• walt disney'e ait 1937 yapımı amerikan animasyon filmi snow white and the seven dwarfs'un, zeynep değirmencioğlu'nun pamuk prensesi, salih güney'in ise prensi canlandırdığı 1970 yapımı yeşilçam uyarlamasında bir takım islami uyarlamalara da gidilmiş.

    çünkü bazı teologlar, grimm kardeşler'e ait orijinal masalın ana temasının aslında hristiyan teolojisindeki;
    - yaratılış (creation),
    - ölüm (death),
    - dirililiş (resurrection),
    - kurtuluş (salvation)
    mevzularını işlediğini ve masaldaki ana karakterlerin de buna uygun olduğunu iddia eder:
    - kötü kalpli üvey anne (şeytan ve yılan),
    - elma (yasak elma),
    - pamuk prenses (havva/meryem),
    - prens (isa),
    - 7 cüceler (yedi ölümcül günah)

    filmin yeşilçam uyarlamasında bu teslis denklemini bozan ise "allah hepimize sabır versin, allah rahmet eylesin, amin" diyen yerli ve milli yedi cüceler olur. faka senaryo katolik, uyarlama ise islamî olunca kafalar karışır ve mevtayı bir an önce kefenleyip toprağa gömmek yerine yasın beş evresini anlatan kübler-ross modelindeki inkârı abartan cüceler, prensesin öldüğünü reddederek, hep gözleri önünde olsun diye ölüyü cam tabuta koyarlar.

    halbuki bu saçma öneri, semi-müslüman cücelerin en yaşlısı olan cüce bilgin tarafından gayet aklı başında -ama ne yazık ki dinlenmeyen- bir bilgelikle reddedilmişti: (bkz: ölüleri gömmek lazım)

    not: mustafa kemal'in, eşi latife hanımla birlikte 25 eylül 1924'te ziyaret ettiği amasya yetimler yurdunda görüp ilk manevi kızı yaptığı zehra aylin'in, okumakta olduğu londra'dan dönerken 20 kasım 1935'te öğleden sonra saat 16:00 civarlarında, fransa'nın kuzeyindeki amiens yakınlarında trenden düşerek öldüğünü, türkiye'nin 1923'ten beri cumhuriyetle yönetildiğini bilmeyen ya da haber daha magazinel olsun diye bilmezlikten gelen fransız yerel gazetelerinin hadiiseyi, “atatürk'ün kızı ve osmanlı tahtının vârisi prenses intihar etti” şeklinde verdiğini duymuştum duymasına ama, 23 yaşındaki zavallı zehracığın ölü bedeninin, hastanede (hotel dieu d'amiens) düzenlenen törenden sonra üstü cam ahşap bir tabuta ("...la bière, de bois precieux, avec dessus vitre...") konulup paris başkonsolusu firuz kesim'in eşliğinde paris'e, ordan marsilya'ya ve son olarak da vapurla istanbul'a götürüldüğünü, fransa'daki her bir istasyonda törenler düzenlenmesine rağmen mustafa kemal'in katılmadığı istanbul'daki cenazenin, sessiz sedasız bir şekilde maçka mezarlığı'na gömüldüğünü ve günümüzde mezarın halen kayıp olduğunu hatırlayınca, içinde yaşadığımız coğrafyada yaşanan dramlardan, trajedilerden habersiz yeşilçam'ın walt disney'den uyarladığı saçma filimlere bakıp yerli ve milli bilgin cüce gibi -ama onun lafını biraz değiştirerek- haykırmak istiyorum: bazı ölüleri gömmemek lazım!

    zehra aylin'in cam tabuta konulduğuna ilişkin haberin tam künyesini merak eden frankofonlar için gelsin: les messin, 23 kasım 1935: le corps de mlle zehra est arrive hier a paris link
    silinirse bkz. görsel
  • ilkokula yeni başladığım zamanlar. son iki seneyi istanbul'da geçirmiş, daha sonra annemin memleket hasretine dayanamayıp samsun'a kesin dönüş yapmışız. ufak kafamda "nooluyor amınakoyim" serzenişi devamlı mevcut. tamam amınakoyim demiyor olabilirim, yaştan kurtarmıyorum ama devamlı bir şabalaklık mevcut üzerimde. bir yandan da okula gidip geliyorum , ama okul benim için pek sallanacak bir şey değil , ciddiyetinin farkında değilim. tam bir şuursuzluk mevzubahis. bir gün çantamı, hemen her gün silgimi veya kalemtraşımı unutuyorum bir yerlerde. kalemlerimi kaybediyorum.

    bunun yanı sıra da 1. sınıfta mütemadiyen düşüyorum. anaokulumda pek sakin teneffüsler geçirirken yeni okulumda kocaman bahçe var bir sürü kara önlüklü cüce tenefüslerde mütemadiyen koşuyor. benim de iki bacağım var? ben de koşuyorum , birilerini kovalıyorum anasını satayım. velakin öbür kara önlüklü cüceler hiç düşmezken ben devamlı düşüyorum. bütün pantolonlarımın diz bölgesi yamalanıyor sırayla. pantolon yetişmiyor.

    sene sonu yaklaşırken bir gün öğretmenimiz ve karşı sınıfın öğretmeni iki sınıfı ortalık yere döküp eşleştirdiler karıştırdılar ilk başta da beni bir kenara ayırıp "sen prenssin" dediler. hayır prens kim? olayı nedir bilmiyorum öğretmenimin dediği gibi akşam anneme söyledim yarın öğretmen sizi bekliyor diye.

    annem ve ablam ertesi gün okula geldi fısır fısır öğretmenle bişeyler konuşuyorlar. arada bir bana bakıyorlar. öğretmen ablama bir şeyler gösteriyor elindeki pamuk prenses kitabından. ablam kitabı ögretmenden ödünç alıyor, ensemde tüyler kabarıyor aynı yavru kedinin köpeği görünce tüylerini kabartması gibi. bir şeyler ters gidiyor ama ne?

    eve gelince bilumum ev ahalisi tarafından "aman de prens mi oldun sen sarı pipi" diyerek dalga geçiliyorum. alt dudagim büzüşmeye başlıyor. prens kim anasını satayım? ablam kitabi getiriyor gösteriyor prensi. aman allahım! o pamuk prenses kitabını resimleyen götverene kinim o anda başlıyor. pezevenk masal kitabi resimlememiş rönesansta şapel tavanı işlemiş sanki. prenste beyaz tayt pantolon, kırmızı pelerin, tüylü şapka, gri fırfırlı gömlek, kırmızı çizme. prens denen herifle tek alakamız ikimizin de sarışın olması. ben yırtık pantolonum ve siyah önlüğümle gayet mutluyum ama bu herife döndürülmeye çalışılıyorum. tavrımı koyuyorum hemen "bu ne be giymem ben bunu" diye. al takke ver külah prensin kılıcını da gösterip razı ediyorlarlar prensliğe. karadeniz'in bir ilinin resmi prensiyim artık. sütümü getirin ulan!

    kırmızı pelerin işlemeli bir sünnet peleriniyle çözülüyor. tüylü şapka firketeyle bir kaskete tutturulmuş tüylü süs çiçeklerinden ibaret. beyaz tayt filan yok , beyaz kilotlü çorap giydiriliyor, delikanlılığa sığdıramayıp ağlıyorum (sokayım öyle prense kilotlu çorap giyen prense top derler, lülü derler, kuşum derler mantığını çözmüşüm burada bakın) neyse beyaz külotlu çorap gidiyor, yerine daha beter bir golf pantolonu geliyor. fırfılı gömlek ve pantolon özel diktiriliyor. bi de kırmızı çizme uyduruyoruz. oluyorum ronttan sorumlu ilkokul prensi (güya).lan kılıç nerede diyecek oluyorum kılıç boğuntuya getiriliyor. prensim ama prenslikten feragat edemiyorum. kılıç bile vermiyorlar. kılıçsız prens mi olur?

    ront çalışmalarında öğretmenimizin kafasina göre 7 cüce ve 7 adet kız cüce (kız öğrenciler açıkta kalmasın diye getirilmiş cüce toplu evliliği de yapıldı demek ki. ya da 7 kardeşe 7 gelin de rontun içine mi alınmış bilmiyorum o kadar şuurum gelişmemiş.) ve prenses ile saçma salak figürler yapıyoruz. prenses ile aramda aşk varmış gibi davranmam isteniyor."lan ilkokul birdeki prensesin neresine aşık olayım ben" diyemiyorum tabii. mecburi magazin aşkımız başlıyor prensesle. fotograflar çektiriyoruz giysili provada.

    esas gün geliyor(ki o gün de 23 nisan). önce bütün samsun'u dolaşıyoruz. ne zor işmiş lan prenslik. hala kılıç da yok meydanda üstelik. bir de milletin yüzünde bir sırıtma var devamlı. sinirleniyorum, bugüne bugün 14 cüce , 1 prensesin resmi prensiyiz ama kimse tarafından sallanmıyoruz. peşine dinlenip akşam rontun ve diğer sınıfların rontlarının sergileneceği aile gazinosuna gidiyoruz. "ulan prens dediniz şimdi de popçu gibi sahneye çıkıyoruz" diye posta da koyamıyorum. dedik ya şuurumuz gelişmemiş diye. ronttan önce bizim cüceler koşuşuyor. mavili bir tanesi gelip "ebe" diyor toynagini sittim senin mavili cüce diyerek peşinden koşuyorum. peşine tabii ki düşüyorum kirmizi pelerin yırtiliyor, tüylü şapka bir yana gidiyor, golf pantolonunun dizleri parcalaniyor. prensliğe en sonunda kendi yorumumu getiriyorum.

    bununla kalmıyor, sahneye çıkınca bütün hareketleri unutup vampir prensesten kaçan prensi oynuyorum. ront acayip tutuyor. bazisi der ya sahne tozu yutulunca iflah olunmaz diye. ben sahneden kulise filan degil direkt pederin yanina ışınlanıyorum. daha da sahneyle isim olmuyor.

    sonuç itibariyle pamuk prenses eşşek kadar adam olunca bile insanın aklına tüylü kasket ve golf pantolonu getirebilen bir masaldır.
  • illa bakire kalıp bir prens tarafından alınması gereken bir prenses olduğundan * yanında kaldığı kişilerin eksik gösterildiği ve bu eksikliğin okuyucunun bilinçaltında cinsel yetersizlik olarak algılandığı masal. prensesin yaşamı, toplumda kadını varedenin erkek olması gerekliliğine paralel olarak önce sonlandırılır sonra prens tarafından yaşama döndürülür. çünkü havvanın olması için ademin kaburga kemiği lazımdır. pamuk prenses önceden ölür, masalı anlatan tanrının düştüğü yanılgıya düşüp onu başıboş bırakamaz çünkü ve havva'nın yiyip adem'i cennetten attırdığı elmanın öcünü prensesten alır. ilk günah elmasını yiyen prenses, prensin başına bir iş açamadan ölüverir ve arınmış olarak yeniden hayata döndürülür. masalcı simgesel olarak ilk günahı telafi eder ve onlar muradına ererken, dünya halkları da günahlarından arınmış olurlar*.
  • "
    evvel zaman içinde, 1729 yılının ağır ve yavaş geçen soğuk kış gecelerinden birinde, hanau'dan yola çıkan jacob ve wilhelm grimm adında iki kardeş zorlu bir yolculuğun ardından frankfurt'a varmak üzereydiler. onları sıcak şöminelerinin başından kaldırıp bu yolculuğa çıkartan sebep ise, frankfurt'taki güçlü bankerlerden biri olan rudi völler'den almış oldukları siparişi teslim etmekti.

    völler uzun zamandan beri sıkıcı geçen gecelerini heyecanlandırmak için bir şeyler yapmak istiyordu. geceleri şömine karşısında okuduğu pornografik hikâyeler artık kendisini eskisi kadar heyecanlandırmıyordu. çünkü o hikâyeler zaman içinde hem masumlaşmıştı hem de kafasında yeni oluşan heyecan verici eğilimlerden çok uzaktı.

    bir cumartesi günü, doğu seyahatinden dönen üç arkadaşı, ona doğuda zengin tüccarların ve soyluların kendiler için özel pornografik kitaplar resimlettirdiklerinden bahsettiler ve o yolculuk sırasında kendileri için yaptırdıkları porno kitapları gösterince völler'in kafasında ne yapmak istediği oluştu.

    göttingen'de profesör olarak çalışan jacob ve wilhelm kendilerine gelen davetiye karşısında biraz şaşkındılar. "önemli bir iş için beni ziyaret etmenizi beklerim. saygılarımla, rudi völler."

    grimm kardeşler völler'in adını duymuşlardı. ama adından önce onun özel zevkleri için akıl almaz paralar harcadığı söylentisi kendilerinin kulaklarına kadar gelmişti. ertesi gün frankfurt'taydılar. völler'le karşılıklı konyaklarını içip işin detayını konuşuyorlardı. völler, grimm'lerden kendisi için bir hikâye yazmalarını istiyordu. fiyatta anlaşılmış, völler hikâye içinde özellikle ne istediğini söylemişti. grimm kardeşler ceplerin aldıkları avansın sıcaklığını taşıyarak sipariş aldıkları metni yazmak üzere hanau'daki evlerine doğru yola çıktılar. yol boyunca hararetle hikâyenin temelini neye yaslayacaklarını tartıştılar. hanau'ya vardıkları zaman völler'in özellikle istediği cinsel sapkınlık temalarını içine koyabilecek omurga olarak freyja'nın cücelerle olan ilişkisini kullanmaya karar vermişlerdi.

    freyja, iskandinav mitolojisinde aşkın ve cinselliğin tanrıçasıydı. söylediği açık saçık şarkıların çoğu sansürlenmişti. (neşet ertaş'ın yazıp söylediği bazı türkülerin erotik olduğu için(!) sansürlenmesi gerektiği, bir edebiyat profesörü(!) tarafından yakın zamanda talep edilmişti. bu aklımızın bir yerinde kalsın!)

    mitolojideki hikâyeye göre, alfrigg, berling, grerr ve dvolin isminde dört cüce muhteşem bir gerdanlık yaparlar. freyja bu gerdanlığı alabilmek için cücelerle sıkı ve uzun süren bir pazarlığa girişir ve pazarlık sonucunda gerdanlığı alabilmek için cücelerle bir gece geçirmeye karar verir.

    grimm'lerin freyja'nın hikâyesini dante'nin ilahi komedya'sıyla, eski dönemlerin gotik halk esatirleriyle harmanlayarak, içine de völler'in istediği cinsel eğilimleri de katarak pamuk prenses, yani orijinal adıyla söyleyecek olursak "maria sophia margerete christina von erthal" ve yedi ölümcül günah isimli grotesk pornografik öyküyü yazdılar.

    sulu karın ağır ağır yağdığı o gece, jacob ve wilhelm, bitirdikleri pornografik metni völler'e okumak için gidiyorlardı. ve okudular...

    völler hikâyeden o kadar haz aldı ki, hikâyenin kendisine sunduğu haz havuzunda uzun geceler boyunca defalarca yüzdü. hikâyedeki sahneleri fahişeler tutarak canlandırdı. sonra daha önce okuduğu pornografik hikâyelerin ruhu üzerinde yarattığı heyecan dalgasının azalması gibi, içinde yüzdüğü haz havuzunun da kendisine dar gelmeye başladığını anladı. ve içinde yüzdüğü havuzu genişletmek için grimm kardeşlere yeniden davetiye gönderdi. ertesi gün yanlarına gelen grimm'lerden bu hikâyeyi ebeveynlerin çocuklarına çekinmeden okuyabilecekleri bir masal haline dönüştürmelerini istedi. tek şartı haz aldığı cinsel hezeyanlar masalda yerini koruyacaktı. grimm kardeşler daha önce almış oldukları paranın dört katını ceplerine koyarak völler'in yanından ayrıldılar. dört ay sonra anneler ve babalar piyasaya yeni çıkan bir kitaptan, uykuya direnen çocuklarına "pamuk prenses ve yedi cüceler" masalını okuyorlardı.

    marquis de sade, 1875 yılında bir "sapık" olarak gönderildiği krallık zindanlarında völler'in bu hikâyesinden esinlenerek bir kitap yazmaya başlamıştı. ismi "sodom'un 120 günü"ydü. völler'i başkan curval, ona doğu seyahatinin hazlarını anlatan arkadaşlarını dük blangis, durcet ve piskopos karakterleri olarak kitabına yerleştirmiş, durcet, curval, blangis ve piskopos'a hikâyeler anlatan dört eski fahişeyi de grimm kardeşlerden yola çıkarak tasarlamıştı. fahişelerin anlattığı hikâyeler "maria sophia margerete christina von erthal ve yedi ölümcül günah" metnini oluşturan babların açılmış halleriydi.

    anger, avarice, envy, gluttony, lust, pride ve sloth .. yani öfke, açgözlülük, kıskançlık, oburluk, şehvet, gurur ve tembellik.. bunlar dante'nin "ilahi komedya"sında cennete giden yolda arınılması gereken yedi ölümcül günahın isimleriydi. grimm kardeşler hikâyenin ilk halinde yedi cüceye bu isimleri vermişlerdi. çünkü völlerin amacı günahtan kaçmak değil, tam tersi yani olabildiğince günaha bulanmaktı aynen pamuk prenses gibi. hikâyede pamuk prenses cücelerin evine girince masada yedi tabak görür ve her tabaktaki yemekten birer kaşık alarak yer. bu onun yedi günahı tek tek tatmasını ve daha sonra da bundan aldığı hazla kendinden geçerek uykuya dalmasını anlatır. ona haz veren bir duyguydu günahlarla oynamak, günah işlemek. grimm kardeşler hikâyeyi masal haline getirince tembel, obur ve öfkeli dışındaki diğer dört cücenin ismini değiştirdi. ama boyları kısa olsa bile, isimleri değişmiş olsa bile işlevleri pornografik hikâyedekiyle aynıydı.

