• isminin sonuna dortlusu ekleyerek zihnimde kalmis iktisatci.biri kendi parasiyla kendine birsey alirsa hem kalitesine hem fiyatina dikkat eder,kendi parasiyla baskasina birsey aliyorsa fiyatina,baskasinin parasiyla kendisine birsey aliyorsa sadece kalitesine,baskasinin parasiyla baskasina birsey satin aliyorsa hicbirseye dikkat etmez.dortlu budur iste.
  • herkesi ve herseyi "benim tarafimda ya da benim karsimda" olarak gormek isteyen dar bakislilar tarafindan israrla pinochet ile olan baglantisi ile anilan/tanitilan hatalariyla basarilariyla bilmesek de milyarlarca insanin hayatina etkisi bulunmus, kanimca iyi niyetli olarak dunyayi inandigi yolda baskalari icin iyi yonde duzeltmeye calismis ve bu baglamda "nur icinde yatmasin" "insanlik dusmani pis canavar" sozlerini hic haketmemis bilimadami.

    ne mi yapmistir bu 1.62 lik kucuk dev adam:

    * zamaninda tum kapitalist ulkelerin ekonomilerini kontrol ettikleri tamamem gozleme dayanan "philips egrisi"'ne alternatif olarak para politkasi kavramini koymustur. philips egrisi inanilmaz bir hata olmanin yaninda, muhendislikteki pozitif geri beslemeye iyi bir ornek olusturdugu ve bir ulkeyi donusu olmaz bir cokuntuye goturebilme yetisine sahip oldugu unutulmamalidir. her bilimadami gibi yanlislar da yapmis, para politikasinda hedefin para miktari olarak secilmesi gerektigini savunmus, daha sonra hatasini kabul etmistir. bilimsel dusuncenin guzelligi sonucu hatasini bulan ve dogruyu ortaya cikaran baska iktisatcilar olmustur.

    * makro ekonomi'yi kokunden degistiren yukardaki katkisinin yanisira, mikro ekonomiyi de derinden etkileyecek kalici gelir hipotezi'ni de ortaya atan isim olmustur. tuketicinin anlik gelirine gore degil, uzun sureli gelir beklentisine gore karar vermesi olarak aciklanabilecek bu basit ama yerinde gozlem retrospektifte en buyuk bilimsel katkilarindan biri olmustur.

    * kendi anlatimina gore pinochet ile uzun sureli olmayan tek yonlu bir iliskisi olmustur: fikirlerini bu o gozu donmus gaddar'a (danisman olarak degil, halka acik bir konferansta) anlatmis, ama fikirlerinin uygulanmasinda hic bir yetki sahibi olmamistir. ( bu konudaki kisisel dusuncem ise kapitalist ekonomi'yi derinden etkileyen bir sahis ile sili'de yasanan insanlik dramini bir araya getirmenin komunizm propagandasi icin buyuk bir firsat oldugu, ve bunun da iyi kullanildigidir). bu konuya bakarken atlanmamasi gereken bir nokta da ekonomik dusuncelerinin felsefi altyapilarini anlattigi "free to choose" adli kitabinda da belirttigi gibi kisisel ozgurluklerin olabilirligi icin ekonomik ozgurlugun saglanmasi gerektigine inanan biri olarak bu hareketi elbette sili'ye kisisel ozgurlukleri getirme cabasi ya da en azindan umudu olarak da yorumlanabilir.

    * cok dile getirilmese de friedman vietnam savasi'nin bitmesinde ve su an ulkemizde konusmanin bile suc oldugu zorunlu askerligin kaldirilmasinda cok cok onemli bir rol oynamistir. yillar sonra bu basarisinin kendi icin en tatmin edici ugrasisi oldugunu soylemistir.

    * fahiseligin ve hafif uyusturcularin serbest birakilmasini ancak kontrol edilmesini savunmustur.

    * son yillarinda zorunlu askerlige karsi verdigin savasin bir benzerini "parali egitim"'e karsi vermistir.

    bu yaptiklari gunah midir sevap midir okuyan herkesin kendisinin bilecegi istir. allah rahmet eylesin.
  • kendisiyle ilgili meşhur bir hikaye vardır:

    friedman bir gün çin'deki bir inşaatı ziyaret eder. görür ki, çinli işçiler modern makineler yerine kürek kullanıyorlar.

    adam çin hükümetine gider sorar, "sizinkiler neden modern makineler değil de kürek kullanıyorlar?" der.

    çin hükümeti buna "çünkü bu bir istihdam yaratma programı." şeklinde karşılık verir.

    bunun üzerine friedman sorar: "eğer amaç daha fazla işse neden kaşık kullanmıyorsunuz?"
  • liberationun ölümünü "milton friedman piyasadan çekildi" şeklinde duyurduğu iktisatçı.
  • vakti zamanında liberal düşünce dergisinde yayınlanmış bir yazısını bilgisayar ortamına aktarmıştım. bugün rastgele bir şekilde karşıma çıkmış olan bu yazıyı aktarmaktan alacağım haz kadar, gg korkusundan silinmesinin vereceği stres de söz konusu. umarım alıntı sıkıntı olmaz.

    kaynak: liberal düşünce sayı 47-48: küresel ısınma

    ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    milton friedman ile özgürlük, piyasa, hayek, keynes ve pinochet üzerine

    milton friedman 20. yüzyılda iktisat teorisi ve politikası tartışmalarına en büyük katkıyı yapmış iki iktisatçıdan biridir (diğeri keynes).
    tüketim fonksiyonu, para teorisi, paranın enflasyon üzerindeki etkisi ve ekonomik istikrar politikalarının karmaşık yapısı alanındaki katkılarından dolayı 1976 yılında nobel iktisat ödülüne layık görülmüştür. 1930'lu yıllardan 1970'li yıllara kadar yaklaşık kırk yıl iktisadın egemen paradigması olarak kalmış olan keynesyen iktisadın tahtından indirilmesinde en büyük pay sahibi, kuşkusuz milton friedman'dır. keynes "iktisatçılar ve siyası düşünürlerin fikirleri, doğru olsa da olmasa da, genellikle sanıldığından daha güçlüdürler. gerçekten geriye dünyayı yöneten çok az şey kalmaktadır" demektedir. gerçekten de 20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren yaşanan deneyim bu sözü doğrular niteliktedir. 1930'lardan 1970'lere kadar iktisat politikaları alanında siyasi karar alıcılar ve uygulayıcılar büyük oranda keynes'in takipçileri olmuştur. 1970'lerden sonra ise öncülük nöbetini devralan iktisatçı friedman'dır. denebilir ki, son kırk yılın iktisat politikası tartışmalarına friedman damgasını vurmuştur. 1912 yılında doğan friedman bir asra yaklaşan uzun ve verimli bir yaşam macerasından sonra 16 kasım 2006'da, 94 yaşında, hayata veda etmiştir. aşağıda iktisadın bu asırlık çınarıyla özgürlük ve serbest piyasa gibi değerlerin yanı sıra hayek, keynes, reagan, nixon ve pinochet gıbi, ünlü şahsiyetlerle ilgili deneyimleri üzerine yapılmış bir röportaj verilmektedir.

    özgürlük ve serbest piyasa üzerine

    soru: serbest piyasa ile özgürlük neden ayrılmaz bir ikilidir?

    friedman: özgürlük bireylerin kendi kaynaklarını kendi istedikleri gibi kullanma konusunda serbest olmalarını gerektirir; modern toplum da çok sayıda insanın birbiriyle işbirliği yapmasını gerekli kılar. sorun, söz konusu işbirliğinin icbar olmaksızın nasıl başarılabileceğidir. merkezden yönlendirme varsa kaçınılmaz biçimde zora başvurma vardır. bir sürü insanın birbiriyle gönüllü işbirliği yapmasını sağlayan, şimdiye kadar keşfedilmiş yegâne yol, serbest piyasadır, işte bu nedenle bireysel özgürlüğü korumak son derece önemlidir.

    soru: marksistler özel mülkiyet hırsızlıktır derler. size göre, özel mülkiyet özgürlük için neden merkezi bir önem taşır?

    friedman: çünkü insanın kendi özel yolunu bulabilmesi için bilgisini kullanabilmede özgür olabilmesinin tek yolu, mülkünü kontrol edebilmektir şayet mülkünüzü kendiniz kontrol etmiyorsanız, başkaları kontrol alıyorsa, onunla ne yapılacağına onlar karar verecektir. dolayısıyla, sizin kendi mülkünüz üzerinde bir etkide bulunma imkânınız yok demektir. ilginç olan, bu toplumda çok miktarda bilgi olmakla birlikte, friedrich hayek’in de ısrarla vurguladığı gibi, bu bilginin bölünmüş olmasıdır benim biraz bilgim var, sizin biraz bilginiz var, onun biraz bilgisi var. bu, oraya buraya serpiştirilmiş bilgi parçacıklarını nasıl bir araya getirebiliriz. bu bilgiyi bireylerin kişisel menfaatleri için nasıl etkin bir şekilde kullanabiliriz. bu noktada anahtar faktör öze| mülkiyettir. çünkü şayet bir şey bana aitse, biliyorsunuz, açık olan bir gerçek var. hiç kimse başkasının parasını kendi parasını harcadığı kadar dikkatle harcamaz. hiç kimse başkasının kaynaklarını kendi kaynaklarını kullandığı kadar dikkatli kullanmaz. dolayısıyla, eğer etkinlik ve etkililik istiyorsanız, bilgiden gereği gibi yararlanılmasını istiyorsanız, bunu özel mülkiyetin sağladığı araçlarla yapmak durumundasınız.

    karaborsanın ardındaki iktisadi mantık üzerine

    soru: karaborsayı nasıl olup da olumlu bir şey olarak gördüğünüzü anlatabilir misiniz?

    friedman: pekâlâ, karaborsa hükümet kontrollerinden kurtulmanın bir yoludur. serbest piyasanın işlemesini sağlamanın bir yoludur. açılmanın, insanları bir şey yapmaya muktedir kılmanın bir yoludur. benimle ticaret yapmak istiyorsunuz, ama kanun müsaade etmiyor. oysa bu ticaret her ikimizin de faydasına olacak bir şey. serbest piyasa ile ilgili basit ama en önemli gerçek şudur: hiçbir alış-veriş her iki tarafın da yararına olmadıkça gerçekleşmez. devletin icbarı ile özel piyasalar arasındaki büyük fark şudur: devlet a'nın kazanıp b'nın kaybettıği bir alışverişin gerçekleşmesi için zor kullanabilir. oysa piyasada gönüllü bir akit yapmışsa, bu her ikisinin durumunu da iyileştireceği içindir. karaborsanın yaptığı şey de budur: yapay devlet kısıtlamalarının kenarından dolaşmak. şimdi, açıktır ki yasalara uyulan bir dünyayı tercih edersiniz. karaborsanın kanunları ihlal etmeyi içermesi bu tercihe aykırı bir şeydir. bu ise arzu edilmez bir durumdur. ancak bu durum yalnızca ortada kötü kanunlar olduğu zaman ortaya çıkar her kanuna uymanın nihai bir ahlaki prensip olduğuna da hiç kimse ama hiç kimse inanmaz. öyle bir nokta gelir ki, eğer yasalara uymanın tarihine dönüp bakarsanız -savaşlar sırasında ortaya çıkan vicdani red durumlarını düşünün yazılı kanunların daha üstünde bir kanunun olduğu bazı durumların söz konusu olduğunu sanırım herkes kabul eder.

    `friedrich hayek ve mont pelerin toplantıları üzerine`

    soru: hayek’in köleliğe giden yol adlı eserini okuduğunuz zamanı hatırlıyor musunuz? üzerinizde bir etki bırakmış mıydı?

    friedman: evet, muhakkak bir etkisi oldu. bazı temel fikirlerin son derece açık ve net bir ifadesiydi. tutkulu bir insandan heyecanlı bir savunma idi, dolayısıyla, çok ustaca kaleme alınmıştı. bu tür sorunlarla ilgilenen bizler için sanırım müthiş bir etkisi oldu. esasen ben sık sık etrafına bakmış ve insanlara görüşlerini neyin belirlediğini sormuşumdur. serbest piyasalar ve serbest girişimden yana olan insanlara, daha önceleri daha farklı düşünen insanlara, düşüncelerini değiştiren şeyin ne olduğunu sormuşumdur. sadece iktisatçılardan, profesyonellerden bahsetmiyorum, genel olarak sıradan insanlardan bahsediyorum, çoğu vaktiyle sosyalist veya hükümet kontrollerinden yana olup da daha sonra serbest piyasalar görüşüne gelmiş olan insanlardan. iki isim tekrar tekrar karşıma çıkıyordu: biri hayek ve köleliğe giden yol adlı eseri, ikincisi de ayn rand, atlas silkindi, adlı eseri ve diğer kitapları.

    soru: 1947'de friedrich hayek'in ilk mont pelerin toplantısına davet edilmiştiniz.neden?

    friedman: pekâlâ, esas itibariyle kayın biraderim aaron director vesilesiyle davet edildim. university of chicago'da ders veren bir iktisatçıydı, hayek'in köleliğe giden yolu amerikalı yayıncılara teslim edildiği zaman, eseri birinin ardından öbürü reddediyordu. eser sonunda, kısmen aaron director'ın araya girmesi sayesinde university of chicago press tarafından yayımlanmıştı. o sırada kendisi chicago'da değil, washington'daydı, ama yayınevinin müdürünü tanıyordu, chicago'da hocalık yapan frank knight'a da çok yakın biriydi. dolayısıyla, aaron köleliğe giden yol’ un basılmasında önemli bir rol oynamıştı.

    bu arada, aaron daha önce de london school of economics'de bulunmuş. hayek’le orada tanışmıştı. hayek'in, mont pelerin toplantısını yapabilmenin imkânlarını araştırırken, temas halinde olduğu insanlardan biri de kendisiydi.
    böylece aaron chicago üniversitesi'nden bir grup insanı organize etti. içlerinde ben vardım, george stigler vardı, frank knight vardı ve tabii aaron director vardı.

    soru: mont pelerin'de ne tür insanlar toplanmışlardı? toplantının amacı neydi?

    friedman: toplantının amacı çok açıktı. hayek ve orada onunla birlikte olan insanlar, özgürlüğün ciddi biçimde tehlikede olduğuna inanıyorlardı. savaş sırasında her ülke ekonomiyi organize etme işinde büyük ölçüde devlete yaslanmış, bütün üretimi silahlanmaya ve askeri amaçlara kaydırmıştı ve de savaştan, savaşın merkezi planlamanın işe yarayabileceğini göstermiş olduguna dair yaygın
    bir inançla çıkılmıştı. bu inanış, bu konuda sözde daha önce rusya nın çıkarmış olduğu düşünülen dersi daha da kuvvetlendirmişti. özellikle sol olmak üzere, genellikle ingiltere,birleşik devletler ve fransa'da, hatta her yerde entelektüeller,rusya’yı merkezi planlama konusunda başarılı bir deney olarak yorumlamışlardı.dolayısıyla her yerde güçlü haretetler söz konusuydu.ingiltere’de seçimi bir sosyalist[clement attlee] kazanmıştı.fransa'da planlamanın yolda olduğuna dair işaretler vardı. bu nedenle her tarafta hayek ve başkaları özgürlüğün fena halde yara aldığını ve dünyanın planlamaya doğru yönelmiş olduğa bu hareketi durdurabilecek entellektüel bir akım geliştirmek zorunda olduğunuzu düşünüyordu. köleliğe giden yolun teması buydu. esas itibariyle mont pelerin cemiyeti köleliğe giden yolu tıkama, özgürlüğe giden bir yol açma, bir hareket
    başlatma girişimiydi. orada kimler mi vardı? iktisatçılar vardı, sonra tarihçiler. çoğunluğu iktisatçılar ve tarihçilerdi, ama birkaç gazeteci ve işadamı da vardı. sosyalizme doğru kayan genel entellektüel akıma rağmen, serbest piyasalara, politik ve ekonomik özgürlüğe olan inancını koruyan insanlardı bunlar. hayek'in bildiği, tanıdığı, seyahatleri sırasında karşılaştığı insanlar.

