• sen muhteşem bir insanmışsın sevgili reşat nuri.
    muhteşem ötesi bir edebiyatçı. büyük bir istanbul aşığı; anadolu sevdalısı.

    mehmet kaplan, senin için " öğretmen ve memurların yazarı " der. çok severim senin hakkındaki bu sözü. öğrencilerimin ellerinde kitaplarını gördüğümde tebessüm eder, gurur duyarım kendi adıma.

    türkçenin merhametli yanısın sen. kitapların sonsuza dek tarifsiz bir acımak hissi uyandıracaktır kalbimizde.
    asırlar sonra dahi kitaplarını ilk kez okuyan herkes günlerce etkisinde kalacaktır. iyi ki yazmışsın.

    saygı, sevgi ve rahmetle...

    '' niye kitap okumuyorlar? demek, niye piyano çalmıyorlar? demek gibi bir şeydir. kafayı kitap okumaya alıştırmak, parmakları piyano çalmaya alıştırmaktan kolay bir şey değildir. ona göre yetişmek, ona göre hazırlanmak lazım gelirdi. okumak, bir kitaptan alınan elemanlarla, kendine manevi bir dünya yapmak, onun içinde tek başına yaşayabilmek demektir. bu, ta çocukluktan başlayan uzun alışkanlıklar ve egzersizler neticesidir. ''

    r.n.güntekin
  • insanları nasıl iyi gördüğüne, nasıl iyi anladığına, nasıl iyi tanıdığına en imrendiğim, yaşasaydı bugün doğum gününü kutluyor olacaktık.

    zamanın iyileştiriciliğinin, umudun, ümit etmenin, sabrın selametininin arşlara çıkarılıp romantize edilmekten bıkılmadığı anlarda, çalıkuşu'nda söylediği bir cümleyi hatırlarım:

    ''sen, kurşunla vurulanları hiç işitmedin mi?
    bazıları, vurulduklarının fakında bile olmazlar; üç beş adım koşarlar, kaçıp kurtuluyoruz sanırlar. yara sıcakken acımaz. hele bir kere soğumaya başlasın. sen bak, seyret o kızcağız nasıl yanıp yakılacak.''

    yara sıcakken acımaz, diyor.

    ne yaşadığını idrak ettiğinde, acını da idrak edersin.
    ama biliyor musun, acıyla en kolay, acıdan geçerek baş edersin.
    bazen üzüldüğüm, o karşılığını bulmamış sözler, türlü yalan dolanla tersine ikna edilmeye çalışılsam da ''böyle olacak biliyorum, korkuyorum'' dediğim ve tam da öyle olan şeyler bir bir zihnime üşüştüğünde, kendime telkine başlıyorum: sadece acıdan geçiyoruz ve geçecek, hepsi, her zaman, mutlaka, geçecek.

    biliyorum. hep bildim.
    korkularımı, korkularımın haklılığını, önceden sezdiğim o felaketleri, sürükleneceğim kıyıları, beni yutacak dalgaları, hepsini nasıl bildiysem, öyle.
    kendimi hep nasıl bildiysem, kendime nasıl inandıysam ve güvendiysem, öyle.
    sonra fark ettim, aşık olduğumda, kendimi sever gibi seviyorum onu.
    kendimden bir tane kopyalamışım gibi.
    kendimi bildiğim gibi, kendime inandığım ve güvendiğim gibi, onu da öyle, ona da öyle.

    bu yanılgımı da reşat bey aydınlatıyor:

    ''sevecek bir hakiki insan bulanlara şaşmak lazım.'' diyor ya, hakiki insan yokmuş, o benim bir yansımam, benim yarattığım bir illüzyonmuş.
    onu değil, kendimi.
    gerçek olan o değil, ben.

    illüzyon, aynı zamanda çok güzel bir orhan veli şiiri.
    özgürlüğü anlatır, ama gerçek özgürlüğü.
    hayatın kısalığına gücü yetenlerin özgürlüğünü.

    ''eski bir sevdadan kurtulmuşum;
    artık bütün kadınlar güzel;
    gömleğim yeni,
    yıkanmışım,
    tıraş olmuşum;
    sulh olmuş.
    bahar gelmiş.
    güneş açmış.
    sokağa çıkmışım, insanlar rahat;
    ben de rahatım.''
  • orta öğretim düzeyine indirgemenin doğru olmadığına inandığım yazardır. gerçi hepimiz o dönemlerde taniştik reşat nuri'yle, ancak eserlerini yıllar sonra tekrar okuduğumda değerini azımsayarak bir yazar olarak kendisine ve türk edebiyatına büyük haksızlık ettiğimizi düşündüm.

