pierre loti
-
çayın bardağının gün itibariyle 2,6 lira olduğu mekan. esasen 4 çay için 10 lira uzattıktan sonra 40 kuruş daha istediklerinde fark ettik. hal böyle iken 50 kuruş daha verince 10 kuruşu geri istemek gerekti ama yapamadık işte. 2,6 lira nasıl bir fiyatlandırmadır amk.
-
daha yeni basladigimiz universitenin yurdundaki yataklarimizda yatarken kursun yagmuruna tutulmamis zamanlarda, gozlerimizin hayatin gerceklerine acilmadigi bir yerde, pc'nin, loptopun, internetin, ipod'in iphone'nun. ipad'in, feysbukun, tivittirin olmadigi, bos vakitlerimizde yasaklanmis veya yasaklanmamis kitaplar okudugumuz, ama daha sonralari kitap okundugu icin apar topar toparlanip karanlik yerlerde kaybolundugu zamanlarda oda arkadasi olmustuk. annesinin tek kiziydi, senenin sonuna dogru, hem ilerde basimiza gelecekleri anlar gibi olmus, hem ona nasil bakacagimizi ogrenmistik. " yagmur yagiyor, semsiyeni almayi unutma" "oglen yemege gittin mi?" " bugun hava cok soguk sari kazagini giy!"
cok zekiydi, spor yapiyordu, sigaradan nefret ederdi. ama birgun asik oldu ve ayni gunden itibaren sigara en iyi arkadasi oldu ve oyle de kaldi.
son gorusmemizden alti ay sonra tekrar aradigimda ilk cumlesi "sen gittiginden beri basima neler geldi bir bilsen!" oldu. gogus kanseri olmustu. "ucuncu dereceymis, dorduncu olsaydim kimo yapmayacaklamismis" dedi gulerek. en sevdigi, her gorustugumuzde gittigimiz kahvede,yediyuz yillik cinarin altinda anlatti her seyi; karacigerinde de tumorler vardi, belki tekrar kimo olacakti. sigarasini cikardi ve yakti. "biliyorum biliyorum, ama simdi birakamam" dedi, ve guldu, "kimo olurken icmedim ama, midem cok bulaniyordu".
soguk ama gunesli bir kis gunuydu, o sigara icebilsin diye disarda oturup titredik. yanliz yasiyordu, hep evdeydi zaten, "gel seni bir yere gotureyim" dedim, "nereye gitmek istersin?" pierre loti dedi sevincle. "oraya gidelim, hastalanmadan once kardesimle gittik, onun motorsikletiyle, cok sevdim" dedi. yol boyunca anlatti, dogma buyume istanbulludu ama burayi yeni kesfetmisti, dunyanin en guzel yeriydi ona gore, ben bayilacaktim, nasil gidilecegini bilmiyordu ama halicin oralardaydi, rahat bulacaktik.
en on sirada masa bulamadik, ama beni hemen israrla parmakliklarin onune goturdu, "bak bakalim dedigim kadar yok mu?"
saclari dokuldugu icin taktigi kirmizi yun beresi ve elinde sigarasi ile duruken resmini cektim, "kizlarina gosterme resmimi" dedi. "beni boyle hatirlasinlar istemem." her zamanki gibi guzelsin dedim. gulustuk. "kaslarim daha yeni dokuldu, iki gun once gelseydin hala kaslarim vardi" kaslarina yetisemedigim icin ozur diledim, gulduk gene beraber. sigarasini sondurup bir sigara daha yakti. "annemin deyimi ile icme su zikkimi" dedim. "bosver" dedi. sustuk. "hic gelmemistim buraya" dedim, "cok duydum, hep gelmek istedim, ama hic olmadi." gozleri parladi. "sevdin mi" ,"cok sevdim cok. bir dahaki gelisimde gene geliriz."
"geliriz" dedi, gozlerini karsiya dikti, "dunyanin en guzel yeri oldugunu soylemis miydim? pierre loti oturup kitap yazmis burada, hep yazarlar gelirmis, cok entellektuel bir yermis."
ilk sirada bir masa bosaldi, hemen ona gectik. havanin kararmasina yakin kalktik. "yaza geliyor musun" diye sordu.
"belki" dedim.
"gel de gene buraya gelelim, cok sevdim ben burayi"
karsi tepelere baktim, sen olmazsan ben buraya bir daha dunyada gelmem diye dusundum, pierre loti isterse dunyanin en guzel yeri olsun. "soz ver" dedim, "bir daha gelecegiz" guldu. "kaslarimda cikmis olur o zamana kadar"
"soz ver" dedim.
bana sarildi. "soz" dedi. -
fransız bir yazar olup eyüp'te haliç' e bakan bi çay bahçesine de adını vermiştir
ve istiklal caddesinde bir okulun adıdır aynı zamanda ... -
an itibariyle muhteşem manzara eşliğinde sade kahvemi yudumladığım tepe.
lakin bir kahve neden 5 olmaz da 5,20 olur onu düşünüyorum manasızca. -
birinci dünya savaşı sırasında antalya'nın batısındaki dik yamaçlı ormanlık koylarımızda ve kıyılarımızda fransız zırhlıları hem devriye atıyor hem de oranın güvenli olduğu düşünülerek sık sık istirahat için demir atıyordu. zira dik yamaçlar nedeniyle bu zırhlıyı vurabilecek güçte bir top yerleştirmek mümkün değildi.
lakin bilmedikleri bir şey vardı. iman gücü ve inanmışlık, gemilerini karadan atlarını denizden (bkz: peçenekler) yürütebilen bir milletin evlatlarında kendine yer bulmuşsa eğer düşman için hiç bir yer güvenli değildi. nitekim bir grup kahramanımız insan üstü bir gayretle o dik yamaçlara topu yerleştirdiler ve bir sonraki seferde zırhlıyı akdenizin ılık sularına gömerek ebedi istirahatine gönderdiler. işte akdeniz'e gömülen bu fransız zırhlısındaki bahriyeli subaylardan birisi de pierre loti'nin yeğeni yüzbaşı rolen idi.
amcası pierre loti istanbul'a gelip aşık olur saygı duyarız lakin yeğeni silah kuşanıp gelirse de affetmez gömeriz. böyle de misafirperver bir milletiz hamdolsun...
http://www.scubaozgur.tr.gg/…4;hİ-batiklar.htm
edit: link -
bir bayram zamanı gitmeme mütevellit kesinlikle abartılmış bir mekan olduğu kanısına vardığım yer. dışarda değnekçiler otopark mafyası kol geziyor para versen bir dert vermesen bir dert ayrıca manzarayı gören mekanlarda boş yer bulmak kalabalık sebebiyle imkansıza yakın mecbur manzara görmeyen bir yere oturacaksınız hal böyle oluncada pierre loti'nin hiçbir espirisi olmuyor.. biz gittiğimizde aşağadaki yerler full çektiği için mecbur yukardaki çay bahçesi, cafeterya tarzı yerlere gittik ve orda da hizmet olsun getirilen ürünler olsun son derece başarısızdı. binbir zahmetle çağırdığımız yüzündeki ifade perşembe pazarı olan garsonun ev yapımı dediği "esanslı" limonata limonatadan çok her şeye benziyordu ayrıca arkadaşımın söylediği tostta bildiğin 2 dilimlik uno tost ekmeğine yapılan alelade tosttu abartı bir hesap ödemek suretiyle mekandan ayrıldık. işte insan o kadar para verince daha iyi bir şey bekliyor ister istemez.. manzara iyi güzelde sırf bu manzara ve hizmet için ta istanbul'un bir ucundan buraya gitmeye hiç değmez kısaca gözümdeki yeri için:
(bkz: overrated) -
nazim hikmetin anlatimiyla;
" tevekkül!
kısmet!
kafes, han, kervan
şadırvan!
gümüş tepsilerde rakseten sultan!
mihrace, padişah,
bin bir yaşında bir şah.
minarelerde sallanıyor sedef nalınlar,
burunları kınalı kadınlar
ayaklarıyla gergef dokuyor.
rüzgarlarda yeşil sarıklı imamlar ezan okuyor! >>
iste frenk şairinin gördüğü şark!
işte
dakikada 1.000.000 basılan
kitapların
şark'ı!
lakin
ne dün
ne bugün
ne yarın
böyle bir şark
yoktu,
olmayacak!
şark
üstünde çıplak
esirlerin
aç geberdiği toprak!
şarklıdan başka herkesin
orta mali olan memleket!
açlığın kıtlıktan olduğu diyar!
ağzına kadar
buğdayla dolu ambar!
avrupa’nın ambarı!
asya!
amerikan dretnotlarının tel direklerine
senin çinlilerin
uzun saçlarından
sari mumlar gibi asıyorlar kendilerini!
himalayanın
en yüksek
en dik
en karlı tepesinde
britanya zabitleri cazbant çaldırıyorlar,
kara tırnaklı ayaklarını daldırıyorlar,
paryaların
beyaz dişli ölülerini attığı gania!
anadolu baştan başa
armistrongun
talim meydanı oldu!
asyanın bağrı doldu!
şark
yutmayacak
artık!
bıktık be bıktık!
içinizden biri
can verebilse bile
açlıktan ölen öküzümüze,
burjuvaysa eğer
gözükmesin gözümüze!
hatta sen
sen pier lobi!
sarı muşamba derilerimizden
birbirimize
geçen
tifüsün biti
senden daha yakındır bize
fransız zabiti!
fransız zabiti sen
o üzüm gözlü azadeyi
bir orospudan
daha çabuk unuttun!
kalbimize diktiğin
azadenin taşını
bir tahta hedef gibi topa tuttun!
bilmeyenler
bilsin:
sen bir şarlatandan başka bir şey değilsin!
şarlatan!
çürük fransız kumaşlarını
yüzde beş yüz ihtikarla şarka satan:
piyer loti!
ne domuz bir burjuvaymışsın meğer!
maddeden ayrı ruha inansaydım eğer,
şarkın kurtulduğu gün
senin ruhunu
köprü başında çarmıha gerer
karsısında cigara içerdim!
ben elimi size verdim,
size verdik bir elimizi
kucaklayın bizi
avrupanin sankulotları!
surelim yan yana bindiğimiz al atları!
menzil yakın
bakın
kurtuluş günü artık sayılı.
önümüzde şarkın kurtuluş yılı
bize kanlı mendilini sallıyor.
al atlarımız emperyalizmin göbeğini nallıyor." -
bir çok çay bahçesinden ayrılan en önemli özelliği, mezarlığın ortasında olmasıdır. düşünüldüğünde mezarların arasında oturup kahve içmek pek ilgi çekici gelmese de akşamları gidip manzarayı izlemek çok huzurlu oluyor.
-
en son 10 yil kadar oncesi idi herhalde gittigimde, belki daha da eski.. minnacik bir cay bahcesi vardi, sehr-i istanbul ayaklarinizin altinda. zaman zaman ugrardim, gazete okuyayim cayimi iceyim diye..
aradan 10 yil gecmis. yanimda esim, tekrar gittim.. her yer gibi kirlenmis, kalabaliklasmis..
hep insanlarin ozendigi hayaller vardir, bir sahil kasabasi, sakin sessiz vs diye baslayan. oyleydi pierre loti, sakin bir kasabaydi, mezarligin dinginligi bulasmisti uzerine. dinlenirdi insan gittiginde bir olum sessizligi ile istanbul'a bakarken.
aradan gecen yillar sonrasinda tekrar gittik.. bambaska bir keyifti bu sefer. onumuzde ada caylari geceye bakiyorduk, kentin bir yarisinin elektrikleri kesilmis, sultanahmet, ayasofya.. eminonu, galata koprusu.. altin boynuz.
aradan yillar gecmis.. sehr-i istanbul hala gece guzel.. bu sefer cayin tadi bir farkliydi. geceye inat ilik ve aydinlikti sehir, bir tek gozlerde vardi karanliklar.
dusundum sonra niyedir bilmem, eskiden pierre loti alirdi huznu kederi, bosvermislik asilardi biraz insanin icerisine.. o etkisi kalmamis. oteller, nargile kafeler. bir semt olmus pierre loti ve durup bakilan altinboynuz ne yazik ki sehr-i istanbul'u anlatmiyor artik.
bir deger daha gecip gitmis istanbul'dan, turkiye'den.
yazik. -
haliç’e hakim bir noktada bulunan kahvehane, güzel manzarası ve kalabalığıyla oldukça gösterişlidir. fakat pierre loti kahvehanesi, başka yerlrde olmayan olmayan bir şey sunar size: istanbul’la ve kendinizle baş başa kalabilme özgürlüğü... büyükçe bir alana yayılmış olan kahvehanede, kimsenin dikkatini çekmeden saatlerce tek başınıza oturabilir ve istanbul’u seyre dalabilirsiniz. kahveniz gelir, her yudumda düşünceler ılıklaşır ve eve dönerken düşünceler artık sıralanmış, sorunlar hafiflemiş ve bakışlar canlanmıştır. pierre loti’nin ünü, her zamankinden farklı olarak ona kalabalığı, size yalnızlığınızı armağan eder.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap