• ufak cocuklarin uzayli kiyafetleri giyip cevre sorunlarina dikkat cektigi bi atraksiyon..
  • her yıl kutlanan diğer bayramların aksine insan yaşamında yalnızca bir kez kutlanabilecek bayram.. ve bu nedenle belki de en önemlisi, insanda en çok iz bırakanı, anısı en çok hatırlananı..

    çok manidar oldu.. bari devam edelim..

    nursima..

    ilk aşkım, ama platonik.. isme bak be.. nursima.. insan kaç tane nursima'yla tanışmıştır ki hayatı boyunca.. ben bir kere.. on dört yıldır görmüyorum.. kim bilir şimdi nerde.. belki ilerde görürüm.. belki de.. en azından o zamanki duygularımı anlatırım be!.. ama neyse konu o değil şimdi..

    okuma bayramındaki folklör gösterisinde, tek bir sıra halinde on altı kişi.. ikimiz yan yanayız.. o, sağımda.. gözlerim onda.. ellerimiz kenetlenmiş.. bu şekilde yıllarca dans edebilirim.. ama o uğursuz an.. çiftler halinde, sekiz kola ayrıldığımız o an.. sınıftaki rakibim, beden eğitimi öğretmeninin oğluyla, gökhan'la ayrı bir çift olarak öne gitmesi gereken an.. geldi.. ama gökhan öne tek başına gitti.. başı omzunun üstünden arkasına dönük biçimde.. gözü bizde.. bizse üç kişi.. nursima, ben ve bir kız.. kız önemli değil.. nursima ve ben.. elini bırakmadım.. yüzümde bir tebessüm.. nursima ağlamaklı.. hareketini kaçırdı ya.. ona baktım.. kıyamadım.. bıraktım.. gökhan ve o.. ben ve kız.. evet, ayrıyız..
  • tüm samimiyetimle söylüyorum ki bazı öğretmenlerin gövde gösterisine çevirdiği bayramdır. geçen gün dayımın bebesinin okuma bayramına gittim. zaten bu okuma bayramı denen şey başlı başına garip, yeni icat sanırım. eskiden yoktu ya da bizim çocuklarla alakamız olmadığından bilmiyorduk. neyse, gittik efendim.

    yahu o yaşta çocuklar üç saat sahnede tutulur mu? biri şiir okuyor, hoppidi hoppidi arkadan beş çocuk çıkıp kıçlarını sallıyor, hooooop iki tanesi değişik kostümlerle geliyor... zaten meslekler kısmı standart: polis, doktor, mühendis falan. bizimkini de doktor yapmışlar. yani tutup da barista falan yapamazlardı tamam da en azından biraz yaratıcılık olsa iyiymiş.

    üç saatin sonunda tek tek sahnedeki tüm öğrencilerden, sürekli mikrofonu kapıp kendisi öven uyuz öğretmenlerinden ve aydan, yıldızlardan, bordo renkli sahne perdesiniden nefret ediyordum.

    insan izleyecek bunu! 3 saat okuma bayramı olmaz ulan! abartmayın.
  • tatili olmayan bayram çeşidi.
    (bkz: ne anladım ben bu işten)
  • donem sonunda bile okumayı sokemedigim icin sınıfın benden nefret etmesını saglamıs,benım sayemde yapılamamıs olan holeeeey okumayı ogrendık kek borek yıyelim şenligi..
  • benim de bremen mızıkacıları'nın horozu olarak teşrif ettiğim bayramdır.

    ilkokulun ilk senesi sona eriyordu. bütün sene okuma yazma öğrenilmişti. birinci sınıfı bitiren ve okuma yazmayı öğrenmiş olan öğrencilerin şanslı bir kısmı hayat koşularına başlamanın hemen arefesinde son bir ders alacaktı: topluluk karşısında rezil olmak.

    dersini okuma bayramında alamayan gençlerin façaları da 19 mayıslarda beyaz taytlar ile parande attırılmak sureti ile çizilecekti. bundan kaçsam da ona takılırdım herhalde, bu yüzden “okuma bayramından yakayı kurtarabilmiş olsam harika bir insan olurdum” diyemiyorum. zira dünyanın her yerinde vazifesi dahileri eblehlere dönüştürmek olan eğitim sistemlerinin elinden hiçbir şey kaçamaz (kaçmaya azmedip okuma bayramından yırtmayı başarmış olan gururlu arkadaşlarımızın 19 mayıslara takılıp her prova sonrası sınıfa “sanırım az önce birkaç sene sonra hatırladığımda çok utanacağım bir şeyler yaptım” türünden tedirgin bakışlar ve bir ceylan yavrusu ürkekliğinde dönüşünü unutmak mümkün mü).

    okuma bayramı hazırlıkları. bremen’in almanya’nın kuzey-batısındaki bir şehir olduğunu dahi söylemeden bizi içine soktukları kostümlerle sahneye atışlarını hiç unutmayacağım. bendeniz horozdum (horoz olmayı ben seçmemiştim ama diğer alternatifler de eşek olmak, köpek olmak, kedi olmak filandı (o zamanlar kimse bize kedilerin kıymetini öğretmemiş, bu yüzden kedi olmak ile eşek olmak, köpek olmak arasındaki farkı anlayamıyoruz, “hepsi hayvan ki bunların” diyor, ne verildiyse o oluyoruz filan)).

    “okuma bayramı” günü geldiğinde seyircilerin önüne çıktığımız vakit ne yapacağımızı hiçbirimiz bilmiyorduk. tek bir prova yapmıştık. eşek, köpek ve kediyi bilmiyorum ama horozun o provadan aklında kalan şeyler şunlardan ibaretti: sahneye ilk önce ben çıkacaktım. bir ara sahneye biz çıkmadan önce kurulmuş olan evin penceresinin yanında filan duracaktık. sanırım üst üste durmamız mümkün olmadığı için yan yana mı duracaktık, arka arkaya mı duracaktık neydi. detaylar önemli değildi, zira veliler alkışlamaya zaten hazırlardı. biz doğaçlayacaktık, onlar alkışlayacaktı (fakat bu kısımdan bize kimse bahsetmediği için her birimiz çok önemli bir şey yaptığımızı filan sanıyorduk muhtemelen).

    bizden önce sona eren gösterinin aktörlerinin sahneyi boşaltışını perdenin kenarından izlerken komutanının son emirleri zihninde yankılanan bir asker gibi tedirgin ve heyecanlı idim (komutanım kalabalık seyirci ordusunu içinde tek bir mermi bile olmayan tüfeğime taktığı bir süngü ile yenmemi bekliyordu (sanki kendisi bana savaşmayı değil de ölmeyi emrediyordu)). fakat aslında her şey yolundaydı ve heyecanlanacak bir şey yoktu. veliler, öğretmenler, hademeler her tür rezilliğe karşı hazırlıklılardı (onlar neler neler görmüştü, rezil olacağımızı düşünüp korkmak bacak kadar boyumuzla bize mi kalmıştı). eşeğin nerede duracağını bilemeyip heyecandan altına çiş yapması bile birlik ve beraberlik havasını, okuma bayramının coşkusunu gölgeleyemezdi. yalnız bu noktada sahneye ilk çıkacak kişi olarak bana çok mühim bir görev düşüyordu, bütün oyunun kaderi sanki benim ellerimde idi:

    - evreniz, sahneye adım attıktan sonra seyircilere dönüp onlara şaşkın şaşkın bakmalısın. sanki onların orada olmasını beklemiyormuşsun da onları görünce çok şaşırmışsın gibi. bu çok önemli.
    - ama onların orada olduğunu biliyorum? zaten onlar orada olduğu için yapmıyor muyuz bunların hepsini?
    - evet ama bilmiyormuş gibi yapacaksın işte. çok komik olacak. böyle şaşkın bir yüz ifadesi ile bir sağa bir sola dolaşacaksın sahnede.
    - bana hiç de komik olurmuş gibi gelmiyor :(
    - tiyatro bu, sana nasıl duyulduğu önemli değil, sen benim dediğimi yap.
    - bence tiyatro çok saçma bir şeymiş o zaman :( ben yapmasam olu-
    - istersen bu dediğini önce leyla öğretmene söyleyelim, bu sohbetimize o kafanı kırdıktan sonra devam edelim evrenizciğim?
    - pff :( bari ilk eşek çıksa?
    - yek yeee! ben heyecanlanınca çişim geliyo hem!

