• galiba surely you are joking mr feynman adli muhtesem kitabinda, bilimadamlarinin sanatcilardan daha ustun oldugunu sanatci bir arkadasina anlatisiyla kalbimde yasamaya devam eden guzel insan.

    hala bilimadami olamasam da, hayat ve evren hakkindaki cehaletlerini romantik abidik gubidikliklerle ortmeye calisan sanatci dostlarima, her firsatta feynmanin "sanatcilar o kadar da cool degiller" argumaniyla ayar veririm, aldigim ayarlarin da zamanin sonsuz akisinda kaybolmalarina izin veririm. biraz dramatiklestirdim ama ana fikri boyleydi.. allah rahmet eylesin

    "bu cicegin guzelligini takdir ediyorsun, estetik duyguna hitap ediyor ve icinde kim bilir ne firtinalar kopariyor. senin kadar olmasa da, ben de onun guzelliginden zevk aliyorum. senden daha az yogun olmakla beraber ben de begeniyorum ve hissediyorum. ote yandan, bunlarla birlikte, ben cicegin molekuler yapisini dusundugumde de heyecanlaniyorum. onun nasil evrimlestigini dusunuyorum, bocekleri cekmek icin burundugu parlak renkleri, bu renkleri boceklerin nasil algiladigini hayal ediyorum. dahasi bu cicegin mukemmel matematiksel simetrisinden hoslaniyorum. olan biten kimyasal reaksiyonlari hatirlayip hayranlik duyuyorum. sense, sanatci dostum, butun bunlardan yoksunsun. derslerde ogrensen bile, dogan geregi gercekten anlayamayacak ve bir zevk alamayacaksin. ve bu, senin estetik duygunun cok cok uzerinde, cok daha saf bir duygu"
  • los alamos'da atom bombasını geliştiren ekipte çalışan feynman'ın başına gelen ilginç! problemlerden biri:
    ... los alamos, bombayı yapacaktı. oak ridge'de ise uranyum'un patlayıcı olan, u235 ve u238 izotoplarına ayrıştırmaya çalışıyorlardı. daha yeni yeni u235'den küçük, minicik bir miktar elde edebilmişlerdi...
    ... sonunda emil segré orayı gidip görmeyi önerdi. etrafı dolaşırken, yeşil sıvıyla dolu bir tankın birileri tarafından yuvarlandığını görmüş. sıvı, uranyum nitrat solüsyonu imiş. hemen sormuş:
    "saflaştırılmış bu sıvıyı böyle mi taşıyorsunuz?"
    "tabii, neden olmasın?"
    "peki patlamaz mı?"
    "ha, patlamak mı?"
    ordu hemen müdehale etti. [neyse işte hikaye uzun feynman'ı kimyasal bir üretim merkezini kontrol etmesi,orduya acil yardım etmesi için yollamışlar.]