    soru: hayek'in bu toplantılardaki rolü neydi, kişilik olarak nasıl biriydi? onunla ilk karşılaştığınız zaman o toplantıydı sanırım.

    friedman: hayır, kendisiyle daha önce de karşılaşmıştım. abd'de köleliğe giden yol üzerine seminerler verdiği sırada chicago'da karşılaşmıştık. hayek'in rolü neydi? birincisi toplantının sorumlusu oydu, toplantıyı o organize etmişti. orada bulunacak insanları o seçmişti. önemli bir kısmı bir isviçreli kaynaktan gelmekle birlikte, toplantıyı finanse etmek için kullanılan paranın temin edilmesine yardım etmişti. toplantının isviçre'de yapılmasının nedeni de oydu zaten. toplantılardaki rolüne gelince, açılış oturumunda bir konuşma yaptı ve zihninden geçenleri ortaya döktü. birçok başka insanla birlikte gündemi tespit etti. bazı oturumlara başkanlık etti, tartışmalara katıldı, başından sonuna kadar çok etkili bir katılımcı oldu.

    soru: o toplantılardan bazıları çok çok fazla gerginleşmişti. sanırım [ludwig] von mises bir keresinde patlamıştı.

    friedman: ya, evet, patladı. evet, gelir dağılımı konusunda, kolay kolay sosyalist veya egaliteryen (eşitlikçi) denemeyecek—lionel robbins gibi, george stigler gibi, frank knight gibi, benim gibi—insanların yer aldığı bir tanışmanın ortasında, mises ayağa fırlayıp "hepiniz bir alayı sosyalistsiniz ulan," dedi ve odadan çıkıp gitti. (gülüşmeler) mises çok keskin görüşleri olan ve görüş farklılıklarına
    karşı oldukça hoşgörüsüz olan bir insandı.

    soru: hayek'in kişisel tarzı nasıldı? nasıl bir kişilik yapısına sahipti?

    friedman: oo, kişisel olarak hayek sevimli bir insandı, saf bir entellektüel. hakikat ve anlayış meselesiyle ciddi olarak ilgileniyordu. bu açıdan mıses den çok farklıydı. tarzları hiç birbirine benzemezdi. hayek görüşlerde ihtilafa düşmeyi kabul eder, tartışmak, nedenlerine inmek ve münakaşa etmek isterdi. ne zaman olursa olsun çok kültürlü ve hoş bir sohbet arkadaşıydı. uzun yıllar mont pelerin toplantılarının tartışmasız baskın siması oydu.

    keynes üzerine

    soru: john maynard keynes'in üzerinizde ne tür etkisi oldu?

    friedman: pekâlâ, the general theory of employment, ınterest, and money (istihdam, faiz ve paranın genel teorisi) adlı kitabını herkes gibi elbette ben de okudum. daha önceden de epey bir keynes okuduğumu söylemeliyim. esasen, kanaatimce, yazdığı en iyi kitaplardan biri sanırım 1924'te yayımlanmıştı. a tract on monetary reform(parasal reform üzerine bir risale) adlı eseri bence gerçekten, uzun dönemde, çok daha sonra gelmiş olan genel teori den çok daha iyi bir eserdi. dolayısıyla, keynes ile yüksek lisans öğrencisi iken muhatap olmuştum, genel teori gündemdeydi. herkes onu konuşuyordu. genel atmosferin bir parçasıydı. hazine'de çalışırken tutmuş olduğum bazı notlara sonraları geri dönüp bir göz atınca o zamanlar ne kadar sandığımdan da fazla keynesyen olduğumu farkettim. (gülümser) o halde bendeki etkisi neydi? bu etki, öteki herkesin üzerinde olduğu gibi, para politikası yerine maliye politikasını vurgulama, daha özelde de, faiz oranına kıyasla para arzına göreli olarak daha az dikkat sarfetme şeklindeydi.

    soru: daha kişisel bir düzeyde onunla nasıl bir temasınız oldu?

    friedman: keynes'le mi? onunla olan tek temasım, editörlüğünü yaptığı economic journal dergisine bir makale teslim etmek şeklinde oldu, ki kendisi bu makaleyi beğenmemiş ve yayımlamayı reddetmişti. bunun haricinde kendisiyle kişisel bir temasım olmadı.

    soru: red gerekçesi neydi?

    friedman: efendim, benimki londra ve cambridge'de profesör olan a.c pigou'nun yazmış olduğu bazı şeyleri eleştiren bir makaleydi. keynes bana mektup yazarak, benim makaleyi pigou'ya gösterdiğini, pigou'nun eleştiriye katılmadığını, bunun üzerine makaleyi reddetmeye karar verdiğini söyledi. söz konusu makale daha sonra quarterly journal of economics'de yayımlandı, pigou da buna bir cevap yazdı.

    soru: keynes'le yolları ayırmaya ne zaman ve neden başladınız? ilk kuşkularınız neydi?

    friedman: savaştan hemen sonra, chicago üniversitesi'ne gelip de para ve paranın iktisadi dalgalanma ile ilişkisi üzerinde çalışmaya başladığım zaman. tam olarak ne zaman olduğunu söyleyemem, ama kısa süre içinde, üzerinde çalıştığım olgular bana, keynesyen teorinin söyledikleriyle çelişir gibi görünmeye başladılar.

    soru: üzerinde çalıştığınız sırada, bu işlerin pek de `sanıldığı gibi olmadığından
    kuşkulanmaya` başlamanıza yol açan şey neydi?

    friedman: müsaadenizle keynes'in büyük bir iktisatçı olduğunu düşündüğümü söyleyeyim. kanımca istihdam, faiz ve paranın genel teorisinde öne sürdüğü teori çok etkileyici bir teoridir. doğru bir teori gibi. az şey kullanarak çok şey söyleyen bir teori. dolayısıyla, büyük potansiyeli olan bir teoridir. hem biliyorsunuz, bütün bilimlerde ilerleme, insanların test edilebilen hipotezler öne sürmeleri, bunların reddedilmesi ve daha iyilerinin bunların yerini alması ile olur. keynes'in teorisi, bana göre, çok verimli hipotezlerden biri olmuştur - çok akıllıca çok zekice ortaya konmuş bir teori. ama teste tabi tutulduğunda olgularla uyumlu olmadığı anlaşılmıştır. dolayısıyla, keynes'i eleştirmiyorum. bir iktisatçı olarak keynes'in, politik düzeyde olduğundan çok daha fazla olmak üzere, büyük bir hayranıyım. siyasi düzeyde, mesele farklı, ama bir iktisatçı olarak, parlak biriydi ve büyük bir iktisatçıydı. hayati mesele, ekonominin kısa dönemdeki durumunu belirlemede neyin daha önemli olduğuydu. bir yanda yatırımlara, öbür yanda para arzına ne oluyor?