    sodom sosyal statü olarak dört değerli kimliği yerle bir etmek üzere yazılmış bir kara mizahtı. çünkü marquis de sade kendisinin "sapık" olduğuna karar veren ve zindana tıkan kimliklerin asıl yüzünü aktarıyordu. ki, sade çevresindekilerin üzerine attığı "ahlaksız" yaftasına karşın en ahlaklı insandı; zira ömrü boyunca idam cezasına karşı çıkmıştı. (bkz. birikim dergisi /295. sayı /ahlak ya da giyotin /cemal bâli akal) yanındakiler mezbaha gibi giyotine insan gönderirken "gönlüm idam istiyor" cümlesini asla kurmamıştı. "sizin yargıç olarak güvendiğiniz, sizin din temsilcisi olarak sığındığınız, sizin soylu olarak yanına yanaştığınız ve her yanaştığınızda da sosyal bir paye aldığınızı hissettiğiniz kişiler meni, bok ve kan çukurunda vahşi hayvanlar gibi debelenmekten zevk alıyorlar aslında," diyerek onlarla dalgasını geçiyordu.

    pamuk prenses masalında, karısı ölmüş bir kral, kralın kızı yani pamuk prenses, kralın aynı zamanda büyücü olan yeni karısı yani yeni kraliçe ve yedi tane erkek cüce var. o cücelerin neden hepsinin de erkek olduğunu düşündünüz mü ve neden bakire bir prensesin bu yedi erkek arasına sığındığını? ve bir de nereden geldiği belirsiz olan nekrofilyak bir prensin varlığını?

    bu kimlikler arasında yergi yok sodom'daki gibi. gizli gizli kimlikleri sızdırma var çocuk masalı adı altında. aynen r. völler'in istediği gibi.

    kazanan kim masalda? prens ve preses mi? cücelere ne oldu? ya da baba figüründe olan ve masalın başında çöpe atılan kral nerede? bu soruların cevabını vermez masal. grimm kardeşler bu karakterlerin sonunu yazmayı unuttuğu için mi?

    hayır! çağdaş da olsa, eski de olsa, ısmarlanmış da olsa her masal bir kurban ister sadece. ve masalı okuyan da bu kurbanı isteyerek verir.

    "o kadar çok kitaba geçmiş, o kadar çok belleğe kazınmış ki bu masal.. ama en önemlisi, toplumsal ahlak tarafından hemen benimsenmiş olması.. işte bu en zor karşı konulur şey..
    binlerce kez yinelenerek, masum suretler ardına gizlenerek ortaya konulan ne? kazanmak? ama ne yollu olursa olsun başarmak.. 'edebi mutluluk' olarak tanımlanan bu?"

    şekip davaz'ın "kedo" isimli çizgi romanında namık fikret'in kendi kendine konuşmasından.. (bulunması zor bir kitap ama bulmak için çaba sarfetmenizi hararetle öneririm.)

    masallar kurban verme geleneğini devam ettiriyor sadece. masal olsa bile, hayal olsa bile, kurgu olsa bile mutlaka bir kurban olması gerekliliğini sürekli insana hatırlatıyor.

    sizce neden? bunu bilemezsiniz. çünkü masal kendini size okutmaz. çünkü size bir prens veya prenses olma hayalini kurdurtur, kimlikleri yüceltir sadece. masaldaki yan karakterler hiç mi âşık olmaz sizce? olmaz. çünkü olmalarına gerek yoktur. onlar öykünülen kişilerin aşkını kutsayan birer androittir çünkü. eski filmlerde, sami hazinses'in, cevat kurtuluş'un, suna pekuysal'ın, adile naşit'in; ediz hun, filiz akın, hülya koçyiğit veya izzet günay'ın yanında canlandırdıkları rolleri düşünün. onlar sadece jön'ün aşkını kutsamak için oradaydılar.

    siz, şimdiye kadar "pamuk prenses ve yedi cüceler" masalını hiç okumadınız, sadece okuduğunuzu zannettiniz. masalı okurken kendinizi prensesle veya onu kurtaran beyaz atlı prensle özdeşleştirdiniz. o oldunuz. o yüzden okumadınız. hiçbiriniz cüce kimliğini üzerinize almadınız veya kötü kalpli kraliçeyi.. hep prens ya da prenses olmak için gereken bütün bedeli ödemeye hazır hale getirildiniz masallar sayesinde. ama bu bir masumiyet değil, tam tersine günahlarla yoğrulmuş ihtiras göstergesidir. cücelerden biri olmadığınıza emin misiniz? örneğin avarice..

    narsizm'e gönderme yapan ayna fetişi, adem ile havva'nın cennetten kovulmasına neden olan yasak elmanın sembol olarak kullanılması, bir prensesin çevresinde yedi erkeğin olması ama bu yedi erkeğin de cüce olması, prensesi kurtaracak olan prensin nekrofilyak olması (grimm kardeşlerin nekrofili düşkünlüğü "uyuyan güzel" masalında da devam eder) ve prensin bu eğiliminin sosyal onay alması -yedi cüce buna onay verir-, gibi motifler bu metni bir masal olmaktan çoktan çıkartıyor zaten. cücelerin her gün düzenli olarak gümüş madenine girmelerinin ve hiçbir şey çıkaramamalarının nedeni o gümüş madenine bir şey çıkarmak için gitmemelerinden kaynaklanmaktadır. cüceler o gümüş madenine her gün girerek bir vajinaya girme arzularını gideriyorlardı (gümüş, iskandinav mitolojisinde kadın cinsel organını temsil eder). pamuk prenses'in boğazına takılan elma çıktığı zaman canlanan artık pamuk prenses değil bir zombidir. ve ayna karşısında kendini görüp tahrik olan kraliçeden tahtı devralacaktır. çünkü kraliçe de bir zamanlar pamuk prenses'ti ve masaldaki pamuk prenses de onun varisinden başka bir şey değildir..

    eski filmlerden hatırlarız, kahraman haydarpaşa garı'ndan iner ve istanbul silüetine bakarak "seni yeneceğim istanbul!" der. (memleket toprakları dışında üretilmiş hiçbir edebiyat metninde, filminde, şarkısında, şiirinde bir şehre karşı "seni yeneceğim" cümlesi kurulmamıştır. bu hastalıklı ilişkiyi kurduran istanbul'dur, çünkü kendisi hastadır!) yener de, ama istanbul olur.. zombi olur..

    "
    alıntı: turgut yüksel, sekizinci ölümcül günah, kent rehberi, ot, haziran 2014.
  • bütün masallar gibi, gerçeğin sertliğinden yalıtılmış, imgelerle, simgelerle, metaforlarla küçük beyinlere hayat dersi vermek üzere hazırlanmış, anlattığından çok daha fazlasını anlatmaya çalıştığından emin olduğum masallardan biri. (ya da ben öküz altında buzağı arıyorum)

    her şeyden önce bu kızcağızın orijinal adı snowwhite'tır; "karbeyaz"... saf, eldeğmemiş, masum ama soğuk... frijit değil, henüz ateş yüzü görmemiş, ısınmamış, sevişmemiş, vücudu yanaklarını kızartacak hormonları salıvermemiş yani.

    elma'yı hatırladınız mı? hani şu havva'nın adem'e yedirdiği için birlikte cennetten şutlandıkları elma... bu elma kırmızı, sulu, diri ve lezzetlidir. aşktan münezzeh, şehvetli sevişmeleri temsil eder bütün folklörlerde ve her zaman bir kadın tarafından sunulur. bir kadına veya bir erkeğe. ama asla, sunan erkek olmaz. çünkü baştan çıkarmadır nihayetinde ve kadim bilgi sahipleri bir erkeğin hiçbir koşulda isteksiz bir kadını baştan çıkaramayacağını bilir.

    bu öperek uyandırma konusu kadını cinselliğiyle tanıştırmak gibi gelebilir ilk düşünüldüğünde. ama benzer bir örnekle kontrol edip gördük ki, 100 yıl uyuyan prensesin de uykusuna dalmadan önce eline iğne batmış ve kan çıkmıştı. bu konserve edilmiş prenseslerin uykularının suçlulukla girilmiş seks orucu olduğu kanısı böyle güçleniyor. biri dipdiri bir elmaya diş geçiriyor, biri de bütün uyarılara rağmen "iğne" batmasıyla kanıyor.

    şehvetle kanı zehirlenen ve masumiyetini yitiren bu "zavallı" prensesi cam bir tabutta ölmeden uyumaya mahkum edenler, kadının zevkle yapılan seksten suçluluk duymaya alıştırmış feodalitenin paryalarıdır. (madende çalışırlar. ya da kısıtlı yeşilçam bütçesiyle ormana oduna giderler) bu prensesler ölmezler, ama yaşamazlar da. taa ki, yine beyaz bir at üzerinde gelecek, düzenin "iyi" temsilcisi prince charming dudaklarından masumane öpene kadar.

    "happily ever after" kalıbı o kadar kolpadır ki, hiçbir masal bundan sonra devam etmez. belki o prensin çükü küçük ve erki de sadece sosyal statüsüyle sınırlıdır. bahsedilen mutluluk, sevgili prensimizin, duyduğu suçlulukla, kendinden başkasına vermeyeceğinden emin olduğu güzel ve ateşli karısıyla eğleşmesini anlatır. (amma uydurdum.)
  • şimdi sevgili sözlük, bu hikayeden çıkarılacak ders bambaşkaymış aslında da ben malesef evde kalacak yaşa gelene kadar yanlış yorumlamışım olayı. bunda, hikayeye gereksiz yere sokulan kötü kraliçenin, adeleli vücutlu avcının ve zehirli ama supsulu elmanın etkisi çok büyük. elma kırmızı olmasa belki de yırtacaktık. aaa bir de ayna, evet asıl suçlu o sihirli ayna. tüm bunlar, bütün dikkatimizi üzerlerine çekip hikayenin özünü kavramamıza engel olmuş, hayatımızı karartmışlar meğer. biraz önce yaşadım aydınlanmayı ama artık çok geç kaldım. niyetim gelecek nesillere bilgilerimi aktarmak, onları bu talihsiz kaderin pençesine düşmekten kurtarmak. benden sonra artık hiç bir güzel, akıllı ve alımlı genç kızımız prensini bulamadan yaşlanıp ölmesin. derdimiz bu.
    evet ne biliyoruz hikaye hakkında; yedi cücemiz var, hepsi prensese hayran. prenses sen gibi mi davranıyor peki..."aaa olmaz ben prensesim" mi diyor? hayır. hepsine canım cicim...bu birinci ders.
    sonra bunlarla biraz zaman geçiriyor, idare etmeyi öğreniyor erkekleri, garip yaratılmışlar hakikatten. tecrübe kazanıyor prenses. bu da iki.
    üçüncüsü de hatunun üzerinde önlük, saçında fiyonk, mavi elbise, kırmızı bilmem ne, prensi bağlıyor hem de bir yıldır uyurken ki haliyle. salyası, çapağıyla, yağlı yuğlu saçlarıyla (uyuyan guzel miydi o yoksa) . bacak kadar da boyuyla hem bir de. siz aldınız mesajı.

    kısacası kızlar, aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz. ana ders bu. cücelere burun kıvırmayın, masala göre prens cücelerden sonra geliyor. *
  • grimm kardeşler versiyonu, genel olarak bilinen versiyonundan bir hayli farklı olan hikaye.
    ilk versiyonunda, hikayede pamuk prensesi çekemeyen kötü kraliçeyi bir yamyam olarak tanıyoruz. zaten bu doğru. zira kötü kraliçe, avcıdan pamuk prensesin organlarını getirmesini istiyor ve organları pişirip, yahni yapıp yemek istiyor. uydurmuyorum.
    aynı zaman da kötü kraliçe pamuk prensesi üç kez öldürmeyi deniyor. ilkinde pamuk prensese çok dar bir giysi giydiriyor, nefessiz kalacak kadar dar bir giysi. ikinci cinayet girişiminde ise zehirli bir tarak kullanıyor ve son olarak zehirli elma yedirme yöntemine başvuruyor. bu sefer onun öldüğünü sanıyor. derken prens ortaya çıkıyor bilindiği üzere ve pamuk prensesi kurtarıyor. ancak evlendikleri esnada kötü kraliçe pamuk prensesi görüyor, ölmediğinden haberdar oluyor ve mutsuz son. hem de çok mutsuz, acı ve dahası şiddet içerikli bir son.
    bunun sonunu yazmıyorum sözlük. çok çok kötü bir sonu var.
    gece gece orjinali mutsuz sonla biten masalları neden anlatıyorum bilmiyorum.
    hepsi de şiddet içerikli.
    daha yazmadığım, cindirella, aladdin ve hatta uyuyan güzel de orjinalinde mutsuz son ile bitiyor.
    söylememe gerek var mı bilemem ama pamuk prenses ve yedi cücelerin de, diğerlerinin çoğunun da disney versiyonunu seviyorum.
  • ingiliz bir arkadaşımla sohbet ederken, alkolün verdiği etkiyle ismini cotton princess and seven the pygme olarak çevirdiğim masal. "snow white and seven the dwarf?" sorusu üzerine, yaptığım şabalaklık karşısında yine alkolün etkisiyle kaç saat güldüğümü bilemediğim masal.
  • pamuk prenses ve 7 cuceler (wet version)

