• kitaptan alıntı:

    bununla birlikte,iki ayak üzerinde yürümenin dezavantajları da vardır.ilkel atalarımızın iskeletleri,milyonlarca yıl boyunca dört ayağı üstünde yürüyen ve görece küçük kafası olan bir canlıdan evrilmiştir.dik pozisyona geçmek büyük bir zorluktu, özellikle de iskeletin çok geniş bir kafayı desteklemesi gerektiğinde.insanlık geniş görüş açısının ve becerikli ellerinin bedelini sırt ağrıları ve boyun tutulmaları ile ödedi.

    kadınlar daha da fazlasını ödemek zorunda kaldı.dik bir duruş daha dar kalçalar demekti ve bu da doğum kanalını daraltıyordu,üstelik aynı anda bebeklerin de beyni giderek büyüyordu.doğumda ölüm, dişi insanlar için ciddi bir sorun haline geldi.bebeklerinin kafası ve beyni daha küçük olduğundan,erken doğum yapan kadınlar daha çok hayatta kaldılar ve daha çok çocuk sahibi oldular; doğal seçilim bu şekilde erken doğumlara hayatta kalma şansı verdi.elbette böylelikle diğer hayvanlara kıyasla insanlar, pek çok hayati öneme sahip sistemleri henüz tam gelişmemişken erken doğar hale geldiler.bir tay doğumdan kısa süre sonra yürüyebilir,bir yavru kedi birkaç haftalıkken annesi yiyecek arayışı sırasında onu yalnız bırakabilir.insan bebekleri ise yıllar boyunca yardım,bakım,koruma ve eğitim için büyüklere muhtaçtır.
  • beyin fırtınası açısından güzel bir kitap. ancak ben bir müslüman olarak bu kitabı yazmış olsam tek tanrılı dinleri eleştirirken önce kendi dinimden örnekler verirdim. iğneyi kendine çuvaldızı başkasına misali. yazar yahudilik dinine mensup olabilir bence hiç sıkıntı yok, ancak yazar incil ve kuranı eleştirirken kitabın tek yerinde tevrat eleştirilmemekte; hz. isa ve hz muhammed den askerlik arkadaşı gibi bahsederken hz. musa ve hz. davud kitapta geçmemektedir. ayrıca homo deus'da ki üst ırk ve alt ırk kavramları da yine tevratta geçen insan tanımına (yahudiler ve hizmetkarları)uymaktadır. basılan her şeyin doğru olmadığını kabul ederek okumakta fayda var...
  • --- spoiler ---

    90. sayfaya geldim ve yeminle homo sapienslerden tiksindim. gittiği yeri kurutmuş vicdansızlar. şu an akrabamız olan neandertallere ve ekolojik sisteme verdiğimiz zararlardan dolayı beş dakikalık saygı duruşundayım.

    --- spoiler ---
  • national geographic belgeseli tadında hoş, okunası kitap.

    edit: 22 eylül 2020

    ilerledikçe canımı daha çok sıkmaya başladı. bunu kitabın sıkıcılığından dolayı değil gerçekleri yüzüme çarpmasından dolayı söylüyorum. misal, tarım devrimiyle alakalı tespitlerini gündelik hayatımıza bağladığı kısımda verdiği mektup ve mail örneği gerçekten çok çarpıcı. diyor ki kitap, bakın eskiden insanlara ayda 3 posta gelirdi, bunu hızlandırmak ve daha kolay, herkes tarafından kolay ulaşılabilir bir hale getirmek istedik. peki ne oldu? artık günde belki 100 mail alıyoruz ve bunların her birine o gün içerisinde cevap vermemiz gerekiyor. aslında basit görünen bir sorunu çözmeye çalışırken sadece kendimize daha fazla sorun çıkarttık. cem yılmaz’dan aynı örneği dinlediğimizde güldürüyor fakat bunun hayatımızı ne kadar derinden etkilediğini düşününce, kendimi kötü hissetmeye başladım.

    insanoğlu olarak hayatı bu kadar hızlı yaşamak üzere evrilmemişiz. tüm sıkıntılarımızın ve sorunlarımızın arkasında yatan ‘can sıkıntısı’ dediğimiz gerçekliğin temelinde yatan neden bence bu. bugün, şu dakikada çok hızlı yaşıyoruz, benim bu girdiyi düzenlemem ve bir başkasının bunu okuması arasında geçen süre minimal. fakat bu bize ne katıyor? tek yaptığı, yazdıklarımı önemsizleştirmek.