    özellikle bir kadın düşmanı oldukça iyi bir romandır zannımca, homongolos da farklı ve derin bir karakterdir. ve tabii ki çalıkuşu, bence değil türk edebiyatının, dünya edebiyatının en güzel aşk hikayelerinden biridir. çalıkuşu'nun, pride and prejudice ve gone with the wind gibi romanlardan hiç de eksiği yoktur. üstelik feride, elizabeth bennett ve scarlett o'hara gibi karakterlerden daha kişilikli ve gururludur, aşkına da daha sadıktır.
  • tedavi için gittiği londra’da, 7 aralık 1956 günü, yakalanmış olduğu akciğer kanseri dolayısıyla ölmüştür. eşi, reşat nuri’nin son sözlerinin,

    “güneşe bak, istanbul’u görebiliyor musun? ben londra’nın en bedbaht insanıyım” olduğunu söyler.
  • romanlarında en sık kullandığı kelime mamafihtir.ister istemez bu kelimeyi dağarcığınıza ekler.
  • mehmet kaplanın hakkında 'öğretmen ve memurların yazarı' dediği, türk edebiyatını istanbul'dan çıkarıp, anadolu'ya taşıyan büyük yazar.
    çalıkuşu isimli romanı hemen hemen tüm subayların asker çantalarında cepheleri ve yeni inşaa edilen bir ülkenin genç ve umutlu insanlarıyla da tüm anadoluyu dolaşmıştır.
    bir dönem çanakkele milletvekiliği de yapmış reşat nuri. yazar milletvekili..cumhuriyeti kuran adamlar böyle insanlardı. onu yıkmaya teşebbüs edenlerin cahil cühela takımı olması manidadır.
  • sadece muharrir değil aynı zamanda maarif vekaleti müfettişlerindendir. kuyucaklı yusuf kitabıyla ilgili açılan dava üzerine bir rapor hazırlamıştır -sanırım sabahattin ali de maarif vekaletine bağlı olarak öğretmenlik yaptığı için- raporun bazı noktaları rahatsız etse de özü itibariyle hala kimi hakim, savcı, teftiş kurulu üyesi vesair insanlara günde 3 kere okutulasıdır:

    ''sabahattin ali kanaatimce son neslin hikayecilerinin en kuvvetlisidir. ve kuyucaklı yusuf romanı memleketimiz ve edebiyatımızın yüzünü ağartacak kıymetli bir sanat eseridir. kuyucaklı yusuf, avrupa münekkitlerinin moeurs, örf ve adet romanı dedikleri nevinden bir romandır. bu nevi eserler memleketin içtimai ve siyasi müesseselerini insanların ve muhtelif sınıf insanlarının ahlak, adet vesairlerini inceden inceye tasvir ve bilhassa tenkit ederler. müessese ve kanunların sakat taraflarına yahut iyi işlemelerine ve iyi tatbik edilmelerine mani olan hallere ve şahıslara hücum ederler. hatta birçok ileri memleketler bunların rejime taaruz etmelerini dahi müsamaha ile görürler. gayeleri bir devrin sakat, çürük, fena taraflarını bulup göstererek daha iyi bir içtimai nizama ve daha yüksek insanlığa zemin hazırlamaktır. bu itibarla bu eserler adlarına yanlış olarak ahlaki ve idealist roman denen ve bir memleketin hal-i hazırını bütün fena tarafları ile beraber bir ahlaki gaye olarak tasvir ve telkin, fenalığı perçinlemeye yardım eden romanlardan çok daha faydalıdır. yine bu bakımdan bu romanları sanat ve fikir kıymetinden mahrum diğer neşriyat ile müsavi muameleye tabi tutmak ileri memleketlerde hiçbir zaman akla gelmez.

