• mucize, ilahi dinlerin tamamında mevcut olan bir unsur. dine inancı körüklediği kuşkusuz. mesela biri benim önümde gelip kızıldenizi yarsa ben açıkçası inanç konusunda hiç sıkıntı yaşayacağımı zannetmiyorum.

    lakin ilahi dinlerin en zayıf noktası da bu mucize hadisesi. iki ucu var bu konunun. birincisi kronolojik bir adaletsizlik var. dinin çıkıp yayıldığı ilk 50 yıl promosoyona abanıp her türlü mucizeyi sunduktan sonra kalan binlerce yılı mucizesiz geçirmiş olmamızda ben bir eşitsizlik görüyorum. mesela peygamberlerin yaşam döneminde kimse doğuştan o dine mensup değil, sonradan convert olmuş, buna rağmen kızıldenizler yarılıyor, asalar yılan yiyor, su üstünde yürünüyor, şarap ekmek her türlü şov her türlü eğlence var, ekşi sözlük'ün ilk senesi gibi. ama sonra bir altıncı nesil dinginliği, böyle ciddi bir kuruma dönüşüveriyor devamında binbeşyüz yıl böyle kuru kuru.

    ikincisi bir tutarsızlık var. kutsal kitaplarda anlatılan şekliyle tanrı inancı kalptedir, kanıta ihtiyaç duymaz. tanrının varlığını onunla ilgili hiçbir kanıt yokken kabul etmemiz beklenir. ikibin yıldır da böyleymiş. amma velakin bakıyoruz dinin çıktığı dönem bir takım mucizeler yok efendim güneşi durdurmalar, ayı yarmalar, kavimlere gökten bıldırcın indirmeler, kafirlerin tepesine ebabil kuşları salmalar falan. böyle ilahi aktivite dorukta bir dönem geçmiş. kardeşim diyorum, kızıldenizin yarıldığını gören adamın kalpten tanrı inancına ihtiyacı yoktur. tanrı bunları ne yüzle cennete atmaya karar verir? öyle dedem de inanır. sıkıysa bi tane kitapta yazılanlar yüzünden inan bakalım nasıl oluyor? resmen tanrı uğraşmış insanlar inansın diye. kalp tek başına yetmemiş, olan biten'den de duyurmuş, tema reklamı ve banner da yayınlamış.

    şimdi biri çıkıp aslında dinin mucize safsatasıyla lekelendiğini iddia edebilir. ben de derim ki o leke duruyorsa bazı kişiler öyle istediğinden duruyordur. zannetmiyorum ki bir kişi çıkıp tanrıdan habersiz araya leke sokuşturabilsin. haliyle leke veya değil bu tanrının görmemizi istediği dindir işte. böyle adaletsiz kendisiyle çelişen bir şeye inanmamızı bekliyor. belki tanrı "buna rağmen" inanmamızı bekliyor, belki bu çarpıklığı görüp bulmamızı istedi, ne belli?

    işte mesele burada; tanrı'yla hiçbir şey belli değil.
  • birkaç haftadır insanların gazını almak, öfkelenmelerine engel olmak, ortamı yumuşatmak ve eleştiri oklarının hedefini şaşırtmak amacıyla medya tarafından ikide bir kullanılan süslü kelime. halbuki depremin beşinci gününde enkazdan sağ çıkarılan çocukların hiçbir mucizevi yanı yok, sekiz aylık hamile şaziye korkmaz'ın bebeğiyle birlikte enkaz altında kaldığı gerçeği varken. beş yüzden fazla çocuğun akıbeti bilinmiyor, insanlar haftalardır kayıplarını arıyor. bunlar da kimse oralara uğramadığı için beş gündür aç susuz halde bekleyen çocuk haberlerini mucize adı altında makyajlamaya çalışıyor. depremin on dokuzuncu gününde bir anneye ulaşan çadırın haberini yapıyor mutlulukla. nihayet geldi, artık sıcacık çadırları oldu deniyor. sonra diğer çadırları görüyoruz, çamurların üzerine battaniye sermişler. suları yok leğenin içindeki kirli suda çamaşır yıkamaya çalışıyorlar, çocukları ıslak mendille siliyorlar.

    bu mudur mucize? güç bela, o da büyük ihtimalle dayanışmayla enkaz altından sağ çıkabilen insanların ucu ucuna kurtulabildiği ve en azla yetinmesi gerektiğinin karşılığı yani? insanların yaşaması bir mucizeyse eğer bu koşullar altında hayatta kalmaya zorlanmalarını hangi sıfat karşılar? ben mucize değil, ihmal görüyorum, işe yaramazlık görüyorum, insanlıktan çıkmışlık görüyorum. mucize diye diye insanların dini duygularını manipüle etmeyi görüyorum. tekbir de at sikine konan kelebeğe benziyor bu resmin içinde. aferin size, kaç gün sonra enkaza ulaşıp bir çocuğu kurtarmayı başarabilmişsiniz, alkış mı bekliyorsunuz insanlardan?

