• anlamlı bir rastlantı sonucu milli mücadele'nin 100. yılında okuduğum, gazi'nin tarihe ve türk milleti'ne yaptıklarını belgeleriyle izah ettiği eser.

    resmi tarih diye zırvalamalar var. adam yazdığı telgrafları, mektupları, bildirileri saklamış. zamanı gelip verdiği mücadeleyi kazanınca yaptıklarını ve neden yaptığını belgeleriyle ortaya koymuş. tarih bilimi belgeye dayanarak çalıştığına göre, en hakiki mürşit bilimdir diyen gazi tarih biliminin yöntemine uygun hareket etmiş. ha nutuk'ta anlatılanlar işinize gelmiyordur o ayrı.

    nutuk'u okumanın en güzel yanı, hep başkalarından okuduğumuz atatürk'ü kendi kaleminden, kendi cümleleriyle okumak oldu.

    iki şey dikkatimi çekti. birincisi atatürk'ün ne kadar kibar ve mütevazi bir üslubunun olduğu. ikincisi ise muazzam bir zekaya sahip olduğu. bir olayın daha başlangıcında nereye varacağını, kimin nasıl tutum takınacağını muazzam zekasıyla öngörmüş. daha olaylar gerçekleşmeden doğru pozisyonu almış. rakiplerinden hep bir adım önde olmuş. başarısında bunun çok büyük payı var.

    atatürk'ün çok kibar bir üslubu var demiştim, olayları anlatırken birden padişah ve yardakçıları, onların etrafındakilere söz geldiğinde alçak, hain, namussuz gibi giydirmeleri de eksik etmemiş. yeri geldiğinde sözünü esirgememiş.

    yahya kaptan ve köprülü hamdi bey gibi vatanseverlerin hikayesini dinlerken insanın gözlerinin dolmaması çok zor.

    atatürk nutku şu satırlarla bitirir: "saygıdeğer efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı nutkum, nihayet geçmişe karışmış bir devrin hikâyesidir. bunda milletim için ve gelecekteki evlâtlarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktaları belirtebilmiş isem kendimi bahtiyar sayacağım. efendiler, bu nutkumla, millî varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan milli ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım. bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. bu sonucu, türk gençliğine emanet ediyorum."

    okurken altını çizdiğim bazı satırlar:

    --- spoiler ---

    efendiler, bilirsiniz ki, hayat demek, mücadele ve müsademe demektir. hayatta başarı kazanmak, mutlaka mücadelede başarı kazanmaya bağlıdır. bu da maddî ve manevî güç ve kudrete dayanır bir husustur.bir de, insanların uğraştığı bütün meseleler, karşılaştığı bütün tehlikeler, elde ettiği başarılar, toplumca yapılan genel bir mücadelenin dalgaları içinden doğagelmistir. doğulu kavimlerin batılı kavimlere taarruz ve hücumu tarihin bellibaşlı bir safhasıdır. doğu milletleri arasında, türklerin başta geldiği ve en güçlüsü olduğu bilinmektedir.gerçekten de türkler, islâmlıktan önce ve islâmlıktan sonra avrupa içerisine girmişler, saldırılar, istilâlar yapmışlardır. batı’ya saldıran ve ispanya’yı zaptederek fransa sınırlarına kadar uzanan araplar da vardır. fakat efendiler, her saldırıya, daima bir karşı saldırı düşünmek gerekir. karşı saldırı ihtimalini düşünmeden ve ona karşı güvenilir bir tedbir bulmadan saldırıya geçenlerin sonu, yenilmek, bozguna uğramak ve yok olmaktır.

    efendiler, dış siyasetin en çok ilgili bulunduğu ve dayandığı temel, devletin iç teşkilâtıdır. dış siyasetin iç teşkilâtla uyarlı olması gerekir. batı’da ve doğu’da, başka başka karaktere, kültüre ve ülküye sahip biribirinden farklı unsurları tek sınır içinde toplayan bir devletin iç teşkilâtı, elbette temelsiz ve çürük olur. o halde, dış siyaseti de köklü ve sağlam olamaz.böyle bir devletin iç teşkilâtı özellikle millî olmaktan uzak olduğu gibi, siyasî ilkesi de millî olamaz. buna göre, osmanlı devleti’nin siyaseti millî değil, belirsiz, bulanık ve kararsızdı.