    ...okulda teknik çizim dersleri almıştım fakat bu ozalit kopyaları anlamıyordum. bir ozalit destesini masaya yaydılar ve bana anlatmaya başladılar. benim dahi olduğumu falan düşünüyorlardı sanki. üretilmde kaçınılması şeylerden biri de birikimdi. şöyle bir problem vardı: maddeyi biriktiren bir buharlaştırıcı çalışırken, eğer vana sıkışıp kalırsa ya da ona benzer bir şey olursa ve çok fazla madde birikirse patlardı. bana anlattıklarına göre onların tasarımını yaptıkları kaynakta bir vana sıkışırsa böyle bir şey olmazdı. olmaması için her yerde en az iki vanaya ihtiyaç vardı.
    bundan sonra bana sistemin nasıl çalıştığını anlattılar. karbontetraklorür burdan geliyor, uranyum nitrat ise burdan buraya geliyor, alçalıyor, yükseliyor, borulardan akıyor, bacaları geçiyor ve ikinci boruya ulaşıyor, bluuup diye çabuk çabuk anlatıyorlardı. üstelik anlattıkları gayet karmaşık bir kimyasal üretim merkezi idi.
    afallamıştım. daha kötüsü bu planlardaki sembollerin ne ifade ettiğini bilmiyordum! ilk bakışta pencere sandığım bir şey vardı. bu içinde çarpı olan bir kare idi ve her yerde vardı. hayır bu pencere olamazdı. çünkü her zaman kenarlarda değildi. bunların ne olduğunu sormak istedim.
    muhakkak hemen sormadı iseniz böyle bir durumda kalmışsınızdır. onlara hemen sorsam doğru olurdu, ama o kadar uzun zamandır, o kadar çok şey anlatmışlardı ki şimdi sorsam "niye bunca zamandır vaktimi harcıyorsunuz ki?" diye çıkışabilirlerdi.
    ne yapmalıydım? aklıma bir fikir geldi. bu belki bir vana idi. parmağımı planların üçüncü sayfasındaki bu gizemli çarpılardan birinin üzerine koydum. "bu vana sıkışırsa ne olur?" diye sordum. bunu sorarken "efendim o bir vana değil penceredir" demelerini bekliyordum.
    birbirlerine baktılar "şeeyy.. o vana sıkışırsa...!?" birisi planın üzerinde ileri geri giderek bir şeyler inceledi. diğeri de aynı şekilde yukarı aşağı plana bakındı. sonra birbirlerine baktılar. nihayet bana dönüp şaşkınlıktan ağızları açık bir balık gibi "kesinlikle haklısınız efendim" dediler.
    planları toparlayıp dışarı çıktılar. biz de odadan ayrıldık. olanı biteni izleyen teğmen zumwalt "siz bir dehasınız. bunu buraya daha ilk geldiğinizde anlamıştım. çünkü bir kere o kağıtlara baktınız ve ertesi sabah 90-207 binasındaki c-21 buharlaştırıcını onlara sordunuz. yaptıklarınız olağanüstü şeyler. nasıl yapıyorsunuz bunları?" dedi....
    surely you're joking, mr. feynman'dan bir alıntıdır...
  • kendisi 15 şubat 1988'de öldüğü için twitter'da paylaşım yapmamaktadır.
  • brezilya'ya 1 yıllığına misafir profesör olarak gittiğinde, "bir öğrenci en güzel kendi ana dilinde öğrenebilir" diyerek portekizce öğrenmiş ve oradaki derslerini bu dilde vermiştir. (bkz: surely you re joking mr feynman)
  • surely you're joking, mr. feynman'i herkes okumali, ogrenmeli.arkadaslara hediye olarak alinmali, her firsatta ahmet altan'in yada orhan pamuk'un son romanlarindan bahseden sahislara zorla okutulmali.parapsikoloji, ufolar, reenkarnasyon gibi konulara kafayi takmis sevgililere de son bir sans olarak verilebilir...
  • there is plenty of room at the bottom makalesi o derece muhtesemdir ki bilimin 20. yuzyil sonunda geldigi nokta feynman'in gelecek hakkindaki ongorulerinin gercek dunyaya izdusumunden ileride degildir. kafasindan ornek vermek icin uydurdugu bakin $u i$ boyle boyle yapilabilir mesela tarzindaki du$unceleri birer birer gercekle$mi$tir.

    bu adamin dahiligini tanitmayi kendine misyon edinmi$ bir amele $evkiyle bu makalesinden bir ornegi buraya tasimak isterim:

    miniaturizing the computer

    i don't know how to do this on a small scale in a practical way, but i do know that computing machines are very large; they fill rooms. why can't we make them very small, make them of little wires, little elements---and by little, i mean little. for instance, the wires should be 10 or 100 atoms in diameter, and the circuits should be a few thousand angstroms across. everybody who has analyzed the logical theory of computers has come to the conclusion that the possibilities of computers are very interesting---if they could be made to be more complicated by several orders of magnitude. if they had millions of times as many elements, they could make judgments. they would have time to calculate what is the best way to make the calculation that they are about to make. they could select the method of analysis which, from their experience, is better than the one that we would give to them. and in many other ways, they would have new qualitative features.

    if i look at your face i immediately recognize that i have seen it before. (actually, my friends will say i have chosen an unfortunate example here for the subject of this illustration. at least i recognize that it is a man and not an apple.) yet there is no machine which, with that speed, can take a picture of a face and say even that it is a man; and much less that it is the same man that you showed it before---unless it is exactly the same picture. if the face is changed; if i am closer to the face; if i am further from the face; if the light changes---i recognize it anyway. now, this little computer i carry in my head is easily able to do that. the computers that we build are not able to do that. the number of elements in this bone box of mine are enormously greater than the number of elements in our ``wonderful'' computers. but our mechanical computers are too big; the elements in this box are microscopic. i want to make some that are submicroscopic.

