• bundan 5 sene önce, bahçeşehir-taksim express otobüslerinde tanışmıştık. ben elinde koca bavuluyla taksime gitmeye çalışan insan, ağustos sıcağından üzerime yadigar kan ve ter eşliğinde otobüsün ön koltuğuna zor atmıştım kendimi. o sırada dışarıda ayakkabılarını boyatmakta olan, gömlek üzerine koyu renk ceket giymiş fötr şapkalı beyefendinin de aynı otobüse binip, yanıma oturmak için şapkasını çıkarıp izin istemesine çok şaşırmıştım.

    yol uzun. onda da bir çanta, bende de... önce dönüp, şapkasını çıkararak seyahat etmek için benden izin istedi. tabi ben, o taraklardan pek habersiz yeni nesil edamla dönüp "tabi ki canım sorun değil" şeklinde sıradan bir tepki verdim. sonra ismimi, cismimi, işimi, gücümü sormak suretiyle konu konuyu açtı... hemen çantasına uzandı. yanlış hatırlamıyorsam tiyatro dergisinin bir sayısının onur konuğuydu ve kendi adına yönelik bir dergi sayısı bahşedilmişti. hemen bir sayfa açıp kalabalık bir fotoğraf gösterdi;

    - bakın, bu muhsin*, bu da ben... iyi çocuktu! biliyor musunuz, bu karedeki adamlardan benim dışında bir de şu yaşıyor. hepsi öldü anlayacağınız... geçende doğumgünümdü, telefon açtı kutladı o da... kapattıktan sonra öyle anlamsız geldi ki aslında...

    - niye anlamsız olsun ki?

    - beni bu dünyaya bağlayan kişilerin hepsi öldü. bir kızım yaşıyor. hani burayı bırakıp gitmemek için bir sürü neden varken, şimdi o nedenlerin çoğu öbür tarafa geçti. öyleyse burda kalmanın manası ne? neden hala burdayım onu da bilmiyorum. ödül mü, ceza mı?

    o an farkettim ki, hiç bu tarafından düşünmemiştim hayatın. içim burkuldu. sonra sordum o çantayla nereye gittiğini;

    - saat tam üçte randevum var bir hanımefendiyle. beden biter ama aşk bitmez. sizi de 30 yaşımda görsem, hiç düşünmez izdivaç teklif ederdim.

    ikimiz de gülümsedik, yola devam ettik.

    sonrasında ona verdiğim kartvizitimden birkaç kez ofisi aradığını öğrendim. ancak sürpriz yapmak istiyormuş, telefonunu bırakmamış.

    şimdi bu ismi görünce içim burkuluyor.

    ondan en az altmış sene geriden gelen bu halimle kendimi ondan daha yaşlı daha, daha mat, daha bet hissettiğime...

    arkasında durduğu o hislere şu gençlikte bile erişemediğime...

    bir telefonuna "merhaba" diyemediğime...

    demek ki "yaş" sadece bedenin kullanım süresini mezar taşına kazıyan rakamlarmış.

    onun içindeki çocuk ise artık gökyüzünde oynayanmış.

    bu entry de o an farkına varılamamış anlamların, yıllar sonra çıkarılan günahıymış.
  • tiyatroyla cok ilgili olmamamdan dolayi kendisini sadece gezetelerden okudugum kadariyla bilirdim bir de arada televizyonda rastlardim.
    bir gun bindigim sirkeci halkali treninde tanistim kendisiyle.yol boyunca konusup sohbet ettik.esenyurt taraflarinda bir yerlerde oturdugunu ogrendim.
    konusurken uzuluyordum aslinda.yokluk vardi gozumun onunde.baska bir ulkede nedir nasildir bilmiyorum omrunu sanata vermis insanlara harcamis bir adama neden devleti milleti sahip cikmazdi.dusunsem ki zamaninda parayi buldu sikinin keyfine harcadi aslanlar gibi yedi icti desem o da olmamis ki bu 90 lik cinara.oynamis oyununu dusmus evinin yoluna ancak bir kac filmde gormus yasamasi gereken hayati.
    bir tarafta iki kelimeyi biraraya getiremeyen siktiriboktan adamlar sefa icinde yuzerken icim acimisti trenden inip aktarma yapmasi gereken bu necdet'e.
    geriye bir kartviziti kaldi elimde bir de icap edilememis cay daveti.
    nur icinde yatsin
    hakettigi guzelligi bulundugu yerde bulsun
  • vefat haberi her zamanki gibi gazetelerin ''bir köşesi''ne atılıvermiş,5 haziran 2004 tarihinde sanat hayatına 94 yaşında veda etmiş büyük oyuncu,kibar ve nezih insan.
    tek kusuru 90/60/90 vücut ölçülerine ve gerzek bir beyne sahip olmayışıydı.lakin bunlara sahip olsa 06.06.2004 tarihli hürriyet adlı gazetede manşete çıkmasına ramak kalan ''didem taslan adlı mankenin birbirinden iç gıcıklayıcı pozları gala'da..'' şeklindeki haberi yerine kendisinin vefat haberi bulunurdu. (bkz: welcome to turkey)
    toprağı bol olsun üstadın.
  • kizi jeyan mahfi'nin parasi olmadigi icin cenazesini sehir tiyatrolari kaldirdi... ama arkasindan abideyi kaybettik edebiyati yapiliyor ama abide hayattayken yaslanacak agaci, dali yoktu... nur icinde yatsin, gittigi yerde sartlar buradan daha iyidir herhalde...
  • sahne üzerinde inatla ve ısrarla geçirdiği 71 (evet; yetmiş bir) seneye imrenilesi, büyük saygı duyulası, büyük usta. bu azmine, bu tiyatro sevgisine, bu hayata bağlılığına kendisini bildim bileli hayran olmaktaydım. terk-i diyar eylemiş olması, bu duyduğum saygıyı azaltmayacak elbet. yalnız, son röportajlarından birinde, bu kadar senelik tiyatro hayatına rağmen ev alacak parasının olmaması, kızının yanında kalması yüzünden söylediği "müthiş kırgınım" cümlesi çok hazin geldi bana. aşikardır ki, bu sebeple kırgın gitti. böyle bir tiyatro emektarının, böyle zorluklar yaşamasını hazmetmek kolay değil. sanata ve sanatçıya verilen değerin seviyesini acı şekilde gösteriyor bizlere. iki tane dandik kaset yapan kıçı kırık şarkıcı bozuntusuna "sanatçı" denmesi, böyle büyük ustalara hakaret değildir de nedir? necdet mahfi ayral, içi boşaltılmış sanatçı değil, dopdolu büyük ustaydı; 96 yıllık bir tiyatro çınarıydı. mekanı cennet olsun; nur içinde yatsın...
  • 2003 yilinda mehmet gureli tarafindan biyogrifisi cekilmistir. filmin adi alin kullanin beni, daha fazla bilgi icin
    http://www.altyazi.net/temmuz04/vizyonotesi.html
  • baba olarak genlerindeki oyunculuk becerisi ve ışıltısı jeyan mahfi'ye aynen geçmiştir.
    merhum olsa da yaşayanlardan..
  • çok kısa olsa da kurtuluş dizisinin 1. bölümünde görülen rahmetli.
  • eşkıya filminde budala'yı hatırlatırcasına "sen de artık vatanına dönmelisin andruşka mişkin. kendi topraklarına gömülmelisin. varsın komünistler geri dönsün." cümlesini söyleyen bir beyaz rusu oynayan rahmetli tiyatro efsanesi.
  • zati sungur'un ilk grup müdürüdür kendisi. ayrıca bir ömürlük dostudur.
hesabın var mı? giriş yap