    bir yanda maliye politikasına, öbür yanda para politikasına ne oluyor? keynes'in hipotezinin doğru olmadığına inanmama yol açan ve tekrar tekrar karşıma çıkan olgu şuydu: para arzına ne olduğu yatırımlara ne olduğundan çok daha önemliydi keynesyen teori ile keynesyen-öncesi teorinin, ya da monetarist teorinin arasındaki temel fark, anlaşıldığı üzere, ekonominin kısa dönemdeki hareketini anlamak için önemli olan şeyin, yatırım akımları arasındaki ilişkinin yeni yatırımlara harcanan para miktarının mı, yoksa ekonomideki para miktarı ve bu miktardaki değişmenin mi önemli olduğudur. miktarı derken kastettiğim şey insanların ellerinde bulunan, yanlarında taşıdığı nakit para ve üzerine çek yazabilecekleri vadesiz mevduat hesaplarında tuttukları paradır. para miktarı budur. para miktarı para politikası tarafından kontrol altında tutulur. yatırım tarafına gelince, yatırım akımları özel kişiler tarafından kontrol edilir, ama aynı zamanda, maliye politikası, vergilendirme ve hükümet harcamaları tarafından etkilenen bir şeydir. en önemli yahut temel keynesyen argümana göre, ekonominin belirli bir parçasına değil de gelir düzeyi, istihdam vs. gibi—ekonominin bütününe ne olduğunu etkilemenin yolu, maliye politikasıdır; yani bu iş hükümetin vergileri ve kamu harcamalarını değiştirmesi suretiyle yapılır. parasalcıların ileri sürdüğü argümana göre ise, para arzına ne olduğu, yani para politikası daha önemlidir. bu bağlamda, bu olgularla ilgili rakamlara baktıkça giderek gayet net hale geldi ki, kamu harcamalarına kıyasla para akımı daha önemliydi. maliye politikası ile para politikası aynı yönde hareket ettiği zaman, hangisinin daha önemli olduğuyla ilgili bir şey söylenemiyordu. oysa maliye politikasının bir yöne, para politikasının başka bir yöne gittiği dönemlerde ise, işlerin gidişatını belirleyen şeyin her zaman para politikasındaki değişme olduğu anlaşılıyordu. meslektaşların ve daha genelde insanların fikrini değiştiren büyük olay 1970’lerdeki stagflâsyondu. keynesyen görüşe göre, o dönem ciddi büyük olay genişletici maliye politikasının uygulandığı, dolayısıyla ekonomide büyük bir biçimde genişleme olması gereken. bunun yerine elde aynı anda iki şey, keynesyen görüşe göre olması imkansız iki şey vardı: ekonomide durgunluk ve yüksek işsizlik. fiyatlar hızla yükseliyordu. biz daha önceden böyle bir şey olacağını tahmin etmiştik, böyle bir şey başa gelince de, insanların belki ortada, daha önceleri 'su katılmamış saçmalık' olarak görülen bir şeyler döndüğüne inanmalarını sağlamada çok etkili oldu.

    soru: stagflasyon keynesçiliğin sonu muydu?

    friedman: stagflasyon naif keynesçiliğin sonuydu. açıkçası bugün "keynesyen" terimi istediğiniz her anlama gelebilir, nitekim yeni-keynesçilik diye bir şey de var. ama bu özel sorun, yani stagflasyon naif keynesyen yaklaşımın sonu oldu.

    soru- `keynesyen politikalar deyince aklıma geldi, john kenneth` `galbraith, birkaç gün önce kendisiyle konuşurken, "2. dünya` `savaşı keynes ve politikalarını
    doğrulamıştır" dedi. katılıyor musunuz?`

    friedman: hayır, asla katılmıyorum. ıı. dünya savaşı herkesin uzun süredir bildiği bir şeyi doğrulamıştır. yeterince para basıp harcarsanız görünürde bir faaliyet canlanması ve refah yaratabilirsiniz. doğrulanan buydu. keynes'in tam istihdamın uzun süre nasıl korunacağına ilişkin teorileri doğrulanmadı.

    soru: gerçekte büyük depresyona neden olan şeyin devletin yanlışları olduğunu yazdınız. bugün geriye dönüp bakarsak sizce gerçek neden neydi?

    friedman: pekala 1929 resesyonu, yani bunalımın ilk aşamaları ile bu resesyoyun büyük bir faciaya dönüştürülmesini birbirinden ayırt etmek zorundayız. resesyon sıradan bir iktisadi dalgalanma(iş çevrimi) idi. yüzlerce yıldır resesyonlar tekrar edip duruyor, ama bu resesyonu büyük bir depresyona dönüştüren şey kötü para politikasıydı. federal reserve sistemi işte tam da olan o şeyin olmasını önlemek için tesis edilmişti. bankaları kapatmak zorunda kalacağı bir durumdan, bir bankacılık krizinden kaçınmanız için kurulmuştu. ne var ki, federal reserve sistemi altında, birleşik devletler tarihinin en kötü bankacılık krizini yaşadık. niyetlenilen sonuçları değil de açıkça tam aksi sonuçları vermiş bir başka hükümet tedbiri düşünemiyorum. olan şey şuydu:[federal reserve] para arzının üçte bir oranında azalmasına yol açan politikalar izlemişti. 1929'da nakit para, kağıt para, mevduat olarak piyasada mevcut olan her $100'e karşılık 1933'e gelindiğinde sadece $65 veya $66 kalmıştı. işte bankacılık sistemindeki bu olağanüstü çöküş, dönem boyunca bankaların üçte birinin iflas etmesi, milyonlarca insanın tasarruflarının buharlaşması, bu düşüş tamamen gereksiz, mecburi olmayan bir şeydi. dönem boyunca, federal reserve bunu durduracak güce ve bilgiye sahipti. üstelik o zaman [merkez bankası yetkililerini] sürekli bunu yapmaya teşvik eden insanlar da vardı. bundan dolayı, benim kanaatimce büyük bunalıma götüren şey açıkça bir politika yanlışıydı.

    soru: `bunalım sizin yaşamınızı ve kariyer planlarınızı nasıl etkiledi?` sigorta hesap uzmanı olma planlarıyla işe başladınız, ama iktisatçı oldunuz.

    friedman: efendim, bunda anlaşılmayacak bir şey olduğunu sanmıyorum. yıl 1932. amerikan işgücünün yüzde yirmi beşi işsiz. dünya ile ilgili benim temel sorunum, bolluk içinde kıtlık çekilmesi sorunu... kullanılmayan kaynaklar dururken insanların açlık çekmesi...
    insanların yeteneği olup bunların kullanılmaması. şayet 19 yaşında bir üniversite öğrencisi olsanız hangisi sizin için daha önemli olurdu: hayat sigortası için uygun fiyatların ne olması gerektiği mi, yoksa, dünyanın bu berbat duruma nasıl düştüğünü anlamaya çalışmak mı?

    niçin komünist olmadığı üzerine

    soru: 1930'larda bir yığın insan sola doğru kaymıştı. peki siz neden komünist değilsiniz ve de hiçbir zaman da olmadınız?

    friedman: (gülüşmeler) hayır, hiçbir zaman komünist olmadım. hattâ hiçbir zaman bir sosyalist bile olmadım - [her ne kadar] lisans öğrencisi iken bazı sosyalist fikirlere sahip olmuşluğum belki vaki ise de. ama hiç kuşkusuz [komünist olmamam gerçeği ile] lisans üstü çalışma için chicago üniversitesi’ne gitmem ve ekonomi bölümündeki hocaların klasik liberal ekonomistler olmalarının bir ilişkisi vardır. adam smith'in the wealth of nations (milletlerin zenginliği) adlı, 1776'da, amerikan devrimi ve bağımsızlık deklarasyonu ile aynı yıl yayımlanmış olan kitabı ile başlamış olan klasik iktisat, bilimin nihai amacının birey olduğunun altını çizer. iktisat biliminin izah etmeye çalıştığı soru, sınırlı kaynaklarını farklı ihtiyaçlarını tatmin amacıyla kullanmak için bireylerin birbirleriyle nasıl etkileşimde bulunduğudur. altı çizilen nokta insanların birçok amacının bulunduğudur. bunları tatmin etmek için mevcut olan kaynaklar sınırlıdır.hangi insanların hangi amaçlarının hangi yolla tatmin edileceğine karar vereceğini mekanizma ne olacaktır? klasik liberal iktisatçıların buna cevabı, bu işin serbest piyasalar aracılığıyla yapılmasıdır.