    beşinci günde kurtulan insanların olduğu bir yerde mucize sisi altına gizlenmiş ihmaller zinciri konuşulmalı. yirmi gündür poşete tuvaletini yapan insanların seyyar tuvalete kavuşmasını mutlulukla değil kızgınlıkla, öfkeyle karşılamalıyız. bunlar mucize değil, mucize yok, gökten zembille inen bir şey yok, hepsi hükümetin ve yandaş medyanın suçu. bir tane daha ihmalkarlığın mucizevi bir olay adı altında kakalanmaya çalıştığını görürsem aklımı yitiricem.
  • evvel zaman içinde benim bir sevgilim varmış, uzun bir ilişkinin ardından ayrılmışım sevgilimle, görüşmemişim epey bir vakit ve bu epey bir vaktin içinde bir başkası girmiş hayatıma. lakin ben sonradan öğreniyorum ki ben aslında ilk sevgilimden ayrılmamışım. nasıl diye sormayın ben de bilmiyorum ama bir şekilde tek eşlilikten uzaklaşmışım o dönem. tek eşlilik bile yeterince stresliyken benim için bende çifte stres oluşmuş, ilişkilerim ve ben gerilmiş bir halde, bu işe bir son vermeye uğraşıyorum kansız, kavgasız. kızların ikisi de uyanmak üzere bir şeylerin yanlış gittiğinden, ben karar veriyorum ikinci ilişkimi bitirmeye ve en beceremediğim şey olan ayrılık konuşmasını yapmak üzere onu bornova'ya davet ediyorum. bu esnada ilk sevgilim, beni iyi tanıdığından olsa gerek fark ediyor bir boklar yediğimi ve peşime düşüyor (dedektif gibi kızdı allah için). neyse ben kurnazlık ediyorum küçücük beynimle ve kızla her zaman takıldığım yerlerde değil, pek de gitmediğim bir mekanda (büyük park) buluşuyorum. biramızı içiyor ve ben beceriksizce saçmalıyorken ilk uyarı telefonum geliyor bir arkadaştan, "olm nerdesin, x geldi seni sordu çok sinirliydi" gibisinden, o vakit ben anlıyorum ki, kız peşime düşmüş, yakaladığı yerde oyacak beni, hatta ikisi bir olup birlikte oyacaklar, içime bade koyacaklar. daha panik yapmama bile fırsat kalmadan bir başka arkadaşım arıyor "kaç kurtar kendini gibisinden" o anda tek umudum beni bulamaması çünkü takıldığım bir yer değil büyük park. konuşmamı kısa kesiyorum, zaten ne söyediğim de belli değil pek, saçmalıyorum muhtemelen, kız anlatıyor bir şeyler, o da çok kızgın diğeri gibi, hatta bütün dünya kızgın bana o anda. tam işin sonuna varmışken sevgilim dalıyor kapıdan içeri, öfkesi yüzünden okunuyor ve yürüyor bana doğru. ben cümlemi yarıda kesiyorum ve "ölmüş eşek kurttan korkmaz" diyerek yaslanıyorum arkama. artık ne olacaksa olacak, beklemeye başlıyorum fırtınayı. fırtına yaklaşıyor, gözümün içine bakıyor, bir adım önümden geçiyor, fakat görmüyor beni. ben inanmıyorum beni görmediğine, "tepkimi ölçüyor" gibi saçma şeyler düşünüyorum hala, o ise sinirli sinirli dolaşıyor hala masaların etrafından ve çıkıp gidiyor mekandan bakınarak. budur benim kişisel mucizem. o an gökyüzü aydınlansa, bir melek inse ve konuşmaya başlasa benimle "bi sus be birader, yerimizi belli edeceksin" derim. ben görmüşüm mucizemi birkaç saniye önce zaten, meleğe, kanada tüye ne hacet.
  • on numara mükemmel süper aaa uuuu bir film diyemem ,arada sıkıldım , ohoooo dedim , güldüm, ağladım ,ama en beğendiğim yanı filmde hiç kötü adam olmamasıydı . işi bozmaya çalışan , tüy diken, bok eden , bir tane bile kötü adam yoktu , hep birazdan biri çıkar herşeyi mahfeder bizi üzer diye bekledim ama boşuna stres yapmışım , ilk defa bütün karakterlerin iyi olduğu bir film seyrettim. böyle de oluyormuş demek
    içeride geçirdiğim iki saat için pişman değilim o iki saatimi çok güzel insanları , hep iyileri izleyerek geçirdim
    ruhum beslendi , bana çok iyi geldi .. içindeki o mükemmel karakterler için olsun yine izlenir
  • sırf görsellik bakımından gidip görülesi bir film. bundan sonrası spoiler

    -s!-
    aziz konuşamıyorum ve düzgün hareket edemiyorum diye beni deli sandılar dedi. e peki çıplak bi şekilde köyde koşması neydi? başta aziz için aklı yerinde olmayan bi imaj cizilmisken filmin sonlarına doğru hatta daha iyileşmeden uzun bir mektup yazacak kıvama nasıl geldi orası da ayrı
    -s!-
  • oyunculuklarla yırtan, müthiş yavan bir hikayenin filmi. ya da üzerine film çevirmeye pek değmeyecek bir hikayenin diyeyim. mert turak*, ali sürmeli, erol demiröz, talat bulut ve meral çetinkaya izletiyor filmi.