    turkcesi: bilgisayari kucultmek

    bu i$i kucuk olcekte pratik olarak nasil yapariz bilmiyorum fakat biliyorum ki bilgisayarlar cok buyuk: odalar buyuklugunde. neden onlari cok kucuk yapamiyoruz, kucuk kablolardan, kucuk elemanlardan --- ve kucuk derken, "kucuk"u kastediyorum. mesela kablolar 10 ya da 100 atom capinda olmali, ve devreler birkac bin angstrom uzunlugunda. bilgisayarlarin mantik teorisini inceleyen herkes bilgisayar imkanlarinin cok ilginc oldugu sonucuna varmistir-- $uankinden birkac mertebe daha karmasik yapilabilselerdi. eger $uankinden birkac milyon kat fazla eleman icerseler durum degerlendirmesi ya da karar verebilme i$ini yapabilirlerdi. "yapacaklari hesaplamayi yapmanin en iyi yolunun hangisi olduguna kendileri karar verebilirlerdi." kendi deneyimlerini kullanarak, bizim ona verdigimiz analiz yonteminden daha iyi bir yontemi hesaplayabilirlerdi. ve daha bircok yeni $ekilde yeni nitelige sahip olabilirlerdi.

    sizin yuzunuze baktigimda hemencecik sizi daha onceden tanidigimi hatirlayabilirim. (gerci arkadaslarim burda biraz talihsiz bir ornek sectigimi soyluyorlar. en azindan bir insan oldugunuzu, elma olmadiginizi soyleyebilirdim.) ama hicbir makina bu hizda bir fotograf cekip bunun bir insan oldugunu soyleyemiyor; bu ki$inin daha onceden gordugu biri olup olmadigini hic soyleyemiyor --- fotograf tamamiyle ayni degilse. eger yuzunuzun uzakligi degisirse, daha yakin durursaniz, daha uzak olursaniz, i$ik degisirse --- ben yine de taniyabiliyorum. demek ki kafamdaki bu ufak bilgisayar bunu kolayca yapabiliyor, ama insa ettigimiz bilgisayarlar yapamiyor. bu kemikten yapilmis kutumun icindeki eleman sayisi bizim o "muhte$em" bilgisayarlarimizdan muazzam bir $ekilde fazla. ama bizim mekanik bilgisayarlarimiz cok buyuk; bu kutunun icindekiler mikroskopik. ben submikroskopik olanlarindan yapmak istiyorum.

    konu$manin bir yerinde de $unu soylemektedir kendisi:
    there is nothing that i can see in the physical laws that says the computer elements cannot be made enormously smaller than they are now. in fact, there may be certain advantages.

    yani: fizik kanunlarinda bilgisayar elemanlarinin $uankine gore cok cok kucuk yapilmamalari icin hicbir sebep goremiyorum. hatta bunun avantajlari bile olabilir.

    bilgisayarin bir insan fotografi cekip ardindan bunun kim oldugunu ayirt edebilmesi fikri 20. yuzyilda "digital image processing" olarak i$levsel hale gelmi$tir.

    makalede bu ornegini verdigim kismin ardindan gelen "miniaturization by evaporation" kisminda bu i$in nasil yapilabilecegi hakkinda kafasindaki bir ornegi anlatmaktadir, ve bu ornek yillar sonra vlsi adi altinda karsimiza cikmi$tir.

    makalenin ba$ka bir yerinde "a hundred tiny hands" olarak anlattigi minik minik robotlar mems ismiyle $uanda cok aktif bir arastirma konusudur.