    new deal programını destekleyip desteklemediği üzerine

    soru: peki, büyük depresyon sırasında, şahsen new deal politikalarını desteklediniz mi?

    friedman: artık depresyondan değil, depresyon sonrasından söz ediyorsunuz. en azından depresyonun dip noktası 1933'tür. iki tür new deal politikaları arasında bir ayrım yapmak zorundasınız. new deal politikalarının bir türü reformdur: ücret ve fiyat kontrolleri, mavi kartal ulusal endüstriyel canlanma hareketi gibi. ben bunları desteklemedim. new deal politikasının diğer türü ise yardım ve toparlanmadır... işsizlere yardımda bulunma, işini kaybedenlere iş bulma ve ekonomik canlanmayı teşvik... genişletici bir para politikası. new deal'ın bu kısmını destekledim.

    soru:peki bunları neden desteklediniz?

    friedman: çünkü çok istisnai bir durumdu. bu milletin tarihinde daha önce örneği hiç görülmemiş, olağanüstü zor bir vaziyete sürüklenmiştik. milyonlarca insan işsiz kalmıştı. bir şeyler yapılmak zorundaydı; durum tolere edilebilir bir şey değildi. çoğu durumların aksine, kısa dönemin önem verilmeyi hak ettiği bir durumdu. vurgulamak isterim ki, çok uzun zaman öncesinden bahsediyoruz. çok gençtim, gelişmiş ince düşüncelerim yoklu, tecrübesizdim ve de, şimdi
    söylediğim şeyin gerçekten o zaman inandığımla aynı şey olduğuna yemin edemem. new deal politikalarına karşı özel tutumumun ne olduğuna ilişkin hiçbir kaydım yok. o zamanlar muhtemelen bu tür büyük meselelerden ziyade kendi kişisel çıkarlarım ve konumumu düşündüğümü itiraf etmeliyim. dolayısıyla şimdi yaptığımız şey o zamanki koşullarda düşünmekten çok, geriye dönük bir düşünmedir.

    richard nixon üzerine

    soru: nixon hakkında ne düşünüyorsunuz?

    friedman: nixon 20. yüzyıldaki abd başkanlarının en sosyalisti idi.

    soru: nixon'ın pek çok şeyle suçlandığını duymuştum; ama sosyalist olmakla suçlandığını daha önce hiç duymadım.

    friedman: pekâlâ, fikirleri sosyalist değildi, tam tersiydi, fakat yönetimi sırasında ne olduğuna bakarsanız, her şeyden önce, federal sicil sayfalarının hacmi ki iş dünyası ile ilgili regülâsyonlarla doludur, onun zamanında iki katına çıkmıştır. yönetimi sırasında epa (çevre koruma ajansı) kuruldu, osha (meslekî güvenlik ve sağlık idaresi), oeca [epa'nın uygulanmasından sorumlu idare] - yarım düzine, hatta bir düzine ajans kurulmuştur. böylece endüstri üzerinde bütün bir savaş sonrası dönemde görülen en büyük devlet regülasyonu ve kontrolü nixon yönetimi sırasında söz konusu olmuştur.

    soru: nixon'ın ücret ve fiyat kontrollerini nasıl benimsediğini anlatır mısınız?

    friedman: nixon, bildiğiniz gibi, ıı. dünya savaşı sırasında fiyat kontrol örgütünde idi ve fiyat kontrollerinin çok kötü bir fikir olduğunu anlamıştı, dolayısıyla, fiyat kontrollerine hararetle karşıydı. buna rağmen, 1971’de, 15 ağustos 1971'de. ücret ve fiyat kontrollerine başvurdu. bunun sebebi de bence o sırada etkisi görülen başka bir şeydi, bu ise döviz kuru ile ilgiliydi. sorun bretton woods sistemi ve altın fiyatını sabitleştirme anlaşması ile irtibatlıydı. birleşik devletler 1944'te, bretton woods konferansında, ülkelerin kendi paralarını abd
    dolarına, abd'nin de kendi parasını altına bağlayıp altının fiyatını da 1 onsu $35'de sabitleyecek bir uluslararası finansal sistemi kabul etmişti. ama kennedy ve johnson yönetimlerinin izlediği politikalar yüzünden, bu sistemi sürdürmek çok zor hale gelmişti. enflasyonist politikalar izlemiştik, bu ise dışarı altın çıkışına sebep olmuş, altın fiyatının 1 onsu $35'in üstüne çıkmasını gerektiren bir durum yaratmıştı. 1971'de durum oldukça kritik bir hal almıştı. nıxon bir şeyler yapmak zorundaydı. sadece altın çıkışını yasaklayıp, abd nın altın standardından vazgeçtiğini söylese ve başka bir şey yapmasa, bütün gazetelerin manşetleri, "işte yine o negatif nixon! negatif eylemden başka bir şey yok" diye yazardı. dolayısıyla, o da bunu genel bir ekonomik politikanın, bir canlanma politikasının parçası haline sokarak allayıp pulladı; söz konusu politikanın içinde ücret ve fiyat kontrolleri önemli bir unsurdu ki, bunlar zaten demokratların öteden ben isteyip durdukları şeylerdi. altın penceresini kapatmak ile ücret ve fiyat kontrollerini bir arada sunmak suretiyle, başka türlü politik açıdan negatif olabilecek bir şeyi politik açıdan pozitif hale getirmiş oldu. bunu yapmasının siyası gerekçesi buydu.

    soru: sizin ve george shultz'un oval ofis’te nixon'la çekilmiş bir fotoğrafınız var. o sırada kendisine ne dediniz? neler anlattınız?

    friedman: valla, söz ettiğiniz o olayın tam olarak hangisi olduğunu bilmiyorum, ama sorunuzla ilgili olan görüşme, nixon'ı oval ofis’te george shultz ile
    birlikte son gördüğüm zamandı. nixon benimle görüşmek istediğinde genellikle konuştuğumuz şeyler ekonominin durumu ve para politikasının nasıl gittiği gibi şeylerdi. nixon son derece zeki bir insandı. esasen, benim tanıdığım ıq'su en yüksek kamu görevlilerinden biriydi. nixon'ın sorunu zeka veya önyargılar değildi. onun sorunu, siyasi avantaj sağlamak için ilkelerinden kolayca vazgeçmeye istekli olmasıydı. her neyse yanından ayrılmaya hazırlanırken , başkan nixon bana dedi ki, "bu saçma ücret ve fiyat kontrolleri için schult’u suçlama.” george schultz’u kastediyordu. sanırım ona dedim ki, evet evet, dedim ki, “hayır sayın başkan, george’u suçlamıyorum; sizi suçluyorum!”(gülüşmeler) bu sanırım ona söylediğim son sözlerdi. şimdi, bu hikayenin ilginç noktası şu ki nixon zamanının kayıtları artık kamuoyuna açıldı, kayıtların o kısmını edinmeye çalışıyorum, ama şu ana kadar henüz başarılı olamadım. bu hikayeyi kendimin uydurmadığından emin olmak istiyorum.

    ronald reagan üzerine

    soru: paul volcker'ın ekonomiden enflasyonu `kazımaya nasıl karar verdiğini kısaca anlatır mısınız?`

    friedman: pekâlâ, paul volcker sahneye girdiğinde 1968-69'daydı [volcker] 1969-74 döneminde hazine müsteşarıydı, 1975-79'da new york federal reserve bankası başkanıydı, 1979-87 arasında da federal reserve guvernörler kurulu-nun atanmış başkanı olarak görev yaptı. enflasyon çok yükselmiş yüzde 20'ye yaklaşmıştı. 1979'da yugoslavya'da bir ımf toplantısına katılmıştı, orada insan-lar abd'yi enflasyonist politikalarından dolayı şiddetle eleştirmişlerdi. abd'ye döndüğünde açık piyasa komitesini toplayıp, politikayı değiştireceklerini, faizle-ri kontrol etmeyi bırakıp para miktarını kontrol edeceklerini ilan etti. bu aslında büyük ölçüde sözel bir retorikten ibaretti. gerçekten yapmak istediği şey ise enflasyon düzeyini yansıtmak üzere faiz oranlarının oldukça yükselmesine izin vermekti. ama faizi değil parayı kontrol ettiğini söylemesi daha uygun bir ifade tarzıydı. o zaman için doğru politika para arzı artışını sınırlandırmaktı, bu ise faiz oranının epeyce yükselmesi demekti. karmaşık bir hikaye. tek yönlü değil, çünkü 1980 başında başkan carter taksitli satışlar üzerine bazı kontroller getir-mişti, bu ise kredi piyasasında çok keskin bir daralmaya yol açarak ekonomide oldukça sert bir aşağı doğru gidişe sebep olmuştu. bu gidişi önlemek için, federal rezerv para arzını hızlı bir şekilde artırmıştı. 1980 seçiminden önceki beş ay, savaş sonrası dönemde para arzının en hızlı arttığı beş aylık dönem olmuştu. carter'dan hemen sonra reagan seçilmiş, para arzı da azalmaya başlamıştı, dolayısıyla, bu o zamanki şartlara verilmiş oldukça siyasi bir tepkiydi.

    soru: başkan reagan'ınvolcker'in politikalarına verdiği destekne kadar önemlidir?

    friedman: son derece önemli. savaş sonrası dönemde onun kadar federal reserve' in işlerine karışmadan, müdahale etmeden kenarda duran başka bir başkan olmamıştır. durum şuydu: enflasyonu aşağı çekmenin tek yolu parasal daralmaydı. geçici bir durgunluğa girmeden de bunu yapmanın bir yolu yoktu. daha önceki dönemde yapılan büyük hata, [ekonomide] küçük bir daralma işsizliği önlemek için para arzını olur olmaz hızlı bir şekilde artırma eğiliminin söz konusu olmasıydı. bu dur-ve-devam et politikaları '60lar ve '70lerde fed’ i gerçekten zora sokan çileden çıkartıcı politikalardı. 1980'deki, özellikle de 1981'deki durum buydu. reagan göreve geldikten sonra fed para arzında frene bastı, parasal genişlemeyi yavaşlattı, bu da resesyona sebep oldu. öteki her başkan bu durumda hemen araya girip fed'in para arzını artırmasını sağlamaya çalışırdı. reagan ne olup bittiğini biliyordu. çok iyi anlamıştı ki enflasyonu düşürebilmenin tek yolu geçici bir durgunluğa razı olmaktı, böylece volcker'i destekledi, müdahale etmeye çalışmadı. şimdi, biliyorsunuz, reagan'ın biraz az kafası çalışan biri olduğuna ve böyle şeyleri anlamadığına dair bir mit vardı. bu tamamen saçmadır. bu meseleyi çok iyi anlamıştı. biliyorum ki - sanırım bu konuda bir otorite olarak konuşabilirim - ne yaptığının farkındaydı; temel bir ekonomik amacı gerçekleştirmek için siyasi konumunu riske attığının farkındaydı. bildiğiniz gibi, kendisinin kamuoyu desteği 1982'de çok gerilemişti. daha sonra, enflasyonun, yeterince düştüğü görülünce, fed politikayı tersine çevirdi, para arzını genişletmeye başladı, ekonomi canlandı, bununla paralel olarak reagan'ın kamuoyu des-teği de yükseldi.

    soru: ve o zamandan beri ekonomi oldukça sağlam durumda. [2000 yılı itibariyle]

    friedman: evet, kesinlikle. bence hiç kuşku yok ki reagan’ın attığı bu adım, artı vergi oranlarını düşürmedeki ısrarı, artı deregülasyon üzerindeki vurgusu…
    nixon rejimi sırasında federal sicil'deki regülasyonların kapladığı hacmin ikiye katlandığını söylemiştim; reagan rejimi sırasında bu hacim yarıya düştü. dolayı-sıyla, reagan'ın bu eylemleri 1983'ten itibaren serbest piyasanın yapıcı güçlerini serbest bırakmıştır, ekonomi de o günden itibaren neredeyse tümüyle iyiye git-miştir.

    soru: reagan'ın yaptığı şeylerin hemen hemen aynısı, aşağı yukarı aynı zamanlarda ingiltere'de bayan thatcher tarafından da yapıldı. bu ikisi birbirinden etkileniyor muydu, yoksa, birbirinden habersiz herkesin kendi fikrinin hayata geçmişti?

    friedman: her ikisi de benzer durumlarla karşı karşıyaydılar. ve de şans eseri, her ikisi de benzer fikirlere açıktılar. birbirlerini takviye ettiler. her biri diğe-rinin başarısını görüyordu. kanaatimce, thatcher ile reagan'ın aynı zamanda tevafukken işbaşında olmalarının, iktisadi ve parasal politikalara farklı bir bakış açısının dünya çapında kabul görmesinde son derece önemli bir rolü olmuştur.

    pinochet yönetimialtında şili'deki rolü üzerine

    soru: `maruz kaldığınız suiistimallerden bazılarını ve ne kadar`uçlarda gezinen bir figür olarak görüldüğünüzüanlatır mısınız?

    friedman: efendim, ben buna suiistimal demezdim, gerçekten, (gülüşmeler) bunlardan hoşlanmışımdır. suistimal olarak kabul edeceğim tek olay şili olayı ile ilgilidir;
    allende'nin şili dışına sürülüp, yerine pinochet'nin liderliğinde yeni bir hükümetin işbaşına geldiği dönem. o zaman, tesadüfen, şili'de, allende ile ilişkili olmak gibi bir lekeye sahip olmayan tek ekonomistler grubu chicago üniversitesinde eğitim görmüş, chicago boys (chicago delikanlıları) olarak bi-linen bir gruptu. bir ara ben de başka bir grupla şili'ye gidip orada 5 gün kaldım - üç veya dördümüz chicago'dan idik - şili'nin sorunları üzerine bir dizi seminer verdik, özellikle enflasyon sorunu ve bununla ilgili bir şeyler yapmak için nasıl hareket etmek gerektiği konusunda. komünistler pinochet'yi devirmeye karar-lıydı. bu onlar için çok önemliydi, çünkü allende rejimi, onlara göre, devrimle değil normal siyasi kanalları kullanarak komünist bir rejim kuracaktı. oysa pinochet bu rejimi devirmişti. pinochet'yi itibarsızlaştırmaya kararlıydılar. bundan dolayı da, onun için herhangi bir şey yapmış olan herkesi itibarsızlaştırmak isti-yorlardı. bu bağlamda, ben bir suiistimale uğradım, zira stockholm'deki nobel törenlerinde bana karşı geniş çaplı gösteriler yapıldı. chicago ile santiago'daki konuşmalarda aynı yüzleri gördüğümü hatırlıyorum. bunların beni yıpratmak için gerçekleştirilen organize bir çaba olduğunda kuşku yoktu.

    soru: `bize öyle geliyor ki şili tarihte özel bir yeri hak ediyor, `çünkü chicago teorisini uygulamayakoyan ilk ülke şili. katılıyor musunuz?

    friedman: hayır, hayır, hayır. hiç öyle değil. bir kere, büyük britanya chicago teorisini 19. yüzyılda pratiğe dökmüştü, (gülümser) birleşik devletler chicago teorisini 19. ve 20 yüzyılda uygulamaya koymuştu. dediğinizin doğru olduğunu sanmıyorum.

    soru: o halde şili'yi küçük bir dönüm noktasıolarak görmüyorsunuz?

    friedman: bir dönüm noktası olabilir, ama bunun nedeni chicago teorisini ilk kez uygulamaya koyan ülke olması değildir. asıl önemli tarafı siyasi alandadır, ekonomik tarafı o kadar önemli değildir. orada ilk defa komünizme yönelik bir hareketin yerini serbest piyasaya yönelik bir hareket almıştır. dikkat edin, şili'nin durumuyla ilgili olağanüstü olan şey, askeri bir hükümetin askeri politikaların tam zıddı olan politikalar izlemiş olmasıdır. askeri sistem normal bir iktisadi sistemden, tepeden inme bir organizasyon olması özelliğiyle ayrılır. general albaya, albay yüzbaşıya buyurur, öylece aşağıya doğru devam eder gider. oysa piyasa aşağıdan yukarıya bir organizasyondur. müşteri mağazaya gidip perakendeciye ne istediğini söyler; perakendeci bunu üreticiye iletir ve bu böyle devam eder. dolayısıyla, askeriyede olan temel örgütlenme ilkeleri ile bir serbest piyasa ve özgür toplumun temel örgütlenme ilkeleri neredeyse birbirinin tam zıddıdır, böyle olunca şili hakkındaki asıl dikkate değer husus askeri bir rejimin askeri düzenlemeler yerine serbest piyasa düzenlemelerini benimsemiş olmasıdır.

    soru: şili'ye gittiğinizde santiago'da bazı öğrencilerlekonuştunuz. kendi söz-cüklerinizle`, santiago'da yaptığınız o konuşmayı anlatabilir misiniz?`

    friedman: tabii. santiago, şili'de iken, şili katolik üniversitesi'nde bir konuşma yaptım. şimdi, şunu söylemeliyim ki chicago üniversitesi yıllardır şili katolik üniversitesi ile bir işbirliği içindedir. buna göre onlar bize öğrenci gönderir, biz de onlara iktisat bölümlerini yeniden organize etmelerine yardım edecek insan-lar göndeririz. şili katolik üniversitesi'nde "özgürlüğün kırılganlığı" başlıklı bir konuşma yaptım. konuşmanın özü, özgürlüğün çok kırılgan bir şey olduğu ve bunu da başka her şeyden daha fazla yıpratan şeyin merkezi kontrol olduğu; özgürlüğü korumak için, serbest piyasalara sahip olmak durumunda olduğunuz ve nihayet, serbest piyasaların en iyi şekilde işlemesinin ancak siyasi özgürlüklere sahip olduğunuz zaman söz konusu olabileceği idi. dolayısıyla, o konuşma esas itibariyle anti-totaliteryen bir konuşmaydı, (gülümser)

    soru: o halde, böylece serbest piyasaların enindesonunda pinochet'nin altını oyacağını öngördünüz.

    friedman: kesinlikle. o konuşmanın vurguladığı nokta da serbest piyasaların siyasi merkezileştirme ve siyasi kontrolün altını oyacağıydı. bu arada, şili'de hü-kümetin değil, özel bir organizasyonun misafiri olarak bulunduğumu da söyle-meliyim.

    soru: şili macerasının şöhretinizi olumsuz etkilediğini,` veya daha önemlisi, fikir-lerinizi yaymayı zorlaştırdığını`söyleyebilir misiniz?

    friedman: bunu söylemek çok zor, çünkü sanırım her iki yönde de etkisi oldu. kamuoyunda çok yankı buldu. başka türlü o fikirlerden haberdar olmayacak birçok kişiyi o fikirlerle tanıştırdı. öte yandan, işin siyasi yüzüne bakınca, fark edeceğiniz gibi, entellektüel toplumun, entellektüel elitlerin büyük çoğunluğu, doğrusunu söylemek gerekirse, allende'nin safındaydı, pinochet' nin safında değil. bundan dolayı da şili'de konuşma yapmaya istekli olduğum için bana bir bakıma vatan haini muamelesi yaptılar. bunun müthiş bir çifte standart örneği olduğunu söylemeliyim zira komünist bir ülke olan yugoslavya’ya gitmiş daha sonra çin'de de bir dizi seminerler vermiştim. komünist çin'den dönünce, stanford daily gazetesine bir mektup yazarak dedim ki, "tuhaf bir durum. çin'de de şili'de verdiğim seminerlerin tamı tamına aynısını vermiştim. oysa şili'de söylediklerimden dolayı bana karşı birçok gösteri düzenlenirken, çin'de söylediklerine dair hiç kimseden hiçbir itiraz gelmedi. böyle bir şey nasıl olabilir?

    soru: sonuçta şili [ekonomisi] oldukça iyi birperformans gösterdi değil mi?

    friedman: ya, oldukça iyi. son derece iyi. şili ekonomisi gayet iyileşti, ama daha önemlisi, sonunda merkezi hükümetin, yani askeri cuntanın yerini demokratik bir toplum aldı. dolayısıyla, şili iş dünyası açısından asıl önemli olan şey, serbest piyasaların özgür bir topluma kapı aralamada kendi üzerlerine düşeni yapmış olmalarıdır.

    bugün nerede duruyoruz?

    soru: `apartman dairenizden silicon vadisini hemen hemen görebiliyorsunuz.`enformasyon teknolojisi, internet, ve` yeni ekonominin sizin hayatınızı adadığınız iktisat ve`` siyasetin büyük meselelerini nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?`

    friedman: büyük meselelerin nasıl etkileneceği konusunda aklıma gelen en önemli şey, sanırım internetin hükümetin vergi toplama imkanlarını zorlaştıracak olması. bence bu çok önemli bir faktör. hükümetlerin en etkin şekilde vergi toplayabildiği şeyler hareket etmeyen şeylerdir. bu nedenle servet vergilen her zaman ilk akla gelen vergilerdir, insanlar hareket edebilir, dolayısıyla onlar-dan vergi almak biraz daha zordur. birleşik devletler içindeki eyaletler insanlar üzerinden vergi toplamakta zorlanırlar, ama bir bütün olarak birleşik devletler insanlar üzerinden daha kolay vergi toplayabilir. şimdi internet, sanal alemde, kayıt olmadan iş akitlerinin gerçekleştirilebilmesini mümkün kılmak suretiyle, ingiltere'de bulunan birinin abd'deki amazon.com'dan kitap sipariş edebil-mesini mümkün kılmak suretiyle, abd'deki birinin hindistan'da iş yapmasını mümkün kılmak suretiyle, sanırım sanal alem hükümetlerin vergi toplama olanaklarını çok çok zorlaştıracak, bu da hükümetlerin oynayabileceği rolün azalmasında çok önemli bir etkide bulunacaktır.

    soru:öyleyse bir tür nihai "hayekçi" devletedoğru yürüyor gibiyiz, öyle mi?

    friedman: sanırım öyle bir yoldayız. tabiî bunun avantajları yanında dezavan-tajları da var. suçluların da işlerini daha kolay yapabilmelerini sağlayacak, ancak, biliyorsunuz, her suçluyu aynı kefeye koymamak lazım. şu anda bu kadar suç-lumuz var, zira ihlal edilecek bu kadar yasamız var. birleşik devletlerin duru-muna bakalım. iki milyon insan hapiste, dört milyonu şartlı tahliye edilmiş veya' gözetim altında. niçin? insanların bedenlerine ne vereceklerini kontrol etmeye yönelik yanlış girişimimiz yüzünden. uyuşturucu denen şeylerin, illegal hap yasaklanmış olması hapishanelerin dolmasının önemli bir nedeni. oysa bunlar kurbansız suçlar, suç olmaması gereken şeyler.