    yogun kar yagısı olan bir gun pamuk'un annesi pencerenin kenarında iğne ile bi işler becermekte, velakin tam becerememekte, paso elini desmektedir... uzatmayalım parmagindan suzulen kan pencerenin onune birikmiş olan karların uzerine damlar. kralice bi kara bakar bi pembe lekeye bakar ve "my god" der, "keşke benim de boyle $u karlar gibi bembeyaz teni olan, yanagı pembe pembe olan, elma yarısı, ateş paçası, ayva memeli. taş gibi bi kızım olsa. şu komsu ulkenin kralicelerini hasetlerinden çaaatır çatır çatlatsam, prensleri ip gibi kapıya dizsem. adına bu kardan esinlenip pamuk bıraksam" (turkce ceviride bu sekilde bir bug var işte. ojinal kralice snow white diyo çıtıra. kızın adını "pamuk prenses" bırakmak zaten sacma. adı pamuk'tur, prenses unvan olur. nufusa gidip kızınızın adını pamuk prenses bırakmak istediginizi soyleyin bakın size nereleriyle guluyorlar.)

    neyse, "her god" bunları duymuş...tabi biraz sinirlenmiş "ne demek haset falan, yakışıyo mu koca kraliceye?" demiş. ama bozuntuya da vermemiş. duayı kabul etmiş gibi yapmış. krala iki melek eşliginde uc yuz kutu viagra yollamış. kralice dua ettigine edecegine pisman olmuuuuş....

    uzun laftan kestirme, pamuk dunyaya gelmiş... velakin viagralar bitmemiş daha... kralın overdose yaptıgı bi gece kralice ölmuş. kral kare masa sovalyelerinin çavuşunu cagırp "bana karı bul lan allahsız.." demiş. koy koy gezen sovalyeler begendikleri kadınları toplayıp krala goturmuşler. kral butun kadınları sıraya dizip sovalyleride iyi etmiş... ama hala rahatlamış değilmiş. chatlere girmiş, webde "i kiss you" diye siteler yapmış.. dağlara taşlara vurmuş kendini.

    başlarına gelen acı olaydan sonra yuvalak masa sovalyesi olan kralın adamları, kraldan intikam almak için ona dışarıdan baktıgınızda nefes kesen, boy, pos, ne ararsan olan taş gibi bir şey getimişler. "kralım, bu sisi,valla makine gibidir" demişler. fakat sisinin gerçek adı hayrullah'mış.... ha! cok onemli degil ama bey ablamız cadiymiş.
    ibne sovalyelerin planı tutmamış kral abiye bi alışmış, bu kadar olur. yannız hayroş pamuk'a gıcıkmış. (bu arada pamuk gelmiş 18 ine, olmuş taş). bi gece sovalyelerle orgy yaparken yakalayıp, krala gammazlarmış*

    velhasıl masalın sonuna dogru pamuk evden kovulur. tag tepe gezerken komsu ulkenin sarayının caycısıyla karşılaşır. evlenirler çok da mutlu olurlar.
    bi de yedi salak cuceve yakışıklı prens vardır, ama $aane masalin içine sıcan sozluk yazarı çok bunaldıgı için onları masala katmaz... hepsi g.t olurlar. bizde kerevetine cıkarken yazılar gecer.

    cast
    pamuk prenses.............. laetitia casta
    kral..................................enis batur
    ana kralice...................... tatsyana tsvikevic
    kotu kralice......................bulent ersoy
    sovalye 1.........................arto
    sovalye 2.........................yildo
    sovelya 3.........................dildo
    caycı.................................saadettin teksoy
    yakışıklı prens ve 7 cuce...kahvede okey oynuyorlar
  • gecmis yuzyillardaki yazarlarin sapik dusunce ve toplu seks isteklerini disa vuramayip ustu ortulu olarak ve degistirip susleyerek cocuk hikayeleri haline getirdiginin orneklerinden bir tanesi .
hesabın var mı? giriş yap