    --- spoiler ---

    aha öğretmeni silahla karşıladılar başka bir köyle kan davası falan var diyorsun, ama yok. aha eşkiyalar geldi bir şey olacak diyorsun, olmuyor. aha okul yok, demek bunun hikayesi diyorsun, 2 dakikada okul yapılıyor. aha kar yağdı biri hastalanacak yetiştiremeyecekler diyorsun, o da olmuyor. dağdaki eşkiya öğretmene gıcık gidecek galiba diyorsun, o da melek gibi çıkıyor teslim oluyor.

    bütün bunlar olurken de köyde engelli bir genç gezip duruyor, deli sanıyorsun çünkü köyde çırılçıplak koşturuyor falan. herhalde filmin mizah öğresi falan olacak diyorsun, ya da okumayı öğretecek buna diyorsun. yan hikayelerden biri daha diyorsun yani. ama sonra bi anlıyorsun ki koca film bu engelli gencin hikayesiymiş.

    --- spoiler ---
  • film başından sonuna doğru yükselen bir seyir izliyor. her saniyede biraz daha içine çekiyor. ilk bir saat ağır ve sıradan ilerliyor gibi görünse de aslında sonrasında olacaklar için zemin hazırlanıyor.

    küçük detaylarda başarısız oyunculuklar aksanlar vs. mevcut ama filmin genelinde işlenen tema çok güzel aktarılmış. arada hayata dair esprili detaylar da standup tarzında gülümsetiyor. tüm ekibi ama özellikle aziz rolünde mert turakı, öğretmen rolünde talat bulutu (ilk sahnelerde kendisini tanıyamadım) ve mahsun kırmızıgülü tebrik ediyorum. bırakın gitmeye pişman olmayı zevk alarak izlediğimiz bir filme imza atmışlar.

    bu arada sözlükçülerin çoğunun gözünden kaçan bir nokta:

    -- spoiler ---

    mektubu aziz değil öğretmen yazmıştır.

    kaçtıkları gece aziz camdan öğretmene bakar ve işte o sırada öğretmen aslında mektubu yazmaktadır. aziz intihar edecekken öğretmenin bulacağım dediği çözüm işte budur. mektup bırakarak azizle birlikte buradan ayrılmak.

    zira azizin babası da durumdan şüphelenmiştir. öğretmen köyden ayrılırken öğretmene 'sana azizi sorasım var ama sormayacağım' tarzı bir şeyler söyler.

    --- spoiler ---
  • mahsun kırmızıgül'ün, russell crowe'a "görüyorum ve arttırıyorum" dediği film.

    budur

    aydemir akbaş'tan "mucizenin bittiği yerde sex başlar" hamlesi acilen gelmeli.
  • mucizelerin gecmiste gonderilmesinin sebebi donemin genel beklentisi ile alakali olabilir. kitap yaz, okumuyorlar, okumazlar. illa gozune gozune sokacan. o donemin insaniyla baska turlu iletisemiyorsun, cok kutler. adam yalvariyor, bir mucize yolla da halk silkinsin, kitaba bir baksin diyorlar. olay o. tabi sonra sonra halk okumaya basliyor (miladdan sonra 500-600 gibi) o zaman mucizeye gerek kalmiyor. kendini okutan bir kitap yazmayi da ogreniyor tabi yetkililer. halklar kitleler halinde kitapi okuyup, kalpten bir inancla baglanabiliyorlar ondan sonra. asil mucize belki de o zaten. kitleler halinde halkin ilgili kitabi okuyup kalpten inanir hale gelebilmesi. daha onceki mucize gerekliliginin artik olmamasi asil ve son mucizenin fonksiyonel mirasi da su olabilir: her seyi bir kalibina uydurabilme mucizesi.

    ki dusun, oyle bir mucize ki bu, herseyin yanitinin 'manali' kilinabildigi somut bir metafizik joker olarak aramizda bugun bile yasiyor. bana herhangi bir metafizik inanistan oyle bir tutarsizlik goster bir sekilde izah edemeyeyim? hatta bundan sonra isim bu olsun. bir ateist olarak her turlu dinsel tutarsizligin aksinin inanc'in verdigi onkabuller uyarinca aciklanabilecegini ispatlayayim. ilgili entry ve basliklara yonlendirecek mesajlarinizi bekliyorum.
  • mor ve otesinin 2. albümünden bir burak guven şarkısı

    güneş doğdu ruhuma
    sustum, umudumu gördüm onda
    birşey bilsem söyleyeceğim
    seni sevdiğimden başka

    aptallığın bile tam bana göre çocuksun sen de
    yok yok yok...
    bu mutluluktan ağlıycam şimdi yok...
    ağlıycam şimdi
    yapma

    bir sözüm bin yere gider
    en sonunda
    gözlerime bir bak yeter

    mutfakta çıplak ayak sesin huzur mu bu,
    mucize arzusu
    sonsuzdum ve mahvoldum
    güneşli gün yalanlarıyla avundum
hesabın var mı? giriş yap