    çeşitli milletleri, ortak ve genel bir ad altında toplamak ve bu çeşitli unsurlardan oluşan kitleleri eşit haklar ve şartlar altında bulundurarak güçlü bir devlet kurmak, parlak ve çekici bir siyasî görüştür.fakat aldatıcıdır. hattâ, hiçbir sınır tanımayarak, dünyadaki bütün türkleri bile bir devlet halinde birleştirmek, varılması imkânsız bir hedeftir. bu, yüzyılların ve yüzyıllarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı olaylarla meydana koyduğu bir gerçektir.panislâmizm ve panturanizm siyasetinin başarıya ulaştığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte tesadüf edilememektedir.

    bizim, kendisinde açıklık ve uygulama imkânı gördüğümüz siyasî ilke, millî siyasettir. dünyanın bugünkü genel şartları, yüzyılların dimağlarda ve karakterlerde yerleştirdiği gerçekler karşısında hayalci olmak kadar büyük yanılgı olamaz. tarihin ifadesi budur, ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir.

    millî siyaset dediğim zaman kastettiğim anlam ve öz şudur: millî sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanmakla varlığımızı koruyarak, millet ve memleketin gerçek saadet ve refahına çalışmak… genellikle milleti uzun emeller peşinde yorarak zarara sokmamak… medenî dünyadan, medenî, insanî ve karşılıklı dostluk beklemektir.
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    efendiler, komutanlar, askerliğin görev ve gereklerini düşünür ve uygularken, beyinlerini siyasî görüşlerin etkisi altında bulundurmaktan kaçınmalıdırlar. siyasetin gereklerini düşünen başka görevliler bulunduğunu unutmamalıdırlar.komutanların, emirleri altına verilen millet evlâdını, memleket vasıtalarını, düşmana ve ölüme doğru sürerken, düşündükleri tek nokta, milletin kendilerinden beklediği vatan görevini ateşle, süngüyle ve ölümle yerine getirerek sonuç almaktır. askerî görev, ancak bu anlayış ve inançla yerine getirilebilir.lâfla, politika ile, düşmanın aldatıcı vaadlerine kulak vermekle askerlik görevi yapılamaz. omuzlarında ve özellikle kafalarında askerlik sorumluluğunu yüklenecek kadar kuvvet bulunmayanların feci sonuçlarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.efendiler, bir komutanın esir olması da mazur görülebilir. o zaman ki, askerliğin görev ve gereklerini yerine getirip uygulamakta, elindeki kuvveti sonuna kadar, son süngü ve son nefese kadar kullandıktan sonra, kanını akıtmak fırsatını bulamaksızın düşman eline düşerse…efendiler, bütün ordusu, üstün düşman karşısında yenilip de kendiliğinden geri çekilirken, kılıcını çekip tek başına atını, düşman başkomutanının çadırına doğru sürerek ölüm arayan türk komutanları görülmüştür.bir türk komutanının, ordusunu kullanmaksızın, herhangi bir kötü tesadüf ve kötü şans eseri bile olsa, düşmana esir düşmesini biz mazur görsek de, tarih, bunu asla affetmez ve affetmemelidir. türk inkılâp tarihinin gelecek nesillere hitap ve uyarısı işte budur.
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    saygıdeğer efendiler, pek iyi bilirsiniz ki, sultanlarla, halifelerle idare edilmiş ve edilmekte olan memleketlerde, vatan için en büyük tehlike, sultanların ve halifelerin düşmanlar tarafından satın alınmalarıdır. bu, çok defa kolaylıkla sağlanabilmiştir.meclislerle idare edilen memleketlerde ise, en tehlikeli durum, bazı milletvekillerinin yabancılar adına çalınmış ve satın alınmış olmalarıdır. millet meclislerine kadar girme yolunu bulabilen vatansızlara her zaman rastlanabileceğine, tarihin bu konudaki örnekleriyle hükmetmek zaruridir.bunun için millet, kendi vekillerini seçerken, çok dikkatli ve titiz olmalıdır. milletin hatâ yapmaktan korunması için tek çıkar yol, düşünce ve faaliyetleriyle milletin güvenini kazanmış olan siyasî bir partinin seçimde millete kılavuzluk etmesidir.genellikle bütün vatandaşların, adaylıklarını ortaya atan her şahıs hakkında karar vermeye yardımcı olacak doğru bilgilere ve isabetli oya sahip bulunacağını kabul etmek, nazarî olarak var sayılsa, bile, bunun tam bir gerçek olmadığı, tecrübelerin tecrübeleriyle ve inkâr edilemez bir açıklıkla ortaya çıkmıştır.
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    efendiler, 8 kasım 1920’de, fuat paşa ankara’ya geldi. karşılamak için bizzat istasyonda bulunuyordum. paşa’yı omuzunda bir filinta olduğu halde kuva-yı milliye kıyafetinde gördüm.batı cephesi komutanı’na bu kıyafeti benimseten düşünce ve zihniyet akımının bütün batı cephesi üzerinde ne kadar etkili olduğunu anlamak için artık tereddüde yer kalmamıştı.onun için fuat paşa’ya kısa bir görüşmeden sonra, alabileceği yeni görevi söyledim. memnuniyetle kabul etti. aynı günün gecesi ismet ve refet paşaları da davet ederek yeni durumu ve görevlerini kararlaştırdık. kendilerine verdiğim kesin direktif: «sür’atle düzenli ordu ve süvari birlikleri meydana getirmekten» ibaretti.böylece 1920 yılı kasımının sekizinci günü «düzensiz teşkilât fikir ve siyasetini yıkma kararı» faaliyet ve uygulama alanına konulmuş oldu.
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    efendiler, başkomutan savaşı’nın sonuna kadar her gün büyük başarılarla gelişen taarruzumuzu, resmî bildirilerde pek önemsiz harekâttan ibaret gösteriyorduk. maksadımız, durumu mümkün olduğu kadar dünyadan gizlemekti.çünkü, düşman ordusunu tamamen yok edeceğimizden emindik. bunu anlayıp, düşman ordusunu felâketten kurtarmak isteyeceklerin yeni teşebbüslerine meydan vermemeyi uygun görmüştük. gerçekten, bizim hareketimizi sezdikleri zaman ve taarruzumuzun arkasından bize başvuranlar olmuştur.örnek olarak, biz taarruza devam ettiğimiz sırada, bakanlar kurulu başkanı olan rauf bey’den, ateşkes konusunda istanbul’dan haber geldiğini bildiren 4 eylül 1922 tarihli bir telgraf almıştım.
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    doğrudan doğruya bana gönderilen bir telsiz telgrafta da, izmir’deki itilâf devletleri konsoloslarına benimle görüşmelerde bulunma yetkisinin verildiği bildirilerek, onlarla hangi gün ve nerede buluşabileceğim soruluyordu. buna verdiğim cevapta da, 9 eylül 1922’de kemalpaşa’da görüşebileceğimizi bildirmiştim. gerçekten de, söz verdiğim gün, ben kemalpaşa’da bulundum. fakat görüşme isteyenler orada değildi. çünkü ordularımız, izmir rıhtımında, ilk verdiğim hedefe, akdeniz’e ulaşmış bulunuyorlardı.
    --- spoiler ---

    debe editi: istanbul'un düşman işgalinden kurtuluşu kutlu olsun.
  • özünde soyadı kanununun neden çıktığını anlatan eser.

    telgraflarda falan geçen 5 cümleden biri "eğr bahsettiğiniz ahmet bey, benim lüleburgazdan tanıdığım ahmet bey'se" modelinde.

    kurtuluş savaşında tek düşman emperyalist devletler değil, osmanlının mal ünvan sistemiymiş.
  • "biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir.yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir."
  • elimde iş bankası'nın yayını bulunan, daha önce nedense hiç okumak için hamlede bulunmadığım ancak geçenlerde okumaya başladığım eser. nazarımda değme best-seller eserin tümünü geride bırakıyor. entrika, zeka ne ararsanız var, soluksuz okunuyor, telgraf trafigi sürükleyici, elinizden bırakmak istemiyorsunuz... kurgu olmaması ise insanı olduğu yere çiviliyor. eğer bu eser bizden değil, başka bir ülkeden çıkmış olsaydı yeri başka olurdu hepimizin de evinde mutlaka bulunurdu.
  • pek kimse okumadığı için haliyle görmemiştir; okuyanların da gözünden kaçmış olabilecek ve atlanmaması gerek bir cümlesi vardır.

    ''bugün (1922) dünyada sadece 3 müslüman ülke var. bu sayı ileride 40-50' ye yükselirse, hilafet işte o zaman yeniden gündeme gelir.''

    ata önceden de haber veriyor, daha ne yapsın yahu!
  • ataturk'un turk halkina hitabesi. sanirim yaratmaya calistigi inkilaplarinin gume gidecegini bildigi icin icinde ne var ne yoksa, ne yapmak istediyse anlatmaya calismis son bir defa.

    benim nutuk'tan cikardigim sonuc:

    "halk devrimini yapmaya, turk milletini layik oldugu seviyeye cikarmak icin cok ugrastim. sizin bunu devam ettirmeniz lazim ama gorunen o ki isiniz cok zor. allah hepinize kolaylik versin."
  • muhtemelen türk siyasi yaşamına yön veren hiçbir politikacı tarafından okunmamış kitaptır. yakın tarihle ilgili bilgisi yok denecek kadar az, dünyayı yorumlamaya dair bilgisi ilk okul düzeyinde, akılla muhakeme etmekten yoksun, küçük hesaplar yapan ve ekonomik dengeleri bakkal hesabıyla yolunda tutmaya çalışan, okumayan, düşünmeyen, gelişmeyen siyasiler elbette okumayacaklardı.
    basit retorikler kullanarak insanları etkilemeyi başarmaları onlara yetiyordu.
    yakın tarih bilmeyen siyasetçi olamaz. bugün gördüğümüz örneklere küçücük bir sınav yapsak ve yüz üzerinden not versek otuzu geçebilecek siyasi yoktur.
    tarihi figürlere hayranlıkları üzerinden şovenist tutumlar geliştiren siyasiler osmanlı tarihini de bilmiyorlar. dahası, okullarda öğretilen jeopolitik konumumuz dışında memleket hakkında söyleyebilecekleri bir şey yok.
    ekonomisi dışa bağımlı, üretmeyen ve bununla övünen bir ülke olmamız, birileri cebini doldurduğu sürece sorun olmuyor. işte bunun nedeni, nutuk'un doğru düzgün bir baskısının yapılıp okutulmamasındandır. müslüman olup da kur'an okumayan insanımızın tavrı, devreye yakın tarih öğrenmek girdiğinde de aynı biçimde işliyor. tarihi safsatalarla, cinli perili hikayelerle aktaran ahlakı ve zekası düşük insanlar tarafından yönetiliyor ve azıcık lokmayla şükür etmenin doğru olduğuna inanıyor insanımız.
    kime sorsanız çalmadan çırpmadan zengin olunamayacağını düşünüyor ama zenginlik hayalleri çoğunun zihnini süslüyor.
    bu çelişki kim olduğunu bilmemekten kaynaklanıyor. nutuk, atatürk'e ve cumhuriyet'i ilan eden isimsiz kahramanlara, onların dünya algısına, stratejik öngörülerine sahip çıkmak için ideal bir kaynak.
    gerçi, bakanlardan nutuk'u okumalarını beklemek yersiz ve gülünç, her şeyi bilen bir insan varken tepede, neden ihtiyaçları olsun!

    düzelti: yazım hatası
    selfbio'ya teşekkürler
  • okumayanlarin cok sey kacirdigi eser
  • http://kho.edu.tr/…rbiyeli_ataturk/nutuk/nutuk.html adresinden okunabilir.
    -----------------------------------------------------------------------------------------------------
    edit: link güncellemesi. ayrıca bkz:

    https://www.youtube.com/…l/ucc886lens3nuphlqnyliunq

    bonus:
    https://www.youtube.com/watch?v=emxv3edqcny

    https://www.youtube.com/watch?v=yzfq2ta-j3c

    https://www.youtube.com/watch?v=61kkwrd59oo
  • önce şu "güvenilir, orijinalliğinden emin olabileceğimiz bir nutuk baskısı piyasada yok" iddiasına yanıt verelim:

    böyle bir nutuk baskısı piyasada var, hatta bir değil iki ayrı çalışma:

    1. kaynak yayınları'nın atatürk'ün bütün eserleri serisinden çıkan 19-20-21. ciltler (2006). tanıtım bülteninde denildiğine göre arap harfleriyle yapılan orijinal 1927 ve latin harfleriyle yapılan 1934 baskıları karşılaştırılmış, hatalar giderilmiş. arşiv belgeleri taranmış, başka kaynaklardan kontrol edilmiş. ilk baskıdaki orijinal haritalar bile konmuş. maalesef ekitap versiyonu yok, yalnızca ciltli kitap olarak alınabiliyor. benim elimde mevcut değil ancak kitapçıda şöyle bir göz gezdirmiştim, dili günümüz türkçesine yaklaştırılmış. geniş bir araştırmacı ekibinin ortak çabasıyla hazırlanmış bu çalışma oldukça güvenilir ancak serinin toplam 30 cilt olduğu düşünülürse günümüz için fazla pratik ve "mobil" değil.

    2. yky (yapı kredi yayınları) baskısı (2011); yine tanıtım bülteninden aktaralım, 1927 tarihli, arap harfleriyle basılmış orijinal nutuk temel alınarak bir kez daha latin harflerine aktarılmış, hatalar ayıklanmış, yine ilk baskıdaki haritalar, belgeler vs. aynen alınmış. ekitap ve kutulu/ciltli versiyonları var. dil sadeleştirilmemiş, yani 1927'de mustafa kemal ne söylemişse, o. benim elimde (sadeleştirilmiş günümüz türkçesi baskılarından birinin yanı sıra) bu tamamen orijinal nutuk'un ekitap versiyonu var, siz de kolayca edinebilirsiniz.

    yukarıda bahsettiğim bu "düzeltilmiş hatalar"a elimdeki yky baskısı ile sadeleştirilmiş bir günümüz türkçesi baskısını karşılaştırarak örnek vermek istiyorum. mesela sadeleştirilmiş günümüz türkçesi baskısında, eylül 1920'de celalettin arif bey'den aldığı telgrafların içeriğinden bahsedildiği yerde şöyle bir cümle var:

    "kaynaşmanın sebebi de, ordu ambarları, tüfek ve cephane kaybı ve süt dağıtımıyla ilgiliymiş.."

    ilk bakışta dahi bu cümlede bir gariplik olduğu anlaşılıyor; ordu ambarı, cephane kaybı nere, süt dağıtımı nere? kim, nereye, niçin süt dağıtıyor? cevabı yok metinde elbette çünkü mustafa kemal süt dağıtımından filan bahsetmiyor.

    şimdi de metnin orijinaline gidelim ve aynı cümleye bakalım:

    "galeyân esbâbı da ordu ambarlarına ve tüfek ve cephane ziyâına ve su-i tevziine müteallik imiş.."

    su-i tevzii, yani "kötü dağıtım" demek (su-i kelimesini sui misal emsal olmaz deyişinden biliyorsunuz). aklıevvelin biri "su-i" kelimesini "süt" sanmış ve metni kafasına göre "sadeleştirmiş".

    artık "güvenilir, orijinaliyle aynı" çeşitli nutuk baskılarının piyasada epey zamandır kolaylıkla bulunduğunu gördüğümüze göre, metnin kendisi ve içeriğiyle ilgili (sözlükte de dile getirilmiş) bir takım iddialara göz atalım.

    1. en çok tekrarlanan şu: tarihi kazananlar yazar; nutuk, tarihi çarpıtan ve siyasi manipülasyon yapan bir eserdir, kurtuluş savaşı'nın başlıca kaynağı nutuk'tur ve insanlarımız tarihi "resmi ideolojiyi inşa eden", objektif olmayan bu eserden öğrenmektedirler bla bla..

    cevab veremedi
    .
    .
    .
    şaka şaka, işte cevab: mustafa kemal, o tarihi yapan adam; kusura bakmayın da "herkes yazsın, mustafa kemal yazmasın" demek saçma oluyor. nutuk'u değerli yapan şey, kurtuluş savaşı ve devrim yıllarına ait tarihi bilgi edinmek değil, devrimin lideri mustafa kemal ne düşünmüş, nasıl bir muhakeme yürütmüş, olayları nasıl yorumlamış ve nasıl icraata geçmiş, kendi ağzından okumaktır, objektiflik filan arandığı yoktur. zaten nutuk'u okumuş olanlar hemen takdir edecektir ki nutuk'ta pek çok tarihi olaya dair ayrıntılı bilgi verilmez (sansürlendiği için filan değil ha, örneğin üzerine kitap yazılmış olan büyük taarruz, birkaç cümle ile geçiştirilmiştir), bu bilgileri başka kaynaklardan edinirsiniz. nedir bu kaynaklar, örneğin ilgili ülkelerin dışişleri belgeleri, bağımsız araştırmacıların kitapları, askeri tarihler, anılar vs. ve bütün bu külliyatın çok büyük bir kısmı, nutuk'ta anlatılan tarihle genelde uyum içerisindedir. örneğin birkaç yabancı atatürk biyografisi yazarı zikredeceğim: lord kinross, bernard lewis, andrew mango, bir de çoğunuzun bilmediğini tahmin ettiğim fabio grassi. bunların tamamının çizdiği atatürk portreleri son derece olumlu ve yazdıkları tarih de kimilerinin "resmi tarih" diye küçümsemeye çalıştığı tarihle de büyük ölçüde uyumludur. ha, uymayanlar toptan yanlış mıdır, değildir elbette; kimse size kazım karabekir'i, rauf orbay'ı, ali fuat cebesoy'u, ismet inönü'yü ve hatta rıza nur gibi aklından zoru olanları okumayın demiyor, okuyun ve kararınızı verin.

    2. bu madde altında birtakım iddialar hakkında topluca bir şeyler söyleyeceğim, çünkü o kadar ipe sapa gelmezler ki, her birine ayrı yer ayırmaya gerek yok. kimi iddialar için şuraya göz atılabilir:

    (bkz: #46269096)

    görüleceği üzere kimi yerlerde birtakım kaynaklar yarım yamalak referans olarak gösterilmiş, beceriksiz bir şekilde "objektiflik" ve "bilimsellik" süsü verilmeye çalışılmış. bu "bilimsellik" sırmasının ne çabuk döküldüğünü bir örnekle göstereyim.

    mesela ingiltere ile mustafa kemal'in "yakınlığı" iddiası var, "mustafa kemal'i anadolu'ya ingilizlerin gönderdiği" ileri sürülüyor (bu kadar da olmaz demeyin, var böyle kafalar) ve kaynak olarak da "ankara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi'nde doçentlik tezi olarak hazırlanan bir çalışma" (kimin tezi, hangi yıl, tezin başlığı ne?) ve kılıç ali'nin anıları gösteriliyor. tezde sözümona ingiltere dışişleri bakanlığı'ndan bir görevlinin bu iddiada bulunduğunun yazdığı söyleniyor ve kılıç ali'nin anılarında bu anlamda manidar bir bilgiye yer verdiği belirtiliyor, o manidar bilgi de şuymuş: atatürk bir tartışmada ismet paşa'nın bu görüşünü (hangi görüş?) kabul etmemiş ve "hayır, siz dediklerimi aynen ekleyin. ingiliz milleti bu sözden memnun olur. beni severler. bilirsiniz ki vaktiyle lloyd george’u bile benim yüzümden iş başından uzaklaştırıverdiler." demiş. bunun üzerine kılıç ali'nin anılarını açıyoruz ve ilgili yere geliyoruz ve tataaa! bir de bakıyoruz ki alıntının konuyla hiçbir ilgisi yok (kılıç ali'nin anıları, türkiye iş bankası kültür yayınları, 2005, sayfa 282, isteyen açar bakar). herhalde bu referans sahtekârlığını yapanlar kitabı açıp bakacağımızı düşünemediler, ama huyum kurusun ki bilgileri birinci elden kontrol ederim. kaldı ki, bu uyduruk "kanıtlar" dışındaki bütün bilgi ve belgeler, bu "alternatif tarih hikayesi"ni kökünden yalanlamaktadır.

    diğer iddialar da bunun gibi dayanaksız, belgesiz, birbirinden uyduruk şeyler olduklarından (mustafa kemal'e samsun'a çıkmadan önce sözümona verilen altınlar gibi) daha fazla uzatmak istemiyorum. siz siz olun, bu büyük adamın büyük eserini güvenilir bir versiyondan okuyun, başka kaynaklardan çeşitli bilgi ve yorumları kontrol etmek isterseniz de onun bunun sözüne değil, birinci elden kaynaklara başvurun.
hesabın var mı? giriş yap