• alt sınıflara türbanı, içki yasağını, homofobiyi yakıştıran gökhan özgün gibi (mesela bkz: #13108890), kendisiyle, ailesiyle, dostlarıyla, komşularıyla, sınıfdaşlarıyla asla yanyana düşünemeyeceği şeyleri, başkaları için düşünüyor, istiyor, makul buluyor. kendisi kızıl saçlarıyla jaguarında gezer, paris-istanbul arası mekik dokur, çok satan gazetelere coşkulu mülakatlar verirken başka bazı kadınlara moderniteyi eleştirmek için burkaya girme misyonu yüklüyor. eskiden de yaptığı çok farklı değildi, şimdi hem (türkiye'den batı'ya) ölçeğini genişletmiş hem de (türbandan burkaya) radikalleşmiş.
  • ahmet güntan'ın "talibanı kendi sessizliğine bırakmalı" temalı romantik denemesine benzemiş göle'nin modernizmin baskıcı yayılmasına karşı burkanın karanlığını savunması. ahmet güntan şair adam, aklı bir karış havada diyelim de sanki modernizme karşı savunulan karanlık kadının kendi seçimiymiş gibi kabul edip romantik savunuyu bunun üzerinden kurmak nasıl bir akıl tutulmasıdır onu anlamak zor.

    bir de belki ilgilidir diye bakarsınız: foucault iran mevzuunda çuvallayanda.
  • modernizmin çiğ ışığına, düzleştiriciliğine, tek tipleştiriciliğine karşı gölgeli, loş bölgeler önerisi şüphesiz ilginç. ve evet, hatta kışkırtıcı, zihin açıcı; amenna, şükela... ama bu farklılığı, alternatifi burka üzerinden tarif etmek, her şeyden önce o karanlığa hapsedilen kadınlara ayıptır. "kendi tercihleridir" denilemeyecek bir karanlıktır, bir hapislik halidir oradaki. "bu kadar tantana koparmasını eğlenceli buluyorum... burkanın hatırlattıklarını, burkanın karanlığının rahatsız ediciliğini seviyorum, düşündürücülüğünü seviyorum" cümlelerinde geçen burka,başlı başına bir varlık, bir özne değildir efendim; onun içinde bir "insan" vardır... buradaki sorun, tam da göle'nin yaptığıdır: burka özneleşmiş, içindeki insan ise nesneleşmiştir. buradaki özgürleşme vaadi nedir; bu nasıl bir özgürleşme tahayyülüdür, bilemedim. kaldı ki, hoşgörüyü, farklılıkları, düşündürücülüğü dine ve dinî simgelere tıkıştırmak; daha da önemlisi özgürlüğün yolunu evvela burkadan ve sair simgeden geçirmek de başka türlü bir mahkûmiyet hali. (bkz: akıl tutulması). ne diyeyim? burkalasak da mı saklasak, burkalamasak da mı saklasak? benim de "burka edebiyatı"na katkım budur (bkz: buyrun buradan yakın).

    titizlenme edit'i: söz konusu röportaj taraf gazetesinde yapılmıştır. http://www.taraf.com.tr/…aranlik-ve-guzel-burka.htm

    naçizane öneri edit'i: neşe, eğlence, şen şakrak muhalefet; katı rasyonel beyin eleştirisi, vs. demişken, parfümün dansı başta olmak üzere tom robbins külliyatı, bol miktarda nick hornby ve otostopçunun galaksi rehberi'ni tavsiye ediyorum kendisine. şimdilik bunlarla bir başlansın bakalım...
  • bu bogazici ekolünün "sosyal bilimleri açın" tarzının en uç noktasına varma halidir. o zamanlar gençtik, çeşitli metaforlarla süslenmiş konuşmalar benzeşmeler edebi bir keyif de tattırıyordu. lakin bokunu çıkarmanın da bir sınır olmalı

    burka = karanlık
    karanlık = gizemli bir yanlızlık
    burka = gizemli yanlızlık