    makalenin sonlarina dogru feynman "rearranging the atoms" yani "atomlari yeniden dizmek" der, ve -cok cok gelecekte- atomlari tam olarak istedigimiz gibi, istedigimiz yerlere dizmenin mumkun olup olmayacagi sorusundan cekinmedigini soyler, ve dogada bulunmayan farkli dizilimlerin cok cok ilginc ozellikler yaratacagindan ve bunun teorik arastirmasinin da cok ilginc olacagindan bahseder. aradan yillar gecer ve takvimler 2000'li yillari gosterirken atomlarin pozisyonlarini elektromanyetik alanlarla kontrol edebilen, bir molekul genisligindeki iki elektrod arasina atomlari cuk diye oturtan, ve hatta bu kontrol mekanizmasini kullanarak molekuler boyutta tranzistorler yapabilen sistemler icat olunur. dunya doner teknoloji ilerler, feynman ise nostradamus edasiyla ongorulerinin hakli ciktigini gorup keyif icinde bize siritir.

    kendisine olan derin saygima ragmen bu makalesini ilk okudugumda sarfetmi$ oldugum cumleyi burada tekrarlamak istiyorum:

    "amina koyiyim feynman".
  • "bilimin "biz neyiz, nereye gidiyoruz, evrenin anlamı ne" gibi muhteşem sorulara cevap vermesini bekliyorsanız kolaylıkla hayal kırıklığına kapılabilir ve mistik cevaplar aramaya başlarsınız. bir bilimci nasıl mistik bir görüş edinebilir bunu anlamakta güçlük çekiyorum çünkü bilim, anlamak... neyse boşverin, eğer düşünürseniz; en azından ben böyle düşünüyorum, yaptığımız şey keşfetmek. dünya hakkında mümkün olduğu kadar çok bilgi edinmeye çabalıyoruz.

    insanlar bana "fiziğin mutlak kurallarını mı arıyorsunuz?" diye soruyorlar. hayır, aramıyorum. sadece dünya hakkında daha çok şey öğrenmeye çalışıyorum. ve eğer her şeyi açıklayan mutlak bir kural varsa öyle olsun. bu çok hoş bir keşif olurdu. fakat eğer milyonlarca katmanı olan bir soğan gibi olduğu ortaya çıkarsa ve biz katmanlara bakmaktan yorulup bıkarsak o zaman da öyledir! her ne türlü olursa olsun bu doğadır, oradadır ve olacağına varır. ve bu nedenle araştırmalarımızda neyi bulacağımıza önceden karar vermeden, yalnızca daha fazlasını öğrenmek için çabalamalıyız.

    bakın, bir şey var; şüphe ve belirsizlikle, bilmeden yaşayabilirim. bence bilmeden yaşamak, yanlış olabilecek cevaplarla yaşamaktan çok daha heyecan vericidir. yaklaşık cevaplarım, olası inançlarım ve değişik konular hakkında değişik derecelerde kesinliklerim var; ancak hiçbir şeyden tamamen emin değilim ve hakkında hiçbir bilgim olmayan bir sürü şey var. ama bilmek zorunda değilim. bir şeyleri bilmemek beni korkutmuyor; amaçsız görünen -ki anlayabildiğim kadarıyla gerçekten öyledir- bir evrende kaybolmuş olmak... beni korkutmuyor. bu nedenle evrenle olan ilişkimizle ilgili özel hikayelere de inanamıyorum."

    richard feynman, 1981
  • "ne bicim adamdir o sairler ki, jupiter den insan gibi bir varlikmiscasina soz edebilirler de, topac gibi donen dev bir metan ve amonyak kuresi oldugunu hic soylemezler"

    diyerek sanatcilara sitem etmis fizikci. kendisi muzisyendir bu arada, bayagi da iyiymis anlattigina gore
  • "surely you're joking mr. feynman"

    richard feynman'ı anlatan herhalde en güzel cümle bu. hayatı olduğu gibi kabul eden ve aynı zamanda etmeyen bir karakteri daha güzel anlatan bir cümle olamaz.

    bu cümle'nin hikayesi şu:

    ""would you like cream or lemon in your tea, mr. feynman?" it's mrs. eisenhart, pouring tea.
    "i'll have both, thank you," i say, still looking for where i'm going to sit, when suddenly i hear
    "heh-heh-heh-heh-heh. surely you're joking, mr. feynman." joking? joking? what the hell did i just say? then i realized what i had done. so that was my first experience with this tea business."

    bütün fizikçiler özeldir ama feynman'ı diğerlerinden ayıran o müthiş mizah duygusu. bilgisiz bilinçlilik seviyesine yükselmiş bir adam, duyuları ile fiziği birleştirmeye çalışan ve zekasını sadece eğlenmek için kullanan bir adamın mizah duygusu bu.

    aslında çok değişik acılar gören bir adam feynman. ilk karısının hastalığını (tüberküloz) doktorlardan önce teşhis etmeyi başarır, hem de sadece teşhis kitaplarına başvurarak. hastalığın ölümcül olduğunu bildiği halde sevdiği kadınla evlenir ve yıllarca ona bakmak için hastaneye taşınır. 7 yıl boyunca cinsellikleri olmaz, doğru düzgün fiziksel bir temas bile yaşayamazlar hastalığın tabiatından dolayı. atom bombasının yapımı için çalıştığı sırada karısının öldüğünü öğrenir ve kısa bir süre izin alıp hastahaneye gidip defin işlemlerini halleder.

    karısının öldüğünü algılayamaz önceleri, hatta atom bombası çalışma grubuna döndüğünde ona "nasılsın?" diye sorduklarında "beni boşverin, ne yaptınız ben yokken" diyecek kadar algısızdır. uzun bir süre sonra bir gün amaçsızca dolaşırken gördüğü bir elbise ona karısının öldüğü gerçeğini anımsatır.

    "arlene died a few hours after i got there. a nurse came in to fill out the death certificate, and went out again. i spent a little more time with my wife. i went for a walk outside. maybe i was fooling myself, but i was surprised how i didn't feel what i thought people would expect to feel under the circumstances. i wasn't delighted, but i didn't feel terribly upset, perhaps because i had known for seven years that something like this was going to happen. i didn't know how i was going to face all my friends up at los alamos. i didn't want people with long faces talking to me about it.
    when i got back, they asked me what happened.
    "she's dead. and how's the program (atom bombası ) going?"
    they caught on right away that i didn't want to moon over it.
    i had obviously done something to myself psychologically: reality was so important--i had to understand what really happened to arlene, physiologically--that i didn't cry until a number of months later, when i was in oak ridge. i was walking past a department store with dresses in the window, and i thought arlene would like one of them. that was too much for me. i cried "

    zekasını sadece eğlenmek için kullanan bir adam feynman . ilk karısının ölümünden sonra ciddi bir depresyona girer feynman ve sorgulamaya başlar yaptıklarını. ortaya bir şey koyamamakta, eskiden yaptıklarının anlamını kavrayamamakta ve artık hayattan zevk alamamktadır. en sonunda şuna karar verir, "sadece eğlenmek için çalışacak"tır.

    "so i got this new attitude. now that i am burned out and i'll never accomplish anything, i've got this nice position at the university teaching classes which i rather enjoy, and just like i read the arabian nights for pleasure, i'm going to play with physics, whenever i want to, without worrying about any importance whatsoever"

    ve feynman için kırılma noktası olur bu, en azından hakkında bu kadar okuduktan sonra anladığım budur. ünlü diyagramları, kuantum fiziğine katkıda bulunan teoremleri hep bu kırılma noktasından sonra başlar. ve sonuçta 20. yüzyılın en büyük fizikçilerinden biri olur feynman. dalgacı, anlayan, anlatabilen ve problemlerin özünü kavrayabilen bir insan olur.

    peki ben bu adamı neden seviyorum? çok basit, diğer bütün büyük adamları neden seviyorsam ondan, dünyayı onun gözlerinden görmek istediğim için.

    "physics is like sex. sure, it may give some practical results, but that's not why we do it."
  • zamaninda reha muhtar kilikli bir muhabirin, televole gibi bir program hazirlamak cabasi icindeyken rezil edemedigi tek insan. muhabir unluleri yakaladikca "ne olcak bu dunyanin hali?" gibi sorular sorarmis, kimse de guzel bir cevap yapistiramazmis. ayni muhabir mr. feynman'i yakaladigi zaman soruyu degistirmis'de sormus. "uzayli yaratiklara, sahip oldugumuz, bu gune kadar urettigimiz, kesfettigimiz bilgileri bir cumlede nasil anlatirsin?" demis. feynman bu, cevabini muhabiri got edicek bir sekilde hazirlamis. muhabir tam "oldu allahim! feynman cevap veremicek!" derken, o "maddenin yapi tasi atomdur." demis.
hesabın var mı? giriş yap