    faraza kıymetsiz bir eserde yahut alelade bir gazete makalesinde müstehcen addedilecek ve çok haklı olarak takibe uğrayacak bir vaka bu neviden esere mevzu ittihaz edilirse mütehassıs bir doktorun tenasüli bir hastalık hakkında yazdığı bir etüd gibi hürmetle karşılanır. bizim kanunumuzun faraza intiharı vaka olarak yazdırılmasına müsaade etmediği halde romanda daha tafsilatlı ve cazip bir şekilde tasvirine izin vermesi vesii kanunun bu nükteyi anladığına ve bu tefriki yaptığına dalalet eder. örf ve adet romanları hakkında bu umumi maruzatımdan sabahattin ali’nin hakikaten memleketimizde nadir neşredilen kıymetli bir eser olan kuyucaklı yusuf’a geçerek bu noktada da düşündüklerimi arz ediyorum. müddeiumumilik makamı eseri birkaç paragrafına ilişmekte ve bunlardan bir kısmını halkı izdivaçtan, ikincisini askerlikten soğutacak mahiyette görmektedir.
    yukarıda arz ettiğim gibi bu nevi romanlar bir memleketin hepsi aynı derecede faydalı ve mukaddes olan müesseselerini tenkit için yazılır. aileyi, kadını, mektebi, polisi, belediyeyi bu tenkitten muaf tutalım demek bu nevi roman yazılmasın ve her ne ki müessese örf ve adet ve kanun olarak mevcuttur onların methüsenasına ait riyakar, sahte, sanatsız bir roman tarzı alıp yürüsün demekle müsavidir kanaatindeyim. dünyanın hemen her memleketi gibi türkiye cumhuriyeti de günlük siyasi neşriyat için bazı akidat koymuştur. fakat mücerret fikir ve mücerret sanat sahasında türk muharririne mutlak bir hürriyet verilmiştir. türk muharriri netice itibariyle bir rejim meselesi demek olan komünizm bahsinde bile nazariye olarak her istediğini yazarken herhangi bir müessesemiz hakkında bir tenkit romanı yazması hakkı hiçbir suretle tahdit edilemez fikrindeyim.

    bunları kuyucaklı yusuf hakkında iddianamede zikredilen paragrafların aile ve askerlik müesseseleri aleyhinde olduğu kanaatine iştirak ettiğimi farz ederek arz ediyorum.

    halbuki eserin ne umumi heyetinde ne de zikredilen paragraflarda ben böyle bir kasıt göremiyorum. muharrir aile ocağı kurulmasın demiyor – halbuki bunu dese ve yerine başka bir içtimai nizam da teklif etse bir şey söylemeye hakkımız olmazdı- sadece ‘aile dediğim müessese şu, şu, şu sebeplerden dolayı fena vaziyete düşmüştür. benim gösterdiğim sebeplerin refine bir çare bulunmazsa yıkılacaktır.’ manası çıkacak bir tarzda konuşuyor. tasvir tarzı belki bir parça kara ve mübalağalı fakat vakayı olduğundan daha feci ve büyük göstermek binnefs sanatın vazifesi ve hikmet-i mecburiyetidir. uzağı yakın, küçüğü büyük göstermeyen dürbün ile pertavsızı nasıl kırıp atmak lazım gelirse bu faydalı mübalağa işini yapamayan romanı da öyle çürüklüğe atmak lazımdır. askerlik aleyhinde görülen fıkra için de aynı şeyi söyleyeceğim. bir kere romanda romanda harbe giden askerler 1913’teki cihan harbine giden askerlerdir –bunlar şuursuz kahramanlardır- demek bir suç değildir. nasıl suç olur ki, mekteplerde okunan tarih kitaplarında mukaddes türk kanının fena başlar, fena kumandanlar elinde gayesiz harplerle asırlarca ziyan edildiği talebeye okutulup münakaşa ettiriliyor. hatta türk askerlerinin neden olduğunu bilmeden de büyüklerine itaat ettiğini söylemek bizim için ayrıca bir kalp kuvveti teşkil edecek bir kıymetli hassa addedilebilir.

    hülasa: kuyucaklı yusuf yüzümüzü ağartacak bir sanat eseridir. zararlı bir tarafını göremedim. mevzuubahis tenkitler bugün el üstünde tutulan avrupa şaheserlerinde gördüğümüz -aynı mevzulara ait- tenkitler yanında son derece masum ve küçük kalır. yalnız bir şahsın ve bir romanın değil, memleketimizde ilerlemesi lazım bir büyük ve faydalı sanatın da davasını gören cumhuriyet adliyesinden zaten zayıf olan türk romanının cesaretini kıracak bir karar çıkmayacağını kuvvetle ümit ederim.''
  • ahmet hamdi tanpinar kendisi icin "turkcenin ortasinda genis bir sevgi ve sefkat urpermesi idi" demis.
  • --- spoiler ---
    çalıkuşu'nda feride'yi kendisini aldatan kamuran'la kavuşturan ama dudaktan kalbe'de hüseyin kenan'ı boş yere lamiasız bırakan (ya da lamia'yı hüseyin kenansız bırakan) yazar.
    --- spoiler ---

    (bkz: olmadı)
hesabın var mı? giriş yap