    şimdi sosyal bilimleri açın açın deyip dönüp dolaşıp aristo mantığına vararak farkına varmadan çemberi tamamlıyorsak, bu kişinin artık bittiğini göstermektedir. geçtim akademisyen kapasitesini, ilkel tanımlama kategorilerini bile becerememektedir.

    yazık olmuş demiycem, eskiden de çok bişi değildi ama bu kadar aciz düşünme biçimlerine sarılabiliyor olması insanı üzmüştür. hayır aysel gürel'in kocamn gözlüklerinin boyalı saçlarının elbette bir "beni görün" yakarışı vardı ama bilirdik ki aysel gürel tarzı diye birşeyi yaratacak kadar da ilkeli ve tutarlıydı. şimdi o da kalmadı. yaşlılığından iyice korkuyorum.
  • anladığım kadarıyla nilüfer göle "de" özneyi kendinde şey olarak görüyor, ya da görüyormuş numarası yapıyor. ama bukowski'nin ihtiyar adamın notları'nda yazdığı "her sey ne ise odur baska seylere bagımlı olmaksızın." sözünü konu özneyken doğru olarak kabul edemezsiniz çünkü onu o şey haline getiren kuvvet kendi seçiminden çok daha çok iktidarın seçimidir. iktidarın seçimi bireyin zorunluluğudur. bu yüzden özneye özgürlüğünü geri vermeyi savunurken bunu muktedirin yapmak istediği doğrultuda yapmak hata yapmak olacaktır. hele bunun için bir de burkaya romantik anlamlar yüklemeye çalışmak iyice karikatürleşmek demektir. aman diyim.
  • bastırılmış olanın geri dönüşü sosyoloğu, araçsal aklın sömürgeleştirdiği büyüsü bozulmuş yaşamdünyamızın biricik analizcisi. fakat tutarlıdır. 1980’leri özal dönemini çoğulculuk, demokratikleşme, özerk toplumsal güçlerin gelişmesi, kamusal alanın genişlemesi gibi terimlerle ele alırdı. neoliberal birikim modelini, devletin geri çekilmesini, piyasayı kutsar, bunda demokratik bir öz bulurdu. şimdi burka'da arıyor kimi cevherler. islamcı hareketlerin gelişimini yeni toplumsal hareketler bağlamı içine oturttu.* nefis bir göle, eleştirisini faces of the state’de yael navaro-yashin yapmıştı. jürgen habermas’ın kuramsal mimarisiyle uyumluydu iki farkla. ilki, habermas’ın avrupamerkezciliği meselesi, diğeri ise habermas’ın seküler hümanistliği. göle, islamcı hareketlerin gelişiminde demokratik, çoğulcu bir cevher bulurken, habermas, sekülerleşmeyi demokratik kamusal alanın onsuz olunmaz bileşeni olarak görür ve arasına mesafe koyardı. evet kesinlikle turist. john urry’nin, bauman’ın turisti.
    ben ise sevişirken fazla ışık sevmiyorum.
    * “toward and autonomization of politics and civil society in turkey”, politics in the third turkish republic metin heper, ahmet evin (der), westview press, 1994, s. 213-222.
  • son röportajıyla bana perihan mağdenin “kemalist öğretmenden çok nefret ediyorum o yüzden çarşaflıları tercih ederim” tadındaki muhteşem sosyolojik tespitini hatırlatmış sosyolog. aynı çocuksuluk, aynı şımarıklık.