    soru: mont pelerin'deki o ilk toplantınınüzerinden yarım asırdan fazla geçmişken,mücadeleyi kim kazandı, kim kaybetti?

    friedman: entellektüel mücadeleyi kimin kazandığı konusunda bir kuşku yok. dünya kamuoyunun algılanan entellektüel görüşünün, bugün 1947'de olduğundan çok daha az merkezden planlama ve devlet kontrolleri taraflısı olduğundan şüphe yok. çok daha müphem olan, pratik mücadeleyi kimin kazandığıdır. bugün dünya 1947'de olduğundan daha sosyalisttir. hükümet harcaması bugün, sadece mutlak rakam olarak değil, gelirin yüzdesi olarak da, hemen hemen her batılı ülkede 1947'de olduğundan daha yüksektir. iş dünyası üzerindeki hükümet regülasyonu daha fazladır. fazla bir millileştirme, bir anlamda sosyalleştirme olmasa da, ekonomiye devlet müdahalesi hiç kuşkusuz artmıştır. bunun doğru olmadığı yegâne ülkeler daha önce komünist sistemin parçası olan ülkelerdir. polonya'da çekoslovakya'da, macaristan'da, rusya'da, ve dünyanın o kısmının tümünde hem entellektüel hem de pratik mücadeleyi bizim kazandığımızı söyleyebiliri. ama batıda, pratik mücadeleyi kimin kazandığı henüz belli değildir.

    soru: umutlu musunuz?

    friedman: ya, evet, gayet umutluyum. beni yanlış anlamayın. şu anda mücadeleyi pratikte kazanmış değiliz, ancak bence uzun dönemde fikirler galip gelecektir ve sanırım entellektüel düzeyde olduğu kadar pratikte de mücadeleyi biz kazanacağız.

    soru: merkezi kontrollerin itibarı kalmadı,hükümetler ciddi oranda geri çekilmiş görünüyor,fakat acaba giderek dahafazla mı regüle ediliyoruz?

    friedman: farklı alanları birbirine karıştırmamak lazım. bazı tür regülasyonlar azalmıştır. fiyatlar konusundaki regülasyonlar ve endüstriler üzerindeki belirli regülasyonlar hafiflemiştir. öteki tür regülasyonlar, özellikle kişisel davranış üzerindeki regülasyonlar artmıştır. dar iktisadi kontrolün yerini sosyal kontrol almaktadır.
    soru: bu regülasyonlardan bazılarının en nihayetinde serbest piyasa için bir tehdit olduğunu düşünüyor musunuz?

    friedman: bunlar serbest piyasaya bir tehdit değildir. insan özgürlüğüne bir tehdittir.

    soru: halihazırda, hükümetlerher tarafta piyasadan çekiliyorlarveya öyle görünüyorlar. sarkaç tekrar aksi istikamete doğrusalınabilir mi sizce?

    friedman: sarkaç kolaylıkla aksi yöne doğru da salınabilir. aksi yöne doğru salınabilecek olmasının nedeni olumlu anlamda insanların bunun böyle olma-sını istemesi değildir. bunun çok basit nedeni şudur: büyük bir gücü elinde bu-lunduran hükümetler olduğu müddetçe, özel çıkar gruplarından müdahale yö-nünde bir baskı her zaman gelecektir. hükümette bir şeyi elde edince, ondan vazgeçmek çok zordur. dolayısıyla, sanırım burada gerçek bir tehlike vardır. bu anlamda savaşın kazanıldığını kolay kolay söyleyemeyiz. kanımca bir toplumu özgür tutabilmek için sürekli çaba sarf etmek gerektiği hâlâ doğrudur. özdeyiş ne diyordu?

    "özgürlüğün bedeli, ebedi teyakkuzdur."

    çeviren: mustafa acar
  • reagan'ın şakşakçısı değildir, resmi olmayan ekonomik danışmanıdır, hatta sırf siyasetle iç içe olmamak için resmi teklifi reddetmiştir. ekonomik danışmanlık şakşakçılık demek değil, ekonomi dışındaki politikaları desteklemek hiç değil. reagan'ın ekonomi dışı politikalarından friedman'ın fikirlerine geçiş mantıken mümkün bile değil.

    dahası latin amerika'daki herhangi bir darbeyi de desteklememiştir. şili'ye atıf yapılıyor galiba ama orada bir destekleme yok. şili'de darbe oluyor, friedman şili'ye ders vermeye gidiyor üniversiteye, pinochet kendisinden ekonomi tavsiyesi istiyor, yaklaşık 40 dakika görüşüyor kendisiyle, bir de abd'ye dönünce ekonomi politikası tavsiyesinden oluşan bir de mektup gönderiyor. bunun benzerini çin'de de yapıyor. yahu adam dünya çapında büyük bir iktisatçı o zamanlar da, sürekli birbirinden farklı rejimlerin devlet yetkilileriyle temas içinde haliyle.

    arkadaşlar siz düzgün eleştiri yapamazsınız zira kötü niyetle hareket ediyorsunuz. bilmiyorsunuz, bilmediğinizi bilmiyorsunuz, kulaktan dolma bir şeyler duyuyor, onu da çarpıtıyorsunuz, akla mantığa taklalar attırıyorsunuz. şunu soldan bir entelektüel için yapsanız da aynısını söylerdim, friedman daha iyi tanıdığım biri olduğu için daha rahat savunurum ya da eleştiririm, o ayrı.

    bu arada bu adamın oğlu david friedman da çok değişik birisi. harvard'dan kimya ve fizik lisansı aliyor, sonra university of chicago'da teorik fizik master ve doktorası yapıyor. hayatında tek hukuk ya da iktisat dersi almamış olmasına rağmen şu an hukuk profesörlüğü yapıyor ve iktisat alanında da ilginç çalışmaları var, hatta ders kitabı bile yazıyor fiyat teorisi üzerine. zeka böyle bi' şey, keşke allah biraz bize de verseymiş ama kısmet...
  • monetarizmin babası, abd'li çiftçinin ise başbelasıdır. kendisinin iktisat metodolojisine katkısı nicel olarak yalnızca bir makaledir; ancak etkisi çok derin olmuştur. the methodology of positive economics makalesi ile metod tartışmalarını altüst etmiştir. bugün iktisat fakültelerinde okutulan aşırı matematiksel derslerin sorumlusu işte bu makale olmuştur. friedman'a göre kısaca, "yaptığınız varsayımların önemi yoktur. buraya takılmayın. önemli olan sizi en doğru tahminlere götürecek olan varsayımları yapmanızdır. gerisi kuru gürültüdür". bu görüş metodolojiden ve felsefeden kaçan birçok iktisatçının nefes almasını sağlamış ve otistik dünyalarındaki yaşamlarına devam edebilme şansı tanımıştır.
  • 1999 tarihli bir yorumu, bitcoin vb yokken:

    "internet, hükümetin rolünü azaltmak konusunda en büyük güçlerden biri olacak. şimdi eksik olan, yakında olacak olan şey ise güvenilir bir online para transferi metodu. internette a'dan b'ye, a b'yi ya da b a'yı bilmeden para transferi yapılabilecek, böylece size 20 dolar göndereceğim ama bunun nereden geldiğinin kaynağı bilinmeyecek."

    detaylı haber linki
  • yasayan en yasli monetarist. kendisi tek para birimli avrupa birliginin kesinlikle cokecegini belirtmistir bir roportajinda.
  • "bedava öğle yemeği yoktur!" sloganıyla ün yapmış iktisatçıydı.
hesabın var mı? giriş yap