    neden?

    fikirlerimi herkesin her dakika yazdığı alelade bir yerde beyan ettiğim için insanların algısı da buna göre şekilleniyor. çünkü, okuyabilecekleri binlerce başka fikir var ve bunlara ulaşmak için sarfedilmesi gereken efor minumum. ve bu sadece şu anda okuduğunuz bu girdiye has değil. her dakika, her şey çok hızlı ve bizler daha da hızlı olabilmesi için her dakika uğraşıyoruz.

    neden?

    tek bir sebebi var; genetik.
    daha fazla yere gidip, daha fazla çoğalıp, daha fazla yayılabilmek istiyoruz ve daha da korkuncu bunu bilinçsiz bir kolektif bilinçle yapıyoruz. inanılmaz.
  • bugune kadar okudugum kitaplar arasinda en dikkat cekici ve aydinlatici olanlarindan.

    dine, milliyetcilige ve paraya bakis acisi mukemmel. keske bizim liderler de biraz okuyup fikir edinseler. gerci vazgectim. bu sefer fazla bilgilenip karsi tez gelistirerek hayatimizi daha agir sikerler.

    hayatin ozunu yeniden hatirlamak isteyen turkiye nin sikilmis gunluk rutini icinde kaybolup gitmis arkadaslara siddetle tavsiye olunur.
  • "insanlık" serüvenini, antropolojik, sosyolojik, kültürel, tarihsel ve evrimsel boyutlarıyla tekmili birden anlatmaya çalışan bir kitap. bu tip bilimsel yanı güçlü hatta daha ayrıntılı bir çok kitap var ancak bu eserin benzerlerinden farklı kılınan yanı didaktik bir dil kullanımı yerine daha sade ve akıcı bir üslubu olması yanı sıra sokratesvari aslında okurun kitabı okurken kendi kendine sorabileceği gayri ihtiyarı soruları okur adına yazarın sorup cevaplandırması ve farklı görüşleri tezatlığıyla birlikte alternatif olarak okura sunmuş olmasıdır. yazarın da tarihçi olması hasebiyle konuya sosyolojik bakış açısıyla harmanlayıp sunmuş olması enfes bir lezzet katmış. bu bakımdan oldukça başarılı bulduğumu söyleyebilirim.
    kitap bütün dünyada olduğu gibi türkiye'de de kısa sürede üstüste baskı yaparak bir çok okura ulaşmış durumdadır.
    kitabın konulara ilişkin tarihsel, coğrafı ya da kültürel örneklendirmeleri, okurun bulunduğu ülkeden örnekler verilerek yerelleştirilmiştir. bu yönüyle de tıpkı misyonerlik faaliyeti gibi küresel bir arka planı olabileceği fikrini paranoyak bünyemde güçlendirmiştir.
    ayrıca yazarın "hayali gerçekçilik" tanımına hayran kaldım. okunulası bir kitaptır.
  • “sermaye, bireyleri ve onların mülkiyetini korumayı garantilemeyen diktatörlüklerden uzaklaşırken, hukukun üstünlüğünü, bireysel mülkiyeti el üstünde tutan ülkelere akıyordu.”
  • neticede mutant şempanzeleriz yani, ilk şahane bölümlerden anladığım kadarıyla. çok da abartmaya gerek yok.

    sonraki bölümlerde yani yazı para vb'ye geçtikçe hikaye sarpa sarıyor ve can sıkmaya başlıyor bence. ama bu yazarın değil tarihin suçu sanırım.
  • şukela modunda baktım da tarım devriminin kitapta yerilmesine "tarım devrimi nüfusu arttırdı" argümanıyla karşı çıkılmış...

    harari'nin zaten tarım devrimi'nin sapiens'ten çok buğdaya yaradığına dair argümanı, başlı başına, nüfus artışı. ketojenik diyetin ve dönemlik açlıkların (if* ve otofaji) kimi dertlere deva olduğunu yeni yeni fark ediyoruz. bu ikisi bile başlı başına harari'nin haklı olduğunu gösteriyor.
hesabın var mı? giriş yap