• mendeburlardır. hatta kadını ayrı, erkeği ayrı mendeburdur. en sevdikleri şey asansörden inerken asansör kapısında durup sohbete devam etmek. tam o sırada dünyayı kurtardığından, sizin düdük gibi kapı önünde sevgili plaza insanının keyfini beklemeniz gerekir.

    domuz ötesi olurlar. her gün yüzlerini gördüğünüz insanlarla nezaketen de olsa selamlaşırsınız, sevmediğiniz komşunuzla, kapıcınızla, sokağı süpüren çöpçüyle, nihayetinde en azından yüz aşinalığı olur. plazada iyi günler diyerek asansörden inerken arkanızdan kimse ses etmez zira kendini bir sikim sanan suratsız bir insan olmak plaza insanı olmanın ilk şartıdır. çalıştığım plazada dış kapıdaki güvenlikten, tuvaleti temizleyenlere kadar herkes ismimi biliyor, hatrımı soruyor. bi bok yaptığımdan değil, sadece "günaydın" ve "kolay gelsin" diyorum. plaza insanları her daim çevresindeki insanlara selam veremeyecek kadar yoğun ve ayak işi yapanlarla muhatap olmayacak kadar kıymetli olduklarından, kimsenin hizmetlileri umursadığı yok. o yüzden hatır sorana saygı duyuyorlar.

    ciddi bir kısmı sanılandan düşük maaşlıdır ama plazada çalıştığından çevrelerindeki gelir algısı yüksektir ve bu algıyı korumak için oradan buradan kısıp kıyafete, ıvır zıvıra gereksiz harcarlar. bütün dertleri sanıldıkları kadar iyi kazanıyormuş gibi görünmektir.

    plaza insanı kapı tutmak, yol vermek gibi nezaketen yapılan hareketler için teşekkür etmez zira sen nezaketten değil, yükümlülükten yapıyorsundur. bi de zaten dünyayı kurtarıyor ya, ondan. o kadar işi arasında seninle mi muhatap olsun.

    en belirgin ayrıntıları kemer askısına takılmış manyetik kart, elinde laptopla katlar arasında koşturmak(aynı firma bir kaç kata yayılmış olabiliyor.), aşırı topuklu giymek(erkeklerde sık rastlanmıyor), ortak alanlarda sahte kahkahalar, yemek getiren elemanlara bi sebepten çatmak felan.

    insanlıklarına dair güzelliklerini bile isteye solduruyorlar, mekanik, ruhsuz, materyalist garip canlılara dönüşüyorlar. ama günahlarını almayayım, bizim plazada çok iyi plaza insanları da var, yapı kredi plaza'nın önünde takılan kedileri besliyorlar, hatta öyle besliyorlar ki, ben yemek verdiğimde önceden doyduklarından kafayı çevirip bakmıyor şerefsiz kediler. yemeğe sırtını dönüp oturan kedi olur mu, burada oluyor.

    bu da böyle bir tespitimdir.
  • ne yazik ki bu tanim -sahsi fikrimdir bu- orta siddetli kufurlerle esdeger kullanilmaktadir gunumuzde. sanki "plaza insani" dogustan gelen bir fenalik, bir nahoslukmus gibi...trafikte sinirlendiginizde kullanabileceginiz bir haykiris gibi: "ehliyeti leventten mi aldin lan? plaza insani!"

    degerlendirme egilimi genelde neden bu yone gitmis, onu tartismak yersiz. ancak birkac dogrudan bahsederek belki farkli bir bakis acisi elde edilebilir:

    en basta dusunulmesi gereken bu bahsedilen kisilerin dogduklari anda "plazaaa" diye degil, diger herkes gibi "uveeeeaa" diye aglamaya baslamis olmalari, ilkogretimde benzer siralara benzer muzik gruplarinin, sarkicilarin isimlerini kazimis, sevmis, terkedilmis, gulmus ve aglamis olmalaridir. yani prensip olarak bu kisiler de senin benim gibi iki kolu iki bacagi olan insanogludur. farkliligi yaratan -ki bu sadece plaza insanlari icin degil, bir esnafin, bir akademisyenin, bir ascinin, bir copcunun, bir evsizin birbirinden farkli olmasini saglayan- "habitat"tir. yani en basit haliyle yasadigi cevre ve bu cevrenin getirdigi sartlar...

    adi gecen bu plaza insanlarinin da buyuk bir kisminin lise,universite ve hatta yuksek lisans cenderesinden de gectigi varsayimi altinda, diger insanlardan -bahsedilen- farklilasmaya gidisinin, bahsi gecen tamlamanin ilk kelimesi olan "plaza" ile basladigi sonucuna varmamiz mumkundur. bu esnada vurgulamak lazim: plazada calisan her insan icin "plaza insani" tanimlamasi yapmak da kanimca yanlistir.

    o zaman asil incelenmesi gerekenin "plaza" kavrami oldugu ortaya cikmakta. yani o koskoca filtreli-acilmaz camlari olan, kocaman kocaman asansorlerde bir yukari bir asagi gidilen, gun ortasinda floresan lambalarla aydinlatilan ve hic de "insana ait" olmayan fiziksel ortamdan ve daha onemlisi onun icerisinde birikmis, orumceklesmis, insan icin degil de para icin calismakta olan sistemden:ki buna kapitalizm diyoruz.

    bahsi gecen sistem, insan degil para odakli oldugundan; calisana insan olarak deger vermemekte ve mumkun oldugunca onu kendine benzetmeye calismaktadir. yani calisan da artik insan* degil para* odakli olmalidir: bireysel ol, tuket, tukettir: hem parayi hem de insanligi...

    "okuyup vatanina milletine faydali olacaksin" dusturu ile buyumus universite mezunu bu genc plaza'ya adimini atar:

    ...
    oh be, su binanin guzelligine, ihtisamina bak. yerlere bak yerlere, bal dok yala. insanlar de seker gibi, guleryuzlu. yasadik be!
    ...
    berk bey (patronum) yerimi gosterdi bana, masalar biraz ufak ama calismak icin yeterli, oturdugum kubikte de iki kiz iki erkegiz, filiz, hande, metin (abi), ben. hepsi cok iyi insanlar. filiz otuzlarinda var-cok havali bir tip, hande benim yaslarda, cok sirin, metin abi kirk var gibi. onun surati biraz asik, bosaniyormus bu aralar, ondan olsa gerek. yazik adamcagiza
    ...
    oryantasyon programindaydim gecen hafta, super bir sirketiz gercekten, deli kar yapmisiz son uc senedir. cok iyi yaptim buraya girmekle. kubikte degisen birsey yok, filiz yine cok havali, hande zip zip zipliyor -biraz bagirarak konusuyor ama olsun-, metin abi arada telefonda kotu kotu konusuyor biriyle, arada kufur filan etti telefondakine. duymamis gibi yaptim. yazik adama yaa, ne kotu bosanmak...
    ...
    cok yogun calisiyorum geldigimden beri...berk bey beni cok begeniyor, gecen ay icin yaptigim analizleri cok begendi. hatta "eline saglik" diye yazdi bir mailinde, cok motiveyim. yihu
    ...
    metin abi bugun gelmedi ise. adam son iki aydir perisan halde, aramis berk beyi gelemeyecegim diye, onun islerini de bugun ben yapacagim. bayagi birsey biriktirmis gerci o da. olsun ama adamin yardima ihtiyaci var. yazik...
    ...
    berk bey ilk alti ay sonunda tebriklerini iletti mail atip, performansimdan cok memnunmus. begendirdim kendimi, devam etmeliyim daha cok calisip. son zamanlarda dikkat ettim bizim filiz'e de, bes olmadan cikiyor isten. yogun calisip erken bitiriyor kesin. tecrubeli eleman ne de olsa...
    ...
    metin abinin artik yuzu guluyor, adamin bosanmasi bir seneyi gecti.artik bagirmiyor telefonda, fisir fisir konusuyor, "kurtuldum sonunda" dedi gecenlerde yine telefonda sessizce, annesi felan herhalde dedim ama sonunda "yavrum" diye bitirdi, arkadasi olsa gerek...
    ...
    ben hep binanin yemekhanesinde yiyordum yemegimi, bizimkiler israr ettiler gel sen de diye, bindik filiz'in arabasiyla gittik, cok şık bir spor araba, kimbilir ne maas aliyor, tecrubeli eleman tabii. bebek'e geldik,yemek yedik. cok guzel bir yer ama fiyatlar biraz pahali, waffle yedik yemekten sonra, filiz dondurma yedi, berk bey'le filiz uzun zamandir arkadas herhalde, birbirlerine el sakasi yapiyorlar. ben de bir saka yapip hafifce vurdum berk bey'in sirtina, donup ters ters bakti biraz bana,birsey demedi
    ...
    sene basinda zam almamistim, kimseye zam yapmamislar zannediyordum, ama filiz almis galiba, arada agzindan yuzde otuz gibi bir laf gecti. tecrube ile ilintili bir sistem olsa gerek, ikinci senem dolmadan konusacagim berk bey ile, ogreneyim bari. metin abi son zamanlarda bayagi gec geliyor ise, sac bas daginik, arkadaslari ile kutluyor olsa gerek bekar hayatini, cok cekti adam cok. handenin de son zamanlarda sesi az cikmaya basladi, gecende telefonu kapatti sert bir sekilde, agladi biraz. berk bey geldi iki dakika sonra handeyi odasina cagirdi. filiz de ters ters bakti bu ikisine, kimbilir hangi isi beceremedi hande, savsak zaten biraz, firca yiyecek simdi...
    ...
    bu aralar hande ile aramiz cok iyi, ikide bir gelip sakalar yapiyor bana, cok iddiali giyinmeye basladi bir de, her gun mini etek giyiyor neredeyse, filiz bu durumdan pek hoslanmadi gibi, o da sinirlarda geziyor, etek boyunda yaris halindeler. hatta gecenlerde filizin donunu gordum, bir muddet kalkamadim masamdan, hande anladi sanki durumu, gerginsin,masaj yapayim dedi gulerek, omuzlarimi yogurdu, allahtan kisa kesti, az kaldi pantolon gidiyordu. o esnada neden bilmem metin abi ceketinin onunu ilikleyip tuvalete dogru kostu. berk bey gecerken filizi gordu ve odasina cagirdi, filiz dondugunde yuzunde garip bir ifade vardi, al al olmustu, o da mi firca yedi acaba?
    ...
    iki senemi tamamladim sonunda, performans degerlendirme sonuclari geldi. ustun performans gostermisim. super adam bu berk bey, yani belki yakinda ben de ona el sakasi yapabilirim, hatta bey'i kaldirip sadece "berk" derim filizin yaptigi gibi. yuzde on zam yapilmis bana ama berk bey bunun yeni elemanlara yapilanin en iyisi oldugunu soyledi. son zamanlarda zaten kredi karti borclarim kabarmisti, artik bu ek parayi borclara yatiririm her ay. bara gidiyorsun bir votka-redbul en az yirmi kagit, isyerindekilerin de bilmedigi bar yokmus hani, ama tadi guzel meretin, evde televizyon karsisinda sise efes icmekten gina gelmisti zaten, annemin babamin "icme su birayi" dirdirindan da kurtulmus oldum...
    ...
    filizin bir arkadasi ile tanistim dun barda:betul. filiz gibi havali o da ama sanki yasi biraz daha geckin; kirk var gibi, ama fizik felan super, telefonunu verdi bu haftasonu ikimiz takilacagiz reina'da. reina da bu barlarin en pahalisi galiba, nakit bulundurmak lazim, metin abiden isteyeyim bari. bu aralar isler fazla yogun degil, mayin tarlasi felan oynuyorum cogu zaman.
    ...
    ne oldugunu anlamadan ucyuz milyon hesap geldi reinada, nakit yetmedi, allahtan kredi kartinin limitini arttirmistim gecenlerde,rezil olacaktik yoksa. cikista betul "gel bende kahve icelim" dedi, arabam olmadigini farkettirmemistim onceden, "ictigim aksamlarda taksi kullaniyorum" dedim betul'e. "en guzelini yapiyorsun sekerim" dedi. besiktastaymis evi, o kafayla nereye gittigimi de pek bilmiyordum gerci ama, bir bodrum katina girdik, iceri girince afalladim, kirmizi converseler gozume takildi, ben diyim 45 sen de 50 numara, bebek mezari... ayakkabilara takildigimi gorunce betul dokuluverdi: "cenk'in onlar, oglumun, yatmistir o, gel sen iceri"..."oo..oglun?" elim ayagim dolandi hafiften, ayakkabiliktaki keratayi dusurdum, o da gitti hemen yanindaki semsiyelige takildi, semsiyeligi tutayim diye egilirken kafam betulun poposuna girdi, icerden bir kapi sesi geldi,aman toparlayayim cenk geliyor derken yerden aldigim keratayi betulun bacakarasina sokmusum, betul de bu esnada cizmesini cikarmak icin tek ayak ustunde domalmisti, kicinda keratayi hissedince irkilip one duserek sinav pozisyonunda kaldiginda acilan gotune bakarken izbandut cenk ve sivilceleri geldi.."s..selam
    cenk, siyah tanga" demisim, betul sinir krizi gecirip yerde kahkahalar atarken cenk odasina dondu."orospu cocugu" dedi galba donerken ama yanlis da hatirliyor olabilirim...
    betul o gece cok ugrasti ama o bozuk psikoloji ve iceriden gelen 190lik horultu erkeklikle olan tum iliskimi sifirlamisti, buzusmustum.arada sinirlendim "orospu cocugu sensin lan, sensin" dedim icimden, sizmisim sonra...
    ...
    sirkette isler hala cok sessiz, yeni proje yok, rutin birkac sey oluyor gun icinde yapilacak, betul ile telefondayiz gunde uc posta, her ay en az iki kere reinaya gidiyoruz, arkadaslari da geliyor arada, hamdi ile huseyin. son gittigimizde betul beni birakip onlarla cikti, cok eski arkadaslarmis, muhabbet edeceklermis. huseyinle hamdi puro iciyorlar surekli, bir de martel diye birsey soyluyorlar. kredi kartim limitleri zorladigi icin ben reinadan once iki-uc bira atiyorum evde hizli hizli, gidince de bir votka-redbul, artik tadi da yok meretin bilmem neden...
    ...
    son aylarda ickiyi fazla kacirdigimi farketmis berk bey, hafif bir firca kaydi, "performansindan memnun degilim" dedi, "ozel hayatina dikkat et"...bu sene zam beklememem dogru olur sanirim.
    ...
    bu senenin sonunda sirket buyuk zarar acikladi, eleman cikaracaklari anons edildi, az maas aliyorum, beni cikarmazlar. filizi cikarsalar benim gibi uc adam alirlar, bakalim ne yapacak atilinca filiz hanim
    ...
    cuma gunu saat dortte insan kaynaklarindan cagirdilar, berk bey de oradaydi, asik suratli bir halde. "biliyorsun sirketimizin durumu.." diye basladi. uzun uzun anlatti. sonra cikisimi verdiler bir zarfta, "filiz, yuksek maas, oysa benim sirkete maliyetim?" diye dusunurken odadan cikiverdim. metin abi de elinde benimkine benzer bir zarfla tuvaletten cikti, gozleri kizarmisti aglamaktan. "napicaz simdi?bu tazminat ne yeter benim taksitlerime, borclarima?" dedi." ciktim plazadan disari, bir sigara yaktim.

    ......

    saat onikide kalkip bilgisayar karsisina geciyorum simdi, kredi karti borcundan haciz geldi, annem altinlarini bozdurdu, hacizi kaldirdi. bundan sonra da kredi karti cikartamayacakmisim, kara listeye girmisim. babam artik pek konusmuyor benimle, ben eve girince o disari cikiyor. internetten is basvurusu yapiyorum kahvaltidan sonra, bes ay oldu issiz, arayan cikmadi henuz. otobusle emirgan'a iniyorum aksamustleri, cinaraltina. cay pahaliymis orada, farketmemisim onceden. bir tane icip kalkiyorum cogunlukla. annem dayanamiyor halime bi 50 milyon veriyor ucayligini aldiginda, o hafta gunde iki-uc cay soyleyebiliyorum, paranin hepsini bitirmeye elim varmiyor. iki tane samsun iciyorum bir bardak cayla; tadina vara vara. cok nadir yunuslar geciyor kiyinin hemen onunden. bir cikip bir giriyorlar suya, gulumsuyorum. balik tutanlar, durakta otobus bekleyenler, herkes pek bir neseli yunuslari gorunce...
    ...
    babam bugun evden kacmadi ben uyaninca, yine aksamustu, yine emirgana cikarken "dur" dedi "aksama balik yiyecegiz beraber,cikma biryere".anlamadim. aksama annem sahane bir sofra kurmustu, mezeler hazirlamisti. babam raki getirdi mutfaktan, ne zaman olmustu raki icmemisti. yemegin baslarinda gulumsedim, yunuslari anlattim onlara sonra, "istavrit bu kadar mi guzel yapilir" dedim anneme, sonra dondum bir babama baktim bir anneme,piril pirildi yuzleri, melekler gibi. gozlerim doldu, "anam babam" dedim, "kusuruma bakmayin".

    annem kalkti yanima geldi. sacimdan optu. gozyaslari dokuldu masaya...babam elimi tuttu,gozleri dolu dolu:

    "canin sagolsun oglum, sen bizim yavrumuzsun..."
  • "..... sabahları, mini etekli henüz uykusu açılmamış resepsiyonistlerin ve asık suratlı güvenlik görevlilerinin önünden geçerek kendilerini güvenli (!) binaların koyu renk camlarla gün ışığından ayrılmış bedenlerine teslim eden ve zaman zaman o camlardan dışarıya baktığında metrelerce aşağıda yağmurun çamurun arasında dura kalka ilerleyen trafiği, ufka kadar uzanan gri renkli binaların, sokakların, eğri büğrü evlerle dolu yokuşların çamuru andıran curcunasını ya da sarı güneş ışığı altında beton kaktüslerle dolu çölü andıran şehrin kuru dudaklarını görerek hayatın içinde açtığı dev bir parantezde gerçek zamanın dışında yaşayan, yaşatılan (!) insan kitlesidir, sosyolojik olgudur. plazada yaşamak kasabada yaşamak gibidir, koca memeli sekreterlerin diyet krakerlerini kemirirken yaptığı dedikoduların konusu olmak, üçüncü kattaki satış ekibinin güzel bacaklı fıstığı buket hanıma (ki kendisi tanga buket olarak bilinir) ya da aynı ekibin yöneticisi solaryum ve fitness burak (bey)e aşık olarak akşam karanlığında eve dönerken hayaller kurmak, çeyrek ya da yarım yıllık periodlarda yapılacak zamlara ilişkin masturbasyon kılıklı sohpetler yapmak, elli hafta boyunca iki haftalık tatili planlayarak bir hafta kala çocuk gibi sevinçli bütün plazaya kendini duyurmak zorunda hissetmek, insan kaynaklarından nefret ederken eski renault'lar gibi sabahları bilgisayarın helpdesk'teki çocuğu görmeden açılmaması, ticket'ların hiçbir zaman öğle yemeği masraflarına yetmemesi, öğle yemeklerine birlikte çıkılan insanlardan birinin mutlaka hiç sevilmemesi, bir saatlik azad süresince hapishane avlusuna hava almaya salınan mahkumlar gibi ince ince sıralar halinde çıkılan öğle tatillerinde zamanın bir anda uçup gitmesi, sabahları simit, çatal ve poşet çaydan oluşan fiks menünün sıkıcılığı, internet'ten gazete okumak, fast food patateslerinin ellerde bıraktığı yağ kokusu, akşam servislerindeki zoraki konuşmalar, pegueot minibüslerinin pancar motoru andıran homurtusu demektir. happy hour'larda kimse happy değildir nedense, en yakışıklı erkekler ve en güzel kızlar evli ya da nişanlıdır nedense, bütün müdürler aslında size göre yeteneksiz, bütün işler içsel bir kumpas hikayesidir nedense..beyaz flouresan ışıkları, servis saatinden sonraki sessizlikler, geceleri sağdan soldan gelen tuhaf tıkırtılar, vampir modunda yaşayan gece çalışanları ve onların kambur bedenlerinin üstündeki yorgun yüzlerine iliştirilmiş kanlı gözler, dolu asansörler, asansörde tavandaki hiç varolmamış bir lekeye bakmalar, dolu tuvalet fobileri, sıvı sabunun kötü kokusu, halı üzerindeki sallama çay lekeleri, plastik renkli sanki hiç sulanmadan, sevilmeden yaşanabilecekmiş gibi görünen bitkiler, sıkıcı toplantılar, küçük kübik masa yerleşimlerinde kurulan dünyalar, mantar panolardaki hiç bakılmayan fotoğraflar (bakın benim böyle güzel ve farklı bir yaşamım var işte iş dışında), bir yerden bulunmuş birbirine benzer beş para etmez palavra özlü sözler, hep kaybolan kalemler, buruşmuş post-it'ler, özlenen seyahatler, özlenen öğrencilik hayatları, bir başka yaşam hayalleri, bir başkasının bedenini özlemek, aşık olmayı unutmak, ağlamayı unutmak, o plastik ruhlu bitkiler gibi olmak ve ille de olmazsa olmaz "herşeyi bırakıp çekip gitmek hayali", ve "herşeyin elinden alınması hayali".... herşey şimdi yazılsa, plaza insanları maslov'un ihtiyaçların hiyerarşisinde nerede yer alırdı acaba ? ..."
    (gölge avcıları kulübü’nden alıntıdır)
  • sanki ben değilim sabahları telefon alarmı öttüğünde osuruk sesiyle karşılık veren;

    sanki ben değilim gözleri kapalıyken ayakta işeyen;

    sanki ben değilim geceden yaptığı banyodan sonra taradığı saçları sabah kalktığında çöp gibi olan, alt eşofmanını çıkarmadan küvete kafasını uzatıp saçını yıkayan ve kulak arkasında kalan şampuanları havluyla silen;

    sanki ben değilim temiz bardak bulamadığında damacananın ağzını lavaboya döndürüp çeşmeden su içercesine avucunu damacananın ağzına dayayan;

    sanki ben değilim paltosunu, ayakkabısını kapı önünde giydikten sonra zile basıp ''anne burnum akacak gibi, bi peçete versene'' diyen ve annesinin rulo kağıt havludan yarım metre kopardığı parçayı dörde bölüp ikisini pantolonun ceplerine, ikisini de ceketinin ceplerine koyan;

    sanki ben değilim apartmandan çıktıktan sonra aşağıdan zile basıp balkona çıkan annesine ''anne bi iki elma atsana'' diyen, annesinin balkondan attığı elmaları önünü iliklediği ceketi ile tutan, bu elmaların birini durağa gidene kadar yiyen, diğerini durakta yiyen, otobüste paltosunun cebinden herkesin gördüğü kırmızı elmayı da otobüsten iner inmez yiyen;

    sanki ben değilim körüklü otobüste körüklü kısımda ayakta giderken virajlarda körükle birlikte beli sağa sola döndürmeli cimnastikler yapan;

    sanki ben değilim plazalar bölgesine gelmeden pantolonunun içine sokmadığı gömleğini ceketini çıkarmadan herkesin gözü önünde pantolonunun içine sokan...

    plazanın otomatik kapısı açılır, turnikeye kart okutulur, asansöre binilir, bambaşka bir dünyanın ilk filtre kahvesi içilir ve kravatlılarla topuklu ayakkabılıların ctrl+p yarışı başlar. filtre kahvenin her yudumunda ''ımmmhhh filtre kahvesiz asla'' diyorsunuz, sanki akşam eve gittiğinizde pazar kahvaltısında demliğin içinde üç tane yumurta haşladığınız çaydanlıkla çay demleyip, salona getirdiğiniz çaydanlığı da soğumasın diye sıcak kalorifer peteğinin üstüne koymuyormuşcasına...
  • fiziken dahil olduğum, nefret ettiğim insan topluluğudur.
    sabah sabah ofiste poğaçamla bilgisayar başında haber okurken bir anda tüm kadınların "aaa, yaaa, çok şekeeeeer" diye bağırışmasıyla irkilmiş oldum. çünkü sevgili müdürümüz kendine yeni bir trençkot almıştı ve pembeli renkler mevcuttu bu trençkotta. müdürün kendi odasına girmesinin ardından topluca odasına girip "aaa nerden aldınız" gibisinden yapaylıktan ölen cümleler sarfeden insanlar topluluğudur. pazartesi lan bugün, tatil bitti işe başladık bu ne enerji amk.
  • plaza insanları, dünyanın en büyük halüsinasyonlarından birini toplu halde görebilmek amacıyla bir araya gelmiş insanlar topluluğuna verilen genel tanımlamadır.

    plaza insanı sterildir, plaza insanı düzenlidir, plaza insanı disiplinlidir.
    plaza insanı sterildir, çayını kendi kupasında içer veya son derece kurumsal kağıt bardakları kullanır.
    plaza insanı düzenlidir, deadline'ı vardır. "project management toolları" vardır. blackberry'si vardır. sabah aynı saatte kalkar, aynı berbat poğaçaları yer, mümkünse aynı saatte çıkar.
    plaza insanı disiplinlidir. servis bekletilmez beklenir! plaza insanı her sabah aynı dakika aynı yerde olmayı hayatının en önemli "kpi!"'ı olarak belirlemiştir. başarı kriterinden ziyade hayat standartı aynı saatte aynı yerde dikilebilmektir.

    plaza insanı, plaza yaşantısının yazısız kurallarına adeta "şirk" seviyesinde bağlıdır. öyle ki, plaza dini diye bir şey olsaydı, plaza insanları rahatlıkla "katolik" olarak adlandırılabilirlerdi.

    plaza insanı düzeni sever, standartı sever,sürprizleri minimumda tutmaya çalışır.
    siz hiç kar yağıyor diye erken kapatıp giden bakkal gördünüz mü?

    plaza insanı için kar yağması bile olağandışı bir durumdur. kar bile yağsa, plaza insanının kurallara sıkı sıkıya bağlanarak kurduğu o yalancı güven çemberi sarsılır. erken çıkıp evine gitmek ister. idari işler/insan kaynakları departmanları da plaza insanı olduklarından, erkenden evlerine kaçarlar.

    plaza insanı kuralların dışında bir durumla karşılaşırsa tedirgin olur. (bkz: serengeti düzlüklerinde işler karışıyor)

    kış lastiği tam zamanında değişen, kaskolu, benzin ışığı asla yanmayan 3 yaşından küçük arabalara biner plaza insanı. bayramda memlekete gittiğinde, dayısının oğlunun kullandığı renault spring'e binince, matrix'te kayma olması misali, değer sistemi sekteye uğrar. nedenini nasılını anlamaya çalışır. kaskosuz da bir arabaya binilebileceği fikrini hazmetmeye çalışır. hele benzin bitmesi, hele lpg kullanılması plaza insanını sağlı sollu tokatlar.

    bu durumu hazmedemezse, karşılığında bu davranışın ne kadar mantıksız olduğuna dair kendince gerekçeler üretmeye başlar. (bkz: bilişsel çelişki)

    pislikten haz etmez, evine haftada bir veya iki, çocuk varsa yatılı "kadın" almaya bayılır. hiç bir plaza kadınının asla memnun olmadığı bu kadınlardan her zaman nefret etmelerinin altında, aslında basit görerek tercih etmedikleri çocuk bakımı, bulaşık, haydi anlayacakları dilden de yazalım, "housekeeping" işlerine bakan kadınların her ay kazanıverdikleri paralar yatar. her ödemelerinde, şu kadar ben verdim, her günü dolu, iki de kızı var onlar da çalışsa hesabı kitabı yatar.

    evdeki kadınla bitmeyen bu karşılaştırma silsilesi ofiste de devam eder. louboutin giyen stajyer, free lander'la gelen uzman sürekli kafalarını kurcalar. para babadan mı yoksa kocadan mı anlamaya çalışırlar. çantayı sırtına vurup gidenlere, backpacker'lara bayılırlar, amma velakin iş güneye gitmeye gelince, taksidini altı ay ödedikleri, bilmem kaç yıldızlı yerden aşağısına burun kıvırırlar. bira azıcık ılık gelirse, garsonu azarlar, geri gönderir, foursquare'de anında puanını kırarlar, çevrelerine de söyleyerek kimseyi göndermemekle tehdit ederler.

    bohemlikleri de bir nevi masturbasyon malzemesidir lafın özü.

    plaza hayatı zordur. insanı 3 kuruşa artık halktan biri olmadığı halüsinasyonuna sokar, sonra bir kriz mriz gelirse de, afedersin, itin götüne sokar.
    bu halüsinasyon, kredi kartlarıyla, ulus pazarıyla bir şekilde sürdürülmeye çalışılır.

    şimdi plaza insanları belki tam anlamaz da, bir cümleyle özetlemek gerekirse;
    hani alüminyum kaptan bir fırın sütlaç yersin de ağzına metal tadı gelir. işte sütlaç aynı sütlaç ama plazanın içinde hep o metal tadı var.
  • bugün anladığım kadarıyla en sevdikleri cümle "bana mail at" veya "bana mail gelmedi" ikilisidir. iki kelimeden bir bana mail at , bana mail gelmedi.

    misal diyorum ki "x hanim plastik bardak bitiyor sipariş verseniz iyi olur" , diyor ki "bana mail at" . yaw ben sana nasil mail atayim benim bilgisayarim mi var ulan temizlik personeliyim ben nerde hani bilgisayar diye içimden geçiriyorum. "bende yok ondan unuttunuz galiba" diyorum , "haa pardon o zaman x bey bana mail atsın" diyor.

    illa alacak o maili. al bardak bitiyor 2 saat sonra "bardak bitti su yok bok için" dediğimde yine mail at der bunlar.
  • tam gerizekalı lan bunlar. lan ben de plazada çalışan bir insanım ama bu kadar da yarrak kafalı değilim arkadaş. bunların arasında yanyana oturup da telefonla konuşanlar var arkadaş! kafasını kaldırsa karşısında görecek ama hala telefonla konuşuyorlar. alacan sokacan o telefonları bir taraflarına o olacak. bir de x kişisinin ünvanı ile ilgili konuşurken "title" demiyorlar mı, o zaman zıvanadan çıkıyorum işte. bir kaç şey daha var ama şimdi yazamayacağım, titreme geldi yemin ediyorum ellerime.
  • ego sahibidirler. bulunduğu sikindirik plazada çalışmayı çok büyük bir başarı, konumlarını bir ayrıcalık olarak görürler. bir kademe dahi yükselseler altındakileri ezmeye bakarlar. muhabbetleri samimiyetsizdir. pazar kahvaltısı, haftasonu gezmeleri, 50 hafta it gibi çalışıp kalan 2 haftanın birinde memlekete diğerinde de 4 geceliğine amsterdam'a gitmeleri, onun kılığı bunun kıyafeti, diğerinin etek boyu, göbeği vb favori sohbet konularıdır. asansörlerde selam verilmez, yüzler beş karıştır. kadınların masalarında genelde su, sürahi, krem gibi aparatlar bulunur. zayıflama, sağlıklı beslenme, sağlık sürekli konuşulur ancak bütün gün son derece sağlıksız bir biçimde bilgisayar ekranına bakılır. izni "sistemden" alırlar, gün gün yaptıklarını "sisteme" girerler. harcamaları sistem üzerinden yollarlar. sistem de sistem, amına koyim ben o sistemin. çok özgürüm, coolum, artistim diye takılırlar ama bir üstü olan kişi bu gece 12'ye kadar kalıyoruz dediğinde fino köpeği gibi kuyruklarını kısarlar. markafoni, limango, ekşi sözlük, d&r, linkedin favori websiteleri; instagram, zaytung, twitter da favori telefon uygulamalarıdır. sürekli bir eğitim düzenlenir, katılması gerekenlerin %90'ı katılmaz ancak eğitim "çok başarılı" geçmiştir. lan daha hedef kitlene ulaşamamışın neyin başarısı. sürekli bir süreçler ve işkence olsun diye konan gerçekdışı "deadline"lar vardır. iş partilerine kimse gitmek istemez ancak çoğunluk gider ve o gece instagram üzerinden çılgın bir eğlence daha an be an aktarılır. aslında farkında olmadan köleleştirilmiş ve hiçbiri birbirinden hoşlanmayan bir grup insanın "özgürüz, eğleniyoruz" adı altında toplu kriz geçirmesi desek daha uygun olur. bir konu hakkında müdür altındaki elemana artislik taslarken ortama müdürün de üstü bir başkası girince söylediklerini saniyesinde yer, tükürdüğünü yalar. herkesin cakası bir üstü gelene kadardır. şirket ortağı dünyanın en saçma şeyini bile söylese koca koca üst yönetici adamlar kadınlar kahkalar atarlar, sahte gülücükler saçarlar. son olarak başlangıç maaşları dışarıdan en iyi görüneninde bile net 1350 filan olabilir, bu da sizi "o kadar bi milyonluk havan bin küsür liralık mıydı amk" şeklinde şaşırtabilir.
  • akıllı binaların içine sıkışmış insanlardır...ben istasyon insalarına benzetirim plaza insanlarını, istasyonda sıkışan insanlar gibidir, bir tesadüf sonucu orada çalışıyorlardır..evrim geçirirler zamanlar geldikleri gün ile gittikleri gün arasında koskoca farklar vardır..
    zamanla kurumsallaşmayı ögrenirler,yapaylaşırlar, estetik en büyük kaygıları olur koyun sürüsü gibi yaşarlar

    her şeyin zamanı ve saati vardır...

    sabah 08.00'de gelirler plazalarına genellikle personel servislerinde alırlar uykularını, sürekli gergin ve sinirlidirler, boyunlarına taktıkları yaka tasması kimligidir, girdiği her yerde yakasında olmalıdır kartları...

    asansör kuyruklarında, yemek kuyruklarında birbirlerini süzüp günün dedikodusunu ararlar, zoraki kibarlıkları vardır içinden gelmez samimi sözler, gözlere bakmadan geçiştirilir ''günaydın'', ''iyi günler'', '' iyi akşamlar'' cümlelerini, aslında çoğu bir kaşık suda boğmak isterler birbirlerini...

    hep şık olmak zorundadırlar çünkü xxxx şirketini temsil ediyorsunuzdur, hep pahalı parfüm, pahalı kıyafetler giymek zorunda olduklarını düşünürler
    dışarıdan bakanlar o lüksün içinde çok yüksek rakamlarla çalıştıklarını zannederler... aslında aldıkları maaş, ayı bile bitirebilecek nitelikte değildir...kredi kartları en iyi dostları olur...

    ast, üst ilişkisi hiyerarşik düzen çok önemlidir..

    büyük patron* geldiğinde güvenlik memurları etrafta kuş uçurtmak istemez, insanlar asansör kuyruğunda beklerken büyük patrona ayrılmış asansör hazırdır, tek başına çıkar asansörü...büyük patron yemekhanede de yemeğini yemez, özel çıkar odasına...
    küçük patronlar, büyük patrondan çok korkar el pençe divan olurlar, sürekli yalakalık olma hali vardır..

    velhasıl zordur plaza insanı olmak, bu kalıplara uymayan biriyseniz kendi dünyanızı oluşturursunuz,size yakın bir yada iki arkadaşınız yeter...

    7 senedir levent'te 27 katlı kulede çalışan bir plaza insanı...
hesabın var mı? giriş yap