36 entry daha
  • son röportajıyla bana perihan mağdenin “kemalist öğretmenden çok nefret ediyorum o yüzden çarşaflıları tercih ederim” tadındaki muhteşem sosyolojik tespitini hatırlatmış sosyolog. aynı çocuksuluk, aynı şımarıklık.

    zaten şımarıklık kendini “çok eğleniyorum ben bunlarla” bakış açısıyla da belli ediyor.
    nedir eğlendiren nilüfer hanımı? avrupalıların burka görünce şaşırmaları. ne demek istiyor nilüfer hanım? heyy avrupalılar ben türkiyeli bir akademisyen olarak sizin modernitenize ve avrupa merkezli –avrupa tek merkezli- doğrularınızın ötesinde dünyalar olduğunu biliyorum. 'avrupa'ya karşı çıkış' aracı olarak, avrupa tarafından –batı diyelim- ötekileştirildikçe belli kişilerin eline teslim edilmiş olan islam konusu, ortadoğulu ve türk akademisyenlerin gözdesi oldu. güzel bir hareket alanı sağladı. sırf sokaktaki gözlemlerinizi ya da aile örüntünüzü anlatsanız bir sosyal bilimci lügatıyla, avrupa entelijansını etkilemeye yeter. bu konuları seçen çoğu insan başka konularda gelemeyecekleri belli konumlara da geldiler. tabii ki bu durumu belirleyen batının diğer konuları yalayıp bitirmiş olmasıyla da ilgilidir.

    sonuçta ne demeye çalışılıyor. "öteki de vardır."
    hadi ya?

    herneyse öteki nedir peki? bunu tanımlıyor muyuz? batılı değerlerle bir seçim midir öteki? burkanın bir seçim oluşu ya da kültürün bir parçası oluşu bu kültürün varlığını kabul etmek ve onaylamak arasında bırakıyor bizi. bir kültürü onaylamama hakkımız yok mu? political correctness mevzusu sebebiyle artık yok. islamofobi suçlaması yememek için/yüzünden batı –müslüman olmayan kimse- islam eleştirisi getiremez oldu. e islamın kendi içinden islam eleştirisi çıkmadığını da geçen bilmemkaç yüzyıl gösterdi, gösteriyor zaten. böylelikle elimizde kendi aydınlarından, kendi yöntemleriyle eğitilen ama öteki nosyonlar bulaşan öteki kültür aydınlarına, yoldaki adamlardan, akademiye kadar eleştiri yağmuruna tutulan bir batı var. batıya bu noktada modernleşme de diyebiliriz, aydınlanma da. modernleşmenin ve aydınlanmanın araçlarını kullanarak modernleşme ve aydınlanmayı kıyasıya eleştiriyoruz. elbette de böyle olmalı. ama karşısına koyduğumuz ne? karşısındakileri de eşit ölçüde eleştirebiliyor muyuz? yoksa islamofobik görünmeme çabası islamı eleştirmemizi, politically correct olma zorunluluğu bizden olmayanı eleştirmemizi imkansız hale getirdiği için mi en kolay çakılan yere -hala ve hala yılmadan sıkılmadan- batıya geçiriyoruz?

    bence konu bu.
    karanlığı aydınlığa tercih etmenin dayanılmaz hafifliği için aydınlıkta olmak gerekiyor. çünkü karanlıkta -elektrik icat edilmediyse özellikle- aydınlığı seçme şansımız yok. elektriğin icat edilmediği yerde de burka bir tercih olmuyor bu noktada. ve aydınlık karanlık bir tuşa basıp basmama seçimi kadar basit meseleler diiller.

    kemalist öğretmene karşı çıkmak, modernitenin şeffaflığına karşı mahremin –oryantalizmin dibine vurmuş yarı erotik bir mahrem kapalılık algısı olması en rahatsız edici kısmı bu röportajın bence/ki zaten oryantalist ve erkek bakışıyla baktığı eleştirisini de en azından burada pek güzel yemiş çok şükür nilüfer hanım- karanlığını “çekici” bulmak gibi şımarıklıklar elbet hoş görülebilir. ama çocuk zihinlerin ürünleri olduklarını görmek de bazılarına üzücü geliyor.
    boun -özellikle boun sosyoloji- bunların çocuk bahçesidir. bütün academia da yeri gelir olabilir.

    şahsen bana farklı olmak/yeni bir bakış açısı getirmek/sosyal bilimde çığır açmak vb. adına artık gerçekten temel şeylerin bile sorgulanması çok garip geliyor.
    sanırım evrensel değerlerin tamamının sorgulanmasına doğru geliyoruz. kadın erkek eşitliğinin eşiti ya da alternatifi gibi kadın erkek eşitsizliği "farklılık" adledilir hale geldiğine göre, yaşam hakkının yerine karşıt olarak diil alternatif olarak "yaşatmama hakkı" falan da gelecektir. burka seçimse, cihad da seçim diil mi kuzum?
    bu da “farklı bir bakış açısı” olacak sanırım. çok çılgın değerlendirilecek.
    batı kendi değerlerini sorgulama/özeleştiri adına doğrularını da belli yanlışlıklara fazladan bir müsamaha göstererek yitiriyor.
    buradaki en temel problem de bence "islamofobi" olgusu.
    ne yazık ki islamofobik olmamak adına islam eleştirisi getiremiyor batı ve getiremeyecek. islam doğası gereği zaten kendi kültüründe kendi eleştirisini getirebilir diil. dolayısıyla eleştirilemeden ve evrilemeden daha da tehlikeli bir hal alarak ilerleyecek.
    eleştiri -bilimsel bakış açısı vb.- sadece batı kültüründe bulunduğundan batının -doğru yanlış- bütün kavramları eleştiri bombardımanıyla yıpranır ya da yavanlaştırılırken -aydınlanma, bireysellik, iletişim, eşitlik vb.- doğunun pek çok kavramı -kadın sünneti, cemaatçilik, burka, türban, çok eşlilik vb./doğu sadece budur demek istemiyorum aynen batının sırf aydınlanma, bireysellik vb olmaması gibi- sırf batının kendi kendini eleştirmesine meze yapılmak için eşdeğermiş, alternatifmiş gibi değerlendiriliyor.

    ben political correctness adına artık iyice cozutulduğunu düşünüyorum.
    saygı masalı içerisinde en temel şeyleri söyleyememeye başladık.
    burka, turban vb. kadın erkek eşitsizliği bu saçmalığın bir göstergesi ve temel bir göstergesi.
    daha da ileriye gidecekler. haklar tanındıkça adamlar avrupanın ortasında burka ve cami diil 4 kadınla evlilik, mahkemede 2 kadının şahitliğini istediklerinde, recm dediklerinde, kadın sünneti dediklerinde ne yapılacak?
    farklılıklara hoşgörü nerede başlayacak ve bitecek çok mühim.
    ve bu sınırda bence türban -bir kadın/erkek eşitsizliği aracı olarak- iyi sınav verilen bir araç olmadı.
    kapılar açıyor. ve bu açılan kapılardan geçebilecek fikirler sadece modernite eleştirisi diil. temel bütün kavramlara -adalet, eşitlik, özgürlük- zararı dokunacak ve dokunuyor.

    kolonyalist ve faşist geçmişini aşma travmalarını aşamadıkça avrupa entelijansı, başı önünde olacağından islam eleştirisini –bu eleştiriyi çıkaramadığı belli olan- islam alemine bırakacak.

    ya da böyle nilüfer göle gibilerin elinde kalacak bu alan.
    karanlık/aydınlık olayına çekip. “hep aydınlık hep aydınlık biraz da karanlık olsun canım nolucak” şımarıklıkları ortaya çıkacak.

    oysa aydınlıkta yapılacaklar bellidir. karanlıkta yapılacaklar da...
    iki eşit opsiyon diildir aydınlık ve karanlık. hele ki elektrik henüz bulunmamışsa ve okumak için ışık gerekiyorsa vb...

    edit: jimi the kewl burka tartışmasının fransada görsel/güvenlik üzerinden gittiğini hatırlatıp doğru noktalara değinmiş.
    ancak yine de beden bütünlüğünü devlet -güvenlik gerekçesi- zoruyla sergileme zorunluluğu ile din zoruyla kapama zorunluluğu arasında kalmış/bırakılmış insanların durumu için eğlenceli ve kışkırtıcı değerlendirmelerini yapmayı şımarıklık görmeye devam ediyorum.
    ayrıca bence tartışılması gereken diğer konu -fransa özelinde- "güvenlik" gerekçesinin politically correct bir alan olarak seçilmiş oluşu mu -yani gözetlemek/görmek isteyen kameralı, big brother, mahremiyet ihlali manyağı panaptikoncu gözetlemeci devlet burkalıların bedenlerini mi görmek istiyor gerçekten?- yoksa gerçekten bir sosyologun ya da ülkenin burkayı tartışması gerektiği mi? -aslında burka temel bir problem de güvenlik bunun bahanesi mi? "bireysel özgürlükler sınırlanmamalı" görüşünden ötürü, birey bireyselliğe zorlanıyor, insan insanlığa zorlanıyor, kadın kadınlığa zorlanıyor konumunda kalınıp bu noktada birey diil cemaat, insan diil hayvan, kadın diil 'erkek köleliği', aydınlık diil karanlık demek bir alternatif/tercih mi?-
103 entry daha
hesabın var mı? giriş yap