• aşkın tanımının çok güzel bir şekilde yapıldığı kitap. ne eksik, ne fazla...

    --- spoiler ---

    ...oysa aşkın yeterincesi olmaz benim hiç olmamış sevgilim. o ya vardır ya yoktur. hududu, temkini, itidali, tazmini olursa zaten aşk olmaz. var olduğu müddetçe vardır o. ve var olduğu müddetçe de tek biçimde tek hacimdedir. ...

    ...aşk değildi bu. aşk olsa hesap yapacak mecali kendinde bulamazdın. bu kadar hesap yapmaya ne gerek vardı? hepi topu aşk işte. gelir, yaşanır ve günü gelince biterdi.

    --- spoiler ---
  • trabzon tarihinin bilmediğimiz yönlerini anlatarak farklı bir portre çizen roman. sayfalarına yolu düşenleri şehrin ve karşı yakasının 100 yıl öncesinde bir zaman yolculuğuna çıkarıyor.

    kitapta 1. dünya savaşı'na yollanan vatan evlâtlarının ve geride boynu bükük kalan ailelerinin hazin öyküsü, setterhan ve zehra'nın, farklı coğrafyalardan yola çıkarak buluşan iki ırmağın öyküsünden daha çok işliyor okuyanın yüreğine.

    ismail ve "kırık kâfiye"si o devrin kayıplarını, yitip giden gencecik insanları ve umutları o kadar hüzünlü temsil ediyor ki, onlarla ilgili satırları sâkince okumakta zorlanıyor insan, boğazının düğüm düğüm olduğunu hissediyor.

    ve ruslara esir düşen osmanlı askerlerini tren istasyonunda karşılayıp şehitleri defneden, hayatta olanlara ellerinden geldiği kadar yardımcı olan gence halkını, gence millî komitesi'ni ve cemiyet-i hayriye'yi anlatan satırlar gözleri dolduruyor, yitip gitmiş ümmet bilincini gurur ve üzüntü ile yâd ettiriyor.

    nazan bekiroğlu atasının izlerini takip ederek geçmiş(in)e doğru ne güzel bir yolculuğa çıkmış. üstelik sayfa 30-31'de zaman yolculuğuna çıkılırken yanına alınması gerekenler konusunda çok hoş fikirler/ipuçları vermiş, okurken hak verip gülümsemeden edemiyorsunuz.

    fakat setterhan'ın ardında bıraktığı sırrı kitap boyunca -okuyucunun ilgisini taze tutmak için- gizleyip de sonunda behzat amca'ya -neredeyse zorla!- teyit ettirmeseymiş bu kitap daha mükemmel, dört dörtlük olurmuş! neyse, bu kadarcık kusur kadı kızında da olur. ellerine sağlık; bizlere bu kadar akıcı, ağır terimlerle tadını kaçırmadan bir tarih yolculuğu yaptırdığı için.

    kitaptan akılda kalıcı birkaç cümleyi de not düşmek lâzım:

    "doğu ancak doğudadır. orada her ayna seni gösterir. giyimler, şiveler, davranışlar, sosyâl konumlar, çiçekler, ağaçlar değişse de bütünüyle doğuda başlangıçtan beri kesintisiz gelen, değişmeyen bir şey var. doğu bütün ırmakların ortak ana kaynağıdır. gülün yurdu doğudadır." (s.16)

    "yurtlarından ayrı kalmamak için milletlerinden ayrı kalmışlar." (s. 17)
    (bu söz, dağılan sovyetlerin ve halkların durumunu çok iyi özetliyor.)

    "bu kadar az şey mi almış yanına geçmişinden geçerken? bu kadar mı azalmış? bu kadar mı saklanmış? yükü ne kadar da hafifmiş. fakat ne kadar ağır bir azlık bu." (s. 25)

    "geçmişi bizim için mânâlı kılan şey, ona bugünden bakıyor olmamızla alâkalıydı. onun bugün ve yarın için bize vereceği hızdı aslolan." (s. 30)

    *kendi zamanımda tanınmadan adım atmayı seviyordum. yalnızdım ve insanları seviyordum ama yine de yalnızlığımı daha çok seviyordum.* (s. 35)

    *hiçbirimizin kökleri kendi toprağında değil.* (s. 100)

    *ikisinin arasında tekinsiz bir ürperti gibi asılı kalmış, hiçbirine tam âit olamadığı iki dünya arasında parçalanmış, dağılmıştı.* (s. 153)

    *ne olup bittiğini görse de ne yapıp ne edemeyeceğini bilenlere özgü teslimiyetli bir acizlik içindeydi.* (s. 154)

    ve bir de kısacık, çok güzel ve anlamlı bir duâ da yer alıyor kitapta:

    *allah'ım, şu ellerimin işlediği bütün günahları affet. şu ağzımın söylediklerini, dilimin dönüp de kelimeye çevirdiklerini, aldığım bütün yasak ve yanlış kokuları, yüzümü çevirdiğim hatalı yönleri, şu kulaklarımın duyduğu duyulmaması gereken sözleri, benim yüzümden benim başıma gelenleri, kendi ellerimle kendi boynuma sardıklarımı ve şu ayaklarımın yürüdüklerini affet.* (s. 271)
  • nazan bekiroğlu'nun diğer kitaplarına nazaran daha kolay okunan ve daha sürükleyici romanı.

    --- spoiler ---
    büyük hanım küçükken ya cennet yoksa diye düşünür ve korkardı. bu gördüklerinden sonra cehennemin olmamasından korkuyordu.

    --- spoiler ---

    tam böyle değildi ama bu kapıya çıkan bir cümle var kitapta.
  • yazarın yanına oturup uslu uslu hikayeyi dinler gibi okudum, belki ayni denizin cocuğu,belki aynı kıyının insanı, belki aynı yeşili, bahçede aynı nar ağacını görerek büyüdüğümüz için. o harşitin denize döküldüğü yerde çayın yanına oturduk birlikte ağladık, güldük. ben giresun'a döndüm biraz daha bilerek bu coğrafya vetarihini, o dibi kalaylı kazanına döndü. aynı savaşlara giden büyük dedelerimiz, amcalarımız, dayılarımız belki de bu kadar duygulandırdı. ama en çok benim babaannemden bana kalan eski takvime göre 12 ayın nasıl hesap edileceğinin anlatıldığı sayfalarda mutlu gözyaşları döktüm ki pek çok kişiye aptalca gelebilir bu. hele birde batum'u anlattıya. eline koluna sağlık yazanın, karadenize bakanın gözlerinin.
  • nasıl yazılmaz! kapağında şu cümle yazılı kitap;

    --- spoiler ---

    ''sen öyle çağırmasan, ben böyle gelmezdim.''

    --- spoiler ---

    edit:imla
  • kahramanlarının tanışması için sabırla 400 küsür sayfa devirdiğim ve sayfaları çevirirken de sinir olduğum ama aynı zamanda;

    "oysa yaşamaya çalışmak en büyük yorgunluktu. ölümü beklemek bile yorgunluktu."

    "bunca yolu yürürken yaşımın üstünde büyüdüm ben. mahşerlerin içinden geçtim. sandım ki öldüm de cehennemdeyim ama ne zaman öldüğümü bilemedim."

    "ama bundan sonra cennetinin yokluğu değil, beni cehenneminin yokluğu korkutur."

    gibi afilli cümleleriyle gönlümü almayı başarabilmiş romandır.
  • çocukluğumun geçtiği evin bir bahçesi vardı. öyle bildiğimiz bahçeler gibi ekilip biçilen türden değil, çoğu betondan ibaretti ve iki ağaç bulunurdu içerisinde: biri nar, biri dut.

    balkon kapısını açtığımda ilk nar ağacını görürdüm. hüzünlü görünürdü bana hep, karşısındaki dut gibi her gün atraksiyon yaşamıyordu, dalları eğilip bükülmek zorunda kalmıyordu. bütün gün dut ağacının dallarına ilişirdik eve gelen haylaz misafir çocuklarıyla, dutlar olgunlaşmaya başladığında silkelenmedik, basılmadık dalını bırakmazdık onun. nar ağacı bizi sessizce izler gibi orada dururdu; dili olsa şikayetçi olur muydu bilinmez ama anasını ağlattığımız dut ağacı kadar yakınmazdı zannediyorum.

    nar ağacı türküsü duyulmaya başlandı o günlerde; iki sokak ötede de ya belkıs akkale, ya da ona tıpatıp benzeyen bir abla oturuyordu. nihayetinde hep güleryüzle bakan biriydi, onu gördüğümde mutlu hissederdim kendimi. bahçemizdeki nar ağacı o türküyle daha güzel görünüyordu bana, o ablanın neşesini devralmış gibi hissediyordum. dut ağacı her kahrımı çeken sadık bir dost, nar ağacı ise türkülere konu olan sessiz sevgili haline gelmiş gibiydi hayatımda. balkon kapısını açıp göz göze geldiğimizde sevgi dolu bakışlarla bakıyordum ona; o narsız olur muydu? yarsız olur muydu? olamazdı, olmamalıydı...

    o evden taşınmak zorunda kaldık sonra, gittiğim evin yakınındaki incir ağaçlarına dadanmaya başladım hemen. unutmaya başladım nar ağacını, dut ağacının yeriniyse cami bahçesindeki bir benzeri alıverdi.

    yıllar geçti ve aslında o vakur sevgilimi hiç unutmadığımı anladım zamanla, türküsünü her duyduğumda onunla göz göze gelişimizi anımsadım. çoktan kuruyup gitmiştir belki; lakin ben onu hiç narsız bırakmadım, asla yarsız bırakmadım. ilk sevgilim gibi kazıdım onu beynimin albümüne, şimdi de buraya kopyalıyorum en saf halimle...
  • akademisyen edebiyatçı nazan bekiroğlu romanı. 1. dünya savaşı işgal yıllarında trabzon ve aynı dönem iran'da yaşananlar detaylıca, resmedilmiştir. romanın tarihi zeminde ilerlediği kısımları son derece sürükleyici, bilgilendirici ve ilgi çekiciyken; anlatıcının günümüze dönüp, geçmişin izlerini sürerken izlediği yol haritasına dair olan bölümler bir miktar da olsa sakil kalmıştır.

    yazarın, akademisyen edebiyatçı ve muhafazakar kimliğinden kaynaklanıyor olacak, bir çok cümlesini edebi klişelerle süslemesi ve tüllendirmesi, şahsen bende lüzumsuz bir estetik kaygı güttüğü izlenimini uyandırdı. misal şu minvalden: "oysa yumuşak, sarımsı şubat güneşinde yıkanan tül perdenin gül gölgeleri defterimin üzerinde oynaşıyordu" cümlelerin çok fazla kullanılmış olması doğrusu beni zaman zaman boğdu. zira hayatın içinde bu kadar yoğunlukta ve sıklıkta estetik anların, sanatsal karelerin yaşandığına ve algılandığına okuyucuyu kimse inandıramaz.

    romanı içerdiği aşk hikayeleri yönünden de abartılmış saflıkta buldum. yazar, bir yandan savaşın insanları canavarlaştırdığından dem vururken, öte yandan pürü pak duygularla yaşanmış tertemiz aşklar var etmeye çalışmış. bu yönüyle roman yer yer yapmacık durmuş, hikaye sanki anlatıcının ataları lehine kayrılmış gibi sunulmuş.

    bu sebeplerle roman zaman zaman, hani sanki standart edebi bir çerçeve varmış da tarihi anekdotlar bu çerçevenin içine oturtulmuş hatta doktora tezi yazım kılavuzu yönergesinde oluşturulmuş bir metinmiş algısı uyandırıyor. çok fazla çay tüketimine sebebiyet veren bu eserin her şeye rağmen, dokunaklı bir çok cümlesinin ve sahnesinin olduğunu da kabul etmeli.

    --- spoiler ---

    -aşkın sebebi yok, zamanı var. aşk bir cürmün başlangıcı, ihlaller mukaddimesi, hak iddiası. hepsini göze aldı.

    -bir tek veya milyon, farketmezdi. çünkü birinin ölümü her birinin ölümü gibiydi. çünkü her insan bir evrendi ve her ölüm evrenin sönüşü demekti. bu yüzden bir tek masumun dahi öldüğü yerde hiçbir haklı gerekçeden söz edilemezdi.

    -seni unutmak için yaşadıklarımı, yaşadığım şeyi unutmak için de seni hatırlıyorum. ama mümkün değil hiçbirini unutamıyorum.

    --- spoiler ---

    edit: ettim etmedim yazmadan durunamadım: ben şimdi insanların beğenisi yada zevkini eleştirmeyi asla seven biri değilimdir. lakin bir arkadaş bu kitabın yazarı için "orhan pamuk'u ikiye katlayıp çapraz şekilde cebine koyacak kadar büyük bir yazar" demiş. sanırım dili sürçmüş. yoksa allah daş eder, aman deyim!
  • bursa'da yaşadığım günlerde baharda çiçeklenmesine bayıldığım ağaçtı. bahçeme dikmek isterdim, nasip olmadı.

    şimdi izmir'de yaşarken sonbaharın en sempatik şeysi olarak karşıma çıkıyor! evlerin balkonuna uzanan dallarındaki o narlar öyle şirin ki, bakıp bakıp gülümsüyorum. bana bu günlerde yaşam sevinci veren şeylerin başındasın nar ağacı. taş evimin hemen kıyısına dikeceğim senden bir sürü. baharda çiçeğinle mest et, hazanda dallarından sarkan narınla, kışın da tanelerinle kırmızıya boya hayatımı...

    beş sene sonra gelen düzenleme: bir nar ağacı diktim, baharda yeşermesi şu an en büyük beklentim... her hayal bir gün gerçek olur-muş...
  • keyifle okuduğum, 3 günde bitirdiğim, techir yıllarını özellikle merak ettiğim trabzonu da anlatan nadide eser.
hesabın var mı? giriş yap