    sahneye çıktığım zaman “şaşırmış gibi yapmak” kısmında çok zorlandım. veliler belki bu ilk deneyimin zorluğunu anlamış olduklarından belki de benim bu hallere düşmemde kendilerinin de payı olduğunu bildiklerinden alkışları ile destek olmaya çalıştılar. bir süre, sahnede olan şey tam olarak şuydu: ben onlara şaşkın şaşkın bakıyordum, onlar da beni alkışlıyorlardı (ne ben ne de seyirciler ne yapacağımızı bilmiyor gibiydik). alkışlar durulmaya başlayınca köpek, eşek ve kedi de sahneye girdi.

    onların sahneye girişi ile beraber rol yapma olayı sona erdi, gaz moleküllerine taş çıkaracak bir rastgelelikte sahne içerisinde oradan oraya kaos içerisinde gidip geldik, bir ara sahneye birileri geldi (meğer oyunda hırsızlar da vardı, ama bize kimse söylememişti (böyle detaylar önemli değildi ama evreniz’in sahnede şaşırmış gibi yapması çok önemliydi (kaltak örtmen))), o sırada hırsız olduğunu bilmediğimiz o çocuklar o eve girdi, içeride -her hırsızın bir eve girdiğinde yapacağı gibi- şarkılar filan söylediler, biz ise tamamen içgüdüsel bir şekilde evin penceresinin önünde yerlerde filan yuvarlandık, köpek bir ara azıttı, mikrofona yaklaşıp bir şeyler söyledi, o sırada eşek heyecanlandı, çişini altına kaçırdı, veliler coştu, bir alkış, bir kıyamet derken oyun bitti, eğilip kalktık (onu bile senkron yapamadık). sonrası, 4 yıllık bir utanç (hehe). beşinci sınıfta bir gün eşeğin gelip “okuma bayramında ben altıma çiş yapmıştım, sen görmüş müydün?” demesi, ona “hayır? görmedim ki ben” demek. herkes birbirinden utanmak, okuma bayramında sahnede neler döndüğünü mümkünse hiç anmamak.
  • öğretmenimiz okuma bayramı için yapılacak gösterilerde biz öğrencilerin her birinin farklı meslek dallarıyla ilgili dörtlükler okuyacağını,meslekler ve dörtlüklerin ise yarın sınıfta belirleneceğini tüm sınıfa söyleyerek dersi bitirmişti. işte ben o ''yarın'' denilen gün hasta olduğum için okula gidememiştim.
    2 gün sonra okula gittiğimde;herkesin seçtiği meslek dalları ve dörtlükleriyle ilgili muhabbet ettiklerini farkettim. ardından hemen öğretmenimin yanına vardım.
    -ööğretmenim! öğretmenim!! ben dün okulda yoktum. herkesin okuma bayramı için dörtlüğü var, benim yookkk.
    - evladım herkesle konuştuk. isteyen istediğini seçti. birden çok talibi olan dörtlükler için oylamalar yapıp, kuralar bile çektik. senin için de bir tane kaldı tabi ki. ama dün keşke gelseydin .
    -gelemedim öğretmenim. hastaydım. hatta annem babama ''çocuk hasta, bugün de gitmeyiversin okula'' dedi öğretmenim.
    -tamam evladım al kağıdını. bu da dörtlüğün. müsamereye kadar ezberle bunları. her tenefüste de top oynama. bak! hasta olmuşsun.
    kağıdı açtım ve gördüm ki bana ''manav'' mesleği kalmıştı. doktor, mühendis, astronot, uçak pilotu, hatta tarkan olan arkadaşım bile vardı. arkadaşlarım da hain. bana bıraka bıraka ''manav'' ı bırakmışlardı. yanlış anlamayın meslek meslektir. ancak okuma bayramında insan en olmadı üniversite diploması gerektiren,çocuğa vizyon olabilecek bir meslek seçmek ister. neyse; arkadaşlarımın seçtikleri meslekleri görüp,iç geçire geçire dörtlüğümü ezberlemiş, müsamere gününün bir an önce gelip geçmesini bekler hale gelmiştim. manav olmak istemiyordum. tarkan değilse de mustafa sandal ''ben olmalıydım'' diye düşünüyordum.ancak iş işten geçmişti artık.
    ''okuma bayramı'' gelip çatmış; bütün arkadaşlar heyecanlı mı heyecanlı sıramızın gelmesini ve dörtlüklerimizi okumayı bekliyorduk.müsamere salonu kalabalıktı ve bu beni daha da germişti. veliler ve öğretmenimiz de nedenini o an anlamasak da en az bizim kadar heyecanlıydı. arkadaşlarım birer birer meslek dallarıyla ilgili dörtlüklerini okuyup etrafta gezinme moduna giriyorlardı.
    dakikalar ilerledikçe müsamerenin monotonluğundan mı yoksa sınıf arkadaşlarımın dörtlüklerinin sıkıcılığından mıdır bilinmez; velilerde ''bitse de gitsek'' modu hakim olmaya başlamıştı. işte tam o an, sıra bana gelmişti.
    elimde sepetimle; önce seçtiğim mesleği, sonra da dörtlüğümü okuyacaktım. sıra böyleydi.

    -------- manav--------
    - elmaları boyarım,
    - memurları soyarım,
    - müşteriler dalınca;
    - çürükleri koyarım.

    müsamereyi yaptığımız salon kahkahalar atıp,şen şakrak hale bürünmüştü. ben; o mesleklerin seçildiği gün hasta olduğu için okula gelemeyen,geldiğinde de kimsenin istemediği mesleği seçen ben (yaşar usta) günün en popüler çocuğu oluyordum. müsamere bittikten sonra bir yığın veli beni sevip, annem ve babamla birlikte müsamerede okumuş olduğum dörtlükle ilgili geyik yapıyorlardı.
    kötü ve utanç içinde hatırlayacağımı düşündüğüm ''okuma bayramı'' ; hiç de beklediğim gibi olmamış,aksine müsamerenin yıldızı olmuştum.
    bu da böyle bir anımdır işte.
  • çok olaylı bir organizasyondur bu. öğretmen ve veliler arasında türlü dedikodular döner. mekan seçiminden kıyafetlere, verilecek yemekten yapılacak gösterilere kadar sinir stres işidir. ben fındık rolünde bir dörtlük okumuştum. baya sinir stres olmuştum mesela.

    özellikle maddi imkanları aynı olmayan öğrencilerin bu tip kutlamalara katılımları sıkıntı olduğundan çok desteklemiyorum aslında. yine de okuyabilmenin kutlandığı günleri unutmayalım.
  • salavat getirme yarışmalarının gölgesinde kalmış bayram.
  • muhteşem hafızamı keşfettiğimiz bayram. örtmen bana bir şiir verdi, ezberlemem gerekiyor tabii. sırama oturdum, okudum ve ezberlemiştim. "örtmenim ben ezberledim" dedim.

    kitaplarım

    okuyup anladıkça
    oldunuz bir can gibi
    yaşam verdiniz bana
    damarımda kan gibi
    ayırmadım yanımdan
    sizleri sırdaş gibi
    doğruyu gösterdiniz
    candan arkadaş gibi

    oku bakayım, dedi okudum. sonra bana bir piyeste oynamam için ikinci ezberimi verdi. 5 dakika sonra o da ezberimdeydi. üstelik sadece kendi repliklerim değil, karşımdakinin replikleri de.

    sonra bir şiir, bir piyes daha ben 4 yerde sahneye çıkacağım.

    1. sınıfa giderken asla şımarık olmayan, tuhaf bir özgüvenim vardı. ne öyle annesinin sözleriyle kadıncılık oynardım, ne de ben şahaneyim havam...

    sonra ne mi oldu, okuma bayramı iptal edildi. özel giysileri alacak durumda olmayan çocuklar varmış falan filan...

    kimse benim hevesimin kursağımda kalmasını önemsemiyordu, daha bit kadardım ve bunu anlamama imkan yoktu.

    yıllar sonra, yani 3-5 ay önce moda'da arkadaşlarıma küçük bir gösteri yaptım, okuma bayramı gösterisi. ezberlediklerim hala aklımda olduğu için şiirimi okudum, piyesimi oynadım, alkışımı aldım.

    birilerini düşünüyormuş gibi yapıp, asıl yapması gerekeni yapmaktan kaçarak vicdanını rahatlatmaya çalışan insanlardan da nefret ettim. velhasıl, benim içimde uktedir bu bayram.
hesabın var mı? giriş yap