayatını bir sanat yapıtına dönüştürmesin? neden şu ev ya da lamba bir sanat yapıtı olsun da benim hayatım olmasın?" sorusunu soran düşünür.
  • tabulaştırılmadan, eksileriyle artılarıyla tartışılması gereken filozof/tarihçi. foucault’nun modern zamanların en önemli düşünürlerinden biri olduğu açık. yazdığı seyleri okurken sık sık “hakkaten yaa” dediğim de oldu. ama onu eleştiriden azade tutmaya çalışmak ciddi bir hata olur.

    evet, foucault hazır etiketlerden kaçınılarak tartışılmalıdıır. evet, fransız post-yapısalcılarının pek çoğu gibi, kendi külliyatıyla bu külliyatın amerikan akademyasında alımlanma biçimi vebunun neticesinde ortaya çıkan, her tür radikal potansiyeli iğdiş edilmiş düşünce sistemi arasında bir ayrım yapılmalıdır. lakin, muhafazakarlık ve kaçış felsefesi gibi eleştirileri “laf ettirmem aga” ya da “hahahay foucault’yu eleştirmiş aklınca”nın ötesinde tartışmanın bir yolunu bulabilmeliyiz. 1968 yenilgisinin fransız solcularından yarattığı keskin ümitsizliğin, onların sonradan yazıp söyledikleriyle ilgisini düşünmek bu yolu bulmak için iyi bir başlangıç olabilir.

    yani diyorum ki foucault’nun da günahları vardır. iran devrimi’ni aşırı bir coşkuyla karşılaması bunlardan biri olabilir. ya da cinselliğin tarihi’ndeki avrupamerkezciliği. foucault modern batı cinselliğinin köklerini antik yunan’da ararken pek yaygın bir miti yeniden üretir: diğerlerinden farklı, batı uygarlığı diye bir şey vardır. bunun kökleri antik yunan şehir devletleri’nden bulunabilir. antik yunan’dan başlayan bu hat, roma ve orta çağ avrupası yoluyla günümüze kadar gelmiştir. foucault’nun bu ciddi yanlışının gereği kadar eleştirilmemiş ve onun hakkındaki genel bilginin bir parçası haline gelmemiş olması ilginçtir. bu durum, örneğin marx’ın hindistan üzerine yazdığı dağınık ve kısa bazı metinlerderdeki ifadelerin sonradan onun avrupamerkezciliğini eleştirmek için sık sık vurgulandığı hatırlandığında daha da ilginç gözükebilir. foucault'nun en temel eserlerinden birine damgasını vuran bu ciddi sakatlık rahatlıkla es geçilebilmektedir.

    işte tabulaştırmadan kastım budur.
  • foucault öldükten sonra gilles deleuze "foucault'nun varlığı embesilleri susturuyordu. şimdi iki kitap okuyan başımıza sosyolog kesiliyor. eğer foucault yaşasaydı halihazırda yayınlanan bir sürü kitabı foucault'dan çekinecekleri için yayınlamazlardı" demiştir. bırakın başka meseleleri foucault'nun kendisi hakkında bile bu kadar ileri-geri konuşulduğunu görünce deleuze'e hak vermemek elde değil.
    (bkz: içi saman doldurulmuş olanlar)
    (bkz: tasnifin içinde yer alanlar)
    (bkz: uzaktan sineğe benzeyenler)
    (bkz: testiyi kırmış olanlar)
  • ''sınav insanları gözetim altında tutmayı sağlayan ve hiyerarşiyle onları standartlaştıran ceza tekniklerini bir araya getirir. sınav nesne olanı köleleştirir; köle olanı nesneleştirir. kendi değerini sınavla belirlemek "derebeyine teslim olmak"tan öte bir anlam taşımaz. '' -hatırlatma için iç mihrak'a teşekkür.

    şu güzel final dönemini bozuyorsun fukocum.
  • bir filozofun düşündüklerini eyleme de aktarmasını savunan ve bu doğrultuda her türlü cinsel maceraya giren adam... kendisi paris'in gettolarındaki aidsli olma ihtimali zenci fahişelerle yatar kalkar...
    kelimeler ve şeyler... deliliğin tarihi... cinselliğin tarihi gibi başyapıtları mevcuttur.. 20 yy.'ın ikinci yarısına damgasını vurmuştur....
  • 1984 yılında aids hastalığından dolayı ölmüştür. time dergisi paristeki evinin balkonunda mariuhana yetiştirdiğini yazmış. arkadaşları tüm uyuşturucu türlerini denediğini söylemiş. baba filozof.

    "ben, kitaplarımın molotof kokteyli ya da mayın tarlası olmasını isterim, tıpkı donanma fişekleri gibi kullanıldıktan sonra kendilerini yok etmesini isterim" (milliyet 18 mayıs 1999)

    siyah bir kedisi vardı.
  • bir hilmi'den, bir mahmut'tan çok ötede bir şahıstır kendisi. kendisine sunulan imkan ve yenilikleri güler yüzle ve saflıkla karşılayan topluma der ki "ey halk, sanma ki bunlar sana sen rahat edesin diye verilmektedir, iktidarın bundan geri dönüşümü bil ki çok daha fazladır, kimse binmeyeceği eşeğin önüne ot koymaz." fransa'da 19. yüzyılda kanalizasyon sisteminin temellerinin atılmaya başlamasıyla birlikte (hani bizde de geyiği vardır ya, abi modanın başkenti paris'te bok içinde yürüyorlarmış, topuklu ayakkabı boka basmamak için icat edilmiş diye) kenar mahallelerde islah çalışmaları başlamıştır. tarih kitapları bunu kentleşmenin bir yansıması olarak göstere dursun, foucault bu konuyu şöyle ele alır; pisliğin içinde yaşamakta olan "emek gücü" sıtma vs gibi hastalıklardan muzdarip olmakta ve sık sık hastalanmaktadır, böylelikle emek gücünde bir kayıp olmakta, üretim aksamaktadır. eğer ki bu hastalıkların önü kesilirse, sağlıklı ve devamlı bir üretim gücü fabrikalara akacaktır. sana sunulan telefon, kredi kartı x numarası y kodu senin hayatını kolaylaştırmaya değil, tam tersine seni tahakküm altına almaya, ölçülebilen ve kontrol edilebilen bir varlık olmaya zorlamaktadır der.

    evliliğin kurumsallaşmasını dahi bu açıdan gözler önüne serer. orta çağ'daki seks düsturunun "kör tuttuğunu sikermiş" olması sonucu herkes birbirine atlamakta ve ortalık babası belli olmayan "piçlerden" geçilmemektedir. peki bu piçler ne yapmaktadır? hırsızlık ve dilencilik. ayrıca akraba evliliğinin de yasak olmadığı göz önüne alınırsa birçok da sakat insanın varlığından söz edilebilir. peki bu sakatlar neye tekabül eder? üretime giremeyen kayıp bir emek, kaynak aktarılması gereken bir gider kalemi ve annesinin babasının da ona bakması sonucu üretime ve emek arzına katılamamasıyla azalan bir emek arzı. diğer bir deyişle, sakat kişi hem kendi çalışamamakta hem de bakıcılarını da çalışmaktan alı koymaktadır. sakatlar ve piçler bir araya gelince iktidar buna el koyma gereğini duyar. evlilik kurumsallaştırılmalı ve bir düzene sokulmalıdır. her önüne gelenle evlenezsin. annenle, babanla, kardeşinle falan filan. böylece sakatların önü kesilir. aldatmak hoş bir şey değildir. zina suç sayılmalıdır. böylelikle de piçlerin önüne geçilir. bu pratikler tekrarlandıkça günümüze kadar kurumsallaşmış bir şekilde gelir ve benim selin'im berkecan'ım bunu hiç sorgulamadan kabul eder. hatta sapkınlık olarak adlandırır.

    foucault ile ilgili verilecek daha bir çok örnek vardır. okullar hapishaneler gibi. mesela neden okullarda sınıf ayrımı olmalıdır. birinci ya da ikinci sınıflar? altı yaşındakilerle yedi yaşındakiler aynı sınıfta neden olmamalıdır? bunların üzerine düşünmek gerekir. foucault'u biraz incelemek, okumak ve anlamaya çaışmak gerekir. kendisi kahvehane muhabbetlerine sokulmayacak kadar farklı birisidir.
  • merkezi iktidar ve gözetleme kavramını, mimariyi kullanarak somutlaştırmıs olan eli opulesi dusunur. bentham'ın panopticon adli yapiti bu kavrami aciklamak icin bicilmis kaftandir zaten.burda soz konusu olan, dairesel yapinin tam ortasinda gozetleyen(nam-i diger iktidar), dairenin ceperlerinde ise ayri ayri kompartmanlara ayrilmis olarak gozetlenenler bulunmaktadir. gozetlenenler, ne birbirleriyle ne de merkezle olan diyaloglari kuramamis zavalli objeler haline getirilmislerdir.
    bkz: panopticon
hesabın var mı? giriş yap