    zaten şımarıklık kendini “çok eğleniyorum ben bunlarla” bakış açısıyla da belli ediyor.
    nedir eğlendiren nilüfer hanımı? avrupalıların burka görünce şaşırmaları. ne demek istiyor nilüfer hanım? heyy avrupalılar ben türkiyeli bir akademisyen olarak sizin modernitenize ve avrupa merkezli –avrupa tek merkezli- doğrularınızın ötesinde dünyalar olduğunu biliyorum. 'avrupa'ya karşı çıkış' aracı olarak, avrupa tarafından –batı diyelim- ötekileştirildikçe belli kişilerin eline teslim edilmiş olan islam konusu, ortadoğulu ve türk akademisyenlerin gözdesi oldu. güzel bir hareket alanı sağladı. sırf sokaktaki gözlemlerinizi ya da aile örüntünüzü anlatsanız bir sosyal bilimci lügatıyla, avrupa entelijansını etkilemeye yeter. bu konuları seçen çoğu insan başka konularda gelemeyecekleri belli konumlara da geldiler. tabii ki bu durumu belirleyen batının diğer konuları yalayıp bitirmiş olmasıyla da ilgilidir.

    sonuçta ne demeye çalışılıyor. "öteki de vardır."
    hadi ya?

    herneyse öteki nedir peki? bunu tanımlıyor muyuz? batılı değerlerle bir seçim midir öteki? burkanın bir seçim oluşu ya da kültürün bir parçası oluşu bu kültürün varlığını kabul etmek ve onaylamak arasında bırakıyor bizi. bir kültürü onaylamama hakkımız yok mu? political correctness mevzusu sebebiyle artık yok. islamofobi suçlaması yememek için/yüzünden batı –müslüman olmayan kimse- islam eleştirisi getiremez oldu. e islamın kendi içinden islam eleştirisi çıkmadığını da geçen bilmemkaç yüzyıl gösterdi, gösteriyor zaten. böylelikle elimizde kendi aydınlarından, kendi yöntemleriyle eğitilen ama öteki nosyonlar bulaşan öteki kültür aydınlarına, yoldaki adamlardan, akademiye kadar eleştiri yağmuruna tutulan bir batı var. batıya bu noktada modernleşme de diyebiliriz, aydınlanma da. modernleşmenin ve aydınlanmanın araçlarını kullanarak modernleşme ve aydınlanmayı kıyasıya eleştiriyoruz. elbette de böyle olmalı. ama karşısına koyduğumuz ne? karşısındakileri de eşit ölçüde eleştirebiliyor muyuz? yoksa islamofobik görünmeme çabası islamı eleştirmemizi, politically correct olma zorunluluğu bizden olmayanı eleştirmemizi imkansız hale getirdiği için mi en kolay çakılan yere -hala ve hala yılmadan sıkılmadan- batıya geçiriyoruz?

    bence konu bu.
    karanlığı aydınlığa tercih etmenin dayanılmaz hafifliği için aydınlıkta olmak gerekiyor. çünkü karanlıkta -elektrik icat edilmediyse özellikle- aydınlığı seçme şansımız yok. elektriğin icat edilmediği yerde de burka bir tercih olmuyor bu noktada. ve aydınlık karanlık bir tuşa basıp basmama seçimi kadar basit meseleler diiller.

    kemalist öğretmene karşı çıkmak, modernitenin şeffaflığına karşı mahremin –oryantalizmin dibine vurmuş yarı erotik bir mahrem kapalılık algısı olması en rahatsız edici kısmı bu röportajın bence/ki zaten oryantalist ve erkek bakışıyla baktığı eleştirisini de en azından burada pek güzel yemiş çok şükür nilüfer hanım- karanlığını “çekici” bulmak gibi şımarıklıklar elbet hoş görülebilir. ama çocuk zihinlerin ürünleri olduklarını görmek de bazılarına üzücü geliyor.
    boun -özellikle boun sosyoloji- bunların çocuk bahçesidir. bütün academia da yeri gelir olabilir.

    şahsen bana farklı olmak/yeni bir bakış açısı getirmek/sosyal bilimde çığır açmak vb. adına artık gerçekten temel şeylerin bile sorgulanması çok garip geliyor.
    sanırım evrensel değerlerin tamamının sorgulanmasına doğru geliyoruz. kadın erkek eşitliğinin eşiti ya da alternatifi gibi kadın erkek eşitsizliği "farklılık" adledilir hale geldiğine göre, yaşam hakkının yerine karşıt olarak diil alternatif olarak "yaşatmama hakkı" falan da gelecektir. burka seçimse, cihad da seçim diil mi kuzum?
    bu da “farklı bir bakış açısı” olacak sanırım. çok çılgın değerlendirilecek.
    batı kendi değerlerini sorgulama/özeleştiri adına doğrularını da belli yanlışlıklara fazladan bir müsamaha göstererek yitiriyor.
    buradaki en temel problem de bence "islamofobi" olgusu.
    ne yazık ki islamofobik olmamak adına islam eleştirisi getiremiyor batı ve getiremeyecek. islam doğası gereği zaten kendi kültüründe kendi eleştirisini getirebilir diil. dolayısıyla eleştirilemeden ve evrilemeden daha da tehlikeli bir hal alarak ilerleyecek.
    eleştiri -bilimsel bakış açısı vb.- sadece batı kültüründe bulunduğundan batının -doğru yanlış- bütün kavramları eleştiri bombardımanıyla yıpranır ya da yavanlaştırılırken -aydınlanma, bireysellik, iletişim, eşitlik vb.- doğunun pek çok kavramı -kadın sünneti, cemaatçilik, burka, türban, çok eşlilik vb./doğu sadece budur demek istemiyorum aynen batının sırf aydınlanma, bireysellik vb olmaması gibi- sırf batının kendi kendini eleştirmesine meze yapılmak için eşdeğermiş, alternatifmiş gibi değerlendiriliyor.

    ben political correctness adına artık iyice cozutulduğunu düşünüyorum.
    saygı masalı içerisinde en temel şeyleri söyleyememeye başladık.
    burka, turban vb. kadın erkek eşitsizliği bu saçmalığın bir göstergesi ve temel bir göstergesi.
    daha da ileriye gidecekler. haklar tanındıkça adamlar avrupanın ortasında burka ve cami diil 4 kadınla evlilik, mahkemede 2 kadının şahitliğini istediklerinde, recm dediklerinde, kadın sünneti dediklerinde ne yapılacak?
    farklılıklara hoşgörü nerede başlayacak ve bitecek çok mühim.
    ve bu sınırda bence türban -bir kadın/erkek eşitsizliği aracı olarak- iyi sınav verilen bir araç olmadı.
    kapılar açıyor. ve bu açılan kapılardan geçebilecek fikirler sadece modernite eleştirisi diil. temel bütün kavramlara -adalet, eşitlik, özgürlük- zararı dokunacak ve dokunuyor.

    kolonyalist ve faşist geçmişini aşma travmalarını aşamadıkça avrupa entelijansı, başı önünde olacağından islam eleştirisini –bu eleştiriyi çıkaramadığı belli olan- islam alemine bırakacak.

    ya da böyle nilüfer göle gibilerin elinde kalacak bu alan.
    karanlık/aydınlık olayına çekip. “hep aydınlık hep aydınlık biraz da karanlık olsun canım nolucak” şımarıklıkları ortaya çıkacak.

    oysa aydınlıkta yapılacaklar bellidir. karanlıkta yapılacaklar da...
    iki eşit opsiyon diildir aydınlık ve karanlık. hele ki elektrik henüz bulunmamışsa ve okumak için ışık gerekiyorsa vb...

    edit: jimi the kewl burka tartışmasının fransada görsel/güvenlik üzerinden gittiğini hatırlatıp doğru noktalara değinmiş.
    ancak yine de beden bütünlüğünü devlet -güvenlik gerekçesi- zoruyla sergileme zorunluluğu ile din zoruyla kapama zorunluluğu arasında kalmış/bırakılmış insanların durumu için eğlenceli ve kışkırtıcı değerlendirmelerini yapmayı şımarıklık görmeye devam ediyorum.
    ayrıca bence tartışılması gereken diğer konu -fransa özelinde- "güvenlik" gerekçesinin politically correct bir alan olarak seçilmiş oluşu mu -yani gözetlemek/görmek isteyen kameralı, big brother, mahremiyet ihlali manyağı panaptikoncu gözetlemeci devlet burkalıların bedenlerini mi görmek istiyor gerçekten?- yoksa gerçekten bir sosyologun ya da ülkenin burkayı tartışması gerektiği mi? -aslında burka temel bir problem de güvenlik bunun bahanesi mi? "bireysel özgürlükler sınırlanmamalı" görüşünden ötürü, birey bireyselliğe zorlanıyor, insan insanlığa zorlanıyor, kadın kadınlığa zorlanıyor konumunda kalınıp bu noktada birey diil cemaat, insan diil hayvan, kadın diil 'erkek köleliği', aydınlık diil karanlık demek bir alternatif/tercih mi?-
  • gerçekten bazen bazı insanların okuma ve okuduğunu anlama kabiliyetini ölçebilen ultra maharetli bir alet yapmak istiyorum. nilüfer göle'nin verilmiş bulunan linkteki söyleşisinden burka mıdır, berke midir ne haltsa o kıyafeti benimsediği ve mümkünse genç kızlara önerdiği sonucu mu çıkar? bu nasıl çıkarılabilir? göle buradaki söyleşisinde iki farklı dünya algısını ve bunların sunduğu iki zıt temayülü iki farklı sembolle, yani ziyadesiyle baskın kılınmaya çalışıldığını düşündüğü şeffaflıkla örtülülüğü ortaya koyup 'ben tümden şeffaflığa karşıyım' diyor. ancak bunu kuvvetli bir vurguyla yaptığı için göze batıyor. söyleşiden okuyup üzerine düşünelim:

    *
    soru: fransa'da da burka tartışması var. siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

    cevap: ben çok kışkırtıcı buluyorum. herkes burkanın karşısında: müslümanlar, laikler, kadınlar, siyasetçiler... burka azınlığın gücü, modernitenin aydınlık dünyasından kopuş. gölgeyi, karanlığı hatırlatıyor bana. ne güzel! her şey aydınlık mı olacak kardeşim. tam mahrem. biz "modern mahrem" diyorduk. bu, modernliğe karşı tam karanlık. ben de zaten tam aydınlıktan yana değilim!
    *

    burada ilkin göle'nin 'kışkırtıcı' bulduğu şey, burkanın kendisi değil, "siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?" sorusundaki 'konu'dur, o 'konu' da "fransa'da da burka tartışması"dır. çünkü tam şeffaflığı bir sorun olarak gören göle'nin muhakemesine göre "burka azınlığın gücü, modernitenin aydınlık dünyasından kopuş" olması açısından burada "kışkırtıcı" bir tezat ve buna bağlı olarak yine "kışkırtıcı" bir tartışma meydana getiriyor. bu tartışmanın kendisiyle ilgili yeterli dökümana ulaşayım, tez vakitte ben de kışkırtıcı bulacağım söz. zaten devamında "ben de zaten tam aydınlıktan yana değilim!" retoriğini işleterek bu batı modernitesinin itelediği şeffaflığa karşı böyle bir direnişin <eskiçağ tıp diliyle söylersek, bedendeki yamulan kısmı aksi yönde eğercesine> ortaya çıkmış olmasını kayda-değer buluyor. bu, bu kadar basit. kendisine sorarsanız, <hani pati'nin verdiği "şımarıkça" perihan mağden örneğindeki gibi> "burkalıyı, çıplağa tercih ederim" diyeceğini sanmıyorum. olsa olsa haslama cay'ın da tespit ettiği gibi "boku çıkmış bir metafora bezeme" olabilir burada. zira sosyolog da olsa bir kadın, kadında "kışkırtıcı" bulduğu bir şeyi mutlaka kendinde de dener ve kışkırtıcı olma fırsatını asla ama asla kaçırmazdı, demek ki kışkırtıcılığın yönü farklı.

    "olsa olsa boku çıkmış bir metafora bezeme" dediğim şeyi zaten "neden?" sorusuna cevap olarak açıklıyor göle: "çünkü batı aydınlanmacı felsefenin bugün geldiği nokta şeffaflaşma: özel alanda olduğun gibi kamusal alanda ol, her şeyi bilelim." burada sunmuş olduğu görüşe karşı gelirsin, dersin ki "ulan batının aydınlanma felsefesi gele gele buraya mı geldi yani? senin yapacağın sosyolocik tespite kafam girsin!", ama buradan kalkıp göle'yi "burka karanlığına tutkun" ya da "burka karanlığının yılmaz savunucusu" kılamazsın, daha doğrusu kılarsın da, kendi başına kılarsın. çünkü göle, yukarıda da dediğim gibi ancak 'boku çıkmış bir metafora bezeme'den öte bir günah taşıyor görünmüyor. kaldı ki söyleşinin devamında hedefini gayet açık bir şekilde de ortaya koyuyor. "burkarım karanlığını seviyorsunuz yani?" sorusuna şöyle cevap veriyor: "bu kadar tantana koparmas<ını> eğlenceli buluyorum... burkan<ın> hatırlattıklarını, burkanın karanlığının rahatsız ediciliğin<i> seviyorum, düşündürücülüğü seviyorum." (yalnız çok yazım yanlışı var, şimdi kopyalayınca şey oldu, olmaz!) göle'nin bu tespitinde de hatalı ya da problemli görmüş olduğu batı şeffaflığına böyle bir tepki doğmuş olmasını ve bizzat batının göbeğinde böyle bir tartışmanın belirmiş olmasını "eğlenceli" bulmasıyla, burkayı bir insana yakıştırabilmesi arasında sizce bir fark yok mu? ikisi aynı şey mi sizin muhakemenize göre? bunun ayırdına varmanız gerekiyor, yoksa size söyleşi haram.

    dahası kırk yıllık kani olur mu yani, bildiğimiz göle bu. göle'de her daim "sosyologluğundan ileri gelen bir kamplaşmaya gitmeme, aksine -kendi deyimiyle- aşırı bireyci bir tutum izleme" [*] temayülü başından beri siviç on geliyor. beni asıl şaşırtan göle'nin zihninde beliren "batı modernitesinin bir şekilde insanları -ama özellikle de kadınları- kendi mahremiyetine çekilemeyeceği ölçüde birbirine açık hale getirdiği" düşüncesinin açıkça beyanı olan, söyleşideki şu ifadelerin gözden kaçmasıdır: "unutmak istediğim ama burkanın hatırlattığı birse var: mahremiyet ve her şeyin görünür olamayacağı. modernleşmenin önemli özelliklerinden birisi her yeri aydınlatmaktır. çok güzel, her yer aydınlatılsın. daha güvenceyle dolaşıyoruz, sokak da bize, kadınlara ait oluyor, iş modemitenin bir parçası, ama kadar çok ki, bazen çok göz alıyor, gölge, loş alan bırakmıyor. loşluğa katlanabil kimse yok, florasan lambaları. işte bu noktada burka kavgası bize kaybettiğimiz şeyleri hatırlatabilir..." burada göle'nin yadsımadığı ve "kışkırtıcı" bulduğu şey burkanın kendisi değil, burkanın -göle'ye göre- kaybedilen mahremiyet algısının yeniden hatırlanmasını sağlayacak bir tartışmaya yol açmış olmasıdır. kadın bunu dile getirebilmek için daha ne demeliymiş bilmiyorum. bu gayet açık.

    cemaatçilik oynamak isteseydi bu kadının eline bu fırsat çok geçti, ancak göle'nin genel retoriğinde akademisyenliği aydınlığına ağır bastığından -ki bu da kendi ifadesidir, kaynak için ikinci yıldıza bkz.- kendi içinde gayet tutarlı bir şekilde otoriter sekülerliğin -özellikle de türkiye'de- sempati/antipati düzlemini yarattığını, oysa bunun yerine hakikî bir modern toplumda empati ve mobilite olması gerektiğini savunuyor . bu empati ve mobilite yani kişinin kendisini karşıdakinin yerine koyması ve yer değiştirmesi, toplumda sekülerlik dahil olmak üzere herhangi bir yapısal iradenin tahakkümcü bir mekanizmaya dönüşmesini engelliyor onun zihninde [**]. buna bağlı olarak göle bu söyleşide de, evvelki bu görüşüne sadık kalıp anti-burkacılık da dahil olmak üzere, kişi üzerinde uygulanabilecek herhangi bir tahakkümü dışlıyor görünür. bana göre göle kendi içinde gayet tutarlı bir görüşü savunmakla birlikte herhangi bir cemaatçilik oyununu da oynuyor değil.

    dahası göle'nin burka denilen giysiden kat be kat daha açık olan türbanı bile "mütedeyyin ailelerdeki kızların böyle bir çevrede topluma sağlıklı bir şekilde karışabilme" aracı olarak gördüğünü [***] düşünürsek, hıristiyan batının göbeğinde gümbürtü koparmış burka gibi bir giysiyi ideal olarak sunduğu sonucuna varamayız, ki söyleşideki ifadeleri de zaten bunu göstermiyor -yukarıda açımladım-.

    ben de nilüfer göle'nin kimi tespitlerine katılmama hakını kendimde saklı tutuyorum, örneğin mobilite-empati şeyinin batı modernitesi için -önceden veya gelinen noktada- bir modus teşkil ettiğini düşünmüyorum. her şeyin fazlası zarar, empatinin fazlasından kaynaklanıyor da olabilir tüm bu batılı sıkıntılar! geçelim ironiyi. başından beri kendinden olmayana barbarismus diyen batılı idare kafası, belirli tarihin hiçbir noktasında kendinden olmayana empatiyle yaklaşmamıştır. burayı her yüzyıldan öyle az buz değil, tam anlamıyla köşe noktası örnekleriyle bezemeye gerek yok. dahası göle'nin türkiye'nin özal'la komplekslerinden kurtulmaya başladığına ilişkin tespitine de tam katılamıyorum, çünkü bu da önceki tespitine bağlı. göle'ye göre, az evvel bahsetmiş olduğum mobilite-empati eksikliği k.ö. (kemalizm öncesi) değil k.s. (kemalizm sonrası) meydana gelmiştir. ümmetçi osmanlı geleneği de -yine aynı mantıkla diyeceğim gibi- fazla empatiden yıkılmış olabilir. "(özal'la birlikte) artık soru sormaya başladık" diyen bir kafa göle [****]. bununla ancak elif şafak'ı kandırabilir, ki kandırabilmiştir de, bu değerli aşk yazarımız middle east report'taki "transgender bolero" başlıklı yazısında -hem de nilüfer göle'den alıntı yaparak- kemalizmin kadınları açılmaya zorlayan bir nitelikte yeniden biçimlendirdiğini söylemiştir [*****].

    yukarıdaki şeylere karşı çıkıyorum, siz de istediğinize karşı çıkın tamam da, önce kadın ne demiş, neyi kast etmiş soluklanıp okuyun, sonra derdinizi anlatın. sonuçta hiçbirimizin göbek bağı nilüfer göle'yle birlikte kesilmedi, o da bir insan ve o da yanılabilir. aklınızı başınıza devşirin, bundan sonra sizinle arama mesafe koyuyorum.

    yıldızlar geçidi

    * nilüfer göle, toplumun merkezine yolculuk, ufuk kitapları, 2. baskı, 2003, s.19.
    ** nilüfer göle, "authoritarian secularism and islamist politics: the case of turkey", in augustus r. norton (ed.), civil society in the middle east, (leiden and new york: 1996), pp.17-43.
    *** nilüfer göle, a.g.e.
    **** n. göle, toplumun merkezine yolculuk,..., s.79.
    ***** elif shafak, "transgender bolero", middle east report, no. 230 (spring, 2004), p. 29, published by: middle east research and information project.
  • (bkz: burkayla şaka olmaz)

    kaldı ki aynı şeyi ahmet altan kerpiç evlerle denedi. sonuçları hep biliyoruz biz. bu da ötekileştirmenin başka bir çeşidi olsa gerek. hayatının bir döneminde burka giymemiş/zorla giydirilmemişsen veya bir kerpiç eve dokunmuşluğun yoksa, bırak kelamın da içinde kalsın. nasıl olsa kerpiç evde yaşayanlar yahut da burka giyenler seni hiç okumadı, okumayacak da. beni türk entelijansiyası fikrine düşman ediyorsunuz. aslında kamyon kasasına doluşup afganistan'a gitseniz, o romantize edip durduğunuz burkalar ve kerpiç evler sizi bekliyor olur. ama sizin canınız filan da çok değerlidir şimdi diğer yandan.

    ekleme: mahremiyet kapanmakla olmaya da bilir. göle, kendi zavallı ve sağlıksız mahremiyet tanımında, alelade bir oryantalist batılı'nın kendi normlarında ve pratiğinde olmayan şeyde gizem arayışıyla yola çıkıp nasıl da çuvallıyor. mesela çıplaklıkta mahremiyet bulunmaz mı? bu mudur yani senin mahremiyetten anladığın? ben böyle çarpık bir düşünceyle yola çıkan insanın düşünsel olarak ne kadar ileri gidebileceğinden şüpheliyim. peki akıldaki gizem, içsel mahremiyet yok mu? burka yerine hamsun'un mysterier'i veya tanpınar'ın veya herhangi başka bir yazarın psikolojik romanı mahremiyeti ve gizemi hissettirmede daha fazla iş görmez mi? kaldı ki içsellik benim özgürlüğüm, sonradan yaratılmış bir şeffaflık normu adına kendimi itiraf etmek durumunda kalacaksam, bu güzel bir şey değil, distopyanın dik alasıdır. çünkü kendimi hangi norma göre itiraf edeceğim veya ortaya koyacağım da sağlam bir temele oturmuş değildir. bu kadar saçmalamaya kimsenin hakkının olmaduğını düşünüyorum.
  • modernin herşeyi görünür kılma çabası karşısında burkanın gizlediği mahremiyeti seven sosyolog. parantez içinde bir aydınlığa karşı karanlık, teşhire karşı mahremiyet: tezat üzerinden güzel betimlemeler ama burda olmamış. burka giymek zorunda bırakılan kadınlara "türk-kadın bir sosyolog var, sizin burkayı modernist teşhirciliğe karşı nanik yapmak olarak görüyor" desek, ne deseler haklı olurlar (bilemedim şimdi ne derler, ben kesin küfür ederdim) bir de kışkırtıcı demiş. burkanın kışkırtıcılığını, giymek zorunda olan kadınlara sormak lazım tabi o ayrı, ama sırf kürsülerden, köşelerden, kitaplardan, cemiyetten ahkam kesen modernistleri kışkırtıyor diye burkaya fayda atfetmek ...... sonunu getiremediğim bir cümleye ve bi şekilde bağlamak adına kendisini faydalar faydasız teorisi üzerine kitap yazmaya davet etmeme sebep oldu.
hesabın var